15 Mayıs 2012 Salı

Kelime Dağarcığımızı Zenginleştirelim !




Finans: Para, mal; para, kredi, bankacılık, yatırım yönetimi, mali işler.

Finansman: Bir işletme ya da girişim için gereken parayı ya da krediyi sağlama işi.

Tüzel kişi: Birçok kişiden oluşan ancak hukuki bakımdan tek kişi sayılan varlık( dernekler vb.).

Fonksiyon: Görev, işlev; Bir kimsenin ya da bir şeyin gördüğü iş

Faktör: Birlikte ya da ayrı olarak etkisini gösteren ve de belli bir sonuca götüren şartlardan her biri, amil; bir durumun oluşumuna etki eden öğe.

Fon: Kaynak, bir iş için ayrılan ve ihtiyaç duydukça harcanmak üzere işletilen para.

Optimal: En uygun, en etkili olan.

Iskonto: İndirgeme, indirim.

Temettü: Kar payı, kazanç.

Hisse senedi: Anonim ya da komandit şirketlerde yasada belirtilen şartlara uygun olarak düzenlenmiş değerli kâğıt.

14 Mayıs 2012 Pazartesi


BICIRIK MERVE



Bir varmış bir yokmuşla başlatılmayan masala Murtaza Hoca yapmacıktan kızmış.

- Masallar bir varmış bir yokmuş ile başlar.

- Niye?

- Niyesi miyesi yok. Masallara bir varmış bir yokmuş. develer tellal iken pireler berber iken ben anamın beşiğini sallarken diye başlamak adettendir.

Merve, Murtaza Hoca’nın gözleri ile kendi gözlerini örtüştürdükten sonra:

- Ama bu saçma, demiş. Develer tellal pireler berber olur mu bilmem ama benim annemin beşiği sallamam saçma. Annemi ben doğurmadım ki, annem beni doğurdu.

Murtaza Hoca gayri ihtiyari gülümsemiş.

- Yoksa mahsuscuktan mı ben annemin beşiğini sallıyormuşum?

- Evet evet mahsuscuktan sallıyorsun tabi. Sen annenin beşiğini nasıl sallayacaksın ki? Aferin benim kızıma.

Merve, eksik dişlerini göstere göstere kıkırdamış. Sonra da gözlerini koca koca açarak:

- Bana çok kızıyorsun değil mi öğretmenim, demiş.

Murtaza Hoca, Merve’nin saçlarını okşayarak:

- Yok canım, demiş. Bunu da nereden çıkıyorsun?

- Kızıyorsun kızıyorsun. Elinden gelse beni bir kaşık suda boğarsın sen.

Murtaza Hoca, Merve’den bu deyimi ilk kez duymuş. Meraklanmış ve de sorularını ardı ardına sıralamış:

- Sen bu sözü nereden öğrendin? Anlamını biliyor musun hem? Ne demek bir kaşık suda boğmak

Murtaza Hoca, Merve bir şey demek üzere iken atılmış:

- Bak, bir kaşık suda boğmak dedin. Bir kaşık insan suda boğulur mu?

Merve acır gibi Murtaza Hoca’nın suratına bakmış. Murtaza Hoca, bu bakışın altından gene bir bilgiçlik çıkacağını bildiği için, başını sallayarak, sözsüz :” Hayrola?” demiş.

- Öğretmenim siz hiç benimle aşık atabilir misiniz? Benimle aşık atmaya kalkıyorsunuz siz.

Ve birden aklına bir şey daha gelmiş Merve’nin. Yüz seksen derece değişmiş. Gözleri ışıldamış, sevinçle:

- Anladım, diye bağırmış. Sen çocuk oldun. Ondan…

Murtaza Hoca, tam evet ya kendimi çocuk yerine koydum, seninle oyun oynuyorum ben diyecekken Merve Murtaza Hoca’nın aklının bile ucundan geçmeyen bir cümle kurmuş.

- Sen iyice ihtiyarladın artık dede.

-…

- Yaşlandığın için de çocuklaştın. Değil mi?

Murtaza Hoca’nın keyfini kaçırmış bu son söz. Merve’ye cevap vermemiş. Elindeki kâğıtları yanındaki sehpanın üzerine bırakmış.

