27 Aralık 2019 Cuma


KIVIRCIK SAÇLI BİR OĞLAN

Kıvırcık saçlı küçük bir oğlandı Hareket etmek üzere olan otomobilin sürücünse seslendi:
— Bir dakika gelir misiniz?
Karun Bey,
—Elbette, dedi.
Belli ki küçük çocuk bir şey söyleyecekti. Karun Bey, otomobilden indi, Otomobilden biraz uzaklaşan çocuğun yanına gitti. Küçük çocuğun başın okşayarak:
—Söyle bakalım küçük bey dedi.
Çocuk sordu:
—Arabayı siz mi kullanacaksınız?
Karun Bey, böyle bir sual beklemiyordu.
—Evet, dedi “Ben kullanacağım. Niye sordun ki?
Van’dan memleketlerine dönüyorlardı. Bir dinlenme tesisindeydiler. Saat 01.17 idi.
Küçük çocuk otomobilin yanına gitti. arabadakilere baktı. Geri döndü
Otomobildekileri kastederek sordu:
Karınız ve çocuklarınız mı, dedi.
Karun Bey, sohbetten sıkıldı. Belli ki çocuk yaramazdı, abuk sabuk sorularla karşısındakini sinirlendirmek istiyordu:
— Evet, dedi. “Sence bir mahsuru mu var?”
— Sen onları hiç mi sevmiyorsun?
Karun Bey, biraz daha sinirlendi. Etrafına bakındı. Birilerini görse çocuğun onların çocuğu olması umuduyla soracaktı : “ Bu çocuk sizin mi?”
Karun Bey’in karısı, otomobilin camını açtı, seslendi.
— Haydi Karun!
Kıvırcık saçlı oğlan az evvelki sorusunu yineledi:
—Siz onları hiç sevmiyor musunuz?
Çocuğun sesi bu sefer sert çıkmıştı.
Karun Bey, çocuğu tepeden tırnağa süzdü.
—Haydi yavrum, dedi.” Ne söyleyeceksen söyle yola çıkmak üzereyiz”.
Çocuk söylemek istediğini söyledi:
—Ben sizi az evvel gördüm. İçki içiyordunuz siz.
Evet, Karun Bey az evvel yemeğin yanında azıcık da içki içmişti.
Çocuk, Karun Bey’in gözleri içine bakarak:
—Şimdi araba kullanacaktınız, dedi.

Karun Bey, çocuğun ne demek istediğini anladı. gülümsedi. Belli ki çokbilmiş bir çocuktu. Biraz da takıntılıydı belki.
—Yavrucuğum, dedi. Küçücük bir kadeh, dedi. Kaygılanma sen.
Çocuk,
—Tamam da amcacığım, dedi. Ve sustu ve bir iki saniye sonra da
— “Kızdınız mı bana?” dedi.
Karun Bey, çocuğun saçını başını okşayarak.
—Yok da yavrum dedi sen belli ki şeydin. Merak etme sen, ben minnacık içtim. Bu da bana iyi geldi. Tamam mı?
—Ama alkol alınca direksiyon başına geçilmez ki? Hem ben şey değilim. Hem vatandaşlık görevimi yapıyorum. Karınızı ve çocuklarını düşünüyorum. Onlar içki içmedi, arabayı da onlar kullanmayacak.
Karun Bey, çocuğa daha fazla tahammül edemedi. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar sözünü kanıtlamak istercesine
- Yavrum sen hoca mısın? dedi. “Bu yaşta bu bilgiçlik. Aklını kendine
sakla
Karun Bey, “ tövbe tövbe “ dedi. daha da ileri gitti “ Anne babana söyle de seni bir psikologa götürsünler”
Karun Bey arabasına doğru yürürken çocuk seslendi.
— Benim babam geçen yıl kaza yaptı dedi. “ O da sizin gibi azıcık içmişti amma kaza yaptı annem de öldü.

Karun Bey, durdu, döndü, çocuğa baktı. Çocuk sözlerini ses tonunu yükselterek sözlerini sürdürdü:
-Siz sıfır hatalı bile olmasanız bir kaza yapsanız, siz o kadehi
içmeseydim bu kaza olmayabilirdi diyerek yaşamınız boyunca acı çekmeyecek misiniz*
- …
—Babam çekiyor da!
Karun Bey, böyle şeylerden haz etmeyen bir adamdı. Serçe çocuğu azarladı:
—Haydi yavrum, dedi. Bu akıl bu yaşta ziyan. Asabımı bozma gecenin
bu vaktinde benim.
Çocuk, Karun Bey’e karşılık vermedi. Dinlenme tesisine doğru yürüdü.
Karun Bey, otomobile döndü. Arabayı çalıştırdı. Arabayı hareket ettirdi.
Dinlenme tesisinden çıkarken durdu Karun Bey. Karısı sordu:
- Hayırdır Karun? Ne oldu?
Karun Bey,
— Birden uyku bastırdı Sabiha, dedi. “Şöyle bir köşeye çekeyim bir iki saat kestireyim. Siz de tesise geçin biraz oyalanın.”


20 Aralık 2019 Cuma


BİR ÖPÜCÜK
Kuğulu parktaydı. Hava serinceydi.
Seksenlik bir adam vardı banklardan birinde. 29 Ekim duygulandırmıştı onu, gözleri dolu doluydu.
Küçük bir çocuk yaşlı adamın yanına yaklaştı, kucakladı, yanağına bir öpücük kondurdu.
—Ağlama dedi,” Ben seni seviyom.”
Seksenlik adamın hiç beklemediği bir şey oldu bu. Sevgi ile küçük çocuğa baktı. Titreyen elleri ile çocuğun başını okşadı.
— Ben de seni seviyom yavrum, dedi.
Koştuğu için nefes nefese kalan bir kadın geldi yanlarına. Yaşlı adama ters ters baktı. “ Tanımadığın insanların yanına yaklaşma demedim mi sana oğlum” diyerek çocuğu kucağına aldı, öptü. Hızla oradan uzaklaştı.
Ilık ılık bir şeyler aktı seksenlik adamın içinden.
Buruk bir gülümseme ile etrafına bakındı yaşlı adam. Genci bir başka, yaşlıyı bir başka, polise bir başka, el ele tutuşup gezen çiftleri bir başka gördü bugün. Ay yıldızlı al bayrağı gördü, heyecanı doruk yaptı. Bugün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın yıldönümüydü. Bugün o gündü. Bir kez daha derin derin iç geçirdi. O, bu sabah en temiz kıyafetlerini giymiş, ceketinin yakasına Türk bayrağı rozetini takmıştı.
Yaşlı adamın biraz ötesinde, parkın hemen girişinde bayrak satan bir genç vardı. Gelirken görmüştü. Yaşlı adam ağır ağır kalktı ceplerini karıştırdı, bulduğu paraları çıkarttı, saydı, düşündü. O para bugünkü ekmek parasıydı.
“ Bir gün aç kalmakla ölmezsin Erkan !” diyerek soludu yaşlı adam. Bastonundan da kuvvet alarak yürüdü, gitti, bir bayrak aldı parkın girişindeki gençten. Sonra da “ Ya bismillah” diyerek Anıtkabir’in yolunu tuttu.
Yaşlı adam Anıtkabir’e vardığında Anıtkabir tıklım tıklımdı. Çoluğu çocuğu, kadını erkeği, yaşlısı genci, engellisi hep oradaydı. Hepsi gururluydu, hepsi coşkuluydu. Bugün 29 Ekim’di.
Yaşlı adam sevgi dolu dolu gözlerle baktı Anıtkabir’e gelenlere Ve yaşlı adam onu gördü birden. Tanıdı hemen. O da oradaydı. . Kalp atışları hızlandı, O, onun 65 yıldır görmediği bir kez olsun seni seviyorum diyemediği ilk aşkıydı.
Yaşlı adam bir elinde Atatürklü Türk bayrağı bir elinde baston olduğu halde gururla askerlere bakan yaşlı kadına yaklaştı. Gözlerinin içine bakarak sevgi ile,
— Zeynep, dedi.
Zeynep Kadın da ümidini yitirmeden beklediği ilk aşkını tanıdı hemen.
Gözlerinin içi güldü, gençleşti. “ Erkan” dedi.
Anında tanınmak hoşuna gitti yaşlı adamın. İsminin hatırlanması, sesteki o coşku da ümitlendirdi. Korkarak, utanarak sorusunu da sordu:
— Kocan var mı?
—Yok dedi Zeynep Kadın. “Bir gün bir yerden çıkıp geleceksin diye
seni bekledim ben hep. Ya sen? Sen evlendin mi?
Sabahtan beri ha yağdı ha yağacak denilen yağmur çiselemeye başladı.
Yaşlı adam ceketini çıkardı Zeynep Kadın’ın başına örttü sonra da hiç konuşmadan küçülen adımlarıyla yürüyerek Atatürk’ün huzuruna çıkıp dualarını ettiler.

