19 Şubat 2021 Cuma

 

 

 MEVLANA DA KİM YA?

 

 

-Niye öyle söyledin ki, dedi Cevat.

Sözde kendi aralarında sözlü idiler. Bir kır kahvesinde oturmuşlar sohbet ediyorlardı. Bir aralık Şule,

Mevlana der ki, dedi “Bir  insanın nasıl güldüğünden terbiyesini neye güldüğünden zekasını ve de akıl seviyesini anlarsınız.”

 Cevat sordu:

-Mevlana da kim ya?

“ Mevlana da kim ya!” sözü ile irkildi Şule.

  Geçen seneki bir derste öğretmeni tam iki saat sözcüklerin üzerinde durmuş, doğru ya da yanlış kullanılan bir kelimenin nelere yol açabileceğini örneklerle açıklamıştı

 “ Mevlana da kim ya?”

 Şule’nin kafasında bir sürü soru oluştu. Cevat’ın Mevlana konusunda hiçbir fikri yok muydu? Bu ismi hiç duymamış mıydı yoksa . Durum buysa bu bir felaketti. Böyle bir adamla bir ömür geçer miydi?

 Cevat, Mevlana’yı değersiz görüyor onu küçümsüyor muydu yoksa. Dünya’nın tanıdığı değer verdiği insanı… Yoo, bu olamazdı, olmamalıydı.

Bu sözde bir ironi de olabilirdi. Cevat kendisini küçük görüyor, kendince, aklı sıra sigaya mı  çekiyordu. Bu amaçla bu cümleyi kurdu ise bu da hoş değildi.

Sessizliği Cevat Bozdu.

-Hayırdır kız, daldın gittin?

 Şule:

-Benim bir ismim var, dedi.” İsmimle hitap edersen sevinirim.”

-Bu ne demek oluyor şimdi?

  Şule,

-Yaa, kusura bakma dedi, gözlüğünün camlarını silerken. Bir şeye canım şey oldu işte. Sen ne yaptın görüşmeyeli?

-Hiiç. Arkadaşlarla takıldık. Bilgisayarda oynadık. Sosyal medya falan işte. Zaman geçti.

-Geçen gün sana bir kitap tavsiye etmiştim. Aldın mı?

Yaa kızım sen aklını kitapla mı bozdun? Ben kitap falan okumam. Bu devirde kitapta ne arayıp da bulacağım. Google her şeyi getiriyor anında önüne.

-Diyorsun.

-Haa, bir mahsuru mu var?

Şule’nin sinirleri bozuldu. Gayriihtiyari güldü. Bardağındaki çayı içti bitirdi. Sordu:

-Ben sana mecbur muyum?

Cevat sözden bir anlam çıkartamadı.

Kaşlarını çattı. Sordu:

-Yani?

-Yani ne?  Karşımdaki düzgün cümle kurmazsa ben yanlış cevap verebiliyorum.

-…

-Yani derken neyi kastettin? Düzgün cümle kur. Hade!  

 Cavit isteği karşılık vermedi. Garsona seslendi:

-Oğlum baksana buraya.

Garson Cevat’tan yaşça büyüktü. Bu da Şule’nin gözünden kaçmamıştı. İki adımda yanlarına geldi garson Cavit cebinden para çıkardı, garsona uzattı.

-Şu karşıdaki köfteciden ekmek arası acı biberi bol köfte yapıp getir bana, dedikten sonra Şule’ye dönüp sordu:” Sana da söyleyeyim mi yavrum?”

Şule’nin içinden bir şey söylemek geldi

ise de garsonun yanında bunun yakışmayacağını düşündü. Başı ile “ yok” diye ,işaret etti

Cevat, karşılık vermedi sözlüsüne. Cep telefonunu çıkardı oynamaya başladı.

Saniyeler dakikaları kovaladı, bu arada köfte ekmek geldi. Cevat ekmeğini yerken de telefonunu ile oynamaya devam etti. Bir aralık Şule’ye döndü.

-Esin’in fotoğraflarını gördün mü? dedi.

“Film artisti ya da manken olacak sanki. Sen de o biçim fotoğraflarından birkaç tane koysana sitene,  Bakarsın biri keşfeder artist martist olursun.