Bu saatlerde evin balkonu çok güneşli olurmuş ama bugün hava bulutlu olduğundan güneş yokmuş. Biraz da rüzgâr varmış. Bunun için Murtaza Hoca, bir iskemle alıp balkona çıkmış. Oturmuş iskemlenin üzerine.

Birkaç dakika sonra Merve gelmiş yanına. Hatasını anlamış. En samimi tavrını tıkanarak:

- Özür dilerim, demiş. Seni üzdüm değil mi?

Murtaza Hoca, Merve’nin hatasını anlamış olmasının mutluluğu içerisinde, “ olur böyle şeyler” der gibisinden onun başını okşamış. Okşarken de:

- Bunu da nereden çıkarttın, demiş. Üzülmedim.

- Sana ihtiyar dedim.

- Ama doğru bu.

Murtaza Hoca, sakallarını sıvazlamış, saçlarını karıştırmış:

- Bak hepsi ağarmış. İhtiyar olmasam ağarır mıydı bunlar?

- Babamınki de ağardı. O da mı ihtiyar şimdi?

- Çok da genç sayılmaz hani.

Merve, işaret parmağını başına dayamış, gözlerini kısarak “ hımmmm” demiş. Kendince biraz düşünmüş sonra da,

- Babamın yaşı kaçtı öğretmenim, demiş.

- Bilmiyor musun sen? Böyle çokbilmiş bir kız…

Merve, gene bilgiçliğini taslamış:

- Şimdi bana taş attın değil mi öğretmenim.

Murtaza Hoca, ellerini Merve’ ye avuçlarını açıp göstermiş:

- Ne taşı? Elimde taş mı var?

- Öyle mi dedim ya…

- Neyle dedin?

Merve, bir an düşünmüş. Düşünmüş ama düşündüğünü kelimelerle izah edememiş. Sonra da kendine şirin bir hava vererek, lafı değiştirmeye çalışmış:

- Sana ihtiyar, dediğim için beni affettin ama değil mi?

- Tamam tamam affettim.

- Çocuk gibi olmuşsuzunuz dediğim için de affettin?

- Affettim.

- Şimdi sana bir kahve yapayım mı ben?

- Kahve yapmayı ne zaman belledin sen?

- Türk kahvesi yapabiliyorum ama.

- Vay, şu bıcırığa bak sen.

- Bıcırık iyi bir şey mi?

- Bilmem, iyidir herhalde.

- Bilmiyor musun ne demek olduğunu?

- Tatlı ama aynı zamanda da yaramaz çocuklara bıcırık denir diye biliyorum ben.

Merve bir an duraksamış sonra koşarak içeri girmiş. Murtaza Hoca, bu girişin kahve için olmadığını anlamış. Bakalım şimdi ne yapacak diye düşünürken Merve elinde mini bir bilgisayar olduğu halde balkona gelmiş. Murtaza Hoca’nın “ Dur oraya oturma” demesine bile olanak bırakmadan” betonun üzerine bağdaş kurup oturmuş Abartılı yüz hareketleri ile bilgisayarı açmış biraz sonra da ağlamaya başlamış

Murtaza Hoca, Merve’nin bu hareketine bir mana verememiş. Yerinden kalkıp Merve’nin yanına varmış, çömelmiş ve sormuş:

- Ne oldu şimdi?

Merve’yi bilgisayarın üzerine kaldırmış:

- Bilgisayarın mı bozulmuş?

Merve, bir an için başladığı ağlama sesini yeniden, biraz da yükselterek yeniden ağlar gibi yapmaya başlamış.

- Ne olduğunu söylesene?

Merve, susmuş. Burnunu çeke çeke ( Bu arada Murtaza Hoca, Merve’nin yapmacıktan ağladığını anlayıp bu işin sonrasında ne geleceğini merak ediyormuş) internetten bulduğu ve de bıcırığın ne manaya geldiğini gösteren kelimeyi göstermiş.

- Ben bu muyum?

- Ne misin?

- Baksana ne yazıyor burada?

Murtaza Hoca gösterilen yere bakmış. Sonra da kendini tutamayıp gülmüş.