17 Aralık 2019 Salı




O GÜN AYIN SEKİZİYDİ

Herkesi eleştirmeye, koca koca konuşmaya küçük yaşta başlamıştı. Zengin doğmuştu. Yaş aldıkça çok yakışıklı olduğunu da anladı. Allah akıl da vermişti bolca, leb demeden leblebiyi anlayanlardan her şeyi kolayca öğrenenlerden olmuştu. Herkesi kendi gibi bilmişti hep.
Vahap Bey değişti. Hem de çok değişti. Vahap Bey kırkından sonra azanlardan değil kırkından sonra sadece Allah rızası için iyilik yapan, kimse hakkında koca koca, ukalaca konuşmayan biri oldu.
Geçen yılın sekizinde kendi kıstaslarına göre bir büyük başarıya daha imza atmış bunun verdiği mutlulukla coşmuştu.
O gün çiseleyen bir yağmur vardı, hava da serinceydi. Vahap Bey’in içinden, şoförlü lüks arabasına binmek gelmedi. Çoktan beri belki de yıllardan beri böyle bir havada yürümemişti. O gün oradan iş yerine yürüyerek gitmek geldi. Yolu üzerinde küçük bir park vardı, oradan geçecekti.
Parka girdiğinde yağmur yeniden atıştırmaya başlamıştı. Çöplerden boş plastik su şişeleri toplayıp onları satarak yaşamını sürdüren bir adam az evvel banklardan birine ilişmişti. Yağmur yağmaya başlayınca torbasını eline aldı, tam kalkacakken Vahap Bey de oradan geçiyordu.
Çoğu zaman olduğu gibi Vahap Bey mutluydu. Herkesi kendi gibi sanıyordu. İçinden üzerinde eski püskü yazlık bir ceket olan bu adama, Kayra’ya bir şekilde takılmak geldi.
Kayra’nın önüne geçti:
—Üşüyeceksin dayı. Hiç olmazsa şu ceketinin önüne kapat, dedi, adamın, ceketinin düğmelerini ilikleyiverdi.
Kayra, bir iliklenen ceketine baktı, bir ceketini ilikleyiveren “ üşüyeceksin “ diyen Vahap Bey’in yüzüne. Gözleri doldu.
—Hayatımda ilk defa biri bana, “ üşüyeceksin
önünü kapat dedi.” dedi ve ekledi. “ Sağ ol. Bugününü de gördüm ya.”
Kayra’nın sesi titremişti. Çok etkilenmişti birinin kendisi ile ilgilenmesinden ya da ilgilenir gibi görünmesinden.
Vahap Bey böyle bir şey beklemiyordu. Kayra’nın samimiyetini aldı, duygulandı, tüyleri diken diken oldu.
Yanlarına termosta çay satan bir adam yanlardan geçiyordu.
—Bu havada çay iyi gider, dedi, Çay içer misiniz?
Vahap Bey, Kayra’ya sordu:
—İçer misin? Alayım mı bir çay?
Kayra, sen bilirsin ser gibisinden başını eğdi.
Vahap Bey,
—Ver iki bardak bakalım, dedi çay satıcısına.
Çaycı iyi satıcı olmuştu.
—Taze simitlerim de var, dedi. “Birer de simit
vereyim mi?
Vahap Bey, Kayra’ya baktı.
— Simitle çay da iyi gider değil mi? dedi. “Yeriz
değil mi?”
Kayra utandı. Belli belirsiz,“ Siz bilirsiniz.” dedi.
Çay satıcısı önce simitleri verdi sonra çayları doldurdu. Parasını aldı, “ Afiyet olsun!” dedi yeni müşteriler bulma umudu ile oradan uzaklaştı.
Kayra, çayla simidi yere bıraktı, ceketinin kolu ile
ıslak bankı sildi sonra da Vahip Bey’e bakarak gülümsedi “ Oturabilirsiniz “ işareti yaptı. Vahap Bey teşekkür etti, oturdu.
Vahap Bey zaman zaman göz ucuyla Kayra’ya baktı çayını içerken. An an herkesin kendisi gibi tuzunun kuru olmadığını, herkesin kendisi gibi çok yakışıklı, çok güçlü, doğuştan şanslı ve zengin olamayabileceğini düşündü.
Kayra çayını içirip simidini bitirdikten sonra yavaşça kalktı. Vahap Bey’e baktı. Sonra da hiçbir söylemeden oradan ayrıldı.

12 Aralık 2019 Perşembe





BABAM BENİ ÖPTÜ

—Yarın Numan’ı da götürür müsün yanında?
Sözü söyleyen karımdı. Gayriihtiyarî ona doğru döndüm. Bir daha söyle bakayım der gibisinden yüzüne baktım. Söyledi.
—Yarın diyorum, hani bir günlüğüne yanında götürsen.
Numan. Oğlumuz. Hem zihinsel hem de bedensel engelli. Şiddet eğilimli. An geliyor eline ne geçerse sağa sola fırlatıyor an geliyor kendine zarar veriyor. An geliyor…
Karımın sorusuna cevap vermedim. Sinirlerim bozuldu. Odama çekildim. Sırt üstü uzandım.
Elvan. Karım. Yıllardır sokağa bile çıkmadı. Kendini Numan’a adadı. Saniye bile gözünden ayırması mümkün değil. O an ortaya çıktığında azıcık sakinleşmesi için mutlaka yanında bulunması gerekiyor.
Nasıl götüreyim onu yanımda? Zaman zaman kırk yılda bir de olsa sakin sakin oturuyor ama bunun garantisi yok ki. Çıldırdığı anlar çıldırmadığı anlardan kat kat fazla. Yürümesi sorun, tuvaleti sorun.
—Yarın Numan’ı da götürür müsün yanında?
Sözü söylerken karımın sesi titriyordu. Vereceğim, vereceğim cevaptan göstereceğim tepkiden korkuyordu
Sıkıntı bastı. Kalktım. Reşat’a telefon ettim. Reşat, Numan’ın dayısı. Aralarında izah edemediğim bir bağ var. Onunla konuşuyor, hatta onun söylediği şeyleri yapıyor bile. O gelirse belki götürebilirim.
Anlattım durumu. Sağ olsun belki de ablası bir gün olsun nefes alsın diye:
—Olur enişte dedi. “Gelirim. Yedide oradayım.”
Hakikaten de ertesi günü yedide geldi. Numan’ı öptü. Büyük bir adammış
gibi:
—Babanla gezmeye gidiyoruz bugün, dedi. “Sen de bizimle geliyorsun.”

Malları arabaya yükleyip hareket ettiğimiz anda işyerinden Reşat’ın telefonu
çaldı.
Reşat telefonu kapattıktan sonra mahcup bir şekilde yüzüme baktı:
— Enişte ya, dedi “Benim iş yerine gitmem gerekiyor. Numan’ı eve bırakayım ben.”
Numan evden çıktığımızdan beri inanılmaz bir şekilde çok sakindi. Mutluydu da. Onunla bir an göz göze geldim. “ İyi olur” diyemedim. Belli belirsiz:
— Gelsin benimle, dedim.
Reşat itiraz etti. Sanki o benim oğlum değilmiş gibi, onu tanımıyormuşum
gibi:
— Böyle kuzu kuzu durduğuna bakma enişte dedi. “Biraz sonra çıldırabilir. Baş edemezsin. Allah korusun elinden bir kaza çıkar. Biliyorsun daha evvel…
Numan’la tekrar göz göze geldik. Gönderme beni der gibiydi bakışları.
Numan’ı tanımasam, amma da abartmışlar ha derim.
Üç saat kadar sesi sedası çıkmadı. Sonra mızmızlanmaya başladı Tahmin
ettim, tahminimde de yanılmamışım. Tuvaleti varmış.
Uygun bir yerde durdum. Yardım ettim tuvalet ihtiyacını giderdi. Sonra sanki normal bir çocukmuş gibi “ Haydi sen kendi kendine biraz oyna ben de bir sigara içeyim” dedim.
Büyükçe bir taşın üzerine oturdum. Bir de sigara yaktım.
Yıllar sonra evden çıktığı için bulunduğu yeri yadırgadı tabi. Belki de biraz korktu. Ürkek gözlerle bir süre çevreyi inceledi. Sonra da bana öykünerek kendince uygun bir taşın üzerine oturdu.
Sigaram bittiğimde oturduğu taşın üzerinden kalkmış biraz ötedeki kuru bir ağacın dibine çömelmişti Küçük çocuklar çömelip kumla oynarlar ya o da orada kendi kendine bir şeyler yapmaya koyulmuştu.
Birden üzerime bir ağırlık çöktü. Sigaram biter bitmez kalkıp yola devam edecektim ama canım istemedi. Taştan kalktım. Yere oturdum. Sırtımı taşa verdim ayaklarımı da uzatıp Numan’ı izlemeye başladım. Kâh çömeliyor kâh kalkıyordu. Bazen bulunduğu yerden zar zor yürüyerek biraz uzaklaşıyor yerde bir şeyler arıyor buluyor sonra da o kuru ağacın altına dönüyordu.
Yolcu yolunda gerek misali kendini zorlayarak da olsa yola koyulmak için kalktım. Numan’ın neler yaptığını da merak ediyordum. Benim geldiğimi fark etmesin diye- görürse yaptıklarını bozabilirdi-ayaklarımın ucuna basarak yanına kadar gittim.
Son anda beni fark etti. Bağırıp çağıracağımı belki de daha da ileri gideceğini düşünerek korktu.
— Aman aman ne güzel şeyler yapmışsın sen böyle, dedim.
Şaşırdı: Başını okşadım “ Anlat baylım” dedim. Yaptıklarının başına çömeldim.
Dallardan, taşlardan topraktan bir şeyler yapmıştı kendince.
Kendince yaptıklarını tek tek göstererek zaman zaman yüzüme bakarak fazla da bir şey anlamadığım bir şeyler anlattı. Gözlerinin içi gülüyordu. İçimden geldi, başını okşadım, yanağına bir öpücük kondurdum” aferin aferin sana” dedin.
Eve gece yarısına doğru döndük. Evin tüm ışıkları yanıyordu. Ben de genelde bu saatlerde dönerdim ama evin tek bir ışığı bile yanık olmazdı.
Karım “ oh, çok şükür!” diye söylenerek bizi kapıda karşıladı. Yıllardır görmüyormuş gibi Numan’ı kucakladı, defalarca öptü. Sonra da onu içeri aldı. Yanına oturttu:
—Anlat bakayım, dedi, “Neler yaptınız babanla? “
Numan sanki bunu bekliyordu. Heyecanlı heyecanlı anlatmaya başladı. Ben de
onları, Numan’ın sözlerinden bir şey anlamasam da onları izlemeye koyuldum.
Bir ara karım yüzüme bakarak ağlamaya başladı . Korktum. Tam, ne oluyor
diye soracakken:
— Babam beni seviyormuş, babam beni öptü” diyor. “Sahiden öptün mü Numan’ı
— Bunda şaşıracak ne var, dedim.” O benim oğlum.”
Son cümlemi duydular mı bilmiyorum ama, orada daha fazla durmaya gücüm
yetmedi.” Ben bir elimi yüzümü yıkayayım da ocağa bir çay koyayım” diye oradan çıkıp yatak odasına geçtim. Yüzükoyun yatağa uzandım. Yıllar sonra küçük yaramaz bir çocukmuş gibi dakikalarca ağladım.

