28 Eylül 2019 Cumartesi



GÜZEL SÖZ : EŞEK ÖLÜR SEMERİ KALIR ,İNSAN ÖLÜR ESERİ KALIR ( ATASÖZÜ)

***


ADIN OSMAN’MIŞ!

Dursun Ağa,
“Şu kapının yanında oturan kim?” diye sordu Harun Ağa.
Harun Ağa, çayından bir yudum alıp işaret edilen yere baktı. Islanan bıyıklarını parmakları ile sıvazladı.
“ Vallahi, sakalı olmasa Vehbi’nin eniştesi diyeceğim ama.”. dedi.
Yan masada Derviş Ağa vardı. Tek oturuyordu. İstemeyerek de olsa konuşulanlara kulak misafiri olmuştu. Merak etti. Öksürerek boğazını temizledikten sonra:
“ Vehbi’de kim ola ki?” dedi.
Harun Ağa, kendince kasılıp cevap verdi:
“ Kim olacak, Dudu kadının kocasının kayın biraderi.”
Derviş Ağa,, Harun Ağa’ dan pek haz etmezdi. Onun da kendisinden hoşlanmadığını bilirdi. Bundan dolayı da sorusuna onun cevap verileceğini tahmin etmemişti ama... Susarak kabalık da etmek istemedi
“ Dudu kadın da kim? Çıkartamadım.
“ Cemaate katıldığın mı var? Çıkartamazsın tabi. Üst köyden, Ayfer’in kaynanasının kardeşi...
Derviş Ağa, ayağa kalktı, “ İyi ki bir şey sorduk.” dedi. Sonra da söylenerek bir başka masaya geçti:“Bilmem kimin de bilmem kimi. La havle ve la kuvvete…”
Dursun Ağa’nın aklı kapının yanındaki sakallıdaydı. Gözü bir yerden ısırıyor gibiydi ama. Harun Ağa’ya tekrar döndü:” Demin Vehbi’nin eniştesine benzettin ama uzaktan yakından alakası yok onunla.” dedi. Gözlüklerinin camını temizledikten sonra da ekledi: “Bir kere bu köyden değil bu bana göre.”
“ Bana da öyle gibi geliyor. Satıcı falan olsa gerek. Takma kafana.”
“Bu saatte satıcı olmaz.
“ Boş ver ağa. Kimse kim. Muhtar düşünsün.”
“ Ama ben bu adamı bir yerden tanıyor gibiyim ya. Yabancı değil gibi. Fazıl’a bir soralım mı?”
Harun Ağa, sağ kolunu kaldırarak, birine seslenirken hep öyle yapardı, “ Fazıl, buraya bir geliver bakayım.” dedi.
Fazıl, ocakta kirli çay bardaklarını çalkalıyordu. Çay isteniliyor sandı. Seslenenden yana dönmeyerek:
“ İki dakikaya kalmaz hazır olur.” dedi.
“ O sonra. Hele bir seğirt buraya. Bir şey diyeceğim.”
Fazıl, gür ve neşeli bir sesle ,“Emret dayım.“dedi. Demesi ile de elindeki bardakla beraber Harun Ağa’nın yanına koştu. . Esas duruşa geçti, selam da verdi.
Dursun Ağa, Fazıl’ın duruşuna gayriihtiyarî gülümsedi. Fazıl, askerden henüz gelmişti. “ Komutanın sana bir şey soracak asker.” dedi
. Fazıl, Harun Ağa’ya döndü. Soruyu bekledi.
Harun Ağa, burnunu çakerek:
“Şu kapının yanında oturan kim?” dedi
Fazıl, işaret edilen yere bakmadan başını hafifçe iki yana sallayarak:
“Hangisi dayım?” dedi.
Harun Ağa, sinirlendi. Sesini biraz yükselterek:
“Kapının yanında kaç kişi var Fazıl? Deli etme adamı.”
Fazıl, “ Kusura bakma dayı” dedi. Kapıya döndü.
Tam bu anda da kapıda Muhtar göründü.
“ Selamünaleyküm ağalar, dedi. :” Fazıl, dışarıdayım oğlum. Bana çift bardaklı bir çay.”
Fazıl, herkes adına selamı aldı ve de ekledi:
“ Aleykümselâm muhtar emmi” Harun dayımı halledeyim tavşankanın elinde.