- Ben ishal miyim? “Bıcırık”ın karşısında ishal yazıyor.

Mırtaza Hoca, hemen cevap verme yerine, sayfayı dikkatlice incelemiş. “Bıcırık”ın bir anlamının da ishal olduğunu hakikaten bilmiyormuş. Kastettiği anlam da varmış sayfada:

- İşine geleni görme, demiş. Ne manada kullandığımı biliyorsun. Konuyu saptırma.

- Bana ishal demek istedin sen.

- Yavrum ben sana niye ishal diyeyim. Deli etme beni. Yedinci satırda ne yazıyor? Onu niye görmüyorsun? Tepemin tasımı attırma benim.

- Senin tepenin tası da mı var?

- Mer- ve…

- De- de.

- …

- Ben sana niye öğretmenim, diyorum.

- Onu da kendine sor.

- Ben sana öğretmenim mi diyeyim dede mi diyeyim?

- Annen kaçta gelecek?

- Sıkıldın benden…

- …

- Lafı değiştirmek istiyorsun.

- Yavrum sıkılmadım ama, sen de dedin ya ben ihtiyarladık artık. Seninle aşık atamıyorum.

- Bak buna cevap ver, artık seni özgür bırakacağım.

Murtaza Hoca, Merve’nin yanağından bir makas alarak, tatlı sert;

- Sor, demiş.

- Ben sana niye öğretmenim diyorum. Sen benim dedem değil misin?

- Dedenim.

- O zaman niye öğretmenim diyorum:

- Yavrum ne bileyim ben. Öyle diyorsun işte. Öğretmenim diyen ben miyim?

- Dede mi diyeyim öğretmenim mi diyeyim sana?

- Ne dersen de, yeter ki sus.

- Sen beni sevmiyorsun.

- Bunu da nereden çıkarttın?

- Bana sesini yükselttin.

- …

- Sus da dedin.

- Sen de dedirttirme.

- Benim psikolojimi bozdun sen

- Ayyyy, başlayacağım şimdi senin psikolojinden misikolojinden. Bu yaşta psikoloji mi olur? Hem saat kaç oldu, annen kaçta gelecek?

- Söylemeyeceğim işte saatin kaç olduğunu.

Merve bu anda da annesini görmüş. Annesi, kaldırımda dedesi yaşında bir adamla konuşuyormuş. Merve balkon demirlerine tutunarak avazı çıktığı kadar bağırmış:

- Anneeeeeee, dedem benim psikolojimi bozuyor.

Annesi, Merve’nin uç çıkışlarına alışıkmış. Hemen balkona bakmış ,işaret parmağı ile sus işareti yapmış. Utanmış da.

- Bana suuuuuuus diye bağıdı. Seni annene söyleyeceğim ağzını yırttıracağım dedi.

Merve’nin annesi başların balkona çevirmesinden rahatsız olmuş tabi. Konuşmakta olduğu yaşlı adamdan müsaade isteyip eve koşmuş. Anahtarla kapıyı açmış. Ayakkabılarını bile çıkartmayı aklı edemeden balkona gitmiş.

Murtaza Hoca, iskemlede oturuyormuş. Mumya gibiymiş.

Merve de boş gözlerle dedesine bakıyormuş.

Semiha Hanım, Merve’nin yüzüne “ açıklama bekliyorum” manasına bakmış.

Merve annesinin yüz ifadesinden ve de bakışlarından rahatsız olmuş.

- Tamam, demiş. Ağzını yırttıracağım demedi.

Annesi istifini hiç bozmamış.

- Psikolojim de bozulmadı.

Annesi yine tepki vermemiş.

Semiha Hanım, kızının bu itiraflarından sonra emredici bir ses tonu ile:

- Dedenin yüzüne bak Merve demiş.

Merve, önce dedesinin sonra da annesinin yüzüne bakmış:

- Kızım, yanında gördüğün adam İsmet Dede’ ydi. . Seni de tanıyor dedeni de tanıyor. Deden hakkında ne düşünecek şimdi?

Safiye Hanım, kızının taklidini yaparak sürdürmüş sözlerini:

- Anne dedem psikolojimi bozdu. Anne dedem ağzımı yırttıracakmış sana.