10 Aralık 2019 Salı



KEVSER’İN ÖYKÜSÜ

Bir varmış bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş. Bu kullardan biri de Fantastik adlı şiirden başka şiir bilmeyen, kendince bestelediği bu şiiri zaman zaman yüksek sesle okuyan Kevser’miş.

“Evvel zaman içinde, do,re,mi,,re ; mimimi, mi re
Saman kalbur içinde do re mire, mi mi mi, mi, re
Rast geldim ben Güneş’e do,re mi re, mi mi mi, mi re
Merhabalaştık,öpüştük do do do do si do do re do
Yağmura kızmış ondan gelmiş do do do mi re, do do mi do
Kızmış bir de yıldırıma do do do do do re do re si do do do
Kızmak bize aitti sol fa mi re mi do re re
O da gitti elden re do re si do do
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Rast geldim ben Güneş’e
Selamlaştık,öpüştük.”

Mahmut, gurbetten dönüşünün beşinci gününde görmüş Kevser’i . Parkta oturup simit yerken, hemen önünden “ Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde” diyerek geçip gitmiş. Elinde bir de tencere kapağı varmış, onu da tef gibi çalıyormuş.

Mahmut, gözden ıraklaşıncaya kadar Kevser’i seyretmiş. İçi cız etmiş.

O akşam eve dönünce Mahmut sohbet olsun diye karısı Durkız’a ondan bahsetmiş ama o ona hiç de beklemediği bir tepki vermiş. Kızmış:
—Yanına fazla yanaşmadın değil mi? demiş.
Mahmut:
— Yanına ne yaklaşacağım .Divanenin teki zaten. Türkü çığıra çığıra geçti gitti önümden.”
Durkız bu cevaptan tatmin olmamış. Hemen mutfağa gitmiş koskocaman bir çöp torbası getirip kocasının önüne bırakmış:
— Çabuk banyoya git, üzerindekileri çıkarıp torbanın içine doldur. Sonra da bol sabunlu suyla yıkan.
Ve cümlesinin sonunu da kendi kendine söylenerek tamamlamış Durkız:
— Böyle insanlarla niye muhatap olursun bilmem ki? Niye yanına sokulmalarına müsaade edersin? Bitli midir pireli midir?
Durkız biraz beklemiş, kocasının kımıldamayıp nazlandığını görünce de sesini yükseltmiş:
— Bak hala duruyorsun be adam. Çabuk banyoya.
Azarlanmak, Mahmut’un gücüne gitmiş. Dudaklarını ısırarak gözlerini tavana dikmiş. Bu durum Durkız’ın daha da asabını bozmuş:
— Baban gibi gözlerini ağartarak tavana bakma, Çabuk banyoya.
Mahmut, alttan almaya çalışmış:
— Adamcağız yüz metre ötemden geçti kadın.
— Çabuk banyoya gidiyorsun, soyunup dökünüyorsun bol sabunlu suyla yıkanıyorsun. O kadar!

Tam bu anda bir şimşek çakmış. Gök gürlemiş. Bir boza satıcısının sesi de oraya kadar gelmiş.
— Bozaaaaaaacııı sizler için geldi.
Ses, Durkız’ın babasının sesiymiş sanki. Yıllar evvel ölen babası gelmiş Durkız’ın gözlerinin önüne bir an.. Onunla yaşadıklarından kesitler saniyeler içinde gözlerinin önünden geçip gitmiş. Onun güzel sözlerinden bazıları kulaklarında çınlamış:
— Kızım, her şeyin fazlası zarar. Bak, bu adam sırf senin “ Benin dediğim olacak.” saplantın yüzünden seni terk edecek bir gün. Her şeyi öğrettim sana da iyi düşünceyi, hoşgörüyü öğretemedim.
Durkız, irkilmiş “ Tövbe yarabbi!” diye söylenmiş, meseleyi oluruna bırakıp balkona çıkmış. Mahmut da “ Ne olacak bu kadının hali.” diye kara kara düşünerek evden ayrılmış..Bir süre kapının önünde durmuş. Derken köşeden Cahit Amca çıkmış. Elinde, yanından hiç ayırmadığı bastonu varmış. Mahmut’a “ Merhaba!” dedikten sonra davetini yapöış:
— Parka doğru gidiyorum, işin yoksa gel, iki lafın belini kırarız.
Mahmut’un arayıp da bulamadığı bir şey olmuş bu. Cahit Amca’nın koluna girmiş. Sohbet ederek yürümeye başlamışlar:
— Benim dedemin de bir bastonu vardı, demiş Mahmut.“Yanından hiç ayırmazdı senin gibi.”
— Benimki de dededen kalma. Dedeninkine ne oldu?
— Bilmem ki. Belki biri aldı, belki atıldı.
— Atıldı mı? Dede yadigârı!
— Benim elime hiç geçmedi, Belki dedim hani. Belki.”
Mahmut, birden durmuş. Cahit Amca’nın kolundan çıkmış. Çoktan beri sormak isteyip de soramadığı soruyu sormuş:
— Cahit Amca sen kaç yaşındasın sahi?
Cahit Amca, yaşı epeycenin de üzerinde olduğu için bu tip sorulara da soru sonrasında gelen ek sorulara da yabancı değilmiş. Mahmut’a tatlı tatlı tebessüm ederek sorusunu kendince cevaplamış:
— Bu yaşta bu kadar dinç olmamı, başkalarını sevindirmeye borçluyum. Birinin gözündeki ışıltıyı görünce on yaş gençleşiveriyorum. Onun için de yıllardır yaşım elliden altmıştan yukarı çıkmıyor be Mahmut.
Mahmut, Cahit Amca’nın söylediklerine karşılık vermemiş. Tekrar Cahit Amca’nın koluna girmiş. Tekrar havadan sudan, dereden tepeden konuşarak yürümeye başlamışlar. Bir süre sonra da mahallenin şiir gibi güzel parkına varıp banklardan birine oturmuşlar. Epeyce bir zaman hiç konuşmamışlar. Mahmut’un aklı bir yerlere Cahit Amca’nın aklı bir yerlere gitmiş, ta ki Kevser yanlarına gelip işaret parmağı ile bastonu gösterene kadar:
— O sazı bana versene.
Cahit Amca, tatlı bir gülümseme ile ve de yumuşak bir ses tonu ile kastedilenin ne olduğunu anlamamış gibi sormuş:
— Hangi sazı Kevser?
— Elinde var ya. O sazı işte.
Mahmut, Cahit Amca’ya, ” Bastona diyor bastona Bastonu saz sandı garip.” dedikten sonra Kevser’e dönüp:
— O saz değil, demiş. “Onun adı baston, baston.”
Kevser, bir çocuk gibi omzunu birkaç kere kaldırıp indirmiş, burnunu çekmiş:
— O, saz demiş.” Ben çalcam onu.”
Mahmut, suratını buruşturup keskin bakarak biraz da azarlar gibi tekrar konuşmuş:
— O verilmez ama. O sana cıssss.
Cahit Amca, sen sus bir der gibisinden önce Mahmut’un bacağına dokunmuş sonra da bastonu göstererek Kevser’e sormuş:
— Çok mu istiyorsun sen bu sazı evladım?
Kevser, utanmış, başını öne eğmiş. Cahit Amca, “Al bakalım.” deyince de başını kaldırıp bir Mahmut’a bir Cahit Amca’ya bakmış.
Cahit Amca’nın “ Al, hediyem olsun bu sana.” sözü üzerine de bastonu kapar gibi alıp bakımsız dişlerini göstererek gülmüş sonra da koşarak sevinçle oradan uzaklaşmış.
Mahmut, Cahit Amca’nın ata yadigârı bastonunu vermesine pek şaşırmış. Şaşkınlığını söz ile de ifade etmekten alıkoyamamış kendini:
— Dedenin bastonunu verdin bir deliye.
Cahit Amca,
— Evet ama çok sevindi demiş, keyifle. “Dünyalar onun oldu, değmez mi?”
— Şu ağaçtan bir dal koparıp verseydin. Ondan saz etseydi, onunla eğlenseydi. İnsan dedesinden kalan hatırayı verir mi? Şimdiye kadar çoktan kırmıştır bile o onu.
Cahit Amca, tam bir şey söyleyecekken Kevser koşarak geri dönmüş. Nefes nefeseymiş. Bastonu, Cahit Amca’ya uzatarak “ Birilerinden hatıra kaldıysa sana, bunu al sen.” demiş.
Mahmut, duyduklarına da gördüklerine de inanamamış. Bir Cahit Amca’ya bir Kevser’e bakmış. Tam, dede yadigârı olduğunu biliyor muydu diye soracakken Kevser:
— Bunu al bana bir şiir oku sen, deyip bastonu uzatmış.
Cahit Amca:
— Olur mu öyle, diye sorunca da Kevser gülümseyerek. “Olsun!” demiş”Ancak anne şiiri olsun.”
— Anne şiiri mi?
— He!
Mahmut’un şaşkınlığı daha da artmış
— Vay be, şiir miir de biliyor bu, demiş.
Cahit Amca, bastonu almış, yanına koymuş, sinekkaydı tıraşını göstermek ister gibi yüzünü sıvazlarken de
— Dur bakayım, demiş, derken de geçen gün Esranur Daşpınar’ın annesi için yazdığı ve de kendi sesinden dinlediği dinlerken de bir kağıda not ettiği “Kimsecikler Seni Benden Çalmasın”” şiiri aklına gelmiş. Kağıdı çıkartmış. Şiiri okumaya başlamış:

Biliyorum sana ne zaman
“Çok güzelsin” desem
Herkesin annesi kendine güzel, dersin
Öyleyse duy anneciğim
Sen herkesin annesinden daha güzelsin!
Hilal gibi aydınlanan bir tebessümünle
Evlatçığının korkulu yüreğine su serpersin
Hatta hayat seni yprduğunda bile
Başımı okşamaya devam edersin
Sen anneciğim.
Mis kokulu pamuk yürekli
Rabbimin bir nevi
Nurdan yarattığı anneciğim
Sen hep mutlu ol
Mutlu ol ki şu güzel güller solmasın
Ve her daim yanımda ol ki
Kimsecikler seni benden çalamasın.

Şiir bitince de tepkisini ölçmek için Kevser’e bakmış. Cahit Amca. Kevser gözlerini uzaklarda bir yerlere sabitlemiş, heykel gibi duruyormuş Beş saniye, on saniye derken Cahit Amca korkmaya başlamış. Tam yerinden kalkmak için kımıldamış ki Kevser yanına yanaşmış.. “ Bana bir saz bul.” demiş. Sesi yalvarır gibiymiş.Sesi emreder gibiymiş.
Mahmut, Cahit Amca’yı dürtmüş, “Haydi kalk demiş. Gidelim. Bununla mı uğraşacağız.”
Kevser, Cahit Amca’nın kolundan tutmuş.
-Bana bir saz bulsana. Çalıp verecem, demiş boynunu bükerek.
Cahit Amca, bastonu uzatırken Kevser:
-Gerçek saz istiyorum, demiş.
Cahit Amca, ne yapacağını bilememiş. Olur a çaresizliği içerisinde etrafına bakınmış. Bu esnada hemen yanı başlarında duran bir çocuk, Cahit Amca’ya:
-Dayımın sazı var, demiş.Evi şurada. Alıyım geleyim mi?
Kevser’in gözleri parlamış. Çok sevinmiş. Ellerini çırpmış:
-Getirsin, demiş Cahit Amca’ya Bir şey çalıp verecm.
-Sen saz çalmayı biliyor musun? Çocuğun sazını şey falan yapma.
Kevser bir anda durgunlaşmış. Bir kaç saniye susmuş. Cahit Amca’ya bir değişk bakarak:
-Annem bilirdi demiş. Yaylada bana bir türkü öğretiyordu, yıldırım çarptı öldü.Sen şiir okurken o anları görür gibi oldum .Bana annem öğretmişti saz çalmayı.
Kevser’in sözleri Cahit Amca’yı heyecanlandırmış. Sağda solda otururken konuşmalara kulak misafiri olanlarda heyecanlanmış. Onlardan biri daha da heyecanlanmış, koşup yanlarına gelmiş. Dayımın sazı var, diyen çocuğun kolundan tutup heyecanla:
-Haydi yavrum şu sazı hemen bir kap da gel, demiş.
Tüm gözler Kevser’e çevrilmiş.
Kevser kendisine uzatılan sazı almış. Cebinden çıkardığı kirli mendille sazı silmiş. Tellerine dokunmuş. Beklemiş. Dokunmuş. Sonra bağdaş kurup yere oturmuş. Sazı akort etmiş. Aşık Veysel’in “ Uzun ince bir yoldayım/gidiyorum gündüz gece/bilmiyorum ne haldeyim/gidiyorum gündüz gece” diye başlayan türküsünü çalıp söylemeye başlamış. Sazı o kadar güzel çalmış, türküyü o kadar güzel söylemiş ki herkes şaşmış kalmış.Alkıştan yer gök inlemiş, alkışlar semaya yükselmiş,. Gökten üç elma düşmüş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

8 Aralık 2019 Pazar



SONUNA KADAR OKUTMAK
Rica minnet izin aldım iş yerinden.
Yıllar sonra ilk kez güzel bir hafta sonu yaşayacaktım. Şimdi, diyeceksiniz ki, nasıl yani?
Belki birden kafanızda eşimle dostumla piknik yapacağımı düşüneceksiniz. Belki sevgilimle el ele deniz kenarında yürüyeceğim kanısına kapılacaksınız. Belki… Sonu yok tabii ki bu belkilerin. Çünkü yapacağımın plâncısı benim. Siz ancak kendi hayal dünyanızda, kendi kültürünüzle, birikiminizle ve yaşam felsefenizle yorum getirebilirsiniz. İşte o kadar.
Ukala tiplerden hoşlanmazsanız, az evvel ifade ettiğim düşünceleri ukalalık olarak yorumlayabilir, bundan sonra dile getireceklerimi okumayabilirsiniz. Bu sizin en doğal hakkınız. Benim nasıl ki dilediğimi dilediğim şekilde ifade etme özgürlüğüm varsa sizin de benim ifade edeceklerimi okumama hakkınız var. Saygı duyarım. Bilmem bana katılacak mısınız, bu, saygı duyma sözü de son zamanlarda moda oldu. Herkes birbirine “saygı duyarım” diyor:
“Söylediklerine saygı duyuyorum.”
“Yaptıklarını tasvip etmiyorum; ama saygı duyuyorum.”
“Bir şey demiyorum size, saygı duyuyorum beyefendi.”
Saygı duymaya bu kadar hevesli olanlardan birine, biri çıksa da “Niçin?”dese ne cevap verir merak ediyorum doğrusu.
Ben bir şair değilim. Ama bazen ilham gelir, gelen ilhamı da geri çevirmem. İşte şu anda ilhamlardan biri de geldi. Geleni geri çevirmek olmaz. Bakalım ne der ne derse güzel der:
“Ben talip olmadım bu işe
Öneri sizdendi
Ellerimi ovuşturmadım
Haykırmadım hazırım diye
Hatta kendimce bir üslupla
Kırmamadan sizi
Affımı istirham ettim,
O kadar ısrar ettiniz ki neden bilmem
Kasıt ararsınız belki de
Kızamazsınız bana
Saygılarım satırlara.”

