30 Eylül 2012 Pazar


SÖZCÜK DAĞARCIĞIMIZI ZEMGİNLEŞTİRELİM Mİ?


Binaen: …den ötürü, - den dolayı

Ötürü: Dolayı, bir şey yüzündem

Literatür: Kaynak, edebiyat

Peşrev: Halk hikâyelerinde türkülerin arasına katılan küçük mani türünde türküler, yağlı güreşlerin başlangıcında elleri bacaklara vurarak yapılan bir tür gösteri
ŞEY: Bir olayın, bir nesnenin, bir yerin, bir sözün yerine kullanılan belirsiz bir kelime. Arapça kökenli

PERSPEKTİF: Bakış açısı

YORDAM: Alışkanlık, yatkınlık

KÜMÜLÂTİF: Kümeli, Birikmiş

TREND: Eğilim

Not: Türkçe ya da yıllarca kullanıla kullanıla Türkçeleşmiş sözcükler varken dilimize yerleşemeye çalışan yabancı kökenli sözcükleri kullanmayalım, yabancı sözcüklerin dilimize iyice yerleşmesine aracılık etmekten kaçınalım.

28 Eylül 2012 Cuma


MÜMKÜNATI YOK ARTIK


Mümkünatı yok, dedi

“Bu iş burada bitti.” de dedi

Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz,

Canına minnet oldu karşısındakinin

Öyleyse sen sağ ben selamet, dedi

“ Olamaz böyle bir şey” deyip

Aklında olasılıklar da üretip

Yalvar yakar olacağımı düşünmüş olmalı ki

Gözleri fal taşı gibi açıldı yanıtını duyunca

Gözlerinin güldüğünü de görünce yalansız

Benzi sarardı

Nutku tutuldu

Dişi dili kilitlendi yani

Hesabı yanlış olmuştu bu kez

Oku yaydan çıkmıştı bir kez

Yapılacak bir şey yoktu artık

Blöfü ters tepti garibimin

Bir kez tutturmuştu şansına

İkinci kez de olunca

Hep öyle olacak sanmıştı

Karşısındaki de aptal olmayınca,

Elleri boş kaldı.

Arkasındandan bakakaldı.

********

GÜZEL SÖZ:

Mutlu olmanın üç temel taşı vardır: Unutmak, şimdinin kıymetini bilmek ve geleceğe umutla bakmak ( Maurice Maeterlinck)

17 Eylül 2012 Pazartesi


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜM KARISI


8.BÖLÜM


Elleri tutup yavaşça gözlerimden çektim. Döndüm. Genç bir bayan. Ay parçasından farksız. Ama tanımıyorum. Ne diyeyim.

Masanın öteki tarafına geçti. Gözleri gülüyordu:

- Tanımadınız mı, dedi.

Daha dikkatli baktım. Çıkartamadım.

- Biraz yardımcı olsanız, dedim. Anımsayamadım birden.

- Gözlerimin değişmediğini söylerler hep. Gözlerime bakın.

Baktım…

- Esma’yım ben.

- Hangi Esma

Kötü oldu herhalde. Yönetmen, bende ya da onda bir iticilik oldu.

Biri geldi, bayanın kulağına bir şey söyledi.

Bayan, elini uzattı

- Kusura bakmayın dedi, size bir kamera şakası yapacaktık ama yönetmen hemen gitmemiz gerektiğini söyledi.

- İsmimi nereden öğrendiniz diyecektim, olanak bırakmadı o. Hızla oradan ayrıldı.

Bu arada köftem, salatam ve ayranım geldi.

Köfteden bir tane ağzıma attım. Pek tatsız geldi. Muhtemeldirki tatsız olan köfte değil benim ağzımdı. İki çatal salatadan aldım, ayranı da yarısına kadar içtim sonra da hesabı ödeyip oradan ayrıldım. Yoldan bir taksi çevirdim:

- Beni herhangi bir otele götür, dedim.

Şoför:

- Hemen karşıda bir tane var beyefendi, dedi.

Şoförün gösterdiği yere baktım gerçekten de bir otel vardı. Başka bir şoför olsa…

Şoföre teşekkür edip yüz metre ötedeki otele gittim. Bir oda kiraladım. Odama çıktım, kendimi yatağın üzerine fırlattım, gözlerimi yumdum. Gözlerimi açtığımda ezan okuyordu. Sabah ezanı sandım, öğle ezanıymış. Yaşamımda ilk defa öğle ezanı okunurken uyanmış oldum böylece. Yattığımda saat 19 falandı, böyle olduğunu düşünürsek takribi 18 saat bir uyku. Üstelik deliksiz. Bir kez bile uyanmadan. Bu kadar mı yorgundu bedenim?