Şule, cevap vermedi. Kalktı. “ Çıkalım mıartık” dİye sordu. .Cevat, “yok ya” dedi. Sen çık, ben bir bardak daha çay içeceğim. Biraz da Esen ile konuşurum.”

-Şule, ağır adımlarla yürüyerek  halasına gitti. Halası deli dolu bir kadındı. Oraya vardığında Bedia Akartürk’ün eski bir kasetinde yer alan türkülerini sonuna kadar açtığı teypten dinliyordu. Şule’nin gelmesinden etkilenmedi. Kasetin sesini kısmadı. Bu esnada Konyalım türküsünü söylemeye başladı Bedia Akartürk.Bu kasette yer alan son türkü idi. Halası hem oynadı hem de Şule’yi oynattı. Bu arada telefon çaldı. Yan komşu, teybin sesini biraz kısmasını rica ediyordu.

Teybi kapatan hala sordu:

-Hatırdır kız, sen bu saatte pek gelmezsin?

Şule cevap verdi:

-Özledim seni hala. İşin falan varsa gideyim hemen.

Ne işim olacak, iyi  ki geldin. Karnın açsa yumurta kırayım iki tane.

-Yok hala, dedi Şule. Karnım tok.

Şule oturduğu yerden kalktı. Halasının tam yanına oturdu. Cevat ile arasında geçenleri anlattı. Sonra da halasının gözleri içine bakarak:

-Koskoca adam Mevlana’yı tanımaz mı, dedi. “Düşünebiliyor musun hala  Mevlana da kim ya?” dedi bana. Böyle bir insanla ben nasıl beraber olurum?

-O zaman ayrıl.

- Onu çok seviyorum.

-O zaman devam et.

-Ama Mevlana da kim diyor. Mevlana’yı dünya tanıyor o tanımıyor. Bir insan bu kadar nasıl cahil olur? Hala bana bir aklı ver. Kafam çok karışık.

-Kızım bende akıl yok ki sana vereyim. Aklım olsaydı altı kere evlenir miydim? Gerçi onların üçüne kanun da insanlar da evlilik demiyor ama.

-Hala,  bugün yaptıklarını da söylediklerini de anlattım. Yol yakınken döneyim mi?

-Valla yani ne bileyim ne diyeyim evladım. Annen baban ne diyor bu işe?

-Annem de babam da bu oğlanın sözü söz değil, davranışı davranış değil diyorlar.  İpsiz sapsız sorumsuz biri gibi bu diyorlar. Onları tanıyorsun, bildiklerini gördüklerini söylerler son kararı bana bırakırlar.

Şule yumruklarını sıkarak ayağa kalktı. Tam bir şey söyleyecekti halasının telefonunu çaldı. Hala, kendisini arayandan cevap alamdı.  Bu durum üç kere daha tekerrür etti. Hala. “ Allah seni kahretsin” diye bağırarak telefonu fırlattı. Şule’nin soru sormasını beklemeden konuştu.

-İlk kocam. Bilmem kaç yıl oldu ayrılalı hala içip içip rahatsız ediyor beni. Telefon değiştiriyorum arayıp buluyor.

-!

-On dört yaşında kaçtım bu herife kız. Altı ayı bile bulmadan  da beni kapı önüne bıraktılar.  . Ailene dönemedim. Birkaç akraba falan araya girdi dedene haber verdiler, deden kabul etmedi. Ben de mecburen başka biri ile evlendim. Evliydi o, üç de çocuğu vardı. Beni hizmetçi gibi kullandı, sesimi çıkartamadım. Yıllarca kahrını çektim.

-Ne diyorsun sen hala? Ben bunları bilmiyordum.

-Ah Şule ah. Benim hayatım roman. Bir gün anlatırım sana.

-Gerçekten de on dört yaşında mı evlendin?

-Bunun bir evlilik olmadığını kapı önüne bırakılınca anladım. Aşk,meşk ah Şule!

-Şule halasına, halası Şule’ye baktı bir an. O bir anın ardından Şule halasına döndü. Ondan bir açıklama bekler gibi.” Mevlana da kim ya, diye sordu ben kitap okumam dedi, kendinden yaşça büyük garsona oğlum buraya baksana diye hitap etti, bana kızım yavrum gibi sözler söyledi dedi.

