29 Temmuz 2010 Perşembe

TEZCAN

Kıyamet kızılağaçlar dibinde koptu
Oysa
Güzel başlamıştı gün, pür neşeydi herkes
El ele diz dize olanlar vardı
Müsamahakârdı herkes
Ayşe Lev Nikolayeviç Tolstoy’u okuyordu
Mehmet Kaygusuz Abdal’ı dinliyordu
Yiyecekler, içecekler mübadele ediliyor
Garibanlar kollanıyordu gizliden gizliye.

Kıyamet kızılağaçlar dibinde koptu
Munafıkın biri ateşleyiverdi fitili

Tezcan,
Ona uymak yakıştı mı sana?
Bak, çekildi arenadan
Seyrediyor karşıdan…

27 Temmuz 2010 Salı

KIPKIRMIZI OLDUM BE

- Kim idi?

- Bırak Allah’ını seversen:Deli mi ne...

- Tutturdu...Öp bakalım.

- Ne?

- Nasılsın yavrum? dedim.

- Eeee...

- Teşekkür ederim Abdülgani amcacığım,nasıl olayım işte,siz nasılsınız? dedi.

- Hıı?

- Gözlerinden öperim, dedim.

- Haaa?

- Gel öp bakalım dedim,dedi.

- Aaaaaa

- Şoke oldum yahu...Kıpkırmızı oldum be...

***
- Canını sıkan bir şey var.

- Yooo

-Yooo deme de anlat hadi, ne oldu?
...
- Lütfen

- Öğleyin
...
- Şöyle güzel bir döner yaptırdım kendime; bir büyükçe bardak da ayran aldım yanına.

- Eeee

- Tam yemeye başlarken yanı başımda bir ses:”Selâmünaleyküm”
...
- Aleykümselâm dedik .

- Malumdur, âdettendir, buyur ettik.

- Eeee
...
...
- Buyurdu

- Ne?

- Seni kıracağıma develerin bilmem neyini kırarım dedi, buyurdu.
...
- Gözlerimin içine baka baka, sildi süpürdü masadakileri
...
- Hani buyur etmek âdettendir de, şey yapmakta âdettendir yani...
...
- Şoke oldum yahu. Kıpkırmızı oldum be...

***

- Bugün arkadaşlardan biri geldi. Baktım sıkıntılı, neyin var, dedim.

- Eeee?

-Yahu kardeşim,dünyada adam kalmamış, dedi

- Derdi neymiş?

- Geçen gün bilmem neren bilmem ne makinesi almış da...
...

Paranın bir kısmını az bir kısmını,vermiş;geri kalanını da vade yapmış ama satıcı ille de

kefil diye tutturmuş. Kefili getir mal al demiş.

- Ne var yani şimdi bunda?

- Buna canı sıkılmış.

- Niye?

- Çalmadığı kapı kalmamış.

- Bu devirde de kefil bulmak zor hakikaten Kimsenin...

- Efendim?

-Yani kimsenin kimseye güveni kalmadı diyorum.

- Haaa...

- Eeee?

Neyse,falancaya gitseydin dedim,gittim dedi. Filancaya gitseydin dedim gittim dedi.

- Senin anlayacağın kefil olmak istememişler pek. Duyunca bunları kızdım tabii. Ne yalan söyleyeyim birazda hava atmak için,yanımda arkadaşlar da var.”Senin gibi adama kefil olunmaz mıymış”dedim gururunu okşamak için.
...
- Ben böyle söyledikçe ezildi büzüldü tabii.”Sağ ol ağabey”dedi.
...
- O öyle söyledikçe ben açıldım; ben açıldıkça o ezildi büzüldü...
...
-Yahu öyle bir konuşmuştu ki baştan; kefili bulmuş gibi gelmişti bana.
...
- Sen yabancı değilsin, bana gelseydin dedim sonunda. Niçin ona buna gidiyorsun dedim. .Celâllendim aklım sıra bana gelmediği için.
...
...
...
- Ben de böyle söyleyeceğinizi bildim size geldim ağabey, demesin mi?
...
- Sorma yahu..Çıkarıp uzattı kağıtları önüme.. Hayır,arkadaşlar bari olmasaydı yanımda...
...
- Şoke oldum yahu...Kıpkırmızı oldum be...