Buyurunuz birkaç sual size ( Parantez içerisindekiler sizin olası cevaplarınızdır.)
— Beğendiniz mi? ( eh, fena değil.)
— Ne demek istiyorum şiirimde? ( Yani şey, bu şiirde sen anlatmak istiyorsun ki.)
— Bende bir şeyler var mı, ne dersiniz? ( Bunu cevaplamak bana düşmez.)
Efendim, istirham ediyorum; yumunuz gözlerinizi. Hayal gücünüzü zorlayınız. Gözlerinizin önüne kadınlar getiriniz, erkekler getiriniz, çocuklar getiriniz sürü sürü ve bunlardan bazılarını ( yukarıdaki sorulara yukarıdaki gibi cevap vereceklerini düşündüklerinizi) tutup öne çekiniz ( itebilirsiniz de). Şiirsel düşüncenize ( ne demekse) güveniyor musunuz; bunlar gerçekten aradığınız insanlar mı; seçiminiz doğru mu, onların şu anda hiçbir açıklama yapılmadan bir adım öne çekilmeleri hem onlarda, hem oraya çekilmeyenlerde ne gibi fırtınalar yarattı? Şu anda “ Sen de bitten yağ çıkarmaya çalışıyorsun.” diyenlerden misiniz?
Sahi, bitten yağ çıkartmak diye bir deyim var mıydı? Varsa doğru yerde, doğru şekilde kullandım mı? Görüyor musunuz başıma gelenleri? Pimpiriklinin biriyim zaten, taktım bu deyimi (tekrar vurguluyorum, varsa) kafama. Var mıydı böyle bir deyim, varsa yerinde ve doğru kullanmayarak dilimize bir kötülük de ben mi ettim. Böyle bir deyim yoksa ( o zaman ben üretmiş, uydurmuş, oluyorum) tutacak mı?
Sen, ya sabır çekerek ellerini kütürdeten, “ Ne diyor bu adam (Adam olduğumu nereden biliyorsun?) ya…” diyorsun benim için değil mi? Müsaade buyurunuz açıklayayım (not: Az evvelki cümlelerimi hikâyemin sonunda tekrar kullanacağım.)
Yarım saattir canım öyle bir çay istiyor ki. Eşime söylesem ( yukarıdaki paragrafa açıklık getirmesin diye karıma ya da kocama demiyorum) muhakkak ki yapar. Metin’e söylesem o da yapar. Arzu’ya söylesem! Aman Allah’ım! Bak, Allah için, yapmam demez demesine de bir süre sonra siz “ is-te-mi-yo-rum; vazgeçtim” diye haykırırsınız. Söylediğimin doğru olduğunu görmek istiyorsanız benden size müsaade Arzu’yu bulunuz ve ondan bir şey isteyiniz.
Kimin söylediğini anımsamıyorum (Hatırlamıyorum deseydim daha mı iyi olurdu acaba?) biri bir işin yapılmasını istemiyorsan işi başkasına havale et demiş. Çay işini başkasına havale etmektense kendim demleyeyim en iyisi
. Bu düşünceyle yazıma ara verip mutfağa gittim. Çaydanlık ocağın üzerindeydi ve sıcaktı. Su mu kaynatılmıştı çay mı demlenmişti. Korkarak kontrol ettim. Sonuç mu?
Çay eski değildi
Şimdi akla gelen ikinci soru, içilip bitirilmiş miydi yoksa demlenmesi mi bekleniyordu? Üçüncü soru evdekilerce içme eylemi nihayetlendirilmişse niçin bana da teklif edilmemişti. Teklif edilmemesinin de iki nedeni olabilirdi kanımca: Ya bana değer verilmiyordu bu evde artık ya da yazı yazdığım bilindiği için kafamın dağılmasından endişe edilmişti. Kapı çalınsaydı da “çaaay!” denilseydi kafam dağılır mıydı? Kızar mıydım öneri getirenlere? Memnun mu yoksa namemnun mu olurdum? Hemen bunlar geldi aklıma “dem”e bakarken. Hem rahatladım, hem üzüldüm. Rahatladım çünkü böyle düşünmelerini adam yerine koymama olasılığına tercih ettim. Üzüldüm çünkü nasıl anlatsam şimdi, niçin kızmamdan endişe etmişlerdi? Hoşuma gitmeyen bir şey söyledikleri zaman kızdığım düşüncesi kafalarında yerleşmişse bazı şeyleri benimle paylaşmıyorlar demekti ki bu, ne büyük bir tehlike… Nice büyük felaket kızılacak endişesiyle yaşanılmış bir olumsuzluğun güvenilecek kişilerle paylaşılmamasından doğmuyor mu?
Bir anda, hemen bir fikir geldi aklıma. Bardaklar aldım raftan (dört bardak), tepsiye koydum çayları doldurdum bardaklara. Salona geçtim:
— Çaylar! dedim.” Var mı isteyen?”
Oğlum:
— En açığını bana bırak, dedi.
Kızım:
— Ben istemiyorum, dedi ve de “Ne zaman?” denilmiş gibi ekledi” Belki sonra.”
Eşim:
— Ben isterim, dedi. “Yanına da iki bisküvi olsaydı.”
Çayları dağıtıp odama geçtim. Teybe Neşet Erbaş’tan bir kaset koydum. Sazlı sözlü oyun havaları. Oynanmaz mı? Kalktım oynamaya başladım. İçeri girerken kapıyı örtmeyi unutmuşum, kızım koşarak girdi içeri. Başladı bana eşlik etmeye. Oğlum da oturduğu yerden elleri ile tempo tutuyordu.
On beş dakikalık bir boşalımdan sonra odamda tekrar yalnız kaldım.
Verlaine’nin hoş bir sözü vardır: Yanlış anımsamıyorsam şöyleydi:”Düzyazı yürüyüştür, şiir danstır.”
Dansımı yaptım biliyorsunuz, düzyazımı nihayetlendirmedim. Taş çatlasa 30 dakika içinde bunu gerçekleştirmem gerekiyor. Yani yazımı bitirinceye kadar yeni bir mola hakkım yok. Bak, şu anda, sen” “Gene ukalalık yapıyorsun. “diyor olabilirsin ( Olabilirsiniz demediğim için kızmadınız inşallah). “Belki yazın bitti, belki iki cümle, belki iki kelime düşüncelerini aktarman, bir başka ifade ile hikâyene nokta koyman için yeterli.”
“ Olabilir mi?”
“Elbette.”
“Böyle olunca da bu yarım saatlik süre içerisinde değil bir, yüz defa bile mola verebilir misin?
“O kadar değil de, verilebilir tabi.”
“O zaman niçin yeni bir mola hakkım yok diyorsun?”
“Senaryoyu sen yazdın, sen yorumluyorsun.”
Yukarıdaki olası konuşmadan sonra hâlâ oluşturmaya çalıştığım şu öyküyü okutabiliyorsam size kendimi başarılı addediyorum. Çünkü iyi yazı, benim kanımca, sonuna kadar kendini okutabilen yazıdır. Öyle ya da böyle olması ayrıntıdır, tartışılabilir.
Ya sabır diyerek ellerinizi kütürdeterek okuduysanız da başarıdır, zevkle okuduysanız da başarılıdır, başka şeyler düşünerek okuduysanız da başarıdır. Bunun aksini söylemek, kıskançlıktan öte bir anlam ifade etmez. Ama şu sıralarda neler düşünüyorsanız, ne gibi güzel cümleler (!) sarf ediyorsanız onu bilmem.

5 Aralık 2019 Perşembe




İMDAT
Tatsız bir günün akabinde eve döndüm. Her zaman olduğu gibi köpeğim İmdat karşıladı kapıda bendenizi. Her akşam iş dönüşünde o beni kapıda karşılar ben de onunla birkaç dakikada olsa oynardım, onu severdim. O bundan mutlu olurdu, o mutlu olduğu için ben de mutlu olurdum, akşama kadar yaşadığım stresi üzerimden atmam da benim için artı bir kazanç olurdu.
O akşam farklı bir akşamdı. Hakikaten keyifsizdim. İmdat’a her günkünden farklı davrandım. Başını hafifçe okşadıktan sonra azarlar gibi “ Tamam, hade “ dedim. Sanırım anladı, yanımdan yavaşça uzaklaştı.
Dünden kalma pırasayı ısıtıp yedikten sonra koltuğuma oturup televizyonun karşısına geçtim. İmdat, hem mutfakta hem salonda her zaman olduğu gibi yanıma gelmeye çalıştı ama yüz vermedim. O da bundan vazgeçip salonun en ücra köşesine çekilip uzandı.
Bir aralık gözüm İmdat’a kaydı. Yattığı yerden melül melül öyle bir bakıyordu ki benim onu bildiğim kelimelerle anlatmam mümkün değil. Birden hatırıma dün akşamki hadise geldi. Şimdi ondan bahsetmeyeceğim, bir şey olmuştu da ben yıllar sonra İmdat’a bağırmış çağırmıştım. Haddizatında yaşadığım bir olay yüzünden tüm hırsımı ondan çıkartmıştım.
Tabi ki ben köpek olmadığım için onun ne hissettiğini bilemem ancak onun o şekilde yatıp öyle melül melül bana bakması içimi acıttı. Adeta diyordu ki, “ Beni affetmedin mi?”
Ne zamsan göz göze gelsek onunla, o kuyruğunu sallar ben de gülümserdim. Bu sefer kuyruğunu sallamadı. Belki inanmayacaksınız gözünü bile kaçırdı benden. Sanki “ Beni hiç affetmeyecek misin? “der gibiydi.
Kıyamadım, sesime tatlı bir yumuşaklık vermeye çalışarak “ İmdat! “ dedim. Baktı. Gülümsedim. Ellerimle de destekleyerek “ Gel bakayım” dedim. Fırladığını, üzerime doğu sevinçle havlayarak koştuğunu anımsıyorum. Gerisi mi?
Hastanede, hemşireye sordum:
—Ne oldu bana? Niçin buradayım?
Anladığım kadarıyla Kangal köpeğim öyle bir
atlamış ki üzerime koltukla beraber yere yıkılmış yıkılırken de kafamı döşemeye vurmuşum. Üç gündür buradaymışım. Verilmiş sadakam varmış ki ölümden dönmüşüm.