Hala, Şule’nin söylediklerine yorum yapmadı, akıl vermedi

-Haydi dedi, hala-yeğen dışarıya çıkalım, biraz dolaşalım sonra da sinemaya gidelim.

16 Şubat 2021 Salı

 

 

PERŞEMBENİN GELİŞİ 

 

Çılgınca bir işe girişti

Girişti sonunda zifiri karanlıkta

Aklını devre dışı bırakmıştı

 

Başarılı olma şansı da vardı amma

Donanımsızdı

Bir bilene de akıl danışmamıştı

Kendine amma da  güveniyordu ha!.

 

İlk adımda sendelediyse de uyanmadı

Uyaranları da takmadı

Düştü sonunda, kafasını kırdı.

Yazık oldu!

15 Şubat 2021 Pazartesi

  

KANDIRIKÇI  

Kandırmak hoşuna gidiyordu

Kendisini kandırıyordu oysa

Hakikati görmemek için bahaneler uyduruyordu

Hakikatlerle yüzleşmek

Her babayiğidin harcı değil tabi

14 Şubat 2021 Pazar

 

 

Addetmek : öyle  saymak, öyle kabul etmek

 ***************************************************

GÜLE GÜLE- HOŞ GELDİN

 

Çıkarları örtüşmüyordu çıkarları ile

Anlaşamadılar A ile B’de

Biri üzüldü, hayırlısı dedi

Öteki sinirlendi, küplere bindi

Açtı ağzını yumdu gözünü

Yetmedi karalar çaldı

Tehdit de etti

Üçüncü bir göz gözledi onları

Şahit olduklarını ölçtü biçti değerlendirdi

Kendini şanslı addetti

Kararını verdi

Birine güle güle dedi, ötekine hoş geldin.

13 Şubat 2021 Cumartesi


 

               BİRAZ BİRAZ CANLANDI

Dört saattir yatakta dönüp duruyor, zaman zaman saate bakıyor, her saate bakış sonrasında da  “ Bu ne geçmez zamanmış” diye söyleniyordu.

Saat 4.30’da “ Kalk artık” diye kızdı kendine. “ Kalk!”.

Emri biri vermiş gibi söylendi” Tamam ya!  kalkıyoruz ,işte. “

Zar zor kalktı. Kendini kötü, çok kötü hissediyordu. Bedensel miydi keyifsizliği ruhsal mı bilmiyordu. Bildiği tek şey kendini kötü hissettiğiydi.

Yatağın üzerinde bir süre oturdu. Elli saat de burada otursa yanına hiç kimse gelmeyecek kimse” Derdin ne? Ne oluyorsun? “ demeyecekti.

 Geçmişi düşündü bir an. Ailede dert çekmiş çok insan vardı. Onlardan medet umarcasına onları düşündü, onlardan birinin yaptığını yapmaya kalktı.

Elini yüzünü yıkadı. Zar zor da olsa ocağa çay koydu. Bu onu biraz olsun canlandırmıştı. Anneannesin böyle yaptığına çok şahit olmuştu. Bu esnada da bir bardak suyu yudum yudum içerek bitirdi.

Eskilerden kalan antika radyoyu açtı. Yine anneannesinin yaptığını yaptı. Doksan yaşını yaşadığı günlerde bile radyosunu açar hareketli parçaların çaldığı bir kanalı bulur, hareketli türküler şarkılar dinler zaman da olsa onlara eşlik ederdi.

Zor da olsa bir türkü kanalı buldu. Şansı da yardım etti, hareketli, eğlenceli türküler vardı. Bildiği türkülerdendi  bunlardan bazıları. “ Manda yuva yapmış  söğüt dalına” türküsüne  yüksek sesli eşlik etti. Bu, ona iyi geldi. Biraz canlanmıştı. Kendisini yarım sat öncesine göre daha iyi hissediyordu artık

Emmisi geldi gözlerinin önüne. Kalkınca yaptığı ilk iş kahvaltı yapmak olurdu. Canı istemese de birkaç lokma bir şey yer, birkaç bardak çay içerdi. “ Bu iyi oldu, biraz canlandım, kendime geldim” derdi.  Tertemiz bir bardakta içilen bir bardak çayı dünyalara değişmem vallahi” derdi keyifle.