Cep telefonuma bakmak ilk işim oldu. Arayanlar olmuş, telefonum açık olmasına rağmen hiçbirini duymamışım. Arayanlar mahalle arkadaşları, karpuzcular. Karım tarafımdan aranmamışım. “ Aramazsan arama dedim, çok da lazımdı sanki. Hem suçlu hem de güçlü. Haspa…”

Kahvaltı alışkanlığım vardır. Öğle vakti olmasına rağmen kahvaltı yaptım. İçtiğim iki bardak çay iyi geldi. Üçüncü bardağı içerken, telefon çaldı. Arayan Ercan Bey’di. Daha bir şey demeden hatta merhaba demeden, meseleyi bilmediğinden tabi, telefonu açmadığım için epeyce bir fırçaladı önce, sonra da hasılattan bahsetti ve son noktayı koydu “ İki ay sonra köşeyi döndük, biz bu sene boşuna göz nuru dökmüş, boşuna diz çürütmüşüz. “

Ve ekledi:

- Kahvedeyiz ekipçe, hemen gel. Biz kırıştık paraları, seninki ben de gel al.


DEVAMI ÇARŞAMBA GÜNÜ

14 Eylül 2012 Cuma

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI



7.BÖLÜM


Bir, iki, üç… Kapı açılmadı. Ceketimin cebinden evin anahtarını çıkarttım, işlevini

yerine getirmesi için gereni yaptım ama, anahtar kapıyı açmadı. Dönmedi bile.. Anahtarımı kontrol ettim anahtar evin anahtarı. Kilidi değiştirmiş düşüncesi aklıma geldi “ ya sabırla” zile daha sıkı ve daha uzun basmaya başladım.

Bir, iki, üç… Tık yok. . Tahammülüm azaldı, konu komşuya rezil oluruz düşüncesi ile kapıya kadar gelir ve yaptığı bu eylemin bir açıklamasını yapar düşüncesi ile kapıyı bir taraftan elimle yumruklamaya bir taraftan da ayağımla vurmaya başladım.

Karşı komşu gürültüye olsa gerek kapıyı açmış, farkında değilim.

- Hüsnü Bey, Hüsnü Bey diyerek dokunmasıyla kendime geldim

Elinde dörde katlanmış bir de kâğıt vardı.

- Nazan Hanım gitti, dedi. Kâğıdı uzattı “ Bunu da size vermemi söyledi.”

- Kapı açılmıyor.

Acıyarak bana baktı, çiçeklere baktı:

- Kilidi değiştirdi, dedi.

- Peki anahtarı?

- Bana vermedi. Yanında götürmüş olmalı.

- Peki nereye gitti?

- Bana bir şey söylemedi. Sadece bu kâğıdı size vermemi söyledi.

İsterseniz içeriye buyurun, bir soluklanıp kendinize gelin demesini bekledim bunca yıllık komşuluk hatırına, demedi. Gözlerimin içine baka baka kapısını kapatıp içeriye girdi.

Elimde çiçekle çaresiz bir şekilde orada öylece kalakaldım, kağıdı okumayı da 30 saniye kadfar sonra akıl edebildim.

“ Senden boşanıyorum, sakın ola ki mahkeme gününe kadar beni rahatsız etme. Avukatım, Mürsel Bey’le ( Avukat arkadaşlarımdan biri) irtibata geçecek ve de sakın ola çilingir çağırıp kapıyı açtırmaya kalkma. “

Derin derin birkaç kere nefes alıp iç geçirdim, of çektim. Bu arada üst komşular yanımdan selam vererek ve de merakla bakarak geçtiler.

Çiçekleri havaya attım, topa vurur gibi birde tekme vurdum, merdivenlerden aşağı gittiler. Kapıcı aşağıdaymış. Şaşkın şakın bana baktı. Kızdım:

- Ne bakıyorsun öyle. Topla at çöpe…

Cevap verdi mi bilmiyorum, hızlı adımlarla merdivenlerden indim, amaçsızca yürümeye başladım.

Epeyce bir süre hiçbir şey düşünmeden yürüdüm. Bu yürüyüş iyi geldi. Duran beynim yeniden çalışmaya başladı.

Etrafıma bakındım. Nerede olduğumu çıkartamadım. Tekrar etrafıma bakındım, biraz ileride bir lokanta vardı. Kaliteli bir şeye benziyordu. Kalabalıktı da sayılırdı . Oraya gittim, köfte, ayran, salata siparişi verdim.

Siparişin gelmesini beklerken, gözlerim hoş kokulu birinin elleri rafından kapatıldı.

- Hüsnü Bey…


DEVAMI PAZARTESİ GÜNÜ

12 Eylül 2012 Çarşamba


ÜÇ VİRGÜL

Kerem eyleyin, ifade edeceğim, dedi

Başım gözüm üstüne dedik.