***

- Tüh be...Vay be... dediğini duyunca,dayanamadım gittim yanına:”Hayır ola?”dedim
...
Sen misin Abdülgani Bey? Gel şöyle otur hele biraz, dedi.
...
Hayır ola dedim tekrar.
...
- Sana ne Abdülgani Bey demesin mi?
...
- Ş oke oldum yahu . Kıpkırmızı oldum be...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

TÜRKÜ BİZİM ÖZÜMÜZ




ORDU’NUN DERELERİ

Kadir Üstündağ- Ordu

Ordu’nun dereleri
Aksa yukarı aksa
Vermem seni ellere
Ordu üstüme kalksa
Sürmelim aman

Oy Mehmet’im Mehmet’im
Sana küstüm demedim
Beni sana geçmişler
Vallahi ben demedim
Sürmelim aman

Ordu’nun dereleri
Kara yosun bağlıyor
Kalk gidelim sevdiğim
Annem evde ağlıyor
Sürmelim aman

Oy bağlamam bağlamam
Zerdali dalı mısın
Garip garip çalarsın
Benden sevdalı mısın.






HEKİMOĞLU

Ordu/ FATSA - Derleyen: Ümit TOKÇAN

Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım da narinim kendi neslime

Hekimoğlu derler ufak bir uşak
Bir omuzdan bir omuza narinim on arma fişek

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu dediğin de narinim aslan yürekli

Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye Fatsa bir oldu da narinim baş edemedim

Ünye Fatsa arası Ordu da kuruldu
Hekimoğlu dediğin de narinim o da vuruldu





GİNE YEŞERDİ FINDIK DALLARI

Ordu


Gine yeşerdi fındık dalları
Acep ne olacak yarin halleri
Dalgalanıyor pembe şalvarı

Kız allan pullan gel gel yanıma
O beyaz kollarını dola boynuma

Tabya başında üç kız yan yana
İçlerinden biri göz etti bana
Nur olsun seni doğuran ana

Kız allan pullan gel gel yanıma
O beyaz kollarını dola boynuma







ATEM TUTEM MEN SENİ

Atem tutem men seni
Şekere katem men seni
Ağşem baben gelende oy
Öğüne atem men seni

Ev süpüre toz ede
Hemame gide naz ede
Sevdiğini görende oy ( El ayağı kir içinde oy)
Altten altten göz ede ( Yıkamam diye naz ede )

Hop hopun olsun oğlum
Gül topun olsun oğlum
Sırali kavak dibinde oy
Toyluğun olsun oğlum

Oğlan oğlan oğ getir
Otur selamet getir
Anan pilav pişirdi oy
Yığ yoldaşların getir

24 Temmuz 2010 Cumartesi

ET ve LEVENT


Kâh yürüyorlar kâh duruyorlardı. Konuşuyorlardı:

- Ne oldu?

-Yok bir şey.

- Var var sen bozuldun bir şeye.

- Yok canım niye bozulacağım ki?

- Bozuldun,böyle değildin gelirken.

-Yok bir şey dedim ya

- Beni kandıramazsın,var bir şey.
...

- Haydi söyle

- Bir şey yok ki ne söyleyeyim.

- Uğraştırma beni
...

- Annem mi?

- Uzatma lütfen

- Tabii ya... Tahmin etmeliydim, ne söyledi?

- Saçmalıyorsun ama.

- Bakkala gittim ya, o zaman yetiştirdi değil mi?
...
- Ne söyledi?

- Bir şey mi söylemesi gerekiyordu?
...
...
- Bak kötü yemin veririm.
...
- Bizi dinlemiş değil mi?

- Ne?

-Tuncay’la konuştuklarımı dinlemiş diyorum.

- Bilirsin ki annen böyle bir şey yapmaz.

- Hem söyledi hem de “söyleme sakın”diye sıkı sıkı tembihte bulundu değil mi?

- İyice saçmaladı ama.

-Şunu kesinlikle bilmeni isterim ki abartır.”Söylediklerim kelimesi kelimesine doğrudur der ama değildir.”
...

- Mevzu kazıktan açılmıştı.

- Boş ver istersen ha.

- Yooo,boş ver olmaz. Konunun aslını bilmelisin ki bana hak veresin.
.......

- Evet evet kazıktan bahsediyorduk o ara. Kazıktan mazıktan söz ederken, Tuncay,bir aralık:”Bana öyle bir kazık attı ki dedi senin için.

- Benim için? Tuncay dedi ha? Ne kazığı atmışım ben ona?

- Bende yalan yok O öyle söyleyince bende,atar dedim.
...

-Buna mı bozuldun?

-Söyler misin bana lütfen, ne kazığı atmışım ben ona?

-Ne bileyim canım işte, sizin bir ev işi mi varmış ne ...

- Bizim bir ev işimiz falan yoktu ama, onunkinden bahsediyorsan o başka.