Birkaç lokma bir şeyler yedi. Biraz daha canlandı. Amcası gibi kayif çayı da içmek geldi içinden.  Bardağını yeniden yıkadı. Bir bardak çay doldurdu. Salona geçip pencerenin kenarına oturdu. Şansı da yardım etti,  bir mucize gerçekleşti sanki” halasının çok sevdiği bir türkü “ Karaduta yaslandım/Yağmur yağdı ıslandım” türküsü çaldı, o da ona eşlik etti, canlanmanın yanında biraz da  keyiflendi.

Esnedi, gerinde hüpleterek bardaktaki çayı bitirirken çok çile çekmiş teyzesini anımsadı. Evi temizlediği bir günün sonrasında yine evi temizlemeye kalkınca bu işe şaşmış “ Daha dün temizlemedin mi bu evi sen teyzeciğim?” diye sormuş,  o da ona “Kendimi bu işe verince kafam dağılıyor” demiş “ Bu bana iyi geliyor. “ diye de eklemişti.

Bir bardak çay daha doldururdu. Salona dönerken salonun kapısında bir süre bekledi. Teyzesi gibi kolları sıvayıp salona bir el atmalı mıydı?

Uzaklardan bir ses, “ Aslan yattığı yerden belli olur şu salonda köpek bağlasan durmaz “ der gibi geldi ona.

Kolları sıvadı, “ ya bismillah” dedi salonu topladı. Salonu toplarken, belki de hayatını etkileyecek bir hadise de yaşadı.

Bir aralık balkona takıldı gözleri. Adını anımsayamadığı o saksı çiçeği balkonda unutulmuş, doğal olarak da yapraklarını dökmüş, boynunu bükmüştü. Kalan birkaç yaprak da dalından düşmek üzereydi.

Balkona çıktı, özürler dileyerek çiçeği aldı, banyoya götürdü, suladı. Sonra da salonun güneş gören en güzel yerine bıraktı. Bu çiçek için şu andan itibaren yapılacak şeyler belli idi. Gıdası verilecek canlanması beklenilecek ve dua edilecek

İyi düşündü. Kökü mutlak canlıdır dedi. Bir kaç gün sularsam konuşursam kendine gelecek ve yeşerecektir diyerek umutla baktı geleceğine. İyi düşünmek iyi geldi ona doğal olarak. Sevindi de “ iyi ki evi toplamaya kalktım, iyi ki balkona” baktım. Yoksa . yoksa kuruyup yok olacaktı zavallı.”

dedi. Bir çiçek de olsa zararın neresinden dönersen kardır diyerek ona yardım etmek ona iyi geldi. Kendini biraz, biraz daha canlı hissetti

Topladığı salona baktı. İçi açıldı. Oysa aynı salon yarım saat kadar önce içini karartmıştı.

Çok uzun bir aradan sonra topladığı salona alıcı gözü ile baktı. Salonu daha güzel, daha tertipli, daha albenili yapabilirim diye düşündü, kafasında bir şeyler tasarladı “ Kafasında oluşturduğunu gözlerinin önüne getirdi, iyi olacak diye düşündü, çocukça bir heyecana bile kapıldı.Bu tatlı heyecan  kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Tam bu esnada da büyük büyük babasının  bayıldığı bir türkü çalmaya başladı radyoda. “ Maden Dağı “

Ondan da çok şey öğrenmişti o. Zor geldiği ya da üşendiği için onun yaptıklarını pek yapmazdı ama yapılmasının iyi olacağından adı gibi emindi. 104 yaşında bile evde yalnız başına dahi olsa giyim kuşamına, öz bakımına dikkat ederdi rahmetli. Ayda bir kez mutlaka berbere giderdi. Güzel kokular sürerdi dışarıya çıkarken. Sokağa çıkmadan önce   en az on beş dakikasını ayna karşısında geçirir saçını başını düzeltir, giyim kuşamını gözden geçirir gerek görürse onlardan bazılarını  üşenmez değiştirirdi.