Dursun Ağa, Harun Ağa’ya takılmaktan keyif alırdı. Bu durumda bile Eline geçen fırsatı kaçırmak istemedi:
“ Ne diyorsun sen Fazıl evladım. Harun’u halledeyim falan. Aaaa!”
Harun Ağa, dudak büktü:
“ Bugün beni kızdıramayacaksın ağa” dedi. Fazıl’a döndü. Fazıl, Harun Ağa’nın niyetini anladı: Ona doğru biraz eğildi:
“ Onun kim olduğunu öğrenirim ben de, ne yapacaksın.” dedi.
Harun Ağa’ beklenmedik zamanlarla beklenmedik çıkışlarıyla ünlüydü. Onu tanıyanlar onun bu huyunu gayet iyi bildiklerinden alınmazlardı.
“ Emecem Fazıl. Anladın mı? Bir daha söyleyeyim mi?”
Fazıl, avuçlarını ile “ pes” işareti yaptı. “ Muhtar emmimim çayını ben bir götüreyim de köpürmesin.” dedi. Sonra da sözde koşarak oradan uzaklaştı.
Dursun Ağa, otuzluk tespihini hızlı hızlı çekmeye başladı. Harun Ağa’ya doğru iyice eğildi.
“ Çaktırmadan şu herife bir kez daha bak be Harun Ağa. Hiç tanıdık gelmiyor mu sana?”
Harun Ağa, “ Taktın kafaya sen bu adamı ama. Madem öyle dur bakayım.” dedi. Kalktı. Ağır adımlarla pencerenin yanına gitti. Açtı kapattı. Bu arada da sezdirmeden de kapının yanındaki sakallıyı inceledi.. Ardından da masaya geri döndü. Ayaklarını uzattı. Dursun Ağa, kendisine doğru yanaşınca da,
“ Bu Osman olmasın Dursun Ağa. Oturuşunu onun oturuşuna benzettim. Çocukken de öyle otururdu.
“ Hangi Osman lan?”
“ Yaa hangi Osman olacak işte. O Osman, aklına gelen Osman”
Dursun Ağa’ın aklına hemen bir Osman geldi bunu olası görmedi. Kendine has gülüşü ile:
“ Yok canım.”dedi.
Harun Ağa, gayet ciddi.
“ Vallahi o. “ dedi. “ Oturuş sitili hiç değişmemiş. Oturuşundan tanım…..’yi.”
“Ya o nasıl gelsin buraya. Delirdi mi, kim kabul eder onu buralarda. Tükürükle boğarlar.”
“ Ben onu bunu bilmem. Bu adam Osman.”
Fazıl, muhtarın çayını vermiş, kendine has bir yöntemle de sorulan kişinin adını da öğrenmişti. Verilen bir görevi başarmış olmanın keyfi ile masaya yaklaştı, az evvel bıraktığı boş bardağı aldı, alırken de ismi fısıldadı:
“ Adı Osman’mış”
Dursun Ağa ile Harun Ağa göz göze geldi.
Oluşan sessizlik Fazıl’ı tedirgin etti. Bir şey demeden oradan ayrılırken de orta yere anımsatma babından konuştu: “ Taze çaylar hazır beyler. Yemeden içmeden kahvehanede oturmak yok böyle.”
Dursun Ağa, ekşiyen suratı ile masadan da destek alarak ağır ağır kalktı:
“Varalım bakalım yanına bir, gerçekten o mu?” dedi.
Harun Ağa, kendisinden umulmayan bir çeviklikle Dursun Ağa’nın kolundan yapıştı. Azarlarcasına:
“Delirdin mi, otur yanına “ dedi.
“ Adı Osman demedi mi şey? Sen de o olabilir demedin mi? Demek ki o.”
Harun Ağa, sandalyesini yerine oturan Dursun Ağa’nın yanına çekti. Kulağına eğilerek:
“ Sen herkese akıl verecek yaşa geldin Dursun Ağa. Osman’sa Osman. Kimse bir şeyin farkında değil. Dur hele bir. “
Dursun Ağa, Harun Ağa’nın gözleri içme baktı.
“ Sen niye bu kadar telaşlandın ki Ağa” dedi.
“ Seni tanıyorum çünkü. İşin aslını öğrenmeden neler yapabileceğini biliyorum.”


“Hade bakalım öyleyse,” dedi. “Öğren de gel.”