4 Aralık 2019 Çarşamba



BİR ŞEY

Evvel zaman içinde saman kalbur içinde geçmiş tarihlerin birinde Fettan Dede’nin gözleri kitabında, kulağı torunundaymış.
Torun Sercan, ders kitabından bir şiiri okuyormuş yüksek sesle. Şiir, Şair Esranur Daşpınar’a ait olup şiirin adı da “Mutlu Olursan” imiş.

“Güneş’in mutluluk saçan ışıkları
Çarpar gözünün ta içine
Gökyüzü gibi aydınlanan gözbebeği
Güller açtırıyor insanın yüreğine.

Aynada gördüğün o gözlerin
Işıldaması bile yetiyor insana
Çünkü herşeye rağmen mutlu olursan
Kimse gölge düşüremez hayatına.”

Sercan’ın dedesi çevresi çok olan eli kolu uzun bir adammış. Sercan da bunu biliyormuş.
Sercan, şiir bitince kafasını kaşıyarak biraz düşünmüş sonra da dedesinden bir istekte bulunmuş:
— Dede, lütfen Şair Esranur’ın öğretmenlerini bulup da buraya getirir misin?
Dede, bu garip isteğe şaşırmış. Gür ama sevimli kaşlarını çatarak:
— Anlamadım demiş “Şairin öğretmenlerini buraya mı getireyim?”
Sercan, heyecanla,
— Evet, demiş. “Hemen onları buldurt buraya getirt.
— Ne kadar öğretmeni varsa hepsini mi?
— Evet dedeciğim. Şiirde büyük bir yanlış buldum ben.
— Ne kadar büyük?
Sercan kollarını iki yana açmış:
— Çok büyük dede.
Dedenin aklına birkaç olasılık gelmiş ama bir şey dememiş.
— Öğretmenlerini çağırt dede. Bir şeyi öğretmemişler ona.
Dede, ellerliyle dur bir işareti yapmış, Sercan’a yönelerek:
—Yavrum, demiş. “Sen tane tane konuşmayınca ben bir şey anlayamıyorum.”
Sercan, ses tonunu düşürerek dedesine karşılık vermiş:
— Tane tane konuştum ya dede.
— Sana öyle geliyor. Makineli tüfek gibi konuştun
— Makineli tüfek ne dede?
—Şimdi boş ver sen makineli tüfeği de dinle.
Sercan’ın sesi tekrar canlanmış:
— O zaman niye makineli tüfek dedin sen dede?
— Teşbih yapayım dedim yavrum.
— Teşbih ne dede?
—Yavrum teşbihi meşbihi bırak sen şimdi.
— Dede teşbihi anlatmadın şimdi bir de meşbih diyorsun
— Yavrum ben lafın gelişi diyorum.
— Nasıl yani dede?
Fettan Dede, uzatma bunu artık der gibisine,
— Kuzuuuuum demiş.
Sercan da tüm tatlılığıyla dedesine karşılık vermiş:
— Efendim dedeciiiiiiiiğim.
Sercan gözlerini koca koca açarak öyle bir “ efendim dedeciğim” demiş ki dedesi gevrek gevrek gülmekten kendini alamamış. Sercan’ın istediği de buymuş zaten. O da gülmüş. Sonra dedesi olumalta olduğu kitabı sehbanın üzerine bırakarak Selcan’a i sokulmuş ve de onun gözleri içine bakarak şöyle söylemiş:
— Şimdi ben sana sorular soracağım sen de bana sadece evet ya da hayır diyeceksin. Anlaştık mı?
Sercan, el çırparak “ tamam” demiş. Ardın da bağdaş kurup kollarını bağlamış. Gözlerini dedesine dikmiş. Ve de:
— Ben hazırım, demiş.
— Şiiri okudun.
— Evet
— Şiirde koskocaman bir yanlışlık saptadın.
— Evet dede hem de bir şaire yakışmayacak bir yanlışlık saptadım.
— Hani sadece evet ya da hayır diyecektin Sercan.
— O zaman evet diyorum dede. Evet.
— Tamam. Şimdi yanlış anlamadıysam bu yanlışlıktan şairi değil de onu yetiştiren öğretmenlerini sorumlu tutuyorsun.
— Elbette dede, Öğretmemişler. Öğretselerdi şiiri yazan böyle bir yanlışlık yapmazdı. Düşünsene kuzenim bile böyle bir yanlışlık yapmıyor yazılarında dede.
— Güzel Sercan’ım evet ya da hayır desene. Böyle anlaşmamışmış mıydık seninle?
Sercan’ın gözleri parlamış.
—Şiir gibi konuştun dede. Kafiye de yaptın sen değil mi?
Sercan’ın son sözü Fettan Dede’nin hoşuna gitmiş. Böbürlenerek: torununa karşılık vermiş:
— Bir zamanlar ben de şiirle uğraşmıştım hani. Az da olsa kafiye mafiye bilirim yani. Laf aramızda güzel de şiir yazardım gençliğimde.
Fettan Dede, cümlesi bitince Sercan’a “ Şiirlerinden bir tane okur musun bana dedeciğin.” de der gibisinde bakmış ama olmamış. Sercan’ın aklı başka yerdeymiş:
— Dede! Şair Esranur’un öğretmenlerini bulup buraya getirttirirsen onları karşıma ip gibi dizeceğim sonra da şairin yaptığını onların gözlerine gözlerine sokacağım. İyi yapacağım demi dede?
— İyi yapacaksın da Sercan’ım, şair nasıl bir yanlışlık yapmış? Onu bir söylesen bana hı.
Sercan muzaffer bir komutan gibi, gururla kalkmış, dedesinin yanaklarından sesli öpmüş Sonra da coşkuyla,
— Sen olmasaydın ben şıppadak bu yanlışlığı bulamazdım dede, demiş.
Fettan Dede’nin beklemediği bir söz olmuş bu. Meraklanmış ama Sercan’ın sözüne açıklık getireceğini bildiğinden bir şey dememiş.
— Sen dersin ya dede “şey”ler hep ayrı yazılır diye. Şair, şiirinde şeyi bileşik yazmış
Torununun “ Sen dersin ya” sözü dedeyi çok mutlu etmiş. Demek ki söylediklerim torunumun bir kulağından girip ötekinden çıkmıyormuş diye düşünmüş. Bu mutlulukla torunun heyecanına ortak olmak için gözlerini koca koca açmış, biraz da mübalağalı:
—Sen ne diyorsun, demiş.” Şeyleri bitişik mi yazmış şair?”
Dedenin bu tavrı Sercan’ı etkilemiş:
— Evet dede!
Sonra da söylediğini kanıtlamak için Sercan, kitabı almış şiirin bulunduğu sayfayı dedesine uzatmış.
Fettan Dede,
— Şairin yaptığını görüyor musun? Ver bakayım şunu, demiş.
— Ama söz verdin dede, öğretmelerini bulup buraya getireceksin. Bütün öğretmenlerini karşıma dizeceksin. Esranur’u da getireceksin.
Fettan Dede, “ Tamam merak etme, hallederim .” diyerek kitabı almış. Parmaklarından birini gösterilen sayfanın arasına koymuş. Sonra da:
— Lütfen, şu masanın üzerindeki gözlüğümü bana bir uzat bakayım, demiş.
Sercan, koşarak masanın yanına gitmiş, dedesinin gözlüğünü alıp geri dönmüş. Gözlüğü uzatırken de kendinden emin:
— Al dede, demiş, “Kendi gözlerinle gör”.
Fettan Dede, gözlüklerini takmış hızlıca şiire ve şiirin altındaki sorulara bakmış. Aslında, okunulan ders kitabı olduğundan, neyin ne olduğunu tahmin etmiş ama tahminin doğru olup olmadığından emin olmadan da Sercan’a bir şey söylemek istememiş.
Fettan Dede, düşündüğünün doğru olduğunu görünce de gözlüklerinin üzerinden bakarak torununa takılmış:
— Benim gibi bu sözlük de kocadı herhalde be Sercan.
Sercan, bilgiç bilgiç dedesine karşılık vermiş:
— Gözlük kocar mı? Gözlük canlı mı ki!
— Ne bileyim. Bak mesela şurada bir soru var. Bana bir okur musun?
Sercan, dedesinin son cümlesinden şüphelenmiş. Suratı elinde olmadan asılmış. Beyni de, dedesi söylerken ileride belki kullanırım diyerek not ettiği bir sözü “ Bir sözün ya da yazının sonunu varmadan fazla heyecanlanarak fikir beyan etme, mahcup olabilirsin.” sözünü kulağına fısıldanış. Bu, “ Büyük sözü dinlemezsen böyle olur işte” demekmiş bir bakıma.
Selcan, istemeye istemeye de olsa dedesinin işaret ettiği soruyu okumuş. Soru aynen şöyleymiş:
“Yukarıdaki şiirde bilerek yapılan bir yazım yanlışı vardır. Yazım yanlışı yapılan kelimeyi bularak doğrusunu yazınız.”
Sercan, bir dedesine bakmış bir tavana bakmış, bir burnunu kaşımış yüzüne değişik şekiller vermiş sonra kendisini izlemekte olan dedesi ile göz göz gelmemeye dikkat ederek “ Şaka yaptım, şaka yaptım, zaten de uykum geldi benim” deyip odasına koşmuş.