Dayısını hatırladı .86.yaş doğum gününde yaşını 43’e indirmiş, radikal kararlar almıştı

Geçmişini aklından silerek yaşama yeniden başlamış pek çok şeyi de başarmıştı. Mesela lüks sayılabilecek dairesinden çıkarak bahçeli bir göz gecekondu almıştı. Liseyi dışarıdan bitirmiş malından mülkünden bazılarını satarak bir vakıf kurmuştu. Hatta yeniden evlenmiş balayı için yurt dışına bile gitmişti.

Bir haftadır evden hiç çıkmamış , doğal olarak da iyice mayışmış, kendini de dağıtmıştı ama zorla yataktan kalkma sonrasında  yaptıkları ona iyi gelmişti.

Babasını da hatırladı. Zaman zaman evden kaçarcasına dışarı atardı kendini. “ Burada bir dakika daha kalırsam keçileri

kaçıracağım “ derdi.

Biraz dışarıya çıkıp dolaşırsam daha iyi hale gelebilirim diye düşündü. Bu düşünce ile harekete geçti. Temizce giyindi.  Giyinmeden önce de elini yüzünü kokulu sabunla yıkadı. Aynanın karşısında sağını solunu düzeltti Artık iyice iyiydi, yerlerde sürünen morali de adeta tavan yapmıştı.

 

6 Şubat 2021 Cumartesi

 

Pazar Hikayesi :

                         İMAM NİKAHI

Yazmak insanı rahatlatır sözünü çok zaman çok kişiden duymuşumdur. Hatta yıllar evvel gittiğim bir psikiyatrist de” Bu konudaki düşüncelerini yazarak bana ver.” demişti.

Birkaç gündür çaresizliği yaşıyorum. Aklım başka diyor fikrim başka. Doluya koyuyorum almıyor boşa koyuyorum dolmuyor. Bir girdabın içindeyim.

Çok sevdiğim, uğruna tüm ailemi elimin tersi ile terk ettiğim kocam dediğim adam “Bu perdeler niye yıkanmadı?” diyerek kapının önüne bıraktı beni. Çaresizliğimi gören yıllar yılllar öncesi benim yaptığımı yapan ve tesadüfen beni gören Mukaddes Nine de olmasa olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum da Mukaddes Nine’nin yanında ne kadar kalabilirim ki?

Her şey birkaç  ay önce başladı.

Canım Annem, bir yemek sonrası

-Biraz konuşalım mı seninle, dedi.

- Olur, dedim.

Babam, annemden çok farklı bir insan. Annciğim,sakin, dinleyen, söyleneni anlamaya çalışan biri.

Annem,

-Geçen pazartesi Altın Park’ta Cenap  ile uygunsuz bir şekilde görmüş komşulardan biri seni, diye konuya girdi.” Fotoğrafını da çekmiş ve de siz o kadar kendinizden geçmişsiniz ki bunun farkına bile varmamışsınız. Üstelik,okulda olman gereken bir saatte olmuş bu.”

Annemin söylediği doğru idi. Fotoğraf çekildiğine  göre elde kanıtı da vardı. Aslında bu konuya aylardır açmak istiyordum da bir türlü söyleyemiyordum. O an bir cesaret buldum, inceldiği yerden kopsun diye düşündüm ve

-Biz evleneceğiz dedim.

Annem, bir süre sustu. Masanın üzerindeki sürahiden bardağa bir bardak su aldı. Sudan birkaç yudum  içtikten sonra  tecahülü arif sanatına örnek vermek istercesine   bildiğini bilmezlikten gelerek sordu

-15 yaşında evlenilebiliyor mu?

-İmam nikahı diye bir şey var dedim.

Annem:

-Var da dedi, imam nikahı resmi nikahından sonra yapılır.

-Yaşamı boyunca imam nikâhı ile yaşayanlar da var, dedim. Örnek olarak aldığım ünlü bir sanatçıyı da kanıt olarak gösterdim.

Annem başka bir soru daha sordu.

-Peki, okulun ne olacak?

-Açık liseye gideceğim Cenap izin verirse. Okumaya devam edeceğim yani, dedim.

Annem,

-Bu konuyu biraz daha düşün dedi. Daha sonra konuşuruz.

Gülümsedi ve ekledi:

-Ben de şu durumumu bir atlatayım.