Dursun bey, derin bir nefes aldıktan sonra beş büyük adımla adamın yanına vardı:
“Merhaba, “ dedi
“Merhaba,” dedi adam kendine çeki düzen vererek, yer gösterdi “Buyurun.”
Dursun bey, sandalyeyi çekip oturduktan sonra direkt sordu.
“Kimlerdensin?”
Adam, bir an duraksadı. Böyle bir soru beklemiyordu. Dursun Bey’in ses tonundan da, gözlerinden de ürkmüştü biraz.
“Buralardan değilim”
“Ya?
-…
“Misafir misin?”
“Öyle sayılır.”
“Adın Osman’mış…”
“Ne olmuş?”
“Gerçekten Osman mısın diye merak ettik de.”
Sakallı adamın sesi gayri ihtiyari yükseldi:
“ Niye ki? On binlerce Osman var ülkede.
Durmuş Bey’in de sesi yükseldi:
“Ananın adı Hacer mi?”
Adam, cebinden sigara paketini çıkardı, bir sigara çıkarıp yakacaktı, yasak aklına geldi vazgeçti.
“Siz beni birine benzettiniz herhalde, dedi Beş dakika soluklanalım dedik şurada…
“ Laf oyunu yapma. Ananın adı Hacer’mi?
Masanın yanına , Haldun yanaştı. Fazıl yanaştı, dip masada oturan Emin ile Satılmış ayağa kalktılar,
Muhtar, kapıdan kafasına uzattı.
Adam, çevresine bakındı. İç cebinden nüfus cüzdanını çıkardı. Ana hanesine parmağını koyarak gözüne sokmak istercesine Durmuş Bey’e gösterdi.
“ Ne biçim yermiş burası be. Bir bardak çay içelim” dedik. Nüfus cüzdanını cebine koydu. Etrafına bakındı: Dip masadan ayağa kalkanlar oturmuşlardı. Fazıl ocağına giderken, Haldun da hemen yanındaki sandalyelerden birine oturmuştu. Muhtar’ın canının sıkıldığı yüzünden anlaşılıyordu. Dursun Bey, rahatsız oldu durumdan. Kapıya yöneldi. Sakallı da cebinden bir onluk çıkardı, masaya bırakırken de Fazıl’a herkesin duyacağı bir şekilde seslendi.
“ Üzeri kalsın.”

26 Eylül 2019 Perşembe


GELMEYEN MİSAFİR

Beş karış surat ile epeyce bir süre evin içerisinde dolaştı. Adımlarını hızlı hızlı attı. Tespih çekti. Saçlarını karıştırdı. “ Tamam İsmail!” dedi.
“Tamam İsmail” sözü ilk şoku atlattığının bir kanıtıydı. Tehlike azalmıştı. Şimdi, ocağa çay koyacak üç bardak çay içince kendine biraz daha gelecekti. Öyle de oldu. Çaydanlığı temizledi, demliğe çay, çaydanlığa su koydu. Ocağı yaktı. Çaydanlığı üzerine yerleştirdi. Salona geçti. Koltuklardan birine oturdu. Çoraplarını çıkardı ayaklarını sehpanın üzerine uzattı. Ayak parmaklarını oynattı, güldü.
“ Gitsin otelde kalsın efendim.” dedi. “Burası otel mi?”
Televizyon kumandasını aldı düğmesine bastı.
“ Koskoca bir hafta… Burada kalabilir miymiş? Bir sakıncası var mıymış? Var efendim bir sakıncası var.”
Açtığı televizyon kanalında reklâmlar başlayınca başka kanala geçti, Orada da reklâmlar vardı, Bir başka kanala geçti orada da reklâmlar vardı.
“ Hay sizin reklâmınıza”dedi İsmail. Televizyonu kapattı. Ocağın ateşini fazla açmış olmalıydı, suyun kaynadığını hissetti. Seğirtti mutfağa. Gerçekten de su kaynamıştı. Mutfaktan içeri girerken de çaydanlıktaki su taştı, ocağı söndürdü.
“ Bir sen eksiktin.” dedi
Çaydanlıktaki suya mı kızmıştı, ocağa mı kızmıştı, gelecek kişiye mi kızmıştı, teyzesine mi kızmıştı anlaşılamadı.
Ocağın altını tekrar yaktı. Çayı da demledi. Mutfak balkonuna çıktı. Karşı balkonda genç bir kadın vardı. Sandalyesine oturmuş, bacak bacak üzerine atmış çayını yudumluyordu.
