25 Mart 2015 Çarşamba


ORTA YOL BULUNDU

Öyle olması doğaldı elbette
Öyle düşündü öyle oldu

Acemisidir yaşamın daha dedi
Hoşgörüyü kucaklaştırdı eğri ile
Eğri doğruya yaklaştı
Düzeldikçe moral buldu.

İnadı bırakıp,
Zararın neresinden dönersen kardır düşüncesi ile
Dönmüştü kaç kez girdiği yoldan
Kare idi, küreye dönüyordu artık yontula yontula
Yaşamın acemisidir dedi toy gördü onu
Biraz daha mülayim davrandı
Özür bekliyordu, özür dileyip utandırdı onu
O da gevşedi
İstenilen orta yol bulundu,

Sen sağ ben selamet

14 Mart 2015 Cumartesi

BİR TÜRKÜ SÖYLEYECEĞİM
Grup kendi kendine oluşmuştu.
Yatsı namazından hemen sonra, caminin hemen altındaki küçük parkta buluşuyorlar hal yerenliği ediyorlardı. Zaman içerisinde cami cemaatinden olmayanlardan bazıları da aralarına dâhil olmuştu.
Tarık Bey:
— Selamünaleyküm ağalar, dedi.
— Aleykümselâm, dediler.
— Termosta çay getirdim sizlere bugün. Plastik bardak da var.
Elindeki torbayı yavaşça yere bıraktı Tarık Bey, fötr şapkasını da hafifçe geri itti.
Mahir Bey neşelilerdendi:
— Oh oh, dedi, ellerini ovuşturdu “Gel şöyle yanıma.”
Kemal Bey, tanısın tanımasın hitap ettiği herkese “ hocam” derdi,
— Bizi mahcup ediyorsun Tarık hocam. Hep eli kolu dolu geliyorsun böyle.
Hep değildi ama ara sıra ikramlık bir şeyler getirdiği olurdu Tarık Bey’in. Mahcup olur gibi oldu:
—Aman efendim, lafımı olur.
—Sıraya koyalım bunu.
Mesut bey, kımıldanarak itiraz etti.
—İlkokul mu da burası sıraya koyacağız. Bugün onun içinden gelir, öteki gün benim içinden gelir, bir başkasının içinden gelmez; yemek içmek için gelmiyoruz ki buraya
Mahir bey, torbadan termosu ve bardakları çıkarmıştı İlk çayı doldururken lafa karıştı:
— Aynı akşam hepimizin içinden gelirse ne olacak? Diyelim ki yarın akşam sözleşmiş gibi hepimiz çikolatalı pasta getirdik. Farzımuhal diyorum hani.
Kemal Bey, doldurulan ilk bardağı almak için uzanırken,
—Dağıtırız, dedi. Bakın…
Çevredeki insanları işaret edecekti… Kendilerinden başka kimse. Manasızca, durumun
anlaşılmasından kortu, lâfı değiştirdi: “Havalar da pek güzel gidiyor maşallah!”
Mahir Bey, bir an Kemal Bey’in ismini anımsayamadı
—Hayrola Ağa kız istemeye mi geldik, dedi.
Mahir Bey’in ses tonu kulaklara hoş geldi, gülüştüler Mahir Bey’e “ İlahi” diyen de oldu “ Ne herifsin be” diyen de
Gruptan ilk ayrılan her zaman olduğu gibi Servet Bey oldu. Onun evi ötekilere göre uzaktı. Yaşça da en büyükleriydi. Vakit geçsin diye geze geze buraya gelir gruba katılır sonra da ağır ağır evine giderdi. Geçtiği sokaklar da tekin değildi pek.
Çocukluğundan kalma bir alışkanlıkla tenha sokaklara girimce ya da canı pek bunalımca türkü söylerdi. Sesi güzeldi. Müzik kulağı da vardı.
Bir hafta kadar evvel 2.sokak girişinde birdenbire aklına eski bir türkü gelmiş, belli belirsiz tekrar ederek epeyce bir yürümüştü:” Can maral can evleri yakın yarim/ vay lele le çık sallan bakım yarim/can maral can uzun boyan göz değer/ Vay lele le hamayıl takın yarim…”
O günden bugüne 2.sokak girişine gelince bu türküyü yineleniyordu. Bu yaşa rağmen yılların bu türküsünü anımsayabilmesi moralini yükseltmişti. Bunun için de söylüyordu. Burada bu türküyü söylemezse aklından çıkıvereceğinden de endişe ediyordu her nedense.
Dün olduğu gibi, evvelsi gün de olduğu gibi türkü bitmek üzere iken gözü yine ona takıldı Yine, yıkık dökük bir evin giriş merdivenlerinde öylece oturuyordu. Yine başını elleri arasına almıştı.
Yaşlı mıydı genç miydi karanlıkta pek seçilmiyordu ama oradaydı işte... Evvelsi günden de önce orada mıydı acaba? Başka biri görmüş de yorumlamış olabilir miydi?
Servet Bey, yanına gidip iki çift laf etsem mi acaba diye düşündü, düşününce de heyecanlandı. Göz ucuyla da onu gözetleyerek ağır adımlarla onunla aynı hizaya kadar geldi ama onun kendisine baktığını göremedi. Görseydi, en azından bir “ Allah’ın selamını verip” tepkisini sınayacaktı.
