31 Ekim 2018 Çarşamba

Hıyar işinden anlar mısın sen hıyar….
KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI - 29 BÖLÜM-


Ağabeyim beklemediğim kadar güzel karşıladı beni.
Kemiklerimi kıracakmış gibi sarıldı. Yıllardır oğlunu görmemiş bir baba gibi defalarca öptü, öptü. öptü. Hatta gözlerinden yaşlar geldi öperken. Boşa dememişiler kardeş kardeşi önce bıçaklar sonra döner kucaklar diye.
Yemekte de çayda da benim davamı konuşmadık. Bolca
ağabeyimden, memleket sorunlardan, şundan bundan konuştuktan sonra ağabeyim bir aralık sordu:
—Senin işler nasıl gidiyor?
Beklediğim ve de arzu ettiğim bir sualdi. Anlamazlıktan geldim:
—Hangi iş abi?
Güldüm ve ekledim
— Bizde iş çok.
O da anlamazlıktan geldi:
—Nasıl yani?
—Avukatlık işi var. Karpuz işi var. Boşanma işi var.
Gülümsememden ve ses tonumdan kuvvet alarak:
—Sahi bu karpuz işi ne Hüsnü ?dedi. “Bir şeyler duydum ama
vakıf değilim tam. Tabi istersen anlat”
İstiyordum, ne bir eksik ne bir fazla anlattım. Dikkatle dinledi.
Sonra da sordu:
— Peki, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun ?
— Kafam karışık abi, dedim. Yarın psikologla bir görüşeyim de.
—Tabi tabi, dedi. Profesyonel bir destek iyi olur.

Yıllar sonra, belki de ağabeyimle aramızda oluşan buz dağlarının
erimesinden dolayı mükemmel bir gece geçirdim. Yıllar sonra tam on iki saate yakın deliksiz uyumuşum.
Ertesi günü psikologuma gitmeden önce bir eve uğrayayım dedim. Olur ya hanım yaptığı işin ne kadar saçma olduğunu anlamış eve dönmüş olabilirdi. Olabilir de ne demek mutlaka öyle olmuştur. Bu duygular içerisinde eve doğru yürürken Rakıp ve arkadaşları ile karşılaştım yolda. Rakıp da haz etmediğim insanlardandır. Şimdi siz de bana hak vereceksiniz.
Karşı kaldırımdan yürüyordum. Görmemezliğe geldim ama o beni gördü ve bütün mahalle duysun istercesine bağırdı:
—Hüsnü Bey!
Dönmezlik olmazdı artık. Döndüm merhaba babından selam
verdim.
—Karpuz işine başlamışsın hayırlı olsun.
Oldubitti öyle bir şey der gibisinden bir harekette bulundum.
—Ben de hıyar işini başlıyorum,
İyi iyi, hayırlı olsun der gibisinden başımı salladım. İçimden de
“ hıyar kadar taş düşer başına inşallah” dedim.
Gülmeye çalışarak ve de sesini biraz daha yükselterek bir soru
daha sordu:
- Hıyar işinden de anlar mısın sen?
- Hem de nasıl dedim. İçimden de ekledim:” Senden iyi hıyar
mı olur hıyar.”
Yaşadığım bu talihsiz olay eve girmekten vazgeçirdi beni. Psiko-
loğuma gitmeye onunla konuşmaya karar verdim.
Psikologumun bulunduğu binanın önünde polisler vardı. Kalabalık da bir grup. Merak ettim, kalabalıktan birine sordum:
—Ne olmuş?
—Genç bir psikolog vardı binada da.
Meraklandım:
—Ne olmuş psikolog hanıma.
—Bunun zirzop mu zarzop mu denilen bir dalgası vardı.
—Eeeee
—Vurmuş kadını.
—Ölmüş mü?
—Ölmüş diyen de var, yaralı diyen de var. Götürdüler az evvel.
Zaten keyifsizdim, haber beni iyice fenalaştırdı. Büroma gitmeye
karar verdim. Yıllardır uğramıyordum. Yanıma bir de çilingir aldım kapıyı açması için.
Posta kutusu postacını getirdikleri doluydu. Hepsini bir poşete
doldurup içeriye girdim. Sırf kafamı dağıtmak gayesi ile gelenlere bakmaya başladım. Hakaretler, tehditler, aşağılamalar” Senin gibi avukat olmasın, avukatların yüz karası diyenler”
Son açtığım iyice canımı sıktı. Sıkmanın da ötesinde acıttı. Beddua da vardı.
Pencerenin önüne geçtim. Gelirken durakta gördüğüm kadın hala
oradaydı. Kucağında sekiz on yaşlarında her halinden zihinsel engelli belki de aynı zamanda bedensel de engelli de olan bir kadın vardı. Sanırım onu hastaneye getirmiş şimdi de eve gitmek için otobüs bekliyordu. Otobüsün en kalabalık olduğu bu saatlerde parası olsa otobüse biner mi? Atlar bir taksiye gider. Birden pek çok müvekkilin ahını alan ben bu kadına iyilik yaparsam Allah tarafından af edilebileceği düşüncesine kapıldım Hızla merdivenlerden indim. Durağa koştum. Şükür, kadın hala oradaydı. Yanına yaklaştım, başıma gelebilecek olası riskleri göze alarak sordum:

DEVAMI VAR
KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -28-
- KENDİ SESİME UYANDIM-
Ayaküstü, saniyeler içerinde özüm geçmiş. Rüya mı kabus mu ?
her ne derse deyin onu görmüşüm. Kendi bağırmama uyandım. Ter içinde kalmışım. Kapı tıkladı, kuru temizleyici selemdi:
— Beyefendi ne oldu?
Verecek cevabım yoktu:
—Bitmedi mi hala, dedim. “Çıkart beni artık şuradan. Gelenler
geliyor.”
Sesim biraz sert çıkmış olmalı ki, tuvaletin kapısını açtı,
temizlenmiş giysilerin olduğu yeri göstererek
— Bitmek üzere, dedi. “Şurada bekleyin.”
“Madem ortada bekleyebilirdim niye beni tuvalete tıktın be
adam. Hasta mısın sen diyecektim” vazgeçtim.
Birkaç dakika sonra adam vermiş olduğum giysilerle yanıma
geldi. Gömleği uzatırken:
—Gömlek tamam ama ceketteki lekeyi çıkartmadanım, dedi. Ve
ekledi ” Bırakırsanız çıkartım da hemen çıkartamadım, ne yaptıysanız artık.”
Cevap vermedim, Adamın elindekileri aldım, giydim çıktım. Bir
süre sonra hizmetinin parasını vermediğini anımsadım. Geri döndüm. Dükkân kapalıydı. Belki yakın bir yere gitmiştir ya da tuvalete girmiştir diyerek biraz bekleyeyim derken telefona bir mesaj geldi. Açtım okudum, ağabeyimdendi.
“ Tuvaletin deliğine mi düştün oğlum. Oyalanma gel. Bekliyorum.”
Doğrusunu söylemek gerekirse gidip gitmeme konusunda
kararsızdım. Bu kararsızlığımı kararlılığa dönüştürmek için biraz yürüdüm. Böyle bir teklifi geri çevirirsem ağabeyimle olan tüm bağları kopartmış olabilirdim. O nedenle gitmeye karar verdim. Bir taksi çevirdim

DEVAMI VAR

29 Ekim 2018 Pazartesi

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI “ bENİ TUVALETİN İÇİNE İTTİ “ -27 BÖLÜM-