Dolmuş dolabildiğince boşalttı alabildiğince;

Neymişim ben meğer be

Yolunu kesmek için hep,

Yıkmak için onu

Elimden geleni ardıma koymamışım

Yıllardır ;

Belli, ne ben onu anlamışım

Ne de o beni...


Rezil rüsva etmek için ahali içinde bendenizi

Aylarca hazırlanmış olmalı garibim

Sözleri bâtıldı ama dostum

Gerçeği bilmeyenlerin

Ağızları açıldı gözleri patladı...

Ben bile kendimden şüphe ettim bir an, tövbe yarabbi!

Üç virgül yirmi beş, beşten büyük mü ki?

***



Güzel Söz:

Bir elini sevgi ile, cömertlik ile uzatmalısın

Öbür elini de zulümden hırstan çekmelisin

( Sadi Şirazi)


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI

6.BÖLÜM



Karpuza gideceğini biliyordu ama herhalde unuttu, ya da o günün bu gün olduğu aklından çıktı.

- Karpuza gidiyorum, dedim.

- Gidemezsin, dedi.

Bir anda kafamdan kaynar sular döküldü. Karımın gözlerindeki o bakışlar, yüzündeki o ifade ve ses tonu hiç de hayra alamet değildi.

Birkaç saniye sessizlik oldu. Korktuğum da başıma geldi:

- O kapıdan çık seni boşarım.

Yalvarırcasına bir ses tonu ile:

- Arkadaşlar bekliyor, dedim.

- O kapıdan çık seni boşarım.

O anda başım da döndü ya da bana öyle geldi.

Bu aşamada böyle bir durum.

Gitsem bir mesele, gitmesem bir başka mesele; aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık denilen durum. Sıcak bastı birden bedenimin her tarafını.

- Hayatım, dedim. Arkadaş…

Sözümü bile tamamlayamadım:

- Bu kapıdan çık seni boşarım.

Mesele sadece beni ilgilendirse, yumuşatmak için karımı “ tamam, peki “ diyeceğim ama bekleyenler. Kerhen de olsa verilen bir söz var. İlk mektep çocuğu da değilim, “ karnım ağrıdı gelemedim ya da başım ağrıdı desem, ya da annem göndermedi “ desem.

Sadece karpuz almaya gideceğiz bunun için adam boşanırsa boşa diyeceğim amma az evvel söyledim ya, karımın tavrı hiç de hayır getirecek gibi değil. Ağzım laf eden biri olmasına rağmen nutkum tutuldu bir şey de diyemiyorum.

Saate baktım, sesini daha da dikleştirerek:

- Bu kapıdan çık sensi boşarım, Hüsnü dedi. Bununla da kifayet etmedi, vallahi de boşarım billahi de boşarım, diye ekledi.

Bir şey için yemin etmekten de yemin edilmesinden de haz etmem. Onun bu yönü bir anda kendimi kaybetmeme sebep oldu, erkekliğim tutmak üzereydi belki, yemin fişekledi:

- Bazen çocuktan beter oluyorsun be Nazan, dedim.

Kapıyı açtım, böyle durumlarda genellikle kapı çarpılarak bulunulan mekândan çıkılır ama kendime mukayyet oldum, kapıyı yavaşça kapattım hatta kapatmadan evvel karımın sinirini yatıştırmak için ona bir de öpücük kondurdum karşılık gelmese de. Merdivenlerden inerken hatta fazla uzak arkadaşların yanına giderken sanki, karım beni takip ediyormuş gibi birkaç kez geri dönüp baktım.

Kavileştirdiğim yere geldiğimde herkes ortadaydı. İki kamyonet de hazırdı. Ayarladıkları kamyon, anlattıklarına göre, iş çıkınca oraya gitmiş, arkadaşlar da o büyüklükte bir kamyon bulamadıklarından iki kamyonet ayarlamışlar.

Oraya varır varmaz, tüm hırsımı onlardan almak için çıkıştım:

- Bana bakın dedim, sırf söz verdiğim için geldim, bu benim için son.

Sen hele bunları kan kırmızı karpuzlarla bir doldur da dediler, bakarız.

Keyifsizdim, arkadaşlar da hissetti:

- Bir şey mi, oldu dediler. Canın sıkkın.

- Yok dedim, soğuk bir sesle.

Ne anlatayım onlara. Böyle böyle oldu, karım da böyle mi dedi diyeyim ama Saaddin ( huyunu hiç sevmem )

- Karıdan fırça yemiştir, dedi. Ne yaptın da kızdırdın yengeyi?

