31 Ocak 2021 Pazar

 SONUN BAŞLANGICI

 

Çözüm yolu örtüşünce hikaye kahramanınki ile

Çok sevindi çocuk

Paylaşmak istedi ailesi ile

Ağzı kulaklarında gitti anlattı heyecanla ve gururla

Bir aferin bekliyordu amma

Baba,  başını salladı sadece lalettayin

Anne dedi:

-Odanı topladın mı?

 

Çocuk döndü odasına süklüm püklüm

Hem ağladı hem odasını topladı

Bir daha da ailesi ile hiçbir şey paylaşmadı

30 Ocak 2021 Cumartesi

              

 GÜVERCİN UÇUVERDİ

 Bazı durumlarda  insanın nutku tutulur. ya da ne bileyim şu ya da bu sebepten ötürü karşısındakinin isteğine koşulsuz evet ya da hayır der.  

Amcamla oldum olası samimi olmamışızdır. Onu da severim ama biraz da korkarım mı desem, çekinirim mi desem. Hele hele kaşlarını çatınca elim ayağıma dolaşır ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilemem.

Geçen gün bana uğradı. Aniden. Havadan sudan ondan bundan konuştuktan sonra birkaç kez öksürdü, kaşlarını çattı, önüme az yapraklı büyük boy  bir  defter ile  bir de kalem koydu.  “ Bu deftere yarından başlamak üzere saat saat yaptıklarını yazacaksın bana” dedi.” Kaçta kalktın

kahvaltıda ne yedin, o gün neler yaptın, tek tek. Anladın?”

Anlamıştım da anlamamıştım. Şimdi diyeceksiniz ki bu ne biçim anlatma. Ama öyle. Bilmem kaç yaşına gelmiş birine…

-Peki amca, dedim.

Koskoca adamdan istenecek bir şey miydi bu. Ama  bunun mutlaka bir nedeni vardı kendince de ben bilmiyordum işte.

Saatine baktı. “Ben gidiyorum şimdi.” dedi. “Hiç ummadığın bir anda baskın yapıp defterini kontrol edeceğim ona göre .Yazmadığını görürsem kulaklarını çekerim

Kulaklarımı çekermiş. Altı yaşında çocuğum sanki, tövbe yarabbi.

Neyse, ilk şeyi atlattıktan sonra “ başa gelen çekilir” diyerek düşünmeye başladım. Amcam da bir insandı onun da sevdikleri sevmedikleri vardı. Bu deftere onun sevdiği bir şeyi yaptığımı yazarak başlarsam hoşuna gidebileceğini düşündüm de amcam ne severdi ki?

Yengem. Evet  evet yengeme bunu sorabilirdim. Telefon ettim, beni beklemediğim kadar sıcak karşıladı sağ olsun. “ Yaaa yenge” dedim. “ İçimden geldi amcama bir sürpriz yapacağım da. Amcam en çok ne yapmaktan hoşlanır, neyi sever neyi sevmez? Bana biraz ipucu versene.”

Verdi. Hem de uzun uzun anlatarak.

En çok türkü dinlemeyi ve de bağlama çalmayı severmiş. Her iş dönüşünde  stüdyo haline dönüştürdüğü küçük odada bağlama çalar türkü söyler beste yaparmış. Hatta son zamanlarda bağlama yapmaya bile yapmış. İlk bağlamasını da yapmış. Çocuklar gibi sevinmiş ilk bağlamasının tellerini takıp yapmış olduğu bir besteyi bu bağlamada çalınca.

Koskoca profesörün yapacağı şeyler mi bunlar? Bunun böyle olduğunu bildiği için bu yaptıklarını  kimse bilmiyor. Yoksa herkes biliyor da ben mi bilmiyorum?

Aslında ben de çocukken bağlamaya meraklıydım. Müzik öğretmenim sende kulak var, mutlaka müzikle uğraş demiş kendi bağlaması ile  birkaç türkü de bana öğretmişti. Müsamerelerde de bana saz çaldırtmış türküler söyletmişti. Alkışlar aferinler hoşuma gitmiş beni heveslendirmişti ama babam da bu yönde teşvik etmeye kalkınca beni,  sırf ona inat olsun diye türküden de saz çalmaktan da elimi ayağımı çekmiştim. Babamın aldığı sazı da kırmıştım. Çocuk aklı işte, bir tarihte  yaptığım bir yaramazlıktan ötürü kulağımı çekmişti, aklım sıra ondan bu davranışımla öç almaya kalkmıştım.