Yavaşça kapıyı açtım. Kuru temizlemecinin uzattığı telefonumu
aldım. Arayan yıllardır görmediğim ağabeyimdi. Birden kötü bir şey olduğu düşüncesi ile yüreğim ağzıma geldi.
İncir çekirdeğini doldurmayan bir hadise yüzünden ağabeyimle
aramız bozuktu. Yıllardır görüşmüyorduk.
Korkarak:
—Buyur ağabey, dedim.
Selam sabah vermeden sordu:
—Neredesin?
—Tuvaletteyim
Cevap hoş olmadı tabi. Nerede olayımı buralardayım demem
belki daha şık kaçardı.
—Duydum ki karıcığın kapının önüne koymuş seni, dedi.
Birden söyleyecek bir şey bulamadım.
— Otellerde kalıyormuşsun.
Kötü haber tez duyulur ya.
—Bana bak, evimin adresini kaybetmediysen derhal, hemen,
şimdi tuvaletten çıkar çıkmaz bana geliyorsun.
- …
- Duydun mu Hüsnü?
Barışmak için bundan büyük fırsat olmazdı. Belki o da bunu bir
fırsat bilmişti.
—Şimdi otelde değilim ağabey, dedim
Kızdı:
—Tuvaletteyim, demedin mi?
-Taman da ağabey sadece otelde mi tuvalet var? Hem benim
buradan çıkmam zaman alır.
Ne düşündü bilmem, bir süre sessiz kaldıktan sonra
—Neyse işte, dedi.” Akşama kadar orada kalacak değildin
ya.Evde bekliyorum seni, çıkınca gel.”
Bir şey söylemeden telefonu kapattı.
Ben, yıllar sonra ağabeyimin sesini duymanın şaşkınlığı içerisindeyken kapı yine tıklatıldı.
Hemen akabinde de yavaşça açıldı. Kuru temizleyicin sesi
duyuldu:
—Ayakta durma. İşin bitinceye kadar şunun üzerinde otur.
Küçük bir tabure getirmişti. Kolunu olabildiğince uzatmıştı.
Herhalde bu kuru temizleyiciyi yıllar yılı unutmayacağım.
—Hacet yok, dedim. “İstemem. Sen işini çabuk bitir yeter.”
— Seni bu halde görmemek için başımı uzatmıyorum. Madem
öyle taburemi ver elime.
Lafa bakın. “ Seni bu halde görmemek için.” diyor. Beni bu hale
sokan o değil sanki.”
Gittikçe sinirlerim bozulmaya başlamıştı.
Tuvalettin kapısını açtım, Kafamı uzatıp kuru temizlemeyiciye
seslendim:
—Bana bir karpuz.
Kuru temizleyici şaşırdı:
—Ne karpuzu?
—Ne karpuzcu olacak bildiğimiz karpuz. Bir tane aldırsana
bana. Canım çekti birden
-…
— Merak etme bedava değil. Parasını vereceğim.
- …
— Hemen yakınlarda yok nu bir karpuzcu?
— Aşağıdaki sokakta Karpuzcu Hüsnü var ama. Bilmem ki açık
mı bu saatte.
— Karpuzcu Hüsnü mü?
— Evet, tanıyor musunuz yoksa?
— Ulan karpuzcu Hüsnü benim.
— Nasıl sensin?
— Basbayağı benim.
— Bıyıkları mı kestin? Ondan mı tanıyamadım?
—Bıyıklarımı kesmek için senden izin mi alacaktım? Hem sen
benimle böyle kocuşamazsın. Ben karpuzcu Hüsnü’nün karısının kocasıyım.
Saçmaladığım aşikârdı. Kuru temizleyicinin korkması da
Doğaldı. Belli ki de korttu. Ani bir hareketle beni tuvaletin içine itti. Kapıyı da kilitledi.

DEVAMI VAR

28 Ekim 2018 Pazar

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI ( Fermuarın da açık…) -26 Bölüm-

Şaka mı yaptığına yoksa benimle dalga mı geçtiğine bir karar
veremedim. Bir soru daha soracaktım, Tokalaşmak için elini uzatınca yapamadım.
—Unutmayın, dedi yarın 16.15’te sizi bekliyorum.

Oradan çıktıktan sonra biraz yürüdüm. Kafamı dağıtmak istiyordum. Birden Engin ile Burun buruna geldim.
—Lan Hüsnü.