- Ha işte
...
- Sözde seni anlar diye götürmüş ya, götürmüş de baktırmış ya.

- Ne olmuş o eve?

- Hiiiiiiç...

- Ne demek hiiiiiç?

- Bilmiyormuş gibi “Ne olmuş o eve?” diye soruyorsan da.

- Ne demek istiyorsun sen?
...

- Eve baktıktan sonra,” Bu ev sana yaramaz Tuncay “demedin mi?

- Bu paraya bu ev pahalı dedim. Bu parayla daha iyi bir ev alabilirsin dedim.

- Ona gelince pahalı sana gelince ucuz ha

- Anlamadım

- Neyse bunu boş ver de şimdi sen, neye bozuldun onu söyle sen bana.

- Ne demek ona gelince pahalı da sana gelince ucuz?

-Takma kafana...Ayıp da olsa, olur böyle şeyler her zaman. .Olmasa iyi olur tabii ama oluyor

işte.

-Açık konuştuğumu bilirsin, onun için de bu şekilde konuştuğuma bozulmamışsındır

herhalde.

-Yani şimdi o evi ben mi almışım?

- Olur böyle şeyler dedim ya.

- Peki niye taşınmıyorum o zaman? Niye boşu boşuna elin evine o kadar para veriyorum?

- Sorduğun soruya bak, soğusun arası diye bekliyorsun.

- Delisiniz siz be...

- İnan şikayet olsun diye söylemedi, aklına kötü bir şey gelmesin ha.
...-

- Bilirsin o böyle şeyler önem vermez.

-Tamam tamam kapatalım konuyu. Ne söylesem boş şimdi.

- Zaten ben de öyle söyledim.”Ne dersek diyelim boşa artık,onun için kapatalım konuyu

Tuncay.”dedim.”Ne de olsa arkadaşımızdır , hakkında ileri geri konuşmak,hele hele gıyabında

konuşmak hiç de doğru değil.”
...
...
-Fakat o ara ne oldu bilmem bırak o ....... dedim

-...

-Buna mı bozuldun yoksa?

-Yok canım

- Peki neden sesini yükseltiyorsun?

- Sesimi falan yükselttiğim yok benim

- Çocuk mu kandırıyorsun?
...
- Sesini falan yükselttiği yokmuş...
...
...
...
Ne zaman size gitmek için beraber çıksak,son zamanlarda yani,”Önce anneme uğrayalım”

dersin;bende olmaz demem değil mi?

- Ne yapalım yani kadıncağız merak ediyor, hanım da burada olmayınca aç kalacak sanıyor beni . İşten çıkınca kendisine uğramam için ant veriyor, fena da olmuyor ama değil mi? Yoksa buna mı bozuluyorsun diyeceğim ama şimdiye kadar bir şey söylemedin.

-Ve sen her zaman daha kapıda...
...

- Sahi bir türlü aklım almıyor, niye öyle söylüyorsun?

- Ne söylüyorum?

- Anneciğim,işten çıkınca şöyle güzel tarafından bir kaç kilo kuzu eti alayım sana diye düşünüyordum ama unuttum ;neyse bir dahaki sefere getiririm de, sen de güzel bir yufka yaparsın,yeriz ertesi gün beraber.
...
- Şikayette bulundu ,böyle böyle dedi de almıyor dedi ha?
- Hayır efendim şikayette falan bulunmadı, bulunmadı ama benim dikkatimi çekti işte.
...

- Kadıncağız diyor mu ki sana bir dahaki sefere bana gelirken kuzu eti al diye?

- Ne diyorsun sen be?
...
- Diyor diyor da almıyor diye şikayet etti ha

- Değil dedim ya

- Paran var mı diye sordun mu?
...

- Benim için değil, onun için diyorum.

- Ben ne diyorum sen ne diyorsun

- Canı kuzu eti istiyorsa gitsin alsın efendim.

- Bağırma!

- Ona verdiğim para ile birkaç kilo değil yüz kilo kuzu eti alınır.

- Saçmalıyorsun ama.

- Diyormuşuz da almıyormuşuz ha, lafa bakın be...

O andan sonra sustular; varacakları yere varıncaya kadar konuşmadılar.

22 Temmuz 2010 Perşembe

ATA VASİYETİ


Topla derdi dedem topla bilgiyi
Doldur hazinene, doldur da bekle
Yunus gibi sen de sabretmeyi bil
Gelince zamanı süzülür onlar…


Süsle derdi dedem, bilgini sözle
Başını dikme hiç, eğ onu sen de
Veren ellerini kapatma asla
Kapalı elleri açanlardan ol.

