25 Kasım 2013 Pazartesi

LEBLEBİ ÇEKİRDEK

Tanışık değildim amma
Dedi biri
“Bana yardım edebilir siniz acaba?”
İnsanız
Buyur ettik “söyle” dedik
Anlattı
Komik olmasın diye
Söylemedin derdini amma
Onun için dağlar kadardı belli
Gülmedim, gülümsemedim, söylediklerine
Dalga geçmiyorsun demek aklımdan geçmedi
Madem komik sorun onun için dertti
Paylaştım düşündüklerimi
Derdini ciddiye alıp halletmek
Benim için leblebi çekirdekti
Hallettim
Teşekkür etti
Mutlu oldum…

17 Kasım 2013 Pazar

SÖZCÜKLERLE DANS

Dans etmeye geleceğim evinize
Sözcüklerle dans etmeye
Bir kolumda herkesçe bilinen bir kelime
Bir kolumda bilmem hangi lügatin
Hangi sayfasının hangi satırına
Hangi gerekçe ile terk ediliveren olacak.
Gerçek anlamlılarla vals edeceğim,
Yan anlamlılarla kamaştıracağım gözlerinizi
Karşıtları kaynaştıracağım karşınızda
Anlamdaşlarını verebilirseniz sizden alacağım
Sesteşleri kitapların sararan yapraklarından.
Belleğime katacağım her söz
Yenileyecek her hücremi daha canlı dans için;
Her koyun kendi bacağından asılırmış
Sen yüz kelime ile sarmaş dolaş olabilirsin hanende
Ama beni bana bırak
Binlercesi ile halay çekeyim, horon tepeyim.

12 Kasım 2013 Salı

KENDİ ELİNİ ÖPEN ADAM

Esin kaynağı
Aşkın işkencesi oldu…

Aşkını dizelere kustu sayısız kez
Dostoyevski’yi sevdi mi bilinmez amma
Bach’ı Schubert’e
Kabak çekirdeğini ay çekirdeğine yeğlediğini bilir dostları
Tavşankanı çayı ile birlikte.

Kül rengi gözleri ile
Çizgili yüzü onun için müphemse de artık
Dolgun dudaklarından dökülen o sözcükler
Bayram arifesinde de aklındaydı.

Bu bayram büyük ikramiye ona vurdu
Kendi ile barıştı
Kemençe sesi yeniden hoş gelmeye başladı kulağına
Elini öpecek biri yoktu garibimin,
Kendi elini kendi öptü yıllar sonra
Aferin dedi kendine, tebrik etti
Harçlık verdi
Bu bayram piyango ona vurdu
Kendi ile kucaklaştı
Mutlu oldu.

9 Kasım 2013 Cumartesi


HİKAYE

ŞIK GİYİMLİ YAKIŞIKLI ADAM

— Tam Metin-



Şık giyimli yakışıklı adan, girmiş olduğu kapıdan pek de hoş olmayan bir durumda, hem de kapıyı çarparak, hem de kusacak gibi çıktı.

En dış kapının önüne de çıktı, çıkınca da birkaç kez derin derin nefes alıp verip “ la havle” okudu.

Parkın hemen yanındaki bankta oturan yaşlı adam birkaç gündür dikkatini çekiyordu. Dün görmüştü, parkın hemen yanındaki otobüs durağında otobüsten inmiş, o banka gidip oturmuştu. Akşamüzeri de oradaydı.


Şık giyimli yakışıklı adam, ince eleyip sık dokuyanlardan değildi. İnce düşüncelilerden de değildi. Aklına geleni söyler geçerdi.

Bir an yaşlı adanla göz göze geldi, sonra elleri ile yaşlı adama” gel gel” işareti yaptı.

Yaşlı adam, yaşına başına bakmadan ve de yüksünmeden ayağa kalktı şık giyimli yakışıklı adamın yanına vardı.

Şık giyimli yakışıklı adam,
— İş arıyon mu dayı, dedi.” Tam sana göre bir iş var. Çalışmak ister misin?”

“ Umumi Tuvalet” tabelasının hemen altında sayılırlardı.
Yaşlı adam, öylesine:
— Burada mı? dedi.

Şık giyimli yakışıklı adam, gülümsedi:
— Yok, dedi. Beşiktaş’ta holdingim var onun başına geçireceğim seni.

Yaşlı adam, fark etmez manasında omuz silkti.