Çoktandır belki yıllardır görüşmemiştik Kendisinden haz ettiğim
bir adam da değildir. Nezaketen gülümsedim. Uzatılan eli mecburen sıktım.
—Engin Bey, dedim. “Merhaba.”
Sordu:
—Nerelerdesin dostum?
-Buralarda, dedim.
—Büroyu da kapatmışsın. Geçen gün halini hatırı sorayım diye
bir uğradıydım.
—Kapattık demeyelim de biraz ara verdik diyelim.
Garip bir şekilde güldü:
—Epeyce bir süre ara ama ha.
—Öyle oldu, sen ne yapıyorsun?
Ayak üstü onun da zorlamasıyla biraz sohbet ettik.. Tam
ayrılırken “ Sen beni pek sevmezsin ama ben senin dostunum “ dedi.
—Elbette dedim.
Kulağıma doğru eğildi:
— Gömleğin yakası biraz kirlenmiş bana kalırsa eve gir hemen
değiştir,
Sanırım yüzümün rengini biraz değiştirdi bu söz:
Devam etti:
— Ceketinde de yağ lekesi var
Bir şey söyleyecektim, kulağıma biraz daha eğildi:
—Ben senin düşmanın olsam bunları söylemem dedi,
Fermuarın da açık.
Fermuarın açık ikazı önemliydi. Elim hemen pantolonumun
fermuarına gitti. Hakikaten de açıktı. Kapattım. Belli belirsiz
—Sağ ol, dedim.
—Sözümü olur, dedi. Biz dostuz. Dost böyle günde belli olur.
El sıkıştık ayrıldık. Hızlı hızlı yürümeye başladım. Haddizatında
tam otelden çıkarken küçük bir çocuk pantolonu işaret ederek,”Amca şeyin açık kalmış” demişti. Keşke baksaydım.
Epeyce bir süre yürüdükten sonra büyük bir avm’ye
girdim. Lavabosuna gittim. Gömleğimin yakasına baktım. Ceketimi çıkartıp arka tarafına baktım. Kocaman bir yağ lekesi.
Elimi yüzünü bol suyla yıkadım İyi geldi bu. Karıma telefon
ettim. Açtı.
Nasılsın masılsın gibi malum sorularıma terslemeden soğuk da
olsa cevap verdi.
—Evden gömlek mömlek alacağım dedim. “Pantolon da lazım.
İster sen gel aç kapıyı istersen ben ben geleyim anahtarı alayım”
—Bugün olmaz, dedi.
Cümlesi ileriye dönük yeşil ışıktı ama o an algılayamadım. Anlamsızca biraz da sesimi yükselttim.
-Çilingir getirir açtırırım kapıyı dedim. Bir saate kadar evde ol
ya da anahtarı birinden gönder.
Bu tür emredici sözlerden karımın nefret ettiğini benden daha iyi
kimse bilemezdi ama ettim işte. Telefonu yüzüme kapadı.
Avm’den çıktım. Bir taksiye ya da otobüse ya da dolmuşa
binebilirdim ama öyle yapmadım. Yürümeye başladım. Yürüdüm yürüdüm. Yürürken bir kuru temizleyici gördüm. Karşıma Allah çıkarmış gibi geldi. İçeri girdim, selam verdim Üzerimdeki işaret ederek “ Şu gömlekle ceketi bir de pantolonu acele tarafından temizlemeye kalksan ne kadar zamanda halledersin “ dedim.
Adam tabiri caizse bir don bir gömlekti. İçeri sıcak tabi. Baktı
inceledi.
—On beş dakika sürmez dedi.
Sevindim.
—Tamam, dedim. “Önce gömleği mi vereyim.”
—Fark etmez, dedi. Soyununca üzerindekileri çıkarınca üzerine
giyeceğin bir şey var mı?
—Yok, dedim. “Hemen yaparım” dedin.
— Yaparım da üzerinden çıkartman gerekiyor Üzerinde
temizlememi beklemiyorsun herhalde.
Bir an için “ ukalalık etme” diyecektim vazgeçtim.
—Üzerime bir şeyler versen, dedim.
—Veremem, dedi.
Sesi bir garip çıkmıştı. Kendime sabır telkin ettim.
—Temizlerden değil, dedim.
Sağda solda temizlenmek için verilen gömlekler pantolonlar
vardı. Onları işaret ettim.
—Şunlardan birini ver, yüksünmem ben.
—Olmaz, dedi adam. “Müşteriye ait bir şeyi temiz de olsa kirli
de olsa sana veremem.”
Doğrusunu söylemek gerekirse adamın bu tutumu hoşuma gitti.
—Ne yapacağız o zaman, dedim.
Hemen karşıda bir kapı vardı. Kapıda da bir yazı “ WC “. “
“paralıdır “
—İstersen helâya gir soyun, kapıdan uzat ama.
Espri yapmak istedim:
—Paralıdır, diyor.
Açıklama gereği duydu.
—Çevrede helâsı olan tek dükkan benim ki. Konu komşudan
başımı alamdım da…”
— İşe yaradı mı bari?
— Vallahi ne yalan söyleyeyim yaradı. Aciller dışında gelen yok
— Şimdi ne yapıyorlar?
— Ne yapıyorlarsa yapıyorlar. onu da mı ben düşüneceğim.
— Kaç para?
— Fiyatı içeriye yazdım. Giriyor musun?
— On beş dakika tuvalette mi kalacağım?
—Soyunuk bir vaziyette dükkânda duramazsın. Gelen giden
olur.
O an “sen soyunuk duruyorsun ama diyecektim vaz geçtim.
—Yahu kim gelecek? Şu köşede dururum, dedim.” On beş
dakika dediğin ne ki?”
—Dükkân burası. Müşterinin ne zaman geleceği belli olmaz.
İstersen helaya gir halledeyim.
Az evvel düşündüğümü ifade ettim:
— Sen de çıplak sayılırsın.
— Ben hep böyle. Gene bugün iyi. Bazen sadece don olur
üzerimde Müşterilerim alışık buna.
Tuvalete girdim. Üzerimdekileri çıkardım. Kapıdan adama
uzattım. Küçücük tuvalette beklemeye başladım. Beklemeye başladım ama zaman geçmek bilmez oldu.
Aradan ne zaman geçti bilmem kapı tıkladı, kuru temizlemeci:
—Beyefendi, dedi. “Telefonun çalıyor. Kapıyı arala da
uzatayım.”