İsmail, bir an kadının oturmakta olduğu dairenin bir aydır boş olduğunu, camında da “ kiralık” yazısının olduğunu hatırladı. Kaça tutulduğunu merak etti. Kadına baktı, bir an göz göze geliriz de , hem hoş geldiniz der hem de sorarım düşüncesi ile.
Kadın da İsmail’i fark etti. Fark etmesiyle de üzerindeki kazağa benzer giysiyi hızla çıkarttı bacaklarına örttü. Yarım da döndürdü sandalyesini.
İsmail, utançtan kıpkırmızı oldu. Hiç fark etmedim eteği mini miydi yoksa” diye içinden geçerdi. “ Hay Allah” dedi belli belirsiz. İçeriyi girdi. Perdeyi çekti.
Mutfak masasının taburesine çöktü İsmail. Birkaç dakika orada kaldı sonra kendisine çay doldurdu. İki şeker attı. Karıştırdı. Çayından bir yudum aldı. Çay pek lezzetsiz geldi. Belli ki keyifsizliği tat alma organını da etkilemişti.
Yanlış anlaşılmaktan oldum olası korkardı. Korktuğü bir kez daha başına gelmişti işte. Kadınının yanlış anladığı aşikârdı. Nasıl çıkacaktı artık o balkona. Oysa en sevdiği balkondu. Çoğu zaman gece on birden sonra çıkar, içkisini yavaş yavaş yudumlar, karşıki bina boşluğundan yararlanarak uzaklara dalar giderdi. Karşı binanın karşı dairesinin tek balkonu vardı o da o balkondu.
Bilinçsizce eli cep telefonuna gitti. Bu olanları biri ile paylaşmak biraz olsun rahatlamak istedi. Kız arkadaşı bir türlü çözemediği bir mizaca sahipti. Ona bir merhaba demek istedi. Sesinden bunaldığını anlarsa bunalmıştı, anlamazsa kendisi abartıyordu.
Karşı telefon çalar çalmaz açıldı. İşte, şans yardım etmişti:
“Telefonunun başında beni mi bekliyordun kız” dedi.
“ Şimdi kapatmıştım da. Hayırdır?”
“Ne hayırdırı? İnsan sevdiğini arayamaz mı?”
“ Arar da. Sesin biraz bozuk gibi. Bir şey mi oldu?
“ İki kelam etmedik daha ya? Nereden çıkardın?”
“ Yok yok bir şey olmuş. Ne oldu?”
“ Hangi birinden başlayayım kızım.” dedi İsmail lafı uzatmadan. Sandalyelerin birine oturdu. Sonra da ekledi.
“ Dinleyecek misin? Anlatayım mı?
“ Anlat.”
Songül’ün ses tonundan “ istiyorsan anlat yani” manasını çıkardı İsmail.
İsmet üç senedir beraberdi. Bir kez olsun, yarım saatliğine olsun Songül’ü evine getirememişti. Birden “ şimdi de gelme bakalım.” dedi. “El mi yaman bey mi yaman görürsün.”
Bir an durdu. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar sözünü anımsadı. Anımsadı da bu fırsatı da tam olarak kaçırmak istemedi.
Düşünceleri, Songül’ün,
“ Hey, orada mısın?” seslenişi ile dağıldı.
“ Buradayım.”
“ Haydi anlat, dinliyorum.”
“Sesin pek anlat der gibi değil ama.”
“ Saçmalama hade, anlat. Dinliyorum.”
Anlattı. Hem teyzesinin telefonunu anlattı, hem de karşıki dairenin balkonunda oturan kadının yaptıklarını anlattı. Songül hiç sözünü kesmedi.
İsmail,” İşte böyle” dedi anlatacakları bitince.
Songül yine bir şey demedi.
İsmail sordu:
“ Bir şey söylemeyecek misim?”
“ Ne söyleyeyim?”
Sesini biraz yükseltti İsmail:
“ Ne demek ne söyleyeyim ya. İnsan bir şeyler söyler.”
“ Tamam da ne söyleyeyim?
“…
“ Neye canının sıkıldığını anlayamadım.”
“ Bir saattir konuşuyorum. Canımın neye sıkıldığını anlayamadın!”
“ Kusura bakma, vallahi anlayamadım.”