Şık giyimli yakışıklı adam cebinden bir tespih çıkardı, birkaç kez salladı sonra da:
—Bak dayı, dedi. Benim kuzenin kayınpederi çalışıyordu burada bir hafta öncesine kadar. Bir ayıbını gördüm geçen gün, bakmadım gözünün yaşına defettim gitti. Senin yaşlardaydı. Çalışmak istersen hemen şimdi, hemen başla. Malum iş, küçük elli büyük yüz. Gerisi sana kalmış. Ayda temiz bin lira veririm sana. Hâsılat iyileşirse sayende zam da yaparım.

Yaşlı adam anlamsızca güldü. Ak saçlarını eli ile taradı. Şık giyimli yakışıklı adama baktı.
Şık giyimli yakışıklı adam:
— Bir hafta bir çalış, yapamazsan gidersin. Okey, dedi. Elini uzattı. Yaşlı adam da elini uzattı. El sıkıştılar. Şık giyimli yakışıklı adam, cebinden anahtarları çıkartıp uzattı ihtiyara:
— Bunlar anahtarlar, dedi. Hangisinin nerenin anahtarı olduğunu dener görürsün.

Şık giyimli yakışıklı adam, ihtiyarın adamın bir şey demesine olanak bırakmadan oradan ayrıldı, on beş metre kadar ötedeki arabasına bindi ve gitti.
İhtiyar adam önce iş yerine baktı, sonra anahtarlara baktı “ şu işe bak” der gibisinden kendi kendine gülümsedi. Sonra, kapının önündeki tahta sandalyeye oturdu. Sandalyenin önünde tahta bir masa da vardı.
İki dakika kadar pala bıyıklı tombul bir adam geldi:
—Kusura kalma dede, dedi. Sorayım da: “ Elli lira bozuk var mı?”
Yaşlı adan, başıyla yok işareti yaptı.
Pala bıyıklı adam, karnını tuttu:
— Girsem de yarın versem
Yaşlı adam, yüz ifadesini değiştirmeden, eliyle gir işareti yaptı. Pala bıyıklı adam içeri girdi. Üç dakika kadar sonra çıkarken,
—Sağ ol dedi ihtiyar adama. Yalnız, kabinlerden birini pek kötü yapmış biri İstersen bir gir de bak.
İhtiyar adam, bakarım gibisinden başını salladı.
Pala bıyıklı adam:
—Sözün bittiği yer, derler ya adamın yaptığı öyle bir şey dedi, iğrenerek suratını buruşturdu.
İhtiyara adam, “ Aldırma, öyle insanlar her yerde mevcut” der gibisinden başını salladı.
Palabıyıklı adam, ihtiyar adam için endişelendi, huzursuz olmamak için ikazını yaptı:
—İstersen, iyice kurumadan gözünü ve burnunu kapatarak birkaç kova su döküver.

İhtiyar adama bir anda sempatik geldi pala bıyıklı adam, Olur dökerim der gibisinden gülümsedi. Pala bıyıklı adam hoşça kal der gibisinden bir el işareti yaparak oradan ayrıldı.

İhtiyar adam, ağır hareketlerle yerinden kalktı. Ellerini beline dayadı. Ne yapacağının bilemeyenlerin yüz ifadesi ile etrafına bakındı. Anahtarlara baktı. Sonra, aksayan ayağı ile içeriye girdi. Etrafını süzdü. Tuvalet kabinlerinden üçünün kapısı açık birininki kapalıydı. Ona doğru yürüdü. Kapıyı açtı, baktı. Manalı manalı baş salladı ama bela okumadı. Sonra paçalarını sıvadı. Fırçayı, süpürgeyi, deterjanı arayıp buldu.. Yarım saat kadar öç alırcasına kirletirmiş tuvalet kabinini temizledi.

Ellerini sabunlarken “ kaderde bu da varmış “der gibisinden iç geçirdi. Bu arasa, içeri girerken fark etmediği camlı bölümü gördü. Önüme gitti, içeri baktı: İçeride yatağa benzer küçük bir sedir, bir raf rafta birkaç kap kaçak vardı. Bir de darbuka. “ Belli ki garibim burada yatıyordu” diye içinden geçirdi. Kapıyı açmaya çalıştı, kilitliydi. Cebindeki anahtarları çıkardı, denedi, uyanı buldu kapıyı açtı. Kabinin bir de arkaya bakan kapısı vardı. Kapının önünde de mini bir bahçe vardı.