DEVAMI VAR

27 Ekim 2018 Cumartesi

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -25-
“ Sevgilim”
Manasızca kıkır kıkır güldüm. Söylendim de:
—Duy da inanma, gör de şaşma!
Rüyada görülse inanılmayacak olaylar gelmişti başıma işte.
Büyük mü konuşmuştum acaba?
Rahmetli dedem, her zaman
— Sakın ola ki büyük konuşma derdi. “Büyük konuşursan
er ya da geç mutlaka başına gelir.”
Kafam bulandı Beynim bulandı daha doğru bir ifade mi olurdu
acaba?”
“Ne oldu da bu hale geldin ben?”
Düşündüm olanları. Toparlayamadım. Her şey o kahrolası karpuzun altından çıktı diyeceğim ama karpuzun ne günahı var?
O günden birkaç gün sonra, ceketimi giyiyordum. İç cebinden cüzdan yere düştü. Eğildim aldım. İçime de baktım. Bir kâğıt. Unutmuşum. O gün o sarhoşun verdiği kağıt. Omu tamamen unutmuştum. Kağıda adresi de notu da yazmış: “Arkadaş arkadaşımdır. Zirzop Hüsnü.”
Ben diyeyim beş dakika siz deyin beş saat, kâğıt elimde dolaşıp durdum. İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir demişler. “ Ya bismillah “ deyip “ otelden çıktım. Bir taksi çağırırken içime bir korku düştü. . Otele geri döndüm. Zir zop Hüsnü’nün yazdığı adresi bir kâğıda yazdım. Görülebilir bir yere koydum. Bir yere gidiyoruz da nereye ? Ya başıma olmayacak işler gelirse. Biri adresi görür de bir şeyler yapar belki.
Avukatız ya neler gördük.
Avukatım, avukatım da avukatım dediğime bakmayın benim. Yıllardır doğru dürüst bir dava bile yok. Beni tanıyanlar hiç gelmiyor, tanımayıp dava verenler de vereceğine verdiğine pişman oluyor. Övünür gibi söylüyorum ama bu bir hakikat.
Neyse onlar başka şey.
Taksi, son derece, nasıl anlatayım gösterişli bakımlı bir binanın önünde durdu. Pahalı yani. Sıradan insanların oturup kalkamayacağı bir yapı
Taksicinin parasını verip gönderdim. Merakım daha da arttı. Binadan içeriye girdim, Kapı numarasını buldum. Kiminle görüşeceğini de bilmiyorum. Kapıdaki tabelada psikolog bilmem kim yazıyordu.
Kapıyı, genç, bakımlı etkileyici bir hanım açtı. İçeriye buyur etti.
Son yılların o klasik sözü ile “ Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.
—Psikolog hanımla görüşecektim, dedim.
—Randevunuz var mı?
—Hayır ama dedim
—Özür dilerim ama randevusuz kimseyi kabul etmez Meral
Hanım, dedi.
Zirzopun verdiği notu uzattım,”Hüsnü Bey gönderdi beni,
dedim.” Bir iletseniz. Acil.”

Kağıdı aldı, baktı, Evirdi çevirdi. Kısa bir tereddüt geçirdikten
sonra biri ile fıs fıs konuştu. Saniyeler geçmeden yanımıza uzun boylu, temiz giyimli bir bey geldi. Sanırım güvenlikti. Ona bir şeyler söyledi, kâğıdı uzattı.
Beyefendi de inceledi kâğıdı. Hanım’ın kulağına eğilerek bir
şeyler söyledi. Sonra bana döndü, ciddiyetini hiç bozmadan:
—Kimliğinizi verirseniz, notu Meral Hanım’a iletebilirim, dedi.
Tepki vermedim. Devam etti:
—Aksi takdirde mümkün değil. Görüştüremem sizi Meral Hanım ile.
Hiç görmedim böyle bir şey amma yapacak bir şey yok. Kimliğimi verdim. Hanımefendi de oturmam için yer gösterdi.
On dakika kadar sonra beyefendi üzerimi de arayarak beni
içeriye aldı.