Söylediği lafa bak, der gibisinden gülümsedim, Allah da yardım etti, yol kenarında kavga eden iki kişi gördük, mevzu dağıldı sonra da karpuz pazarına varıncaya kadar hiç konuşmadık.

İkindiye kadar orada kaldık. Arkadaşlar kamyonetlerle ve de heyecanla pazara ben de çiçekçiye gittim. Karımın sevdiğim çiçeklerden büyükçe bir buket yaptırdım. Bir an evvel eve erişmek heyecanı ile taksiye bindim. Merdivenlerden heyecanla ve de adeta koşarak çıktım. Kapının önünde biraz soluklandım. İlk defa karşı cinsten biri ile buluşacakmış gibi üstümü başımı düzelttim, ellerimle saçlarımı taradım ve de zile bastım.



DEVAMI CUMA GÜNÜ



10 Eylül 2012 Pazartesi

HATIRLAMAYA ÇALIŞALIM




1- Askeri garnizonların giriş kapısına ne ad verilir?

- i - - - i - e

2- Eşek yavrusuna ne denir?

S - - a
3- Havası bol ve de temiz olan yerlere ne ad verilir?

H - - - d - -


4- “ Yaban” romanını kim yazmıştır?

- - k – p - ad-- - a r-o------u


5- Otomobillerdeki sis lambalarının verdiği ışığın rengi nedir?

- - - -

6- Savaşlarda düşmanlardan alınan mala ne denir?

G - - - m - t


7-Camilerde hutbe okunan yüksekçe yere ne ad verilir?

- - n - - r


8- Beyzbol topu üzerindeki dikiş sayısı kaçtır?

- - 8
9- Konfüçyüs hangi ulustandır?

- - -


10- Atatürk’e Gazi unvanı hangi savaş sonrasında verilmiştir?

- a- a r - -


11- Osmanlı İmparatorluğunda kurulan ilk banka hangisidir?

İ -t- - - u - Bankası



CEVAPLAR

1- Nizamiye 2- sıpa 3- havadar 4- Yakup Kadri Karaosmanoğlu 5- sarı

6- Ganimet 7- minber 8- 108 9- Çin 10- Sakarya 11- İstanbul Bankası



Güzel Söz:

Düşünmeden öğrenmek kaybedilmiş bir emektir, ( Konfüçyüs

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI


5.BÖLÜM
- Kimmiş? Ne istiyormuş? Hayır mı şer mi?

- Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete bakalım, dedim. Allah sonumuzu hayır getirsin.

Anlamadı:

- Yarın bana bir kamyon karpuz seçer misin, diye gelmiş diye açıkladım.

Dalga geçtiğimi sandı, birkaç önceki karpuz muhabbetini de anımsadı belki:

- İyi ki birine bir karpuz seçtin, dedi.

Sohbet belki devam edecek, ben tüm gelişmeleri teferruatıyla anlatacaktım ama karımın en sevdiği dizi başlayınca, o pek sevdiği minderi alıp televizyonun tam karşısına geçti, bağdaş kurup oturdu.

- Yarın ezanla çıkacağım ben dedim. Uyanınca merak etme.

Anladım manasını başını salladı ama ne yalan söyleyeyim, toparlanıp o saatte niçin dışarı çıkacağımı öğrenme gayreti içerisine girmemesine bozuldum. Bu ruh haliyle de ona bir şey demeden onu dizisi ile baş başa bırakıp gidip yattım.
Ertesi günü sözleştiğimiz m saatte buluştuk. Bir kamyonet dolusu karpuzu öğleye kadar seçtm. İşimiz bitince:

- Ben karpuızdan marpuzdan anlamam, dedim. Öylesine, laf olsun seçimi yapıyorum.Tekrar gelip beni zor durumda bırakma, dedim.

- Bu iş en fazla bir ay yapılır abi, dedi. Karı kırışalım.

- Anlatamadım herhalde, dedim asap dolu bir sesle.

- Eve geldiğim için bozulduysan, telefon numaranı ver ben seni arayayım, dedi.

Lahavle çekip sustum. O da konuşmadı şehre gelinceye kadar. Kahvehanenin biraz ötesindeki cami kenarına çekti arabayı, arabadan iner inmezde bağırdı:

- Hüsnü Bey’in karpuzları geldi. Hüsnü Bey elleri ile seçti, koş koş koş.

Başlar bizden tarafa döndü. Beni görenlerden bazıları seğirtip yanımıza geldi:

- Hüsnü Be hayırlı olsun…

- Yarı yarıya mı?

- Karpuzculuğa başladın ha. İyi olur inşallah. Şuradan bana birazcık büyüğünden ver bakalım.