“Servet oğlum, yarın da görürsen mutlaka bir merhaba de. Belki bir yardımım dokunur” dedi kendi kendine Servet Bey. Tesbihini çıkardı, ellerini arkaya bağladı biraz da hızlandı.
Servet Bey’in burnuna birden bir içki kokusu geldi. İrkildi. Kokunun kaynağını öğrenmek için durmuştu ki, yanı başında biri belirdi.
—Saat kaç olmuş babalık? Bir baksana saatin varsa, dedi.
Servet Bey, oldum olası sarhoşlardan haz etmezdi. Soru sorana bakmamaya çalışarak, köstekli saatini çıkardı, yanında taşıdığı el feneri ile baktı, söyledi.
— Eyvallah dedi sarhoş adam. Sonra da ekledi “ Nereden geliyon nereye gidiyon bu saatte?”
— Parkta biraz oturduk da, eve gidiyorum oğlum.
— Sonra?
Sarhoşlardan korkardı da Servet Bey. Bir an evvel oradan uzaklaşmak için:
— Haydi iyi geceler sana, hoşça kal, dedi.
Sarhoş adam, bir an sendeledi, Servet Bey’in kolundan tutup düşmekten kurtuldu
— Adın ne senin dede?
Servet Bey, adını söylemedi. “ Hoşça kal” de gibisinden bir işaret yapıp yürüdü. Birkaç adım attı. Müdahale yapılmayınca da adımlarını hızlandırdı. Birkaç bina ötede yer alan binaların birinin kapısının önünde oturanlar vardı. Çay içiyorlardı. Servet Bey rahatladı. Evine de pek bir şey kalmamıştı zaten.
“ Can maral- evleri yakın yârim.”
Servet Bey’den ter boşandı Sarhoş adan, az evvel söylediği türküden dili dolana dolana sözcükler söylüyor arkasından geliyordu.
Sarhoş adan, bir anda Servet Bey’in önüne geçti Servet Bey’i durdurdu. . Çay içenler arasında kadınlar da vardı. Onları işaret ederek:
— Yüreğin yetiyorsa bu kadınlara da laf atsana, dedi.
Çay içenler şaşırdı. Servet Bey’in beti benzi attı.
Sarhoş adam, Servet Bey’in kollarından tutup kaldırdı, topluluğun önüne götürüp koydu: Topluluğa döndü:
—Bu mahallenin namusunu da mı ben koruyacağım, dedi. Beş parmağını açarak, geldikleri yer işaret etti :” Haftalardır can maral falan filan ” deyerek, tespih çekerek, bıyık bükerek gözleri görmeyen, kulakları duymayan Yeliz Ana’yı rahatsız ediyor bu utanmaz herif.”
Melih, delikanlı geçinenlerdendi. Yeliz Ana’nın adını bile duymamış olmasına rağmen, ayağa fırlayıp haykırdı:
— Yeliz Ana’yı rahatsız mı ediyor, teneşire el sallayan bu kart horoz?
Gruptakilerden biri Melih’in halasıydı, suratını buruşturarak Melih’in kolundan yapışıp azarladı:
— Otur oturduğun yerde.
Yan evin balkonundaki Murat Bey hem sinirlendi hem de endişelendi. Yüksek sesle oradakileri uyarma ihtiyacı hissetti:
—Cezasını siz vermeye kalkmayın. Polise haber verin. Maşa varken elinizi ateşe sürmeyin.
Bazı evlerin elektrikleri yandı, bazı evlerin pencerelerinde balkonlarında insanlar belirdi.
Birkaç cümle ile birinin lafa karışması, hazır kıta gibi bazı insanların bir anda balkonlara, pencerelere çıkması sarhoş adamı şaşırttı. İçkinin verdiği etkiyle de keyiflendirdi.
Servet Bey’in kalbi sıkıştı. Beti benzi de attı.
Sarhoş adan, derin bir nefes aldı. Tuzsuz Deli Bekir’e öykünerek bir harekette bulundu, bir şeyler daha söylemek için ağzını açtı ama midesi müsaade etmedi, midesindekilerden bir kısmını Servet Bey’in üzerine bir kısmını sokağın ortasına boşalttı.
Meraklılardan ağzını kapatarak gülenler oldu, iğrenerek kaçanlar oldu, Servet Bey’in talihsizliğine üzülenler olduğu gibi, kendi haline şükredenler olmadı değil.
Sarhoş Adam, elinin tersi ile ağzını sildi. Birkaç kere öksürdü. Gözlerini kırpıştırdı. Sonra, Servet Bey’in omzuna birkaç kere dokundu hoşça kal gibisinden bir harekette bulundu. Yalpaya yalpalaya yürüyerek oradan uzaklaşırken de bir türkü tutturdu kendince:
“ Ben gidiyorum baylere
Hem baylere baylere
Benden selam söyleyin
Ah beni soran beylere…”