Bu konuşmadan sonra heyecanlı mı desem kaygılı mı desem zor günler geçirdim. Emindim, annem bu durumdan babama da bahsetmişti ama babamdan bu konu ile ilgili ima bile gelmemişti.

Baktım onlardan ses yok bir yemek sonrası anneme:

-Cenap’ın ailesi ne zaman gelsinler, dedim.

Annem, kitap okuyordu. Kitabı kapattı

-Mügeciğim dedi, “     Baban da ben de bugünlerde çok stresliyiz,  Ne yapacağımızı bilemediğimizden yanlış bir sözün nelere yol açabileceğini bilerek bir durum değerlendirmesi yapmaya çalışıyoruz. Birkaç gün sonra seninle ayrıntılı bir görüş alışverişinde bulunacağız. Ondan sonra bu soruna cevap versem olur mu?

Bu cümlelere verilecek cevap “ tamam” dan başka bir şey olamazdı. Ben de  öyle yaptım  ve de karalılığımı şu cümlelerle ifade ettim:

-Peki de şunu bilin anne ben Cebap’ı çok seviyorum ve de onunla evlenmeye kararlıyım. Onay verseniz de vermeseniz de.”

Cenap,  mahallemizden bir adamdı. Daha doğrusu annesi bizim mahallede oturuyordu o da zaman zaman gidip geliyordu. Annem de “ Bu Cenap da kim demediğine göre o da onu öyle ya da böyle tanıyordu. Daha da ötesi teyzem ile aynı binada oturuyorlardı.

Bu olayın ertesi günü pazardı. Babam, “ Öğleden sonra baba kız biraz dışarıya çıkalım mı? “dedi. Amacı aşikardı. “ olur       dedim.

 Annem de bizimle gelmek istedi. Babam da ben de karşı çıkmadık.

Altın Parkta yarım saat kadar tek bir kelime etmeden yürüdük. Daha  sonra babamın önerisi ile   kafelerden birine girdik. Birer çay söyledik.

Çaylar geldi. Babam, lafa girişti. Benim duygularıma aldığım karara saygı duyduğunu yumuşak bir ses tonu ile söyledikten sonra, “ Baban olarak sana önce Cenap hakkında  bazı şeyler söylemek istiyorum “ dedi.

Anlamıştım, babamın söylemek istediklerini. Durumundan ve geçmişimden bahsedecekti. Atıldım:

-Cenap  bana her şeyi anlattı, dedim. “Şu anda evli ancak boşanacaklar. Üç çocuğunun velayetini de boşanacak olduğu karısına verecek Geçmişte bazı hatalar yapmış bazı kötü alışkanlıklar edinmiş ancak bunların hepsini bırakmış. Evet şu anda belli bir işi yok ama “ Ne iş olsa yapar sana gül gibi bakarım” diyor. Ben bunu da yapacağıma inanıyorum.

Babam, birkaç kez yutkundu:

-Defalarca  kavgaya karıştığını göz altına alındığını  adam yaralamaktan hapis yattığını da biliyorsundur inşallah. Üç kez de imam nikahı ile beraberlik yaşadığını.

Babamın sözünü kesitim.” Bunları da biliyorum “ dedim. Başka şeyler de yapmış hepsini bana tek tek anlattı.

Kısa bir sessizlik oldu masada. Sonrasında annem:

-Yavrum bak, dedi “Liseyi üniversiteyi bitirmiş olsan bir derece şey yaparız ama  bu yaşta böyle bir evliliğe onay vermemiz mümkün değil anne baba olarak.

Ayağa kalktım.

-Siz bilirsiniz dedim.” Ben dediğimi yaparım. Cenap’ı seviyorum ve de onunla evleneceğim.

-Kızım evli o.

-Boşanacak.

-Sen daha çocuksun.

-Sen de benim yaşımda evlenmişsin.

Babam,

-Otur, dedi.

Oturdum.

 Babam da annem de ne söyleyeceklerini bu sorunu nasıl çözeceklerini bilemiyorlardı. Ben de o an kararımı verdim. Kaçacaktım. Onlar da bu durumu kabul etmek mecburiyetinde kalacaklardı.