İsmail, sinirlendi bu sefer:
“ İyi öyleyse “dedi. “Ben de kendime anlayacak birini bulurum.”
Telefonu kapattı. Cebindeki telefonu yatağın üzerine fırlattı. Bir süre telefonun çalmasını bekledi. Songül’ün aramasını bekledi. Songül aramadı. Düşününce kendisinin hatalı olabileceği kanısına kapıldı. Arayıp özür dilemek düşüncesi ile telefonu elini aldı , arayıp aramamak konusunda gitti geldi gitti geldi; sonra da telefonu aldığı yere tekrar fırlattı, söylene söylene evden çıktı.
Yarım saatlik yürüyüş iyi geldi. Kafasını toparladı biraz. Saate baktı. Kâbus gibi birkaç saat yaşamış bir anda üzerinde toplanan kara bulutlar biraz olsun üzerinden dağılmıştı.
Yoldan geçen simitçiden iki simit aldı, biraz ötesindeki kahveye girdi. Bir çay istedi garsondan. Yolu gören sandalyelerden birine oturdu. Oturması ile de yoldan geçen bir tanıdıktan selam aldı:
“ Afiyet olsun İsmail.”
“ Eyvallah!” dedi hafif de kalkarak.
Selam, fazlasıyla bir iyi geldi İsmail’e. Simitten büyükçe bir parça kopardı. Çiğnerken iki ölçü çayı da geldi.
Belki de iyi olur, kafadan biridir, diye aklından geçirdi gelecek misafir için. Teyzemin hatırı için bir hafta çiğ tavuk bile yenir be İsmail, yaptığın şu tafraya bak, diye söylendi. “ Bir hafta, içerinde seni de evini de yemez korkma.”
Bir an biraz bilgi almadığına üzüldü. Kaç yaşındaydı? Niye geliyordu? Bunları niye sormamıştı ki. Belki teyzesi anlatacaktı ama tamam tamam anladık der gibisinden kadının ağzına tıkamıştı.
Bilmem nesinin çocuğuymuş da bir haftalığına buraya gelecekmiş de: Bu çocuk ya dokuz on yaşındaysa? Ya yaşını başını almış bir adamsa? Olur a… Belki de şen şakrak, zengin biridir; gelmişken felekten bir gece çalmak ister yanına kendisini almak isterse? Neden olmasın? Hem geçen gece rüyasında böyle şeyler görmemiş miydi? Belki de bu malum olmuştu?
Songül’e, “ Gelen misafir kız ama.” diyecekti onu kıskandırmak merak ettirip evine getirmek için ama, dememişti. Biraz da abartacaktı Teyzem beni onunla evlendirmek istiyordu eskiden ama ben senin için olmaz, demiştim demeyi de düşünmüştü. Söz sözü açacak İsmail de lafı gediğine koyacaktı:
“ Sen yarım saatliğine gelmiyorsun elin kızı ta nerelerden geliyor. Aslında iş bahane. Ateş ile barut misali, belki hoşlanırım falan diye düşünmüştür “teyzem.
İsmail, aklından geçenleri söyleyemediği için canı sıkıldı. Başka şeylerde söyleyecekti, Tam sırasıydı. Hiç birini ses tonu canını sıktığı için söyleyememişti,
İhtiyacı olmadığı halde elini sırtına götürdü İsmail. Kaşındı, kaşındı. Telefon etsem de az evvel söyleyemediklerimi söylesem mi acaba diye içinden geçirdi.” Ana suçlu olan ben değilim ki” de dedi. Onun aranması lazım.
İsmail, çay parasını bıraktı masaya. Kalktı. Garsonla bir an göz göze geldi. Parasını bıraktım anlamında bir işarette bulundu sonra kahvehaneden çıktı. Ellerini beline dayadı. Bir süre etrafına bakındı. Saate baktı. Ne yapacağına karar veremiyordu.
Biraz ötesinde yeni açılan ama hiç gitmediği süpermarkete gözü takıldı. Ağır adımlarla oraya doğru yöneldi. Hem biraz dolaşırım hem bir şeyler alırım sonrada eve gider yatarım diye aklından geçirdi. Biraz uyursa iyi olacağını düşündü. Birkaç adım yürüyünce markete gitme düşüncesinden vazgeçti, Yoldan geçmekte olan bir taksiyi çevirdi ve de evine gitti. Üzerindeki kıyafetleri bile çıkarmadan kendisini yatağın üzerine bıraktı. Tam uyumak üzere iken kapı çaldı. Açmak istemedi önce. Duymazlığa geldi zili. Israrla çalınca zil söylene söylene kalktı:
“ Bu kadar çalmanı gerektirecek bir şey değilse ben sana sorarım “ diye söylenerek kapıya gitti. Kapıyı açtı.
