28 Nisan 2013 Pazar

ÇAYLI SOHBET


—Çayını içsene, soğudu.

—Kusura bakma. Hiç canım istemiyor.

—Vallahi olmaz. İçeceksin.

—Israr etme.

—Ne demek ısrar etme. Senin için demledim ben.

—Sağ ol da, dedim ya hiç içesim yok.

—Canını sıkan bir şey mi var senin?

—Aslında belli bir şey yok.

—Öyleyse?

—Ne bileyim işte, hani derler ya iyi de değilim kötü de değilim.

- ( Bir yudum alır) Oh be, vallahi elime sağlık, çay da pek güzel olmuş, elime sağlık.

—Afiyet olsun.

—Haydi, götür sende.

—Biraz soğusun, belki sonra.

—Canım çay soğuk içilir mi, haydi.

—Dedim ya biraz sonra.

—Madem öyle peki. Ya, takma kafana gülden başka diye bir söz vardır ya. Kötüyü at bir tarafa, iyiyim de iyiyim. Bak bana.

—Maşallah…

—Ha işte. İyiyim de sana da maşallah diyelim.

—Şimdi demiyor musun?

—İyi de değilim kötü de değilim diyene maşallah denir mi? İyiyim diyeceksin; kötü de olsan iyiyim diyeceksin. İyiyiyim dersen iyi olursun.

—Öyle de, bazen de denilmiyor işte.

—Dersen denir. Sahi ya, senin o boşanma işi ne oldu?

—Karara kaldı.

—Canım. Tabi ondan böylesin değil mi?

—Yok yok, hiç düşündüğün gibi değil. O işi bitirdim kafamda ben.

—Yeme şimdi beni.

—Anlamadım?

—Yeme beni diyorum yeme. O işi sen bitiremezsin. Öyle dersin dilden de gönülden nanay…

—Yok, yok öyle değil.

—Bak ben ikinciyi dolduracağım. Haydi.

—Dedim ya, canım pek istemiyor.

—Haydi, anlat biraz.

—Ne anlatayım?

—Canını sıkanı.

—Vallahi hiçbir şey canımı sıkmıyor. Yok, yok yani canımı sıkan bir şey.

—Bak dinle beni.

-…

—Anlat… ra-hat-lar-sın. Sonra da keyfin yerine gelir, götürürsün malı.

—Ne diyorsun sen ya?

—Ne oldu şimdi? Niye yükselttin sesini.

—Yani ne demek istiyorsun sen “şimdi götürürsün malı” diyerek.

- Oo

-…

—Ben, götürürsün malı diyerek espri yollu önündeki çayı kastettim de sen ne anladın?

—Bana müsaade etsen artık diyorum.

—Ellerimle demlediğim çay, böyle mi kalacak?

—Hiç içmediğimiz yer mi be dostum. İnan bugün canım hiç istemiyor. Hem ben buraya çay içmeye değil, iki çift laf etmeye geldim.

—Otur, otur attırma benim kafamın tasını. İki çift lafsa iki çift laf. ederiz eyvallah.

-Yaaaa, kalkayım ben.

-Mümkünatı yok bırakmam. Neyse anlatacaksın derdini. Bilirin ki buraya destursuz gelinir ama destursuz kalkılmaz. Kalkılırsa da o dostluk biter.

—Yani, şu şey huyundan bir türlü vazgeçemedin be. İnan bazen hiç çekilmiyor.

-…

—Ne demek yani destursuz gelinir de destursuz kalkılmaz. Konuşası varsa da konuşası yok oluyor insanın. Yani bak mesela çay işi.

—Yanındaki saksıya dök onu, yenisini dolduracağım. Ben dördüncüyü götürüyorum.

—İçmiyorum.

—İnsan zehir olsa içer.

—Kardeşim ben içmiyorum.

—Ama ben bunu kendime hakaret telakki ederim.

—Niye?

—Ne demek niye?