- Ama ben sadece şaka yaptım.

Murtaza Hoca torununun gözlerinin dolduğunu görmüş. Kımıldamış, kızına dokunarak:

- Tamam, demiş. Yeter.

Safiye Hanım kötü bir gün geçirmiş bu gün. Bunun da etkisiyle farkında olmadan babasına çıkışmış:

- Ne yeteri baba ya… Yaptığı her şeyi hoş görüyorsunuz. Sonra da tepemiz çıkıyor. Bu kadar mı şımartılır bir çocuk?

Murtaza Hoca, birdenbire kızının kendisini suçlayıcı tepkisine bir anlam verememiş:

- Ben mi şımartıyorum kızını, demiş.

- Sen şımartıyorsun, tabi.

Murtaza Hoca, doktor kontrolü için bir haftadır Safiye Hanım’ın evinde imiş. Kızının birdenbire bu şekilde sesini yükseltmesi pek gücüne gitmiş. Üst üste birkaç kez yutkunmuş sonra da , bir şey demeden ağır ağır oturduğu iskemleden kalkmış.İçeri girmiş.

Safiye Hanım hak etmediği halde babasına karşı böyle davrandığı için üzülmüş tabi. Babasın az evvel kalktığı iskemleye oturmuş ağlamaya başlamış.

Merve olayların bu hale gelmesine kendisine sebep olduğunu hemen anlamış. Ve o an bir daha böyle uç hareketlerde bulunmamaya kendi kendine söz vermiş ve dilemiş ki gökten düşecek üç elmanın ilk uygulamasının nihayetinde kendi başına düşsün.

Tansiyon biraz düşünce , Merve, önce dedesinin gönlünü almış,” sen öğretmen olduğun için sana herkes öğretmenim diyor ama sen benim dedemsin onun için ben bundan sonra öğretmenimden çok dedeciğim diyeceğim “ deyip dedesini sevindirmiş.

Bu anda da masalın sonunun geldiğini anlayan elmalardan üçü yere düşmek üzere dallarından kopmuş. Bunlardan biri Merve’nin başına düşmüş. Biri Dede Murtaza Hoca’nın başına düşmüş. Biride bu masalı okuyanlara ve dinleyenlere “ Ne alaka?” dedirtecek birinin başına. Kimin mi? Onu da siz bulun.















3 Mayıs 2012 Perşembe


ADRENALİNİ YÜKSELTECEKMİŞ!

Saatlerce sözde

Kılı kırk yararak hazırlandı(!)


Gözlerinde rimel

Dudaklarında kıpkırmızı ruj

Bluz omuzlarda

Atkuyruğu saçlar

Etek kloj


Topuklu ayakkabılar da ayakta
Bindi bir alamete gidiyor kıyamete

Allah sonunu hayır getirsin.















2 Mayıs 2012 Çarşamba




GÜLÜMSEDİ GÜL OLDU



Gülümsedi gül oldu

O” gül” bir anahtardı zaten

Kullandı

Açıldı pek çok kapı

Görüldü pek çok hakikat

Gözyaşlarını gübre etti gülüne o

Velhasıl

Aklını başına toplayınca

Gerisi geldi…

1 Mayıs 2012 Salı


ÖKÜZÜN ALTINDA BUZAĞI ARAMAK



Bazı insanlar vardır, sürekli öküzün altında buzağı ararlar.

Bilinen bir öykücüktür:

Adamın biri, “ Bugün de hava pek bulutlu” demiş, yanındaki arkadaşı alınmış…

- Sen bana ördek mi demek istiyorsun?

- Haydaaa, bu da nereden çıktı şimdi?

- Ne demek nereden çıktı?

- …

- Hava bulutlu demedin mi?

- Dedim.

- Bulut demek yağmur demek.

- Eee!

- Yağmur yağınca ne olur?

- Ne olur?

- Sağda solda gölcükler oluşur.

- Eee!

- Gölcüklerde de kazlar ördekler yüzer

- Yani

- Sen bana ördek dedin.