İhtiyar adam, saatine baktı. Havanın karardığınını da o zaman farkına vardı. Birkaç saniye düşündükten sonra cep telefonunu çıkardı, numaralar tuşladı, karşısına çıkan kişiye soğuk bir sesle:
—Ben bu gece gelmiyorum, merak etmeyin, dedi.
Karşıdaki ses de aynı soğuklukta yanıt verdi:
—Tamam…
İhtiyar adam, kabinlerin bulunduğu bölümden dışarıya çıktı. “ buranın ağası benim “ der gibisinden sandalyeye kuruldu, sol bacağını sağ bacağının üzerine attı. Birkaç saniye sonra orta yaşlı bir kadın koşarak geldi, koşarak tuvaletin kadınlar bölümüne girdi, gereksinimini görüp dışarı çıkarken ihtiyar adam hala aynı pozisyonda oradaydı.
Kadın:
— Allah razı olsun bu mekânı burada yaptırıp tutana dedi, yirmi lira çıkarıp masanın üzerine bırakırken de ekledi: “ Üstü kalsın”
İhtiyar adam hem fiziksel hem de ruhsal olarak ağırlaştığını hissetti. Tuvaletlerin dış kapılarını kilitlemeden, ışıkları da söndürmeden biraz önce gördüğü camlı bölüme girdi. Perdelerini kapadı, kapıyı kilitledi, sedire uzandı. Bir süre sonra da gözleri kapandı.

Yaşlı adam, cam tıklatılması ile uyandı dakikalar sonra. . Camı tıklatan sesleniyordu da.
— Selam Anca. , içeride misin?