Muhteşem bir oda. Göz kamaştırıcı bir kapı.
Kapıda karşıladı psikolog hanım beni,.elini uzattı büyüleyici bir
gülüşle
— Hoş geldiniz Hüsnü Bey, dedi.
Oturmam için yer gösterdi.
— Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim size.
Vallahi, ne söyleyeyim şaşırdım kaldım. Nutkum tutuldu adeta. Bir şeyler de söylemem gerekiyor.
— Beni o gönderdi, dedim. “ Notu gördünüz sanırım.”
— Sorununuz nedir? Size nasıl yardımcı olabilirim?
— Bilmem ki, işte ,dedim. “Yani, bir geleyim dedim.”
Meral Hanım kalktı.
—Yarın sizi saat dört on beşte bekliyorum, dedi. “Acil diye
düşünerek Hüsnü’nün notu olduğu için kabul ettim. Gördüğüm kadarıyla çok acil bir durum yok. Yok değil mi?”
Merak ettim, sordum
-Zıir zop Hüsnü hastanız mı?
Gülümsedi. “Hayır Hüsnü Bey, “dedi. “Sevgilim.”

Devamı Var

25 Ekim 2018 Perşembe

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI–24-

Kahve fincanını salladım salladım sonra da niyet tutup- laf aramızda niyet
falan da tutmadım- kapattım. Ciddi ciddi soğumasını bekledim iki dakika. Sonra da kaşlarımı çattım, yüzüme ciddi bir ifade vererek fincanı açtım. Ciddi ciddi kahvenin dağılan telvesine baktım akabinde de ağır ağır gördüklerimi(!) söylemeye koyuldum karşımda biri varmış gibi. İlk söylediklerim televizyonda, sinemada ve de rahmetli – kahve falı bakmaya pek meraklıydı- halam Mürüvvetin’in söyledikleriydi:
— Hım, için kararmış senin. Kötü bir şeyler olmuş, ya da sen
öyle sanmışsın.
Mürüvvet halamdan gayet iyi anımsıyorum o anları. Hep böyle
başlardı fala ve hep doğru anlamına gelen bir baş sallama ile karşılaştırdı. Bazıları hemen dökülürdü, bazıları ise beklerdi. O zaman da halam onu, hemen konuşmaya hazır olmayanı açmaya çalışırdı. Sorardı:
— O mu?
Soru, sarı çizmeli Mehmet Ağa olurdu ama çoğu zaman
da soru cevap bulurdu. Fal baktıran, adeta burnundan soluyarak:
—Başka kim olacak? derdi.
Halam, kendinden emin kadının sözünü tasdik ettirmek isterdi:
—Kocan!
Halama daha çok- benim bildiğim hep öyle, kadınlar gelirdi-
— Boyu devrilsin.
— Öyle konuşma günahtır.
—Gözüktü mü kim olduğu? Büyü yapmış değil mi? Bağlamış…
Halam, ilk ipucunu yakaladı ya, gerisi çorap söküğü gibi gelecek
belli. Kadının duymak istedikleri zaten malum:
—Erkek milleti hep böyledir. Senin gibi gül bir kadın varken…
—Bir kadın var değil mi?
—Uzun boylu tıknaz bir kadın.
Fal baktıran kadının gözü zaten dönmüş. İşine geleni alıyor.
—Tabi tıknaz kadın. Saadet.
Kadın belki her şeyin farkında belki de kuruntu. Tıknaz deyince
aklına gelen ilk isim Saadet.
Uzun olsaydı belki de Selvi olacaktı.
Kadının beklediği cümle “ büyü var sende. O kadın yapmış.”
Kadının beklediği cümle söyleniyor:
— Büyü yapmış sana.
Kadın ürküyor: Sana büyü yapmış…
Domuz büyüsü mü, tezek büyüsü mü, o büyüsü mü bu büyüsü
mü,kazık büyüsü mü, yoksa…
Hepsi birbirinden beter de ya yapılan domuzayağı büyüsü ise…
—Ne büyüsü yapmış kahrolası?
Soru soranın gözleri koca koca açılmış. Nefesi tutulmuş
olmasına rağmen göğüs inip inip kalkıyor. Hastalık saptandı da teşhis ne? Büyü de ne büyüsü?