Kırk yıldan beri bu mahalledeyiz. Herkes tanır. Bir anda, bana da, bana da ver diyenler çoğaldı, itiraz edip ayrılamadım da, karpuzları seçip seçip isteyenlere vermek bana düştü, paraları toplamak da karpuzcuya. İkindiye kadar kamyoneti yarıladık. İkindiye doğru da iki üç tane el arabası ile gelenler oldu, Hüsnü Bey’in karpuzlarından almak için karpuzcu ile pazarlık ettikten sonra kamyonetteki karpuzları el arabalarına doldurup gittiler.

Karpuzcu:

- Yarın kaçta buluşuyoruz, dedi.

- Ne buluşması git Allahını seversen, dedim.

- Emeğin karşılığını vereceğiz, dedi.

Sağ bileğimden tuttu, elimi para önlüğüne daldırdı:

- Avuçla, dedi.

Çekmeye çalıştım müsaade etmedi.

- Avuçla Allah bereket versin iyi kazandık sayende. Parmağını yalayacaksın tabi, payını alacaksın. Avuçla avuçlayabildiğin kadarıyla, ne çıkarsa helal olsun.

Madem öyle, işte böyle deyip avuçlayabildiğim kadarıyla avuçladım “ tamam “ dedim, müsaade buyurdu, elimi çektim, puntolumun cebine koydum, bir şey demeden de hızlı adımlarla oradan uzaklaştım.

Kısmetim bol olmalı avuçladıklarımın tamamına yakını ya ellilik ya da yüzlükmüş,…
Akşam yemeğinden sonra, kahvehaneye gittim. Herkes karpuzculuğa başladığımı(!) öğrenmiş.

- Yaaa, yok işle bir şey insaniyet namına adamcağıza yardım ettik, dediysek de kimse inanmadı.

Ellerinde kanıt da var:

- O zaman o paralar ne?

Hayat böyle bir şey işte. Adamın para önlüğünden paraları alırken çevremizde kimse yoktu, masada bulunanların hepsi o ya da bu şekilde konu hakkında malumat sahibi olmuşlardı.

Biri, merakına daha fazla dayanamayıp sordu:

- Sorması ayıp olmasın ama, kaç lira avuçlamışsın.

O an oradakilerin tümünün nefeslerini tutup benim vereceğim cevabı beklediklerinden

emindim:

Attım:

- Bin beş yüz

Oh oh, dediler, Allah bereket versin günde bin beş yüzden bir aylık gelirimi hesapladılar…

Yan masada oturanlardan biri yanımıza geldi, selam verdi sonra da:

- Ağalar dedi, hani kulaktan dolma bir şeyler duyuyorum, bakın isterseniz pazaryerinden bir sergi ayarlayayım sizin için, üçü geçmezseniz ayda her birinize bin beş iki bin ek gelir olur. ( Kaşlarıyla beni göstererek) madem arkadaş karpuz konusunda uzman, adı da çıkmış gelin bu fırsatı kaçırmayın.

Bir an masamızda bir sessizlik oldu. Devam etti o

- Benimki insaniyet namına.

Ercan Bey’in esnaflık yaşamı olduğundan öneri getireni sordu:

- Kaça patlayacak bu bize.

Adam, insaniyetlik namına dedi diyecektik o sözün lafın gelişi söylediğini anladık:

- Şimdi siz bu karpuz işini en fazla iki ay yaparsınız. İki ay için beşe ikna ederim herifi, bana sakal diye iki verirsiniz olur.

Söylerlerdi de inanmazdım. Başa gelince anlaşılıyor. Orada oturanlar coşku ile bir şeyler konuştular ama ben hiçbir şey duymadım.Bizim adımıza Ercan Bey, pazarladığı bitirmek için elini bize pazar sergisi ayarlama önerisi bulunan adamın ile birleşti, eller beş aşağı on yukarı koymak için hızlı hızlı sallandı, bunları gördüm. Anlaştılar, Allahları var ceplerinde ne varsa çıkartıp adamın kaporasını da verdiler… Ertesi gün bu saatte burada buluşmak üzere anlaştılar. Bizim semt pazarı da iki gün sonra idi. Yarın iş bitirilirse ertesi gün bana karpuz seçme işi kalmıştı.

İnşallah olmaz bu iş diye ertesi gün adam gelinciye kadar dua ettim. Ama olmadı. Adam yanında başka bir adamla geldi, arkadaşlarla konuştular anlaştılar. Son ayrıntıları konuşurlarken de ben oradan ayrıldım.
Sözün özü, her şey yıldırım hızı ile oldubitti, benim cebimden beş kuruş çıkmadan bana karpuzları seçme işi kaldı. Seçme işi kaldı derken karpuza gitmek için gün saptandı. Saat altı da kamyonun başında bululmak üzere ayrıldık.
Karımın bu işten pek de hoşnut kalmadığı belli oluyordu. Ben mümkün olduğunca konu hakkında ona bir şey söylemiyordum ama o en ufak ayrıntısına kadar karpuzdaki gelişmeleri öğreniyordu. Belikli içimizden biri her şeyi karısıyla paylaşıyor onun karısı da her şeyi benim karıma anlatıyordu.
Büyük gün öncesi erkenden kalktım. Duşumu yaptım. Bir güzel giyindim. Tam dıoşarı çıkıyordum ki, karım kapıda göründü:

- Hayrola…

Devamı : Çarşamba Günü

7 Eylül 2012 Cuma


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI


4.BÖLÜM


- Abi, dedi yarın bana elli yüz tane karpuz alabilir misiniz?

Şaşırdım, cevap vermediğimi görünce samimi olarak anlattı.

Hani derler ya aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık.

Bayram öncesi, bayram harçlığını çıkartmak için karpuz sergisi açacakmış…

Ben karpuzdan ne anlarım diyemedim. Ben desem de belli ki o anlamayacaktı.

- Nereden alacağız, dedim.

Söyledi. Kamyonla getiriyorlarmış. Oradan alınırmış.

- Ama bak, dedim. Bir defalık.

Sevindi.

- Tamam abi dedi. Bir kere alıverin siz adım çıkarsa gerisi kolay.

Ertesi sabah için kavilleştik. Gerçekten de sözleştiğimiz saate küçük bir kamyonetle geldi.

O kamyondan beş bu kamyonda yirmi şu sergiden üç beş derken öğleye kadar ben karpuz seçtim o parasını ödedi, öğle ezanı okunurken de mahallemize döndük. Teşekkür etti, teşekkürü “ Pazar ola” deyip kabul ettim
Pazar alışverişini severim. Ertesi günü akşama doğru hanımdan da siparişleri alarak pazar yoluna düştüm. Tam pazara girerken bir de ne göreyim. Yol kenarında dünkü karpuzu kamyonetinin üzerinde bir afiş, dünkü adam keyifle bağırıyor karpuz alan insanlar. Özeti şöyle:

“ Bunlar Hüsnü Bey’in karpuzu.”

“ Kalmadı vallah, Hüsnü Bey’in karpuzları bu karpuzlar, bitmek üzere koş koş…”

“ Yarına yok vatandaş, sudan ucuz baldan tatlı, Hüsnü bey’in karpuzları, hay maşallah.”
Yanımda geçenler vardı. Kadınlardan bir:

- Şuradan karpuz alalım mı, dedi. Bak Hüsnü Bey’inmiş hem de.”

Yanındaki saf saf sordu:

- Hangi Hüsnü Bey’in.

- Herhalde Karpuzcu Hüsnü Bey’in. Baksana millet, Kapış kapış.

- Dönüşte alırız,

- Dönüşe kalır mı? Haydi mızmızlanma. Bir de Hüsnü Bey’in karpuzuna bakalım.

- …

- Ne o, niye güldün.

- Boş ver aklıma bir şey geldi de, haydi…
La havle çekerek duraksamamı bitirip pazara gittim. Dolaşırken Hamit Bey’e rast geldim. Güldü:

- Senden başka Karpuzcu Hüsnü de varmış, gördün mü dedi.

- Ne, anlamadım, dedim.

- Gelirken görmedin mi?

- Neyi?

- Adamın biri karpuzcu Hüsnü geldi deyip karpuz satıyor.

- Ne yapayım?

- Canım ne yapacan, o Hüsnü benim diyecek halin yok ya.

Hamit Bey’e de geçen gün karpuz almıştım. Birden aklına gelmiş olmalı ciddileşti. Koluma dokunarak:

- Senin adından yararlanıyor olmasın, dedi.

- Benim adımdan ne yararlanacak, dedim.

Biri, fena çarptı omzuma. Söylendi de:

- Sohbet edecekseniz başka yerde sohbet edin, bu kalabalıkta yolun ortasında.

Adam haklıydı. Hamit Bey

- Haydi, neyse dedi. Hoşça kal deyip tezgâhlara baka baka yürümeye başladı.
Dönüşte, Karpuzu Hüsnü yoktu yerinde, ya karpuzları bitirmişti ya da zabıtaların uyarısı ile oradan ayrılmıştı.


Akşam yemeğinin akabinde kahvemizi içerken kapı çaldı. Kapıyı karım açtı. Biraz sonra da salona geçti:

- Seni görmek isteyen bir adam var, dedi.

Kimseyi beklemediğim gibi bu durum alışık olduğumuz bir şey de değildi. Hayırdır inşallah deyip kapıya çıktım: Bizim karpuzcu.

Hanım da peşi sıram gelmiş. Karpuzcu ona bakınca, hanıma içeri girmesini işaret ettim. Girdi.

Başımı iki yana sallayarak” Ne istiyorsun.” dedim. Başka ne diyebilirdim ki muhabbetimiz yoktu.

- Abi, dedi yanıma sokularak. Karpuzların hepsini bitirdim. Sağ ol.

Sinirlendim:

- Bana ne bundan, dedim.

- Yarın…

Perşembenin gelişi çarşambadan anlaşılır misali sözünün devamını tahmin ettim:

- Yarın işim var dedim. Kendin karpuzunu kendin seç.

- Yarından sonra

- Yarından sonra da, ondan sonrasının sonrasın da olmaz.

Beklemediğim şekilde kolumdan tuttu, kapıdan dışarı çekti. Cebinden bir şeyler çıkardı, şaşkınlığımdan da istifade ederek avucuma sıkıştırdı.

- Bu ne, dedim lafın gelişi.

Avucuma sıkıştırdığı paraydı.

Gülümseyerek “ say” dedi.

Belli ki çeşitli olasılıkları değerlendirmiş alternatif olarak buna da yer vermişti.

Sırf meraktan saydı. Neredeyse asgari ücrete yakın bir paraydı.

- Yarın büyük kamyonla gidersek sen de ben de daha çok kazanabiliriz, dedi

Mesele açıktı. Avucumda hiç de fena sayılamayacak bir para. Üstelik rüşvet değil, haraç değil ve de yarınki kredi kartı ekstrama neredeyse denk. Yarın işim de yok.

Adam kurt olmuş tabi. Cümle seçimleri de harika:

- Sabah ezanı okunurken kahvenin önüne geleyim mi büyük kamyonla, dedi.

İnsaniyet namına, garip duygular içerisinde:

- Gel bakalım, dedim.

Avucuma sıkıştırdığı parayı iade edecektim ama, işini bitirmişlerin heyecanıyla gözle

Kaş arasında merdivenlerden indi.

Salona geçince karım, merakla soruları birbiri ardına sıraladı:



DEVAMI PAZARTESİYE

5 Eylül 2012 Çarşamba


GÜZEL SÖZ:

Gölgesiz mutluluk olmaz, bak güneşte bile leke var.( Konfüçyüs)
***


YANLIŞLARI VE ZORU SEVER OLDUM


Ya doğru ise…

Kitap konuştu, defter konuştu, internet de konuştu

Vallahi görmüşüm, yazan yanlış yazmış, benim ki doğru

Bundan büyük mutluluk olur mu?

Düşün bir harbilik

Bir yere bir harp

Hasta ayakta


Allah kimsenin başına vermesin derler ya

Zor bir hastalık, titiz bir çalışma

Hasta ayakta

Bir bardak çay

Bir de simit yanında çıtır çıtır

O anki mutluluk

Aman Allahım

Oh Be!


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI
3.BÖLÜM
Ertesi gün kahvehanede otururken, masada arkadaşlar da var.Nusret Bey geldi. Selamlaştık. Kulağıma eğildi:

- Yaa Hüsnü, dedi. Akşam dünürlere gideceğiz. Bana dünkü gibi bir karpuz seçsen. Sana zahmet olacak.

Karpuz meselesini tamamen unutmuştum. Nusret Bey’in yüzüne baktım.

- Hemen mi seçivereyim, dedi.

- İyi olur, dedi. Akşam yemeğine davetliyiz de…

Bekir Bey, meraklı adamdır,

- Hayrola dedi. Ne seçeceksiniz?

Bir an içinden böbürlenmek geldi.

- Karpuz seçivereceğim, dedim.

Masada oturanların merakını celbetti bu konu.

Vehbi Bey, merakını gidermek için biraz da hayretle sordu.

- Karpuz mu seçeceksiniz?

- Bana döndü:

- Sen karpuzdan alır mısın?

Nusret Bey, aşkla izah etti:

- Anlamak da söz mü. Sağ olsun dün de ( de yi daha evvel de bu işi yapardıyı hissettirerek itibar kazanmak için söylemiş olmalı) bir tane seçti. Bal, lokum, baklava.

Levent Bey,

- O zaman bana da bir tane seçiver, dedi. Vallahi bir senedir şöyle ağız tadıyla bir tane karpuz yiyemedik. Hatta dün ayıp olmasın manavdan aldım, kabak çıktı. Götürüp kafasına vuracaktım bizim karı engelledi.

O arada, sanırım Behzat Bey, sesinden çıkarttım.” Hade o zaman kalkalım arkadaşlar dedi, akşam ezanı da okunmak üzere bize birere tane seçiversin Hüsnü.”

Sohbet ede ede, daha çok da karpuz üzerine koşarak, karpuz sergisine gittik. Sergicinin seçme isteğine mani olarak, karpuzların kâh orasını kâh burasını elleyerek, kâh hoplatıp zıplatarak, kâh koklayarak orada buluna herkes için birer karpuz seçtim. Hatta daha ileri gittim kendilerine olan güveni arttırmak için kendi yöntemleri ile seçip, “ bu nasıl” diye tarafıma uzatılan karpuzları şöyle bir elleyip uzatan karpuz seçicilerine aşağılayarak bakıp, kelime pek oturmadı ama neyse, “ kabak karpuz istiyorsan al” dedim bazen, bazen de yapmacıktan bozuldum… Madem seçmesini biliyorsun beni niye uğraştırır, yenecek karpuz mu şu seçtin.”

***
Ertesi gün kahvehaneden içeriye girerken kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Edebiyat yapmaya hacet yok, selamünaleyküm aleykümselâmdın sonra, sohbete varmadan evvel zaten başlamışlar, konu da karpuz.
Şansıma karpuzların hepsi kan kırmızı ve de baklava tadında çıkmış. Ağzım laf ettiğinden nasıl karpuz uzmanı olduğumu anlattım ama tüm ısrarlara rağmen “ iyi karpuzu nasıl seçtiğimi söylemedim. Sohbetimize yan masada oturanlardan da katılanlar oldu, onlardan bir kaçına da karpuz seçtim. Sonra da bir otobüse binip pek de gitmediğim bir semte gittim. Bir internet kahve buldum. Bilgisayarlardan birinin başına geçip internetten iyi karpuz nasıl anlaşılır”ı buldum ama son anda okumaktan vazgeçtim. Biliyordum ki okursam yarın elime aldığım karpuzlarda okuduklarımı arayacak “ yarım bilgi felaket getirir” esprisi dâhilinde her şeyi elime yüzüme bulaştıracak 1000 karpuzun en kötüsünü seçecektim belki de.

Bu olayda birkaç gün sonra semt parkında oturuyorum. Orta yaşlarda biri yanıma yaklaştı. Kibarca gülümsedi, selam verdi. Ezikti.

- Hüsnü Bey, dedi.

- Evet dedim, benim.
DEVAMI CUMA GÜNÜ

3 Eylül 2012 Pazartesi

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI


2.BÖLÜM



Böyle huylarım vardır. Bir söz, bir olay aklıma gelir bayağı da dikkati çekecek şekilde ,kendi kendine gülene ne denir malım, gülerim.

Karım:

- Hayrola, dedi.

Damat da yanımızda ama fark etmemiş. Lafa karıştı:

- Görmedin mi kendi kendine gülüyor.

Damada göz ucuyla baktım. Tepki vermiyordu. Karım sorusunu yineledi.

Ballandıra ballandıra karpuz hadisesini anlattım.

Karım:

- İlahi Hüsnü, dedi. Bazen bir çocuklaşıyorsun bir çocuklaşıyorsun.

Damat bana arka çıktı.

- Bende görüyorum bazen, dedi.” Karpuzun k’sinsen anlamazlar akılları sıra karpuz seçiyorlar, sözüm ” Bilgiç bilgiç, sustu, muhtemelen beni hatırladı.

Damada bir şey söyleyecektim telefon çaldı. İrkildik. Saat 23’ü geçeli dakikalar oluyordu. Bu saatlerde telefonla aranmaya da alışık değiliz. Karımın beti benzi attı. Korkuyla:

- Hayırdır inşallah, dedi. Bu saatte.

Telefon bana yakındı. Yanlış numara olması olasılığına karşı biraz bekledim, gene çaldı. Gene çaldı. Heyecanlandım ben de, aldım:

- Alo, dedim.

Arayan Nusret Bey’di.

Kırk yıl düşünsem hatırıma gelmez derler ya…

Ses tonundan, kurduğu tümcelerden ne kadar samimi duygularla aradığını anlamamak için epeyce bir saf olmak gerekiyordu.

Misafirleri de karpuzu çok beğenmiş… Ama karpuz da karpuzmuş hani. Tadıyla rengiyle. Misafirlerin karpuz için övgü dolu sözler sarf etmeleri pek hoşuna gitmiş, teşekkür etmek içinden gelmiş.

- Estağfurullah Nusret Bey dedim. İyi çıktığına sevindim.

- İyi çıkmak da ne kelime dedi. Ballı kadayıf gibiydi. Çok teşekkür ederim.
Telefonu kapattık. Kibar adam tabi mi desem insanları mutlu etmek bu kadar mı kolay desem.

Karım ve damadım konuşmalarımızdan içeriği anlamış olmalılar ki bir şey sormadılar.
DEVAMI ÇARŞAMBA GÜNÜ