Yaşlı adım, yavaşça doğruldu. Birkaç saniye bekledi. Sonra sedirden inip kapıya yöneldi. Kapıyı açtı. Karşısında kendi yaşlarında bir adam vardı: Ne istiyorsun der gibisinden:
— Buyur, dedi.
Tanımadığı bir sima ile karşılaşmak, camı tıklatanı şaşırttı:
— Selam Amca’ya bakmıştım ama…
— Selam Amca yok.
— Nerde?
— Ne bileyim.
İhtiyar adam, Selam Amca’nın genç yakışıklı adamın işten attığı adam olabileceği geldi aklına: Kestirmeden gitti:
—Kovulmuş o. Ben varım artık.
İhtiyar adam, biraz kenara çekildi:
— İstersen buyur.
İhtiyar adam, beklenmeyen misafirin “ yok yok” diyeceğini sanmıştı ama öyle olmadı. Davetsiz misafir, içeri girdi teklifsizce Sedirin üzerine bir ayağını altına alıp oturdu.
—Çayın yok, dedi. Selam amcanın hep çayı olurdu bu saatlerde.
İhtiyar adam, çayın yok derken çaydanlığın da işaret edildiği yere baktı. Çaydanlığa benzer bir şey vardı. Küçük tüpün üzerine duruyordu.
Yaşlı adam, istediğin çay olsun der gibisinden kalktı çaydanlığı aldı, dışarıya çıktı, su doldurup geldi. Tüpü yaktı, çaydanlığı üzerine koydu: Sedire otururken de:
- Senin adın ne? Dedi.
- Memmet, senin.
- Memmet mi?
- Herkes öyle der. Seninki ne?
İhtiyar adam, biraz düşündü. Çoktan beri, yıllardan beri belki de hiç kimse kendisine adı ile hitap etmiyordu.
- Galip, dedi.
- Tamam Galip amaca dedi davetsiz misafir. Benimki de Memmet unutma tamam mı?
Amca sözü yaşlı adamın keyfini kaçırdığından çıkıştı:
- Sen benden büyüksün, Galip amca da ne oluyor?
- Ben senden büyük müyüm? Yaşın kaç senin?
- Yaşımı ne yapacaksın? Göz var izan var. En az beş yaş büyüksün benden.
- Ne deyim o zaman sana ? Galip mi deyim sadece sana?
Yaşlı adam bu muhabbetten sıkıldı:
- Tamam ne dersen de, dedi. Sonra da ekledi “Aradığın o adamı ne edecektin?”
- Selam dedeyi mi?
Mehmet’in bir gözü çaydanlıktaydı, kaynamak üzere olduğunu hissetti:
- Uyuma çay taşacak, dedi.
Yaşlı adam:
- Sen benden küçüksün dedi, sen demle.
Mehmet,
- Çay demlemekle mi korkutacaksın beni, dedi. “Demlerim.”
Mehmet, kalktı çayı demledi, bardakları şekeri hazırladı. Hepsinin yerini biliyordu.
- Selam Dede iyi adamdı dedi. Neye ayrıldı ki?
- O şey adam, yakışıklı şık adam ,sen söyle ismini , kovmuş.
- Recep Bey’mi?
- Valla adını madını bilmem ben. Bana gel çalış diyen adam işte.
- Seni nerede buldu o? Hısımı falan mısın?
- Ben parkta oturuyordum, çağırdı gel çalış dedi…
- Eeee
- Eesi işte, kısmetimiz buradaymış.
Mehmet dikkatlice yaşlı adamın suratına baktı:
- Ben, dedi ve ekledi “ elli yıldur buradayım. Seni hiç görmedim.”
- Görmediysen ne yapayım?
- Bişey değil de, görmedim dedim yani.
- Görmediysen görmedin. Görseydin emecek miydin, beni?
Mehmet, karşılık verecekti kelimeleri toparlayıp cümle kuramadığından söyleyemedi. Sonra, yerinden kalktı, çayları doldurdu.
İhtiyar adam üç, Mehmet beş bardak çay içti. Tek kelime konuşmadılar.
Çaydanlıktaki su bittiğinden Mehmet yedinci bardağı dolduramadı. Tüpün altını kapatırken yaşlı adam merak edip sordu:
- Burada mı yatıyorsun sen?
Mehmet, saf saf cevap verdi:
- Benim karı aramaya gelirse giderim, gelmezse yatarım.
- Burada mı yatarsın?
- He valla. Şu köşedeki kilimi altıma serer yatarım.
İhtiyar adam, kendince izah edemeyeceği bir sebepten asabileşti:
- Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Dalga geçmek için mi geldin buraya sen?
Mehmet, yaşlı adamın bu şekilde konuşmasına bir mana veremedi:
- Gene ne oldu? Konuşuyorduk ya güzel güzel. dayı.
Yaşlı adam, dişlerini de sıkarak ses tonunu biraz daha arttırdı:
- Ben senden böyük müyüm ki de bana dayı dayı deyip duruyorsun?
Mehmet, söyleyecek bir şey bulamadı. Yaşlı adam da uzatmadı. Birkaç dakika sonra da gözleri kendiliğimden kapandı yaşlı adamın.
On beş dakika kadar sonra Yaşlı adam öksürerek uyandı.
Mehmet sedirde bağdaş kurmuş oturuyordu.
- Sen daha burada mısın dedi
Mehmet, garip bir ses tonu ile sordu:
- Gideyim mi?
İhtiyar adam celallendi: Ellerini iki yana açarak:
- Ne diyeyim ben sana şimdi, dedi. “Kimsin, necisin? Geldin, kendi evin gibi kuruldun. mekana.
— Saatin var mı?
— Var.
— Bi baksana kaç oldu.
— Saatı ne yapacaksın şimdi? Reisicumhurla randevun mu var?
— Yahu sen bi bak.
— Bakmıyorum ulan.
— Baksan ölür müsün?
— Bakmayacağım.
— Yahu bi bak.
— Bakmıyorum.
Mehmet, sinirli sinirli başını salladı. “Bakmıyorsan bakma” diye söylendi. Köşedeki telefonun yanına gitti. Ahizeyi kaldırdı. Birkaç saniye düşündükten sonra bir numara çevirdi. Karşı taraf telefonu açınca da hal hatır sormadan dileğini karşı tarafa iletti:
— Saat kaç Hafize?
Telefonu kapatırken de gülümsedi.
— Daha erkenmiş yahu, dedi.
Yaşlı adam,
— Hafize kim? diye sordu
Yaşlı adamın sesi kadife gibi çıkmıştı. Mehmet de aynı hoş ses tonu ile karşılık verdi:
— Benim kaşık düşmanı.