21 Ekim 2018 Pazar

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -23-

Otel odasındaki yatağımdan kalktığımda öğle ezanı okunuyordu.
Özellikle uyanırken halk söylemi ile kötü kötü rüyalar gördüm.
Daha da açık söyleyeyim bağırarak yataktan fırladım.
Karım, yani Karpuzu Hüsnü’nün karısı yani benim karım Zühtü
ile nikâh masasında…
Zühtü, Mevlit Amca’nın bahsettiği zat. Adını biliyorum çünkü
ne zaman karımla tartışsak
“ Beni kimler kimler istemedi “ der akabinde de eklerdi.” Beni
Zühtü bile” istedi.
Zühtü bileyi küçümseme manasında söylemez ana söyler işte. Zühtü bildiğim kadarıyla o zamanlar tıp fakültesinin son
Sınıfında okuyormuş. İlkokulu da ortaokulu da liseyi de birincilikle bitirmiş. Karımı da ta orta ikiden beri tanıyormuş. Aynı mahalle çocuklarıymış.
Odama bir kahve istedim. Bir Türk kahvesi. Aç karnına kahve
içmem ama birden canım istedi. Pencereyi de açtım.
Hani bir söz vardır, “ olmaz olmaz.” İki kelimelik bir söz ama ne
kadar anlamlı.
Bir karpuz seçtik neler başımıza geldi. Ailemizi bile dağılma
Noktasına getirdi.
Bilmem ki bazı şeyler çürüdü de, kırılma noktasındaydı da bu
karpuz işi de bahane mi oldu?
Bir tarihte radyoda bir program dinlemiştim. Yıllar geçti tamı
tamına anımsayamıyorum ama bir dinleyici programa katılmış, evlenmek üzere olduğum nişanlım bir perden yüzünden beni terk etti demiş program konuğundan akıl tanışmıştı.
O da ona demişti ki, belki başka şeyler de dedi ama benim
aklımda kalan mealen şöyleydi:” Nişanlınız sizden ayrılmayı zaten kafasına koymuş da bir bahane arıyormuş. Perde işin bahanesi. Siz de bu perde de ne var diye tutturunca o da aradığını bulmuş.”
O zamanlar çok saçma gelmişti bu görüş bana ama karım da
kendi kafasında biten bir iş için bir mazeret düşünüyordu da o kadının “ Sen karpuzcu Hüsnü’nün karısı değil misin? ” sözü ile aradığını bulmuştu.
Karpuzcu Hüsnü’nün karısı.
Kadın da haklı ama…
Yıllarca Avukat Hüsnü Bey’in eşi misiniz derlerken günün
birinde biri çıkıyor ve karıma diyor ki
—Sen karpuzcu Hüsnü’nün karısı değil misin?
Sözlerde bir şey yok belki ama, yıllarca Avukat Bey’in eşi
misiniz lafına alışan bir hanımın karpuzcunun karısı mısın sözünden alınması da doğal hani. Birde söyleyene bakmak lazım tabi. Ses tonuna, hitabına… Karpuzcu Hüsnü’nün karısı. Avukat Hüsnü’nün eşi olduğunu bile bile, bastıra bastırta Karpuzcu Hüsnü’nüm karısı deyince onun da tepesi attı tabi.
Empati iyi geldi.
Kahvemde bitti. Fincanı da şöyle evire çevire ve de neyse falın o
çıksın diyerek kapattım.
Kendi falıma bakacağım. Bakalım ne çıkacak?