Ben unutkan bir adamım. Yarın yazmayı unuturum maazallah amcam da baskın yapar boş defteri görür bozulur diye defteri elime aldım. Yarın için bir şeyler yazdım. Ezan okunurken kalktım dedim mesela. Kahvaltı da şunu şunu yedim dedim. Sonra da bağlamamı elime aldım yarım saat kadar çaldım söyledim  diye yazdım. Yazdım da ya derse  ki“ Getir şu bağlamayı da çal bir şeyler ? Amca bu der mi der.” Yarın olsa  ucuzundan bir bağlama alırım da ya sabahın köründe gelirse. Birden aklıma geldi. Üst kattaki Merkez Amca’yı birkaç kez bağlama ile gelip giderken görmüştüm. Ondan  ödünç isteyebilirdim bağlamasını. Denemeliydim. İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü karaymış. Vakit biraz geç olmasına rağmen uyduruk bir senaryo yazdım kafamda sonra da kapısını çaldım.

-Yavrum, dedi” Bir bağlamanın lafı mı olur veririm de benim bağlamam biraz kıymetli. Başına bir şey gelmesin.”

Bunun üzerine gidersem bağlamayı alabilirdim gittim de. Yemim billah ettim, yarın sağ salim bağlamanızı getirir teslim ederim, dedim. Beni içeri buyur etti, bağlamayı eline aldı “Bu bağlama Karslı Kayahan Usta’nın bağlaması dedi. Yıllar evvel özel olarak yaptırdım. Şimdi öyle usta böyle de  saz yok. Olsa bile bugünün parası ile yirmi binden aşağı bulamazsın böyle bir sazı sen.

Merkez Amca’ dan müsaade ,istedim birkaç dakikalığına. Gittim kredi kartımdan  yirmi beş bin lira çektim. Geri döndüm.Yirmi beş  bini Merkez Amca’ya uzattım,

-Sazınızı yarın iade edeceğim, dedim. Teline ziyan gelirse bu parayı vermezsiniz.

Kerhen de olsa parayı aldı, bağlamayı verdi.

Sazı alıp bin bir itina ile eve götürdüm. Olur a çal bakalım bir şeyler derse amcam  yalancı duruma düşmemek için yıllar evvel ilk okul öğretmenimin öğrettiği türküleri anımsamaya çalışarak başladım çalışmaya. Birkaç saat sonra da “ eh işte” o türküleri çalıp söyler duruma geldim. Bunun verdiği  rahatlıkla   koltuğa yayıldım. Televizyonu açtım. Uyuyakalmışım.

Kapı sesi ile uyandım. Beklediğim özel biri olduğu için ( amcam değil) koşarak kapıya gidip açtım. Gelen amcamdı. Zoraki gülümseyerek:

-Gel amca, hoş geldin, dedim.

İçeri girdi. Sazı gördü. Bir süre baktı. Sonra yanına gitti. Bir bana bir saza bakıp sordu:

-Bu ne?

-Bağlama amca, dedim.

-Sen bağlamada mı çalıyorsun?

-Eh işte, dedim

Aferin sana dedi. Sazı eline aldı. Evirdi çevirdi. Kucağına aldı. Tellerine dokundu. ErikDalı’ndan  bir bölüm çaldı. Sonra bana döndü:

-Bu sazı bana ver, dedi.

Beynimden vurulmuşa döndüm.Cevap vermeyince ben

-Beleş değil, dedi. “Sat!”

Çaresiz duruma düşmüştüm bir anda. Cevap olarak yine bir şey söyleyememiştim

-Otuz  bin veririm, dedi. Sonra birden sevgi dolu bir heyecanla  sordu: “Sahi sen bu sazı nereden aldın?”

Attım:

-Ağrılı bağlama ustası Akif’ten almıştım

yıllar önce.İyi saz dedi verirken iyi de çıktı. Yıllardır kullanırım.

-İyi de söz mü dedi amcam. Fevkalade. Nesilden nesile miras olarak bırakılacak bir saz. Sen bu sazı bana sat.

-Ben sana başka saz alayım amca, dedim. “Hatta daha iyisini bulayım. Bu sazın anısı var bende. Yani