Kapıyı çalan Batuhan’dı. Arkadaşı. Elinde de büyükçe bir paket vardı:
“ Bir saatir neredesin oğlum ” dedi.” Evde değilsin diye ödüm koptu.”
Batuhan, İsmail’in bir şey söylemesine olanak bırakmadan içeriye girdi. Ayakkabılarını çıkardı. Elindeki poşetlerle salona geçti. Geçerken de “ Bir açacak getirsene “ dedi.
Salona geçti, torbasındaki biraları salondaki masanın üzerine bıraktı. Salon kapısının önünde duran İsmail’e:
“ Açacak getir.” dedi. Sonra da “ İçeriz” değil mi, diye laf olsun diye sordu.
İsmail, içelim bari der gibisinden bir harekette bulundu.
“ Merak etme?” dedi Batuhan “Çerez de aldım. Masanın üzerindeki torbalardan birin masanın üzerine boşalttı. Biraları işaret ederek, “ Soğumasınlar” dedi şunları da dolaba koy.”
“ Emredersi” dedi İsmail. Biralardan dördünü aldı, mutfağa doğru yürüdü.

***


“ Ne var, ne oluyor gecenin bu vaktinde?” dedi İsmail. Gözlerini açtı. Salondaki divanda olduğunu fark etti. Salon kapısının girişindeki Batuhan’ı gördü. Batuhan’ın üzerinde sadece iç donu vardı. Ellerini beline dayamıştı.
İsmail, gözlerini kırpıştırarak sordu:
“ Yangın mı çıktı. Biri mi öldü? “
“ Seni bir bayan soruyor.”
İsmail, şaşırdı:
“ Bir bayan mı soruyor.”
“ Evet…”
İsmail hemen doğruldu. Başı ağrıyordu. Sızıp kalmıştı dün. Batuhan’a:
“Yoksa kapıyı böyle mi açtın?” dedi.
Batuhan, suratını buruşturarak:
“ Ne bileyim ben” dedi. “Kapıcı geldi sandım.”
“ Ne istiyormuş gecenin bu saatinde.”
Batuhan, alaylı gülümsedi:
“ Ne gecesi ya. Öğle olmuş. Ezan okunacak neredeyse…”
“ Öğle mi olmuş. Yapma yahu.”
İsmail ayağa kalktı. Sağda solda içki şişeleri vardı. Batuhan’ın giysileri ile salon daha da beter olmuştu.
İsmail, soyunup dökünmeden yatmıştı. Elleriyle saçını düzeltti. Batuhan’a döndü:
“ Kim olduğunu söylemedi mi?”
Batuhan, sıkıldı:
“ Git bak hade…” dedi. Kocakarılar gibi bir sürü sual.
İsmail de sinirlendi:
“ Sen de üzerini giyin” dedi. “Böyle kapı açılır mı ya”
Dış kapı bulundukları yerden görülüyordu. Kimse yoktu kapıda. İsmail bir an Batuhan’ın soğuk şakalarından birine maruz kaldığını düşündüyse de bir şey demedi. Üzerini gereksizce çırptı. Kapıya doğru yürürken ne olur ne olmaz diye pantolonunun fermuarını da kontrol etti. Hala kâğıdın ağzında durmakta olan Batuhan’a çarparak dış kapıya doğu yürüdü. Batuhan’da kapıyı örterek İsmail’in arkasından gitti.
Kapının hemen dışında şık giyimli hoş bir kadın duruyordu.
İsmail, kadına dikkatli dikkatli baktı. Şimdiye kadar hiç görmemişti.
“ Buyurun, dedi “ Kime bakmıştınız?”
“ Uygunsuz bir zamanda geldiysem, birkaç saat sonra da gelebilirim.”dedi kadın
Söze bir mana veremedi İsmail. Bir tahminde de bulunamadı. Bir an
ne diyeceğini de bilemedi.
“ Beni mi aramıştınız?”
Batuhan lafa karıştı:
“ Hanım efendi seni arıyor. Önce beni sen sandı, İsmail misin?” dedi.