Canım babam:

-Hiç olmazsa lise eğitimi bitirinceye ya da 18 yaşına kadar  kadar bu evlenme işini kafandan atmanı rica ediyorum. dedi ve devam etti: “Bu zamanda senin Cenap’la görüşmeni engelleyemem senden tek isteğim  geri dönülmez yanlışlık yapma. Lise yi bitir, 18 yaşına gel ondan sonra halen sevgin devam ediyorsa vereceğim kararda seni destekleyeceğiz.

Babam anneme döndü:

-Öyle değil mi?

Annem de

-Elbette dedi.

Bu toplantıdan üç beş gün sonra,Cenap

-Beni canından da çok sevdiğini söyledikten sonra, “ Evlenince  yaşayacağımız evi tuttum,” dedi.” Dayadım döşedim. Görmek ister misin?”

-İstemez olur muyum, dedim.

Gittik. Şehrin en itibarlı semtlerinden birinde bir  daire idi. Gerçekten de dayanmış döşemişti. O gün benim de doğum dünüm idi. Bu sürprizi benim için yapmış. Çok uygulandım, çok sevindim, onu çok sevdim daha çok bağlandım. “İşin gücün yok, Bu nasıl  oldu diye sormak aklıma dahi gelmedi. Keşke gelseydi.”

-Sana bir sürprizim daha var kabul edersen, dedi.

O gün orada imam nikâhı kıydık.

Beraberliğimin üçüncü ya da dördüncü haftasında yaşamımın hiç unutamayacağım  dakikalarını yaşadım. Beni evine götürdü. Karısı ile tanıştırdı.ve sonrasında ne mi söyledi?

“Bundan böyle bu evde yaşayacağız sen

 ben karım ve çocuklarım.

Bizim evimiz var, diyecek oldum, lafı ağzıma taktı.

-Ne evi lan. Orası balayı günleri için ayarladığım bir yerdi. Bende o kadar para ne gezer aptal.”

İtiraz etmeye kalkıştım,

-Sen bilirsin, dedi. Kapıyı işaret ederek,” Ya burada beraber yaşayacağız ya da anın evine gideceksin ya da başka bit yere Kapı açık.

Ben bunu hak etmemiştim.

Orada ben Cenap karısı ve çocukları beraber yaşamaya başladık.

Annemlere durumu söyleyip yardım istemeyi de onuruma yediremediğimden  benim kaderim de buymuş deyip orada yaşamaya  başladım. Annem babam beni burada burkamazlar diye düşünüyordum  ama onlardan da hiçbir girişim olmuyordu. Arayıp sormuyorlardı. Belli ki çok kırılmışlar, küsmüşler, belki de biraz burnu sürtsün diye düşünüşlerdi.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmem Nezahat Abla ( Cenap’ın  resmi nikahlı karısı) birkaç günlüğüne köyüne gitti.)

Bir akşam, filmlerde gördüğüm bir  ortam yarattım. Konuştuk da bu ortamda Cenap ile

“ Ben kimseyi sevmem” dedi.  “ Seninle tanıştık baktım benden hoşlandın seviyorum meviyorum “ dedim karşılık verdin. Seviyorumun ötesine gitmek için “ evlenelim “ dedim baktım dünden razısın canıma minnet “ dedim ben de dedi.

Bundan daha da kötüsünü ertesi gün yaşadım. Sabah evden çıkarken “ Şu perdeleri yıka” emrini vermişti.

Gece yarısına doğru gelince bir yüzünü daha gösterdi Cebap. Hiç beklemediğim bir anda “ Bu perdeler niye yıkanmadı” diye öyle bir tokat vurdu ki neye uğradığımı şaşırdım. Annem de babam da  bırak dövmek seslerini bile yükseltmemişlerdi bana karşı.

Hava soğuktu. Kar da yağıyordu. Sanırım, biraz sonra yalvar yakar olur ben de ona nasıl yufka yürekli iyi bir insan(!) olduğunu göstermek için içeri alırım diye düşünerek “ Benim sözümü dinlemeyen biri benim karım olamaz” diyerek ve de döverek kapının dışına attı beni.

Ben çaresizlik içerisinde ağlayarak sağa sola bakınırken karşı evin  penceresinin camının tıklatıldığını fark ettim. Mukaddes Nine, o tarafa döndüğümü görünce pencereyi açtı “ Gel, gel talihsiz  yavrum buraya”  dedi.