—Ben şu dakikalarda burada bir şeyler yiyip içmek zorunda mıyım?

—Evet!

-…

—Seni adam yerine koymuşuz, bir şeyler ikram edelim diye çay demlemişiz.

—Bana sordun mu çay demleyelim de içelim diye?

-…

—Madem bu kadar alıngansan bu konularda işe girişmeden icazet isteseydin.

-…

—Çay demlesem içer miyiz deseydin.

-…

—Hem sen bana az evvel ne dedin?

—Ne dedim?

—Sesini yükseltme Yüksel. Evet, söyle bakayım ne dedin?

—Hatırlamıyorum.

—Şimdi ben sana hatırlatacağım.

—Sen kalkıyorum demiştin az evvel.

—Şimdi de kovuyorsun yani.

—Sen de görüyorsun hava tatsızlaştı, şimdi art niyetsiz başlayan sözlerimiz her şeyi tadından yenmez yapacak. Böyle bir hava seziyorum.

—Bunu ben mi yarattım? Çay çay diye ben mi tutturdum?

—Ayfer tamam.

—Destursuz gelirsin ama destursuz gidemezsin diye ben mi tehdit ettim.

—Tamam dostum. Amacını aşan sözler olarak kabul et.

—İki çift laf etmekten başka gayesi olmayan bir insana seni adam yerine koyduk diyen ben miyim?

—Tamam dedik ya Ayfer. Belli ki bugün patlamaya hazır bir bombasın.

—Ben!

—Bak sustum. Daha ne yapayım. Sus-tum.

Yüksel de uzatmadı. Tatsızlık bitti.

,,,,,,

GÜZEL SÖZ: İnsanların cümlelerine hakim olabilmesi için konusuna hakim olması gerekir.( Lioyd George)

16 Nisan 2013 Salı




SELÂM


— Selamünaleyküm, dedi.

Kımıldandılar.

—Ve aleykümselâm, dediler.

Bıyıklı olanı tanıyordu geleni. Hafifçe kalkar gibi yaptı:

— Şöyle gel, dedi.

Yan masadaki boş sandalyelerden birini çekti.

— Rahatsız etmeyeyim, dedi gelen adam. Şöyle geçiyordum da, sizi gördüm bir merhaba diyeyim dedim.

—Yok canım, o ne biçim söz, dedi gelen adamı tanıyan. Tuttu kolundan, çekti oturttu.

Oturunca, tanıştırdı masadakilerle.

Karşılıklı nezaket sözleri saffettiler tanışanlar.

— Bir çay daha buraya, dedi Selahattin.

Selahattin bıyıklı olandı.

***

- Serbüleeeent!

-

Timuçin’di seslenen. Yoldan geçen fötr şapkalı adama sesleniyordu:

Durdu; döndü fötrlü adam. Sağına soluna bakındı. Sesin ne yandan geldiğini çıkartamamıştı.

Tekrar seslenince çıkarttı... Sesten yana baktı gördü sesleneni, güldü. Eliyle selâm verdi.

Serbülent saatine baktı. Zamanı müsaitti. Beş on dakikalığına da olsa gidebilirdi seslenilen yere.

Gitti de. Başını belli belirsiz indirdi kaldırdı. Öyle selâm verdi masadakilere.

— Bir çay daha buraya dedi Selahattin...

***

Telaşla yerinden kalktı.

— Müsaade bana beş on dakika, dedi. Şeye gideceğim de.

Mehmet Ali’ydi konuşan.

Alelacele gitti...



Uzaktan görmüştü. Kendilerinden yana doğru geliyordu. Feyzullah’la karşılaşmak... Böyle bir

ihtimal dahi Mehmet Ali’nin tüylerinin diken diken olmasına kâfi gelirdi her zaman.

Selahattin’in çayı bitmişti. Seslendi:

—Bir çay daha buraya...

***

Eliyle “gel” diye işaret etti Timuçin.