11 Ekim 2018 Perşembe

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -22-

Birden, değişik bir şekilde burnunu çekerek sordu:
— Ne iş yapıyorsun sen?
Sesi yumuşak çıkmıştı. Biraz rahatlar gibi oldum.
— Avukatım, dedim.
Sordu:
— Dava mı kaybettin?
—Yok,
— Bir avukat bu saatte burada ne arar?
— Öylesine.
— Uyuyordun.
— İçim geçmiş.
— Bu masalları sen benim dedeme anlat.
Birden bir büyük şefkatiyle, elini cebinden çıkartıp omzuma attı.
— Otur, dedi.
Oturduk mecburen.
—Anlat dedi ” Rahatlarsın.”
Bir şeyler anlatmalıydım bu adamdan kurtulmak için de ne? Çenem düşüktür. Edebiyatım da kuvvetlidir. Kuvvetlidir de
aklıma anlatacak bir şey gelmiyor. Adam da gözlerimi suratına dikmiş konuşmamı bekliyor.
—Yahu dedim, “Belki inanmayacaksın ama bir karpuz işine
bulaştık başımıza gelmedik kalmadı. Hanımdan bile olduk.”
İlgisini mi çekti, rol mü yaptı bilmem, heyecanlanır gibi oldu,
yanıma biraz daha sokuldu:
—Nasıl yani?
Benim de anlatma ihtiyacım vardı belki:
—Bir gün, dedim…
Başlattım anlatmaya.
Ben anlattıkça “ ha!” dedi, ben anlattıkça “hı!” dedi bazen güldü
bazen “ yapma yahu!” dedi “ eee sonra” dediği de oldu, yani, ben anlattım o anlattıklarımı masal dinler gibi zevkle dinledi.
Ve sonra söyleyeceklerimi bitirip,
— İşte böyle, dedim.
— Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun? diye sordu.
— Bilmem, dedim. “Sen olsan ne yaparsın? Ne önerirsiniz
bana?”
Ellerimi tuttu.
— Estağfurullah halaoğlu, dedi. “Ben kim koskoca avukata akıl
vermek kim. Böyle olduğuma bakma ben haddimi bilirim.”
Böyle olduğuma bakma, ben haddimi bilirim sözü bir anda içimi
acıttı. Kendime hâkim olamadım sordum:
— Sen ne iş yapıyorsun?
— Arkadaşlar serseri der, birkaç hısım akraba var bazen
sülalemin yüz karası derler bazen “ pislik” diye bahsederler. Kendimize göre bir yol tutturduk, kendimize göre bir düzen kurduk gidiyoruz işte.
Bir an sustu:
— Bazı şeyleri kanıksadık. Kanıksayınca işler daha iyi kolay
oluyor.
Kanıksadık sözcüğünü ben bile kullanmam. Sözcük adamın hiç
de boş olmadığını göstergesi. Biraz daha kaşısam mı ki?
—Bir kâğıt bir de kalem versene bana, dedi.
Sesi inanılmaz değişmişti. Biraz da titrer gibiydi. Ceplerini karıştırdım. Bankamatik fişi buldum. “ Bu olur mu? “ dedim.
Az evvelki ses tonu ile
— Kalem, dedi.
Yanında her zaman kalem bulunurdu, uzattım.
El fenerinin de yardımıyla bir şeyler yazdı. Önce kalemi uzattı.
Sonra kâğıdı verdi.
—Kaybetmeyeceğin bir yere koy, dedi.
—Kaybetmem ver, dedim.
—Nereye koyacağını görmeliyim, dedi. Sesi ürkütücüydü.
Cüzdanını çıkardım.
—Arasına koyarım, dedim. “Kaybolmaz.”
Kâğıda göz atacak gibi oldum,
—Yarın oku, dedi.
—Tamam dedim. Cüzdanıma koydum. Cüzdanı cebime koymak
üzereyken:
-Bir çorba parası varsa, dedi. “Biraz ilerde işkembeci var da.”
Böyle kişilere de dilencilere de para vermek âdetim değildir.
Cüzdanda biraz para var. Yok desem diye aklımdan geçirdim.
Lüzumsuz efeliğin bu aşamada ve bu yerde bir manası yoku. Cüzdanıma baktım. On liralık da vardı, elli liralık da yüz liralık da.
Bir onluk aldım cüzdandan, uzattım:
—Yeter mi, dedim.
—Eyvallah, dedi. Parayı aldı siftah yapan esnaf havası ile
yüzüne sürdü.
Ayaktaydı:
—O kâğıttaki kadına git, beni zirzop Hüsnü gönderdi de. Bu
Kağıdı da ona ver, yazımdan tanır beni.
Adama bak, resmen dalga geçiyor. Utanmasa Karpuzcu Hüsnü
diyecek.
Döndü, birkaç adım yürüdü.
—Gitmezlik etme, dedi. “Bana anlattıklarını aynen o herife de (
Az evvel kadın demişti. Alkol işte, şişede durduğu gibi durmuyor.)
anlat,”dedi. Sana bol bol akıl verir o.
Manasız bir söz işte.
Birkaç adım daha gitti durdu. Döndü. Yanıma geldi. Burnumun
dibime kadar iyice sokuldu.
—Bak gitmezlik etme dedi. “Dua edersin sonra bana. Bak baba,
gitmezsen ölümü öp”.
Belli az evvel isminin başında söylediği lakabı unuttu. Sarhoş
işte.
—Beni şey gönderdi de. Her neyse işte. yazımdan tanır zaten.
Hatırlamaya çalıştı, olmadı gene. Sıkmak için elini uzattı. Elimi
vermesem olmaz. El sıkıştık
—Sadece Hüsnü gönderdi desen de olur ( tesadüf onun adı da
Hüsnü imiş.) Tahmin eder benim gönderdiğimi.
Tamam.“tamam “demedim. O anlama gelecek şekilde başımı salladım. Birden ani bir hamle ile ensemden tuttu kendine doğru çekti
yanaklarımdan “ oh!” diyerek öptü. Sonra geri çekildi. Yürüdü birkaç adım sonra dengesini kaybetti düştü, kalktı. Belki de bozuntuya vermemek için “ Oy farfara farfara /ateş düştü şalvara/ ağzım dilim kurudu kız yalvara yalvara” diyerek uzaklaştı.
O gözden kaybolur kaybolmaz da arkama bile bakmadan ben
oradan ayrıldım.

***
Devamı Var