Yaşlı adam, bir şey demedi. Gözlerini tavana dikti. Mehmet, yaşlı adanma bir baktı, iki baktı. üç baktı sonra uzanıp dürttü:
— Ağla ağla, dedi. “Sıkma kendini.”
Yaşlı adam, gözlerini tavandan indirdi. Aklına gelenleri yüksek sesle seslendirdi:
— Tamam, o “tamam” dedi de ya ondan sonra eve gelenler… Biri, içlerinden biri telefon edip “ Niye gelmedin? Şu anda neredesin? Nerede kalacaksın? Neredeysen bir taksiye gel… “ dememeli miydi? Ben bu gece gelmeyeceğim. Oldu. Tamam.”
Yaşlı adam, Mehmet’in yüzüne baktı. “Ya işte böyle senin de yaşın epeyce var anlıyorsun beni değil mi?” der gibisinden başını salladı.
Mehmet, dilini dişleri üzerinde gezdirdi. Burnunun ucunu kaşıdı.
— Birkaç gün yat bakalım burada, dedi. Gün ola hayır ola.
Sonra, birden aklına geldi, yaşlı adamı dürttü.
—Kadınlar tuvaletini de silip süpürdü nü? dedi. “Yarın giremezsin. Selam dede öyle yapardı. Gece temizlerdi. Gerçi benim hanım gündüz uğrarsa, bi uğrar bakardı ama. Sahi, sen benim hanımı tanıyon mu?”
Yaşlı adam, dalga mı geçiyorsun benimle anlamına gelecek şekilde, şekilce olumlu manaca olumsuz cümlesi ile laf olsun diye sorulan soruya karşılık verdi.
— Tanıyorum, on beş yıldır.
Mehmet, kızma manasında bir işarette bulunduktan sonra yavaşça yaşlı adama yanaştı:
— İstersen bu akşam kadınlar kısmını ben şöyle bir süpürüp sulayım, dedi.
Yaşlı adam, kendine hâkim olamadı, kıkırdayarak güldü:
Mehmet, bu gülüşe bozuldu:
— Ne oldu, ne güldün? dedi.
— Yok bir şey?
— Bişey olmadan gülünür mü? Nee güldün?
— Ne bileyim işte. Güldüm. İçimden geldi.
— Bana mı güldün?
— Yok canım. Sana niye güleyim?
— Kime güldün?
— Yahu kimseye gülmedim. İçimden geldi.
— Gadunlar tuvaletini temizleyeyim dememe mi güldün sen?
—Öylesine güldüm. Niye mesele ettin bu konuyu?
— Bana güldün sen amma, neyime güldün? Açıkda bişey mi gördün?
Yaşlı adam kendisinden beklenmeyecek bir şekilde Mehmet’in kolundan tutup itti:
— Ben yatacağım artık, haydi evine. Karın bekler.
— Ne oldu? Ne hiddetlendin de beni kovuyon şimdi? Köpeğine kış mı dedik?
— Kovmuyorum da. Neyse, kadınlar tuvaletini temizleyeceğim diyordu. Temizle de gel haydi.
—Temizlemecem. Az yi kendine bi hizmetçi tut.
Yaşlı adam, ses tonunu değiştirerek:
— Haydi haydi, dedi. “İki su dök de gel. Ben de çayı bir kere daha demleyeyim.
— Ben içmem. Uyuyamıyom sonra.
— Tamam o zaman da, hadi kırma beni kadınlar bölümüne bir bak da gel. Kırma beni.
Mehmet, uzatmadı tartışmayı, kalktı. Dışarıya doğru yürürken döndü:
— Ganın aç mı senin, dedi. Karıya telefon ediyim de bi kap yemek getirsin mi sana?
Yaşlı adam, şaşırdı. Biraz durdu. Sonra:
— Valla getirirse yerim ama, dedi. Senin ev nerede?
— Üç beş binalık bişey. Getirdeyim mi?
— Yerim dedim ya işte.
— Bak sonra yimem mimem deme ama. Karıya ayıp olur.
— Getirirse yerim.
— Köpeklere dökmediyse pilav var. Ayran da getirsin mi yanına?
— Pilav kuru kuru yenmez. Varsa olur.
— Kaç dilim ekmek isten.
— Ekmek bir dilim olsa yeter. Ekmekten haz etmem ben pek.
Mehmet, telefonun yanına gitti. Avizeye eline aldı. Sonra, yaşlı adama sordu.
—Pilavı ısıtsın mı getirirken?
— Ocak var işte burada. Gerekiyorsa ısıtırız burada.
— Karabiber falanda ekelesin mi pilavımı üzerine?
— Yok. Karabibere gerek yok.
— O şimdi, pilavı dökmüştür Üç günlük ya ondan. Sana iki yumurta gırsın da getirsin.Yin mi yumurta?
— Ben ne olsa yerim de…
— O zaman bi telefon ediyim, pilavı dökmediyse pilavı getirsin, dökdüyse sana yumurta kırıp getirsin…Bi yumurtaynan mı doyan sen, iki yumurtaynan mı?
Yaşlı adam, terler gibi oldu, alnını ovuşturdu
— Şimdi boş ver ya sen, dedi Mehmet’e “ Aç da değilim zaten.”
— Aç değisin de ne getirsin dedin. Utandın mı yoksa lan?
Yaşlı adam, söyleyecek bir şey bulamadı. Anlamsızca el işaretleri yaptı. Mehmet, ahizeyi yerine koydu, küçük bir çocuğu okşar gibi yaşlı adamın yanaklarını okşayarak:
— Utanma utanma dedi.
Yaşlı adam, harekete anormal hiddetlendi. Mehmet ’i var gücüyle iterek haykırdı:
— Ne yapıyorsun sen be adam?