İsmail, bir kadına bir de yanına iyice sokulan Batuhan’a baktı. Batuhan’ın kulağına eğildi:
“Ben olsaydım donumu da çıkartırdım. Hiç olmazsa pantolonunum giyseydin.”
Kadına döndü:
“ İsmail benim ama, tanıyamadım sizi. “ dedi.
Birkaç saniye sessizlik oldu.
“ Memur falan mısınız?” dedi İsmail. Konu ne acaba?
Kadın,
“ Adım Selina.” dedi. Ben Selina.
“ Evet…”
“ Selina.”
İsmail’in baş ağrısı artmıştı. Midesi de kendisini rahatsız etmeye başlamıştı. Sesini biraz daha yükseltti. Birden birkaç gün önce Muharrem’in “ Bundan sonra avukatımla görüşeceksin sözünü hatırladı: Bu kadın o olmalıydı.
“ Tamam, da bayan dedi Adınız Selina. Benim adım da İsmail. Kem küm edip durmayın da ne istiyorsanız söyleyin. İşim gücüm var benim.”
Hala Yanında durmakta olan Batuhan’a döndü. Muharrem’in avukatı olsa herhalde bu dedi. Batuhan konuyu biliyordu. Geldiyse görür der gibisinden gülümseyip baş salladı Batuhan:
Selina Hamım durumunu da zorlayarak içeriye baktı. Batuhan’ı tepeden tırnağa süzdü, İsmail’i süzdü.
“ Burası 212’ye 9 değil mi?” dedi.
Batuhan bir adım öne çıktı. Sesini yükselterek, biraz da alaylı:
“ Burası 212’ye 9 değil 112’ye 9 dedi.
Sonra da İsmail’i kolundan tutarak içeriye çekti, çekerken de
“ Pes yani 112 nire 212 nire. Allah güzellik vermiş ama akıl vermemiş.” dedi kadının duyacağı şekilde.
Kadın, suratına hızla kapana kapıya baktı. Gülümsedi
“ Çok özür dilerim, dedi Rahatsız ettim.”
İsmail bir kapıya bir Batuhan’a baktı. Mide bulantısı biraz geçer gibi olmuştu.
“ Sen hastasın oğlum” dedi. Karıda moral diye bir şey bırakmadım.”
Batuhan söyleneni kendine göre yorumladı. Kendine pay çıkarttı:
“Arkadaşız biz oğlum. Senin yapamadığımı ben yaptım. Avukatsa avukatlığını bilsin.”
İsmail, Batuhan’ın saflığına güldü:
“ Ne avukatı be. Kadın yanlış numaraya gelmiş.
Batuhan da İsmail’in saflığına güldü. Salon kapısının önünde durdu, Döndü:
“ Sen de her şeyi yiyorsun be oğlum. Hatun korktu korktu. 212’yi aklı sıra 112 yaptı kadın aklı ile de bizi yedi.
İsmail’in midesi de bağırsakları da tekrar sıkıştırdı. Bir eli zaten tuvaletin kapısının kolundaydı. Hızla, kolu çevirdi içeri girdi.
İsmail tuvaletten ve lavabodan çıkıp salona geçtiğinde Batuhan çoktan çekyatın üzerine uzanıp uyumuştu. İsmail, Batuhan’ın başına gitti. Tuvaletin haline olabildiğince sinirlenmişti. Ölçüyü kaçırmamaya gayret sarf ederek Batuhan’ın başına gitti, üzerimdeki battaniyeyi çekerken de:
“ Gene ne yatması bu, haydi kalk.” dedi.
Batuhan söylendi:
“ Git başımdan.”
“ Misafirim gelecek biliyorsun. Şuraları biraz oldun toplayalım.”
İsmail bir an bilsin diye düşündü. Kaşlarını çatarak, suratını da buruşturarak:
“ Tuvaleti ne hale sokmuşsun.”
Batuhan, su dökecektim ama üşendim diyecekti, demedi. Üstte çıktı:
“ Ben tuvalete girdiğimde tuvalet zaten öyleydi.”
“ Yok canım.”
“ Öyle canım.”
“ Öyle böyle hade kalk yardım et bana. Üstünkörü de olsa şöyle bir toplayalım.”
Batuhan uzun uzun esneyerek, gerinerek kalkarken telefon çaldı.