3 Aralık 2019 Salı


İKİ EKMEK BİR ŞİŞE SÜT

Bir varmış bir yokmuş. Uzak diyarların birinde Suat Bey değil de Bay Suat denilen biri yaşarmış. Zaman zaman boş gezenin boş kalfası olmuş zaman zaman un edinmiş, şeker edinmiş, su edinmiş, yağ edinmiş helva yapmış ama her defasında yaptığı helvalar elinde kalmış. Bay Suat biraz patavatsızmış. Biraz vurdumduymazmış. Hiç mi hiç kitap okumadığından, büyüklerinin nasihatlerine de hep kulak tıkadığından, tenkitlere de değer vermediğinden kendisini pek geliştirememiş. Birkaç kelime ile kendini anlat deseler vereceği cevap “ mutsuz ve yalnız “ olurmuş. Düşünmeyi de pek sevmediğinden Bay Suat, bunun niçin böyle olduğuna bir türlü akıl sır erdiremezmiş.

Yeni taşındığı evin tam karşısındaki küçük bakkal dükkânı ile onun yaşlı ama dinç sahibi Güler Dede, Bay Suat’ın sinirini bozar olmuş. Güler Dede, dükkânını, hava henüz ışımadan açıyor gecenin geç vaktinde de kapatıyormuş. Bir gün üç gün beş gün derken bir sabah Bay Suat bu duruma daha fazla tahammül edememiş hışımla evden çıkıp bakkal dükkânına gitmiş. Selam bile vermeden bakkalın yaşlı sahibine çıkışmış:
— Derdin ne senin ihtiyar? Bu saatte dükkânda mı açılır be?
Bay Suat, bakkal sahibinin cevap vermesine olanak bırakmadan, biraz da alaylı bir ses tonu ile devam etmiş sözlerine:
— Dur tahmin edeyim. Yalnızsın.
Cevabı bakkalın papağanı vermiş:
— Hayır. Karısı var, çocukları var, torunları var. Daha da önemlisi dostları var.
Bay Suat, bir papağana bir yaşlı bakkala bakmış. Sonra da papağana dönerek
— O zaman o kadar çekilmez ki evden kovuyorlar, demiş dudak bükerek.
— Değil.
— O zaman çok mutsuz.
— Sen öyle san.
— O zaman ne?
— Biraz sonra Sami gelecek. Bakkal Güler mutlu olacak, şükredecek.
Bay Suat, bu sözler üzerine yaşlı bakkala dönüp sormuş:
— Sami de kim?
Güler Dede, elindeki süpürgeyi bırakmış sonra da yürekten:
— Allah’ın bana verdiği bir armağan, demiş.
Papağan yine konuşmuş:
— İki ekmek bir süt. İki ekmek bir süt.
Bay Suat, Güler Dede’ye “ Ne diyor bu?” der gibisinden bakmış. Tam bu sırada da Sami bakkalın kapısından içeriye girmiş. Ağır adımlarla papağanın yanına varıp gülümsemiş.
Papağan:
— Günaydın Sami, demiş. “Hoş geldin.”
Sami, önce birkaç kez el çırpmış sonra göz ucuyla önce Bay Suat’a sonra da yaşlı bakkala bakmış.
Güler Dede de bu arada bir poşete iki tane ekmek ile bir şişe süt koymuş. Tatlı ve sıcak bir ses tonu ile poşeti Sami’ye uzatmış:
— Afiyet olsun Sami.
Sami, gülümsemiş. Kendince esas duruşa geçmiş. Zor anlaşılır bir sesle de:
— Sağ ol, demiş.
— Köpeğini de kedini de benim için sev.
—Tamam.
Sami, bakkaldan çıkarken Bay Suat garip bir şaşkınlık içerisindeymiş. Yüzünde acayip bir ifade varmış. Kendini tutamayıp:
— Bu aklı kıt insan için bu saatte buradayım deme sakın bana, demiş Güler Dede’ye.
— Poşeti alırken gözlerinde oluşan o ışığı o mutluluğu fark etmedin herhalde?
— Git be adam, deli misin nesin? Hani parasını verse bir derece diyeceğim de.
Papağan kanat çırpmış:
— Veren el alan elden üstündür. Her şey para değil. Bakkal Güler mutlu, Sami mutlu ben mutlu
Bay Suat, “ Siz işin kolayını bulmuşsunuz” diye söylenerek kapıya doğru yönelmiş. Tam kapıdan çıkarken papağan azarlar gibi konuşmuş:
— Hoşça kalın desene Allaha ısmarladık desene, insan huyu için hayvan tüyü için sevilir. Akşam da gelip bir şeyler öğrensene.
Bay Suat durmuş, dönmüş. Tam bir şey diyecekken Güler Dede:
— Seni sevdi benim bir tanem, demiş papaganı kastederek.
Bay Suat, Güler Dede’nin yüzüne bir süre boş boş baktıktan sonra, kinayeli bir biçimde karşılık vermiş:
— Belli oluyor, belli oluyor.
Ve sonra Bay Suat papağanın yanına gitmiş, parmakları ile kafese dokunup papağana göz kırpmış sonra da ona “ bay bay” demiş, demiş ama dediğine diyeceğine de pişman olmuş.
— Bay bay da ne ola? Hoşça kal desene. Allaha ısmarladık desene. Anlamlı söz edip güzel işler etsene.
Papağanın bu sözleri Bay Suat’ın asabını iyice bozmuş. Tüm bedeninden ter boşanmış. Alnındaki terleri elinin tersi ile silerek dükkândan hızla çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Birde bakmış ki zaman su gibi akıp gitmiş. Dönmüş dolaşmış kendini yeniden Güler Dede’nin bakkalının önünde bulmuş

Güler Dede ile Fevziye Hanım dükkânın önünde bir yandan tatlı tatlı sohbet ediyorlar bir yandan da çaylarını yudumluyorlarmış. Bay Suat yanlarına yaklaşmış, Yaşlı bakkal’ın kulağına eğilmiş Fevziye Hanım’ı işaret ederek patavatsızlığını kanıtlamak istercesine:
— İhtiyar, senin karı da fena değilmiş ha? Kaçırırlar diye korkup da seni aramaya mı gelmiş, demiş.
Bay Suat bu sözü fısıldayarak demiş ama papağan söylenileni duymuş. Senden adam olmaz der gibisinden derin bir of çekmiş

Fevziye Hanım da Bay Suat’a dönerek taşı gediğine koymuş:
— Şu dünyada ne patavatsızlar ne gıcıklar ne ukalalar var diyecekti ama Güler Bey’i üzmek istemedi kötü söz ederek. Ne de olsa bir beyefendinin papağanı. Ben, Güler Bey’in eşi değil otuz yıllık ahbabıyım.”

Bay Suat bozulmuş. Kadında da ne kulak varmış be, diye içinden geçirmiş. Bugün yaşadıklarından “ mutsuz ve yalnız ” saptamasının nedenine yanıt olabilecek ipuçlarını yakalamış, azıcık da olsa düşündüğünden. Bu da onu hem heyecanlandırmış hem de sevindirmiş çünkü o bile biliyormuş ki, sorun bilinirse soruna çözüm de bulunabilir.