Bununla da yetinmedi yaşlı adam. Mehmet’in kolundan tutup dışarıya doğru itti:
- Akşam akşam beni günaha sokacaksın. Çık dışarı. Beni ne sandın sen? Bu yaştan sonra…
Mehmet, biraz geri çekildi. Suratını bir garip buruşturarak yaşlı adama baktı:
—Senin kalbin kötü, dedi. Tu sana.
Yaşlı adam, sözden etkilendi, tepkisinin ölçüsüz olduğu kanısına kapılıp duraksadı
Birkaç saniye sessizlik oldu ortamda. Sonra, yaşlı adam. sesine kadife yumuşaklığı vermeye çalışarak sordu:
— Adın neydi senin?
— Söylemedik mi?
-…
— Adım Memmet. Belledin mi?
-…
Yaşlı adam, uzun uzun Mehmet’in gözlerinin içine baktı. Yüzünde yoruma açık bir giz vardı. Bu durumdan tedirgin oldu Mehmet. Biraz geri çekilip sordu:
—Neye öyle bakıyon lbana sen?
Yaşlı adam, bakışlarını da yüz ifadesini değiştirmedi.
—Bişeye mi hiddet yapdın gene?
Yaşlı adam, bakışlarını da yüz ifadesini de değiştirmedi:
—Gorgutma lan beni.
Mehmet, az daha geri gitti.
—Benim” lan” dedime bakma sen, dil alışganlığı benimki. Ona gızdıysan.
Yaşlı adam, bakışlarını da yüz ifadesini de değiştirmeden Mehmet’e doğru bir adım attı. Mehmet’te bir adım geri çekildi.
Mehmet’in soluk alıp verişleri arttı. Yaşlı adam dişlerini sıkarak çenesini sağa sola oynatmaya başladı. Gözlerini de biraz açtı.
Mehmet birden gülümsedi. Kaş köz işareti yaparak: ortamı da değiştirmek amacıyla
—Burada televizyon yok ama dedi, sedirin köşesinde çok eskiden kalma cereyanlı bi radyo olacak. İsdersen aç da dinleyelim, dedi radyonun yerini işaret ederek.
“Cereyanlı eski radyo” sözü yaşlı adamın ilgisini çekti İşaret edilen tarafa döndü, radyoyu göremeyince de oraya gitti. Radyoyu görünce heyecanlandı. Hızlıca eğilip radyoyu aldı sedirin üzerine koydu. Açtı. Sonra da Mehmet’ coşku ve heyecanla seslendi. “ Gel gel.”
Mehmet üzerindeki gerginliği hemen atıp yaşlı adamın yanına seğirtti.
— Hayrola, dedi. “ Pek sevindin.”
Yaşlı adamın gözleri parladı.
—Sevinmez miyim dedi. Mehmet’i kolundan çekip oturttu:
—Eskiden bizim de böyle bir radyomuz vardı.
—Eski bi dost görmüş gibi oldun sen. lan
Yaşlı adam, sevinçle atıldı:
—Yaaa, Birden dedemi babaannemi, babamı hatırladım. Hepsi gözümüm önüne geldi.
Mehmet, yaşlı adamın elini avuçladı. Anlıyorum seni gibisinden başını sallayarak yaşlı adamın sevincine ortak oldu.
Radyo ısındı, ses gelmeye başladı. Yaşlı adam kanal düğmesine elini uzatırken Mehmet’e döndü:
—İster misin dedi şimdi bir de bir yerlerden onların sevdiği şarkılardan türkülerden biri çıksın Mehmet?
Mehmet de daldı. Kemdi kendine söylendi:
—Benim dedem de “ Gün akşam oldu bi dost bulamadım türküsünü pek severdi.”
Yaşlı adam, radyonun sesini kıstı. Gözlerini duvarda bir yere dikti. Bir süre öylece kaldı. Sonra, Mehmet’in dizine hafif vurarak:
— Haydi, dedi. Doğru evine. Doğru karının yanına.
Mehmet:
—Radyo seni bi hoş etti lan, dedi.
— Evde karından başka biri var mı?
Mehmet yok manasına başını birkaç kez yukarı kaldırdı
— O zaman hiç durma. Haydi bakayım.
Mehmet, bir şeyler söylemek istedi ise de söylemedi. “ Eyi ya” dedi. “ Yarın gelirim.”
Sedirden indi. Elini sıkmak için yaşlı adamın elini uzattı. El sıkıştılar.
Mehmet, kapıya varınca tekrar “ hoşça kal” demek düşüncesi ile durdu. Döndü. Yaşlı adamın buruşuk yüzü dakikalar içerisinde biraz daha buruşmuş gibi geldi ona. . Çok çok yorgun da gördü. Bu yorgunluğunu fiziksel yorgunluktan ziyade gönül yorgunluğuna bağladı. İçi acıdı. Döndü yürüdü, yaşlı adamın yanına, yarım adımlık kalınca durdu. Bir komutanın askerine emretmesi gibi:
—Galk, dedi. Gidiyoz.
Yaşlı adam, nereye sorusunu başını iki yana sallayarak sordu.
— Nereye?
—Galk bize gidiyoz.
Yaşlı adam, istemiyorum der gibi bir harekette bulundu.
Mehmet, yaşlı adama iyice yanaştı, elini tuttu:
— Bu aşam seni burada bıragmam, dedi. Ölsem bıragmam . Bize gidiyoz. Yarın ne…edersen et.
İlgi, yaşlı adamı sevindirdi, içine ılık ılık hoş bir şey aktı. İlginin devamının var olup olmadığını sınamak istercesine:
— Yok, dedi ” Ben gelmeyim.”
Mehmet, yaşlı adamın elini bıraktı. Sonra da, her kullandığında az ya da çok işine yarayan o sözü yapmacıktan kızarak sarf etti:
- Gelmezsen ölümü öp.
Ve ekledi:
— Gerisi sana galmış artık…
Kapıya doğru ağır ağır yürüdü Mehmet.Kapıya varınca da beklediği sözü işitti yaşlı adamdan:
— Madem büyük yemin verdin, geleyim bari.
Mehmet, yarım geri döndü. Tek tük kalmış dişlerini göstererek gülümsedi:
- Ben gapının önünde bekliyom, dedi.”Kapıları mapıları gözelce kitle, Helaya melaya gireceksen de gir… Benim ki bu konuda pibirikli biraz yabancıları helâya almaz. Demedi deme sonra.