Gün bugünkü değil unutma asla
Dünyada kalacaktır hoş bir seda
Kime de kalmış ki bu koca dünya
Gününü gün et , adam gibi ama!

20 Temmuz 2010 Salı

SÖZLÜK DAĞARCIĞIMIZI ZENGİNLEŞTİRELİM Mİ?

ek-fiil
İsim soylu kelimeleri yüklem yapan ya da basit zamanlı fiilleri birleşik zamanlı halse dönüştüren eklere verilen ad
birçok
Müteaddit, oldukça çok
herhangi bir
Belli olmayan (bir şey)
makul
Uygun, elverişli
öge
Birleşik bir şeyi oluşturanlardan her biri
materyal
Malzeme( yazılı, görsel, sözlü)
her
Önüne geldiği ismin benzerlerini de kapsayacak biçimde genelleştiren bir söz ( her adam)
ya da
Seçenek belirten bir bağlaç
bir
Aynı, benzer
belki
İhtimal, olasılık
mesela
Söz gelişi
kompozisyon
Ayrı parçaları bir araya getirerek bütün oluşturma
hem
Bir kişiyi uyarmak için, özellikle, zaten gibi anlamlarda kullanılan bir söz
hale
Ay'ın çevresinde görülen ışık halkası
plan
Bir işin gerçekleşmesi için yapılan tasarım, izlenecek yol
Fransızca
Fransada kullanılan dil ( Hint-Avrupa dil ailesinden)
söylemek
Düşündüğünü söz ile ifade etmek
o
Hakkında söz edilen, anılan
bir kaç
az
herkes (her+kes)
İnsanların tümü
avurt satmak
Beceremeyeceği şeyleri sanki becerecekmiş gibi konuşmak
dil bilgisi
Bir dilin kurallarını saptayan ve inceleyen bilim
lazım
gerekli
baştan savma
Üstünkörü, özen göstermeden, gelişigüzel
güzergah
Yolüstü uğranılacak yer, rotaal birini vur ötekine
al birini vur ötekine
Hiçbiri işe yaramaz
aklı kesmemek
anlayamamak
temize çıkmak
aklanmak
bismillah
Besmele, esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adı ile
arızi
Sonradan gelen, geçici
bab
Münasip, uygun,denk, eş, kap, kapı

19 Temmuz 2010 Pazartesi

B PLÂNI


- Şikayeti geç, dedi çocuk.
Parkta biraz dertleşmişlerdi


Adam, burnunu çekerek:
- Nasıl yani, dedi.
- Şikayet etmekle sorun çözülmez diyorum.
- Bak hele büyümüşte küçülmüşe, eeeee…
- Reçeten nedir, B plânın nedir?

Bir an, uzakta bir yerlere baktı adam.
Reçetenin ne demek olduğunu anladı da,
“B plânı” da ne demekti ki?

18 Temmuz 2010 Pazar

NASİHAT ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

İmkan olsa da ondan bahsederken bir çırpıda olumsuz pek çok niteliği ardı ardına sıraladığınız, yanlış davranışlarından ötürü pek de keyif almadığınız, not olarak “sıfır” verdiğiniz bir kişi ile birbirinizi tanımadan hal yarenliği etme fırsatı yakalasanız, yani ön yargısız, büyük bir olasılıkla söylediği her şeyin altına imzanızı atarsınız. Onun söylediklerinden ilham alarak kendinize çeki düzen verme kararı bile verebilir, “ Haklısın geçmişi silip yarınlara bakmakta fayda var.” diyebilirsiniz.. Sohbetin mevzuna göre zaman zaman da ” tabii ya, yani, bence… “ gibi bir girizgahtan sonra atasözlerinden, özlü sözlerden, deyimlerden uygun olanı da içine katarak cümlenizi öyle ya da böyle nihayete erdirebilirsiniz.
“ Zararın neresinden dönersen kardır.”
“Elbette, varacağın yeri saptamamışsan yelkenliye binmeden, hiçbir rüzgar sana yardım edemez.”
“ Ağlamayan bebeye meme vermezler.”
“ İnsan sadece kendi deneyimlerden değil başkalarının deneyimlerinden de ders çıkartmalıdır.”
“ Saygının yüzde ellisinden fazlasının kaynağı korkudur.”
“ İstenmeyen aş ya karın ağrıtır ya baş.”
“ Taşıma suyla değirmen ne zamana kadar döner?“
“ Alışmışız azizim, armut piş ağzıma düş.”
“ Elbette boşa dememişler, insanlar kılık kıyafetleri ile karşılanırlar ama insanlıkları ile uğurlanırlar, dikkat etmek lazım.”
“ Perşembenin gelişi çarşambadan belli, ben mi anlatamıyorum o mu anlamıyor ya da anlamak istemiyor.”
“ Boş ver, boş ver deliyi boylasın yalıyı…”
“ Kös kös nereye kadar. Değil mi?”
“ Kendine yapılmasını istenmediğini başkasına yapma.”

