20 Ocak 2014 Pazartesi



BİR ŞEY

Evvel zaman içinde saman kalbur içinde iki binlerin bir tarihinde Fettan Dede’nin kulağı torununda torunu Sercan’ın gözü de ekrandaymış.
Torun Sercan, ders kitabından bir şiiri okuyormuş. Şiir ihayranları çok olan bir şaire Esranur Daşpınar’a aitmiş adı da Mutlu Olursan imiş.
Güneş’in mutluluk saçan ışıkları
Çarpar gözünün ta içine
Gökyüzü gibi aydınlanan gözbebeği
Güller açtırıyor insanın yüreğine.

Aynada gördüğün o gözlerin
Işıldanası bile yetiyor insana
Çünkü herşeye rağmen mutlu olursan
Kimse gölge düşüremez hayatına.

Selcan’ın dedesi çevresi çok olan eli kolu uzun olan bir adam imiş.
Selcan, dedesinin beklemediği bir anda:ondan bir istek de bulunmuş
—Dede, Şair Esranır’ın öğretmenlerini bulup da buraya getirir misin? Lütfen…
Dede, bu garip isteğe şaşmış Gür ama sevimli kaşlarını çatarak:
— Anlamadım demiş Şairin öğretmenini buraya mı getireyim.?
Selcan, kararlı bir şekilde:
—Evet, demiş. Hemen onları buldur buraya getir.
— Bir de onları. Ne kadar öğretmeni varsa hepsini.
Selcan, söylediğinde ciddiymiş. Ses tonundan en saf insan bile bunun böyle olduğunu anlayabilirmiş.
—Evet dede. Şiirde büyük bir yanlış buldum ben.
— Ne kadar büyük?
— Çok büyük dede.
— Çok büyük dede derken beni mi kastettin şiiri mi?
Selcan, dedesinin bu sözünden bir şey anlamamış. Biraz düşünmüş gene anlamamış. Anlamadım demeyi de onuruna yedirememiş. Dedesinin bakışından “ seni dinliyorum” manasını çıkartmış, onun daha fazla beklemesini de istemediğinden, konuya dönmüş.
—Öğretmenlerini çağır dede. Bir şeyi öğretememişler ona.
Dede, elerliyle dur işareti yapmış
—Bak şimdi, ben. Ben neredeyse iki yüz kırk yaşıma geldim. Benim bazı şeyleri anlayabilmem için senin tane tane ve sıralı konuşman gerekiyor.
—Tane tane konuştum ya. dede.
—Sana öyle geliyor. Makineli tüfek gibi konuştun
—Makineli tüfek ne dede?
—Şimdi boş ver sen makineli tüfeği de dinle.
—O zaman niye makineli tüfek dedin sen dede.
—Teşbih yapayım dedim ben yavrum. Karıştırma oraları.
—Teşbih ne dede?
—Yavrum teşbihi meşbihi bırak şimdi.
—Dede teşbihi anlatmadın şimdi bir de meşbih diyorsun
—Yavrum ben lafın gelişi diyorum.
—Nasıl yani?
—Kuzum…
Selcan, birden korkmuş, sesini yükselterek.
—Ben kuzu olmak istemiyorum, demiş. Kuzuları kesiyorsunuz hep siz. Beni de mi kesecek misin dede sen.
Dede elinde olmadan gülmüş. Kollarını Selcan’a dolanış, saçlarını okşamış yanağına bir öpücük kondurmuş sonra da:
—Şimdi ben sana sorular soracağım sen de bana sadece evet ya da hayır diyeceksin, demiş ve de eklemiş.” Anlaştık mı?”
Selcan, tüm tatlılığıyla “ tamam” demiş. Bununla da yetinmeyerek dedesine kollarından kendini kurtarmış bağdaş kurup yere oturmuş gözlerini de dedesinin gözlerine dikmiş Ve de ikisi arasında aynen şöyle bir diyalog geçmiş:
—Şiiri okudun
—Evet
—Şiirde koskocaman bir yanlışlık saptadın.
—Evet dede hem de…
—Ama hani sadece evet ya da hayır diyecektin.
—Peki. O zaman evet diyorum.
—Tamam. Şimdi yanlış anlamadıysam bu yanlışlıktan şairden ziyade onun öğretmenlerini sorumlu tuttun
—Tabi dede, bunu bile öğretmemişler. Öğretselerdi böyle bir yanlışlığı yapmazdı o.
- …
—Özür dilerim. Evet dede.
- …
—Evet.
—Şimdi, ben onların öğretmenlerini bulacağım senin karşınsa dizeceğim sen de bu yanlışlığın hesabını onlara soracaksın.
- …
—Anlamadın mı?
—Evet.
-

-
—Şiirde bir yanlışlık buldun. Şairin öğretmenlerinden bunu hesabını soracaksın:
Selcan kıkırdamış:
—Şair şeyi şey yazmış.
—Ne yazmış?
—Sen dersin ya şeyler hep ayrı yazılır. Şair Esranur şeyi bileşik yapmış
Dede Selcan’ın bu heyecanına ortak olmak için yapmacıktan da olsa gözlerini koca koca açmış:
—Sen ne diyorsun, demiş. Şeyleri bitişik mi yazmış?
Dedenin bu coşkusu Selcan’ı çok sevindirmiş.
—Evet dede, demiş.
Sonra da kitabı almış şiirin bulunduğu sayfayı dedesine uzatmış. Selcan defteri uzatırken de dedesi de coşkusunu sürdürmüş:
—Ver bakayım şunu.
—Ama söz verdin dede, öğretmelerini bulup buraya getireceksin. Bütün öğretmenlerini.
Dede, tamam tama gibisinden eline kitabı almış. Parmaklarından birini gösterilen sayfanın arasına koyup kitabın kapanmasına mani olarak kitabın şöyle bir önüne arkasına bakmış, sonra da:
—Şu masanın üzerindeki gözlüğümü bana bir uzat bakayım demiş.
Selcan koşarak masanın yanına gitmiş, dedesinin işaret ettiği gözlüğü alıp geri dönmüş, gözlüğü uzatırken de:
— Al dede demiş, kendi gözlerinle gör.
Dede gözlüklerini takmış hızlıca şiire ve şiirin altındaki sorulara balmış. Aslında neyin ne olduğunu tahmin netmiş ama tahminin doğru olup olmadığından emin olmadan Selcan’a bir şey söylemek istememiş.
Dede gösterilen sayfayı inceledikten sonra,
—Benim gibi bu sözlük de kocadı herhalde be Selcan, demiş.
Selcan anında bilgiç bilgiç dedesine karşılık vermiş:
—Gözlük kocar mı? Gözlük canlı mı ki be.
Dede
—Ne bileyim demiş. Bak şurada bir soru var okuyamadım
Selcan, dedesinin son cümlesinden pek hoşlanmamış. Suratı elinde olmadan asılmış. Beyni de dedesi söylerken ileride belki kullanırım diyerek not ettiği bir sözü “ bir sözün ya da yazının sonunu varmadan fikir beyan etme” kulağını fısıldamış, fısıldamış ama…
Dede, sayfayı Selcan’ın görebileceği şekilde yüzüne doğru tutmuş, işaret parmağımı da az evvel belirttiği sorunun başına koymuş. Artık Selcan soruyu okumaktan başka çare kalmadığından isteksiz isteksiz de olsa soruyu okumuş:” Yukarıdaki şiirde bilerek yapılan bir yazım yanlışı vardır. Kelimeyi bularak doğrusunu yazınız.
Selcan’ın içinden gelen bir ses, suskun kalmaktansa bir şey demesinin doğru olacağını söylemiş ya da Selcan’a öyle gelmiş o da, zoraki olduğu aşikar olan bir gülüşle:
—Şaka yaptım, şaka yaptım, demiş.
Dede, yılların verdiği yaşam deneyimi ile bir şey demeden Selcan’ın saçlarını okşamış Selcan’a birkaç saniye sonra, “ uykum geldi benim” deyip oradan ayrılmış.
Ayrılırken de gökten üç elma düşmüş, biri Selcan’ın başına, biri Selcan’a ders veren şiiri yazanın başına biri de dedenin başına…



5 Ocak 2014 Pazar


GAZETECİ

Kendini bildi bileli, köşesinde
Doğruları yazdı, güzeli yazdı
Bu kadar emek boşa
Bir kişi bile okumuyor beni diye düşünürken
Lâf olsun torba dolsun misâli
Bir şeyler yazdı bir gün
Abuk sabuk.

Güzellikleri için
Bir gün bile aferin demeyenler
Tefe koyup çaldılar onu
Yüzlerce mektup aldı okuyucularından
Telefonlarla arandı.

Hayatının bilmecesi bu oldu onun
Çözümü istifada buldu.

***

Güzel Söz: İlerlememek geriye dönmek demektir. ( Japon Atasözü)

4 Ocak 2014 Cumartesi


TRAFİK CANAVARI


Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah
Deli olmamak elde değil
Daha dün Behçet’le şahit olduk kazaya
Ön koltukta oturtulan masum bir çocuk
Arkadan çarpınca arabanın biri, fırlamıştı camdan.

Arabama binmeye hazırlanırken bu sabah
Diken diken oldu tüylerim
Kornaya basarak selâmladılar beni, Behçet’le çocuğu.

Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh
Keşke,
Arka koltukta oturuyor olsaydı çocuğun be Behçet!
Keşke de
Emniyet kemerleriniz takılı olsaydı be Behçet!

***
GÜZEL SÖZ: Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. ( Atatürk)

3 Ocak 2014 Cuma

NİYE Kİ?


Yıllardır, bütün doğrular onda
Yıllardır, o hep dipte
Kımıldanmadığı için olsa gerek!

***

Güzel Söz: İmsan büyük işler yapabilmek içim üretken olduğu kadar da boş olmalıdır ( Samuel Butler)

2 Ocak 2014 Perşembe



CEZA

En büyük ceza ondan geldi
Ne ters baktı ne de ağzını bozdu
Elini omzuma değdirdi,
Akabinde de“ canın sağ olsun misali”
Çekti gitti.