SON

N.A.

6 Kasım 2013 Çarşamba


GÜN BUGÜNKÜ GÜNDÜR

Macerasız bir öykü benimki
Göz açıp kapayıncaya kadar geçen
Anlasana!
An, bu an

3 Kasım 2013 Pazar

AŞK

Modaya uydu
Aşık oldu
Kör odu gözü
Aklı durdu

Anayı babayı sildi süpürdü
“ Kendine gel” diyene ateş püskürdü
Okula da bir tekme vurdu, geçti gitti.

Mantık akılla örtüşmeyince
Cicim günleri de geçip gidince
Şapka düşüp kel de görününce
Eyvah dedi amma kaç para?

2 Kasım 2013 Cumartesi


ONU GEÇ BUNU GEÇ

Onu geç, bunu geç
Bu ne işime yarayacak
O ne işime yarayacak
İyi de vaktim yok ki mübarek
Sözlerine severdi Derya
Günlerden bir gün
Çok değil
Bir saat müsaade alıp Devran Derya’dan
Derya’nın odasına el attı
Ne eksik ne fazla altmış dakika sonra
Bakarsan bağ bakmazsan dağ olur
Atalar sözünü kanıtlandı gibi geldi Devran’a amma
Dudak büküp geçti Derya
Ne zaman ki yalnız kaldı
Haklının hakkını verdi…
***

GÜZEL SÖZ: Güzelliğin beş para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
“ Âşık Veysel”
***