10 Mart 2015 Salı

MİNİ HİKÂYE:
CİĞER-EKMEK
Bir an kendimi çok kötü hissettim. Hava soğukçaydı günün ağarmasına da çok vardı. Bir köşeye yığılıp kalsam epeyce bir süre kimse fark etmeyebilirdi de. Bir ümitle etrafıma bakındığımda elli metre kadar ötemde ışıkları yanan bir kahvehane gördüm. Bin bir güçlükle oraya gittim. İçeride kimse yok gibiydi ama kapı açıktı. İçeriye girdim kapının hemen yanındaki masalardan birine oturdum. Sivri uçlu ayakkabılarının arkasına basmış birini beklemeye başladım. Muhtemelen gömleğinin yakasını yarıya kadar da açmıştı göğüs kıllarım görülsün diye. Azarlar gibi ne istediğimi soracaktı da, ben ne istemeliydim acaba?
Yerden birdenbire bitmedi tabi. Tertemiz giyimli, sinekkaydı tıraşlı, seksen bir yaşında olduğunu sonradan öğrendiğim Talip Amca oranın sahibiymiş. Yanıma gelip selamladıktan sonra yaptığımız kısa söyleşide öğrendim bunu. Bana bir şey isteyip istemediğimi sormadıysa da ben nezaketen bir bardak çay istedim.
Tertemiz bir bardakta içtiğim tavşankanı çayı ömrüm boyunca unutabilecek miyim bilmem ama Talip Amca ve yıllarca işletmekte olduğu küçük çay ocağı beni çok etkiledi. Günlerce kafamı karıştırdı.
Babam, bazen simit bazen annemin yaptığı gözlemeleri bazen de ciğer ekmek satarak bizleri bu yaşa getirdi. Minicik de olsa lokantavari bir yere sahip olmanın özlemi ile yıllarını tüketti. Ahir zamanında onun bu hayalini gerçekleştirme kararı aldım. Bir an evvel de bu fikrimi yaşama geçirmek için ağabeylerimden ve ablalarımdan destek istedim.
- Sen hiç büyümeyeceksin Hacı, dediler.
- Koca herif oldun hala romantik takılıyorsun, dediler.
Yanağımdan makas alarak ne kadar sempatik olduğumu ifade ettiler.
O günden sonra hiç kimseye hiçbir şey demeden babam için para biriktirmeye başladım. Dişimden tırnağımdan arttırdığım paralar üç sene sonra belli bir miktara erişti, Biraz da kredi çektim bankadan. Allah da yardım etti esnafın çokça olduğu bir semtte küçük bir dükkan tutup mini bir lokantacık oluşturdum.. Altı aylık kirayı da peşin ödedim. Babanın ömrü boyunca düşlediği böyle bir iş yerini görünce çocuklar gibi mutlu olacağını bildiğim için anahtarı babama teslim etme arifesinin gecesinde heyecandan ve mutluluktan sabaha kadar uyuyamadım. Saat dokuza doğru güle oynaya atlaya zıplaya babamın evine gitmek için yola düştüm. Babamın evine vardığında kapıda bir cankurtaran vardı. Babam cankurtarana bindiriliyordu.
Bir hafta kadar her gün babamın mezarına gittim. Anneannemin “ İnsana ölmeden değer verilmeli,” sözü her kabristana gidişimde canımı acıttı. Yine bir gün kabir ziyaretinden dönerken kendimi bildim bileli zaman zaman karşılaştığım o kişiyi gördüm.. Elinde gene sepeti vardı. “ Ciğer ekmek isteyen yok mu?” diyordu. Yanımdan geçerken” ciğerci” diye seslendim. Durup döndü. Yüz ifadesinden beş on kuruş daha kazanabilme olasılığı doğduğu için mutlu olduğu okunuyordu.
- Ciğerlerim günlük, dedi. Ekmeğim de öyle.
Zayıftı. Hayatın yükünü bir şekilde omuzluyordu tıpkı babacığım gibi.. Yıllardır da aynı işi yapabildiğini göre beş on kuruş kazanıyor olmalıydı.
- Yirmi tane lazım bana ama, çıkar mı? diye sordum.
Sevindi. Sepeti açtı tadımlık bir lokma hazırladı. Sundu:
- Tadına bak abi, mahcup olmazsın.
Tattım. Sonra da,” Beni takip et.”dedim. Baban için hazırladığım mini lokantaya az bir mesafe kalıncaya kadar konuşmadık. Oraya varınca “Bak” diye söze başladım. Olanları ve niyetimi tane tane anlattım. Bu arada da iş yerine varmıştık. Kapıyı açtım. Adeta nefesini tutarak dükkânın her yerine baktı. Anahtarı uzattım.
- Perşembe günü öğlen on arkadaşımla öğle yemeğin buradayım, dedim. “İlk müşterilerin biz olacağız.”
Yutkundu. Tamam niyetine başını salladı. Sepetindeki ciğer ekmekleri paket ettirdim. Sepete de doldurup oradan ayrıldım. Para istemedi ama ben kabul etmedim. Ayrılırken elimi uzattım tokalaşmak için. Ellerime sarıldı öpmeye çalıştı. Utandım.