“ Vallah çok isterdim dostum ama yarım saat sonra manitamla buluşacağım.” dedi ve ekledi. “ Sana kolay gelsin.”
Batuhan’ın bu davranışı İsmail’e sürpriz olmadı. O da ona gittiği zaman aynı şeyi yapıyordu.
“ Hiç olmazsa şu şişeleri poşete koy da giderken çöpe at.” dedi İsmail.
İsmail bunu söylerken Batuhan dış kapının önündeydi. Ayakkabılarını giymiş kapıyı açıyordu. Döndü:
“ Bay bay “ dedi, kapıdan çıktı. Kapıyı kapatmadan da ekledi; “ Okkalı bir Türk kahvesi yap kendine, sonra ortalığı toplarsın benden tavsiye.”
Az evvel ara veren telefon yeniden çaldı. İsmail, “ Çal desek çalmazsın” dedi telefona bakarak. Telefona doğru yürürken de kapı çaldı.
“ Yine bir şey unuttu bizimki” dedi Batuhan için. Her gidişinde mutlaka bir şeyini unutur geri dönerdi. Telefon ısrarla çalıyordu.
Elle de çalındı kapı. Seslenildi de:
“ Evde olduğunu biliyorum. Aç kapıyı.”
Kapıcı Durmuş’un sesiydi. Kapıcının sesi heyecanlı gibi geldi İsmail’e. Korku. Koştu kapıya. Açtı:
“ Hayır ola Durmuş Efendi, dedi.
“ Kadının biri bir kâğıt verdi sana vermemi söyledi. Evde yok muymuşsun ne. Gerçi ben bir şey anlamadım ama, emanettir üzerimde kalmasın. Kaybederim Maybederim neme lazım.
“ Ne kâğıdı?”
Durmuş efendi, kâğıdı bulmak içim ceplerini karıştırmaya başladı karıştırırken de küfür ederek söylendi:
“Nerede bu”
Pantolonun arka cebinde buldu, o mu o değil mi diye baktı. Oydu:
“ Al” dedi.
İsmail,
“ Okudun mu? “ diye sordu kapıcıya.
Kapıcı soruya bozuldu. Ben siz değilim diyecekti, tatsızlık çıkar düşüncesiyle vazgeçti
İsmail, başını iki yana sallayarak
“ Nasıl bir kadındı? dedi
Kapıcı, az evvelki suale tepkisini koyacak şekilde soruyu cevapladı:
“ Dikkat etmedim.”
“ Etmişsindir, etmişsindir. Nasıl bir kadındı?
Kapıcı, iç cebinden de özenle paketlenmiş küçük bir paket çıkardı:
“ Bunu da o hanım bıraktı.” dedi.
İsmail, paketi alırken
“ Bunda ne var Durmuş Efendi?
“ Nerden bileyim ben İsmail Bey.”
“ Açıp bakmışsındır sen. Tehlikeli bir şey varsa.”
Durmuş Bey, daha fazla sabredemedi:
“ Belki konuşmasını tam, davranışı da iyi bilmeyen kaba saba bir adamım ama kimsenin şeyini de bakmam ben İsmail Bey” dedi. Döndü, hızla merdivenlerden inmeye başladı.
İsmail Bey, kapıcının tavrına bir mana veremedi. “ Havanı sevsinler. Burnundan kıl aldırmıyor.” diye söylendi söylenirken de paketi açtı. Paketi açınca da gözlerine inanamadı, şaşkınlığını ıslıkla gösterdi: Pakette altın bir saat vardı.
Bir süre dondu kaldı İsmail Bey. Birkaç defa saate baktı. Sonra elindeki kâğıt aklına geldi. Yavaşça açtı okudu. Kül gibi oldu benzi. Ellerini dizlerine vurdu,
“ Allah kahretsin, dedi. “ Teyzeme ne diyeceğim şimdi ben.”
Gelen teyzesinin gönderdiği misafirdi: Selina.




7 Eylül 2019 Cumartesi


HOŞAFIN SUYU KESİLDİ

Sualler peş peşe geldi
Her suale
Bazen doğru
Bazen yanlış cevap verdi Ahmet
Altında kalmadı hiçbir sorunun yani
Sonra, suspus oldu birden
Şaştı herkes, Ahmet de bir insandı
Ağzı laf etse de her ne kadar!
Şevket güldü bıyık altından
Döndü dedi Dudu’ya:
Hoşafın suyu kesildi.