Fıkranın sözle örtüşüp örtüşmediğini tartışmak isteyenler olur mu bilinmez ama bazı insanların “ öküzün altında buzağı arayarak” hem kendilerine hem de karşısındaki insanlara zarar verdiği de bir hakikattir.

Öküzün altında buzağı aramanın manası şu:” Olmayacak sebeplerle birini suçlamak, alakasız söz ve davranışlardan şüphelenerek söz ya da davranışlardan değişik anlamlar çıkartmak, olmayacak şeyleri bahane göstermek ve de karşısındakini yani muhatabını zor duruma düşürmek…”



Çevremizde sürekli olarak “ öküz altında buzağı arayan insanlar mevcuttur. “ Böyle insanlar zaman içerisinde hem dostlarını kaybederler hem de kendiler ile beraber başkalarına sıkıntı verirler . Kimi insanlar da vardır karınları geniştir. Bırakın öküz altında buzağı aramayı, alenen söylenenlerden, şahit olduklarından bile bambaşka bir mana çıkartırlar, hiç üzerlerine alınmazlar.

Hangisi doğru? Sürekli öküzün altında buzağı aramak mı yoksa çok çok geniş karınlı olmak mı? Sahi dünyada doğru diye bir şey var mı ?

Ayhan’a göre doğru olan bir şey Suna’ya göre yanlış olabilir mi?

“ Doğru” nun en kabul gören açıklaması “ yasa ve ahlaka uygun olan” dır ki her ikisi de pek çok süzgeçten geçtikten sonra ortaya çıkan son durumdur.

Öküzün altında buzağı aramayı huy edinenler hem kendilerini hem de çevrelerindekini rahatsız ederler. Belki de kendileri rahatsız olmazlar da bir ilişkiyi nihayetlendirmek, var olan bir olguyu bozmak, havayı germek için öküzün altında buzağı arayarak olası gelişmelerden kendilerini kurtarmaya, kendilerini haklı çıkartmaya delil uydurma gayretidir uğraş:

- Ekmeklikte taze ekmek varken sofraya bayat ekmek getirdin. Ne ola?

- Vallahi değil, elime o geldi dikkat bile etmedim.

- Bilmez miyim etmezsin…

İşte öküzün altında buzağı arayan biri. Keyifler kaçtı.



***

- Konuşurken suratıma bile bakmadı.

Evet bir an için bakmadı ama, bakmamasının gayesi onun düşündüğü gibi değil. Gözü gayri ihtiyari birine takıldı, onu takip etti.

İşte o da öküzün altında buzağı aradı, ilişkiler soğuyacak. Değdi mi?



***



- Ucuz diye o elbiseyi aldı bana.

Gerçekten ucuz olduğu için o elbiseyi aldırtmış olabilir ama ona çok yakışmıştı. Ucuz olduğu için değil yakıştığı için onu alması için ısrar etti.

Gel de öküz altında buzağı arayan ona, bunu izah et şimdi.



***



Velhasıl, her konuda olduğu gibi burada da tüm mesele ölçüyü tutturup tutturamamaktan geçiyor galiba… Birde gerçekten alıngan olduğu ıçin mi öküzün altında buzağı mı arıyor yoksa öküzün altında buzağı arayarak yapmak isteyip de yapamadığı bir şey için karşısındakine suç isnat edip kendisini temize çıkartmak mı? Bu ayırımı yapmak da hiç kuşku yok ki olaya maruz kalana kalıyor…



***

- Sen beni aşağıladın.

- Seni aşağıladım mı?

- Evet, onurumu kırdın.

- Nasıl yani?

- Çayı önce Munis Bey’e verdin. Oysa önce bana ikram etmen gerekiyordu.



Evet, çayın kendisinden önce Munis Bey’e verildiği için onurunun kırıldığını söyleyen gerçekten öküzün altında buzağı arayarak alınganlık mı yapıyor, yoksa kavga çıkarmak belki de bir ilişkiyi bitirmek için bahane mi arıyor?



***



GÜZEL SÖZLER:

Yalan dörtnala gider, hakikat adım adım yürür, fakat gene de vaktinde yetişir. ( Japon Atasözü)

Herkes öğrenmek ister, kimse bilginin bedelini ödemek istemez. ( Juvenal)