Güler Dede’nin yaşı yüz yirmiye merdiven dayamasına rağmen bu kadar yaşam dolu, bu kadar hoşgörülü bu kadar sevecen, bu kadar iyiliksever olmasının nedenlerinden biri de zaman zaman da olsa yaşamında yaptığı küçük, hoş değişikliklermiş. Bunu bilen masal dünyası çorbada benim de tuzum bulunsun misali gökten üç elma yerine üç şiir düşürmüş bu sefer. Güler Dede buna çok sevinmiş. Şiirleri bir çırpıda okumuş. Biraz daha gençleşmiş. Güç kazanmış. Yaşama biraz daha bağlanmış. Esranur Daşpınar’ın “ Mutluluğu Yaymak İçin” şiirini oradakilerle de paylaşarak oradakileri de mutluluğuna ortak etmek istemiş:

Mutlu olmak ve
Herkesi sevmek…

Neşeli olmak ve
Çok sevilmek…

Sevmek ve
Herkesi mutlu etmek…
Herkese hediyeler vermek
Birkaç hoş lakırdı etmek
Şiirler okumak ve şarkılar söylemek
Ya da bolca dans etmek…

Hiçbiri olmuyorsa bir tebessüm etmek

Aslında, mutlu olmak ve mutluluğu yaymak için
Ne kadar da çok sebep var!

2 Aralık 2019 Pazartesi


NURİYE’NİN SIRITIĞI

Hava serinceydi. Yağmur da çiseliyordu. Düğün salonunun önü kalabalıktı. Arabası olanlar sağa sola bakınıyor kafalarına uygun birilerini görürlerse arabalarına davet ediyorlardı.
Bu durum Serkan Bey’e eğlenceli gelirdi. Birkaç dakika da olsa durur seyrederdi. Araba ile gelmediği zamanlarda davet beklerdi. Arabasına ise nadiren birilerini alırdı.
Serkan Bey, Mert Bey’i gördü. Karısının akrabasıydı. Arabanın kapısını açtı, jest yapmak için seslendi:
—Mert Bey, gelin beraber gidelim.
—Rasimlerle şey yapacağız biz. Siz gidin.
Serkan Bey, cevaba bozuldu. Arabasının kapısını sertçe kapattı. Karısına keskin baktı. Karısı:
— Daha evvel sözleşmişlerdir niye bozuluyorsun ki, dedi.
Serkan Beyi homurdandı kızı da karısı da söylediklerinden bir şey
anlamadı.
Serkan Bey arabayı çalıştırdı, gaza bastı, Otobüs durağına yaklaştığı bir
anda yaşlı bir kadının önünde durdu. Köylüsüydü kadın. Salonda bir aralık gözüne çarpmıştı. Adını bile bilmiyordu ama göz aşinalığı vardı. Yaşlı kadına, Mert Bey’e de sesini duyuracak şekilde
— Arabada yer var gel, dedi. “Gideceğin yere kadar bırakayım,
otobüslerde sürünme.
Yaşlı kadın kendine söylenildiğine emin olamadı. Etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Gene de “ben mi” gibinden bir işarette bulundu Serkan Bey’e. SerkaN bey hem eli ile hem dili ile “gel” dedi.

Yaşlı Kadın, arabaya binince Serkan Bey’in yüzüne dikkatli dikkatli baktı, sonra da sordu:
— Gurban olayım sen Ayfer’in oğlusun değil mi?
Serkan Bey böyle bir şey beklemiyordu. Şaşırdı, gülümseyerek,” Evet”
dedi.
— Adın da Serkan mıydı senin?
Serkan Bey’in şaşkınlığı daha da arttı. İçinden” pes be!” dedi. Sormadan da edemedi.
—Adımı nereden biliyon sen?
Yaşlı kadın gülümsedi:
— Bilmez miyim? Anana çok gider giderdim ben. Sen o zamanlar bebeydin. Burnundan tanıdım.
Erkan Bey’in karısı gülmekten kendini alamadı. Kocasına döndü:
— Bak burnun burada da işe yaradı, dedi.
Yaşlı kadın sordu:
— Garın mı?
Tanınmak Serkan Bey’in hoşuna gitmişti.
— Evet dedi. Kızını da işaret etti.” Bu da kızım. Adı da Ayfer.”
— Ebenin adını goymuşsun.
Yaşlı kadın, kızın bacağına dokundu. Kendisine doğru dönünce o:
— Ben bu babanın anasının çok iyiliğini gördüm. dedi.” Çok iyi gadındı. Mekanı cennet olsun, nurlarda yatsın.”
Yaşlı kadın birden bir anısını anımsadı. Duygulandı paylaşmak istedi.
-Hiç unutmam bir gün bönün parasıyla bi beş lira istediydim ondan. Netçeydin diye bile sormadı. Elli lira elime tutuşturdu. İstemem mistemem dedim de dinlemedi. Sonra verirsin dedi. Heç unutmam onu. O para zemzem suyu gibi geldi bana. O para sayesinde bir ay geçindiydim kimseye avuç açmadan.
Kısa bir sessizlik oldu. Serkan Bey, laf olsun cinsinden konuştu.
— Seni iyi gördüm. Sana bir şey derlerdi köyde.
Yaşlı kadın kıkırdadı. “O aklında kalmış “dedi.
Serkan Bey’in aklında kalan bir şey yoktu. Atmıştı, tutmuştu. Yaşlı kadın:
— He ya, dedi.” Bana Nuriye’nin sırıtığı derlerdi.”
— Nuriye?
— Annem. beni doğururken ölünce onun adını bana vermişler.
— Bilmez miyim?
Serkan Bey’in kızı meraklandı:
— Niye sırıtık derlerdi ki?
— Aman niye diyecekler işte, köy yeri. O zamanlarda şimdiki gibi
değildi. Garılar gızlar az gülerdi. Anam rahmetli çok gülermiş. Onun içim öyle demişler işte.
Serkan Bey, sorma gereği hissetti:
—Sen nerede oturuyon Nuriye Hala? Seni evine bırakayım ben.
Yaşlı Kadın, gözlerini kısarak camdan dışarıya baktı. Çıkartamadı nerede
olduklarını. Sordu:
— Neredeyiz şimdi?
— Nerede miyiz? Belediye binasının önüne geldik.
— Ha o zaman! Belediye binasını bilirim. Şimdi benim ev…
Serkan Bey, arabayı durdurdu. Yaşlı kadının tarifini dinledi, sorular
sordu, tam oturduğu yeri saptamaya çalıştı, aşağı yukarı tahmin de etti.
Yaşlı kadını kapısının önünde indiren Serkan Bey, derince bir iç geçirdi
annesini anımsayıp. Karısı da kızı da onu tanımamışlardı. Onlara hitaben, tok bir sesle :
—Anam iyi kadındı, dedi. “Yardım severdi. Kimse üzülsün kimse
bunalsın istemezdi.. Hem boşa dememişler ya, “iyilik yap denize at balık bilmezse Halik bilir. Gördünüz aradan kaç yıl geçmiş sevgiyle saygıyla anıyor. Bundan iyi miras mı bırakılır. O beş lirayı vermeseydi…”
Arkadan korna çalındı. Serkan Bey, küfür etti,” Koskoca yol ne bu dat
dat, “dedi. “ Uysan şimdi…”
Karısı,
— Sakin ol, dedi. “Yanaş biraz sağa geçsin.”
— Siz olamasaydınız ben ona gösterirdim de...
Sağa çekti yol verdi. Biraz sonra da arabayı iyice sağa çekti. Cep
telefonunu çıkarttı. Epeyce bir süre açılmasını bekledi. Nezaket sözlerinden sonra:
— Suzan Hanım, dedi. “ Geçen ay işten çıkarttığımız o üç kişi vardı ya
Hemen şimdi onlarla iletişim kur. Eğer iş bulamadılarsa yarın sabah yeniden işe başlasınlar.
Karşıdan itiraz geldi. Serkan Bey sesini yükseltmemeye çalışarak:
— Bu sefer de profesyonel düşünmeyeceğim, dedi. “Ne diyorsam onu yapın.
Karşıdan yine itiraz geldi. Serkan Bey,
—Siz orasını düşünmeyin Suzan Hanım, dedi.”Ne diyorsan onu yapın. On
dakikaya kadar evde olacağım. Yazılı olarak da bu söylediğimi size ileteceğim. Onur yapıp gelmek istemezlerde bir yanlışlık falan olmuş dersin. Gerekiyorsa adıma özür dile, gerekiyorsa da biraz zam da yap.
Serkan Bey, Suzan hanım’ın bir şey söylemesine olanak bırakmamak için
” Hoşça kal.” deyip telefonu kapattı. Sonra da gururla, göğsünü gere gere, “ Anam iyi kadındı” dedi. Keyfi zirve yaptı, bir de ıslık tutturdu: “ Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur…”

1 Aralık 2019 Pazar


KARMAN ÇORMAN BİR ODA

Karman çorman bir oda
Oda çocuğun odası
Çocuk bekliyor anne toplasın
Anne bekliyor çocuk toplasın

Çocuk nazlı anne kızgın
Anne inat, çocuk inat
Bir gün iki gün beş gün
Oda odalıktan çıkıyor iyice
Gülüyor oda hallerine


Babaanne görmüş geçirmiş
Yaşı yetmişi geçmiş
Seyirci kalmıyor daha fazla hale
Sıvıyor kolları toplayarak odayı
Cennete çeviriyor orayı
Birde çay demliyor ki akabinde
Tavşankanı

Çocuk anneye bakıyor utanıyor
Anne de çocuğa
Anne mahcup çocuk mahcup

Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az

Ne diyelim, aferin onlara