Biraz ötelerinde durdu dolmuş. İki adam indi, bir kadın. Adamlardan birinin adı Metin’di. İki

çanta vardı elinde. Onlardan birini yere bıraktı. Soluklandı... Terini sildi boşta kalan eliyle.

Sonra, çantayı tekrar aldı, yürüdü. Kahvehanenin önünden geçecekti. Her zaman öyle yapardı

zaten. Durakta iner, kahvehanenin önünden geçer, evine giderdi.

Kahvehanenin önüne varmasına az bir zaman kala gördü Selahattin’i. Durdu... Başını hafifçe

yukarı doğru kaldırıp kaşlarını çattı. Ağır ağır döndü. Yürüdü... Arka sokağa dalıp,

kahvehanenin arkasından gidecekti bugün evine...

Selahattin:

— İçeriz içeriz, dedi.

Çaycıya döndü:

— Çayları tazele dostum.

***

Özel oto hemen önlerinde durdu. Kapısı açıldı.

— Şunlara bak be, de direksiyonun başındaki adam. Ağızları açılsa işimiz var derler işiniz neymiş gördük işte

Masadakilerin hepsi kımıldandı.

— Nerden çıktın böyle, dedi Selahattin.” Gelsene.”

— Gel gel, dedi Mehmet Ali. Allah aşkına gel.

— Bundan iyi iş mi olur, dedi Timuçin.

-Yaaaa, ya dedi, adam. Çekti kapıyı.

Trafik tıkanmıştı, kornalar çalışıyordu.

Kornaya bastı adam. Selâmladı masadakileri. Hareket ettirdi aracını.

— Bunun şerefine birer bardak içilir, dedi Selahattin ve seslendi: ”Tazele çayları... Birer çay daha buraya.”

***

14 Nisan 2013 Pazar

KARIŞIK ŞİİR




Boşa dememişler bellemenin yaşı yok

İtiraf etti işte

Bildi bileli kendini

Sıfıra sıfır elde var sıfırmış her konuda

Dönmüş durnuş yaşamı boyunca

Bir arpa boyu yol kat edememiş

Sıfıra sıfır elde var sıfır

Bir şey eksik de ne?



Saçı ağartmış değirmende

Bel de bükülmeye başlamış hafiften

Baston da yardım umar olmuş artık

Göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş ömür

Ama, onun kitabında

Yazmazmış yok diye bir şey

Hak ne ederse iyi eder,

Bakalım ne eder?



Dün, hindi gibi düşünen çocuk

Acıtmış içini

Dayanamamış, gitmiş, sormuş

— Hayırdır bu ne iş

Bu yaşta gemilerini mi batırdın Karadeniz’de uşak…



Anlamış mı anlatmış mı bir şeyler çocuk

Anlamamış pek

Çıkmış aklından da

Bir sorunu mu varmış

Yoksa bir projesi mi ne

İyi düşünüp iyi karar verirse

Meseleyi halletmiş demekmiş

Akıl sorsaymış uşak

Verecekmiş cevabını bolca amma

Zamane çocuğu işte

Aklı ne etsin?



Bizimkinin kafasına bugün dank etmiş,

Köftehorun dedikleri,

Meseleyi döküvermiş önüne sanki

Sorguya çekmiş çaktırmadan

Suallerine cevap aramış

Sorun “Neymiş de

Sorunu “Nasıl, nerede ve ne zaman” halledebilirmiş de

Bu sorunu “Neden?” halletmeliymiş de

Sorunu halletmek için Kim ya da kimlerle iş birliği yapabilirmiş de

“Mişini muşunu” sevsinler.



Önünde bir sorun vardı belli

Çocuk oyuncağı görüyordu sanki

Kestirip atacaktı bugün yarın da,

Keratanın çaktırmadan söylediği sorular takılmıştı aklına

Ne?

Ne zaman?

Nasıl?

Nerede?

Neden?

Kim ya da kimlerle?