Nasihat, insanların duymaktan pek de haz etmedikleri bir şeydir. En küçük insandan (yaşça) en büyük insana kadar, hatırı sayılır kadar çok, pek çok insan nasihat almaya başlayınca içindenden de olsa “ ya sabır” çekmeye başlar. Belli belirsiz dudakları kıpırdar : Benim aklım yok sanki; nasihat verene bak sen.” der.
Ve de genellikle de genç insanlar, özellikle ebeveynlerinin öğütleri karşısında sinirlenirler, söylenenlerin doğru olduğunu ve böyle bir nasihati hakkettiklerini bilmelerine rağmen kendilerinden istenilenlerin tam zıddını yapabilirler, kendilerine zarar verebileceğini bile bile.
İnsanoğlunu anlamak pek de kolay değildir. Belki de hayatın tadı tuzudur bu.. Nasihat dinlemekten keyif almayan insanlardan tamamına yakını eline fırsat geçer geçmez nasihate başlar. Bu, direkt olduğu gibi endirekt de olabilir:
“ Dilini biraz törpüle... Unutma ki kılıç yarası iyileşir dil yarası iyileşmez.”
“ İyi hoş da, üzerine de alınma ne olur, Sultanahmet'te dilendi ,Ayasofya'da dağıttı senin gibi. .”
“ Azizim, başkalarını bu kadar düşünme. Bak, sen öldükten sonra mezarının başına gelip haykıracağım, demedim mi ben sana yemeyene yeyiverirler giymeyene giyiverirler diye..."
“ Şunu unutuyorsun zaman zaman sen. Ne demiş büyüklerimiz, aç bırakma hırsız çok söyleme arsız edersin. “
Nasihat etmek belki de bir gereksinim. Hayat kavgasının içinde insanlar yaptıklarının, yaşadıklarının tam manasıyla farkına varamayabiliyorlar. Oysa tarafsız bir göz yapılanları daha iyi analiz edilebiliyor, ekilenleri dolayısıyla da biçilecekleri görebiliyor ve de belki “ Ben sana dememiş miydim” keyfini yaşamak, belki de gördüğü halde uyarı yapmamanın rahatsızlığını hissetmemek için nasihat vermekten kendini alıkoyamıyor.

Nasihat edilenin, nasihatten hoşlanmıyor olmasının sebeplerinden biri aklının yol göstericiliğine, neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilmesine rağmen, kazandığı deneyimlere ve de başkalarının yaşadıklarından yapmış olduğu çıkarımlara rağmen nasihat edilir olma konumuna düşmüş olması olabilir.
Herhalde bütün mesele şu: Önemli olan doğruları bilmek değil, doğruları uygulamaktır ve de herhalde uygulama, bilmekten çok çok daha zordur. Söz misali, trafikte hatalı sollamanın ölümle bitebileceğini, alkollü iken araç kullanılmaması gerektiğini, hızın felaket getirdiğini her ehliyet sahibi bilir ve onu bilenlerden bazıları bildiğini ya da bildiklerini uygulamadığı için bir yerde ya yaşamdan kopar ya da yaşamdan kopartır. Her çalışan, daha yukarılara çıkmak için neler yapması gerektiğini bilir, bunları yapmadığı için de ilerleyen yıllarda başkalarına neler yapması gerektiği hususunda nasihat verir.
Rastgele yüz insan seçin, “ İyi insan iyi vatandaş” konusunda yazılı bir anlatım çalışması yaptırın, onların yazdıklarını okurken gözleriniz dolar, işte iyi insan bu, iyi vatandaş bu dersiniz ama be yazık ki “ işte bu” dediklerinizden bazıları , belki de çoğu için pek çok insan “ İnsan demeye bin şahit ister” demektedir ya da onların başı devletle az ya da çok beladadır.

1 Temmuz 2010 Perşembe

DEĞİŞSE
Önce dinlemesini öğrense bir
Ve de aklına gelenleri süzgeçten geçirse de öyle konuşsa
Benim yanlışım onun doğrusu
Onun doğrusu benim yanlışım
Olabilir hoşgörüsünü
Sokabilse kafasına
Ve sonra da keşke
Bakışı değişse
Dili değişse
Kendisi değişse.