29 Şubat 2020 Cumartesi

BU MUHTEREM ZEVAT

Eşref Bey ile karşılaştık yolda. Merhabalaştık. Ayaküstü hal hatır sorduktan sonra karşılıklı, laf olsun diye bir soru sordum. Bu soruyu bekliyormuş gibi. “Gel benimle” dedi. Yürümeye başladı. Ben de peşine düştüm.
Almanya’dan bahsetti gel dediği yere giderken.
— Bak, dedi şu yoldan geçmekte olan bazı arabalar biraz sonraki kavşaktan sola dönebilirler. Sola dönmelerinde bir mani yok lakin.
Söylediklerinden bir anlam çıkartamıyordum.
—Ee! dedim.
Durdu, sordu:
—Ehliyetin var mı?
Var olduğunu biliyordu. Sorusuna cevap vermemek bana yakışmazdı:
—Var, dedim ve de ekledim “ Hem de “ 30 yıllık.”
Yürümeye başladı tekrar. Ben de peşinden. Bir soru daha sordu.
— Sağa ya da sola dönerken ne yaparsın?
Bir şey yapmazdım.
—Hiiiç dedim.
Az evvel bahsettiği kavşağa gelince tekrar durdu. Sağa sola baktı. Derin bir iç geçirdi.
Oldum olası iç geçiren birini görünce içim acır. Yine öyle oldu. İçim acıdı. Sevgi ile arkadaşımız yüzüne baktım ve sordum:
-Ne oldu?
Soruma bir açıklık getirmedi o an. Önce saatine baktı sonra da saatini işaret ederek
—İki dakika süre tutacağım sana, dedi. “Sola dönen araçlara bir bak, kaçı sola dönerken dönüş sinyali verdiğini sapta.”
Bu sohbetin nasıl neticeliğini merak etmeye başladım
Olur dedim. Ben “ olur” deyince, “başla” dedi. Başladım” Dur” dedi durdum.
Sordu:
- Kaç araba sola döndü?
37 araba sola dönmüştü. Söyledim.
— Kaç tanesi dönüş sinyali verdi? dedi.
Eminim o da saymıştı.
Emin olmak için bir an düşündükten sonra
- Üç dedim.
Tahmin ettiğim gibi o da saymıştı:
—Evet üç dedi.
Ve birden sinirlendi, sesini yükselterek:
— Bu muhterem zevat dönüş yaparken sinyal vermeleri gerektiğini
bilmiyorlar mı? dedi.
Ve kendi sorusunu kendi cevapladı.
—Biliyorlar.
Ve devam etti:
—Peki niye vermiyorlar?
Ciddi ciddi sinirlendiği aşikârdı.
İşi şakaya vurarak gerginliğini gidermek istedim:
—Bana ne kızıyorsun ya. Sinyal vermeyen ben miyim?
dedim.
— Almanya da dağ başında dahi sürücü dönüşlerde sinyal verir
dedi. “Yüz sürücüden dokuz dokuzu sinyal verir. Sinyal vermeyen o biri de mutlaka…”
Sustu. “ Simdi ağzımdan kötü bir kelam çıkacak söyletme beni” dedi.
“ Haydi, yürü, kafaya takacak başka bir şey bulamadın mI, dedim. Ve de bir teklifte bulundum. “ Bizim amcaoğlunun az ileride kahvehanesi var, sana bir çay
ısmarlayayım.
Yürümeye başladık. O da kaşını gözünü oynatarak, kâh bana kah önüne bakarak konuştu:
- Bana Almanya ile ilgili bir soru sordun ya, dedi. İşte bunun için
onlar öyle. Biz böyle.
Ne sorduğumu anımsayamadım o an. “Ne sormuştum “ diye
diyemedim. Deseydim elini sallayarak uzun bir “ooooo!” çektikten sonra “ kime söylüyoruz.” Diyecekti.
Gülerek “ Hade hade yürü “ diyerek durumu geçirtirdim.
Netice mi?
Daha evvelini bilmem ama, o günden sonra aracımla giderken sağa ya da sola dönerken gerekli yerde sinyal vermeye başlarım “ dağ başında dahi olsam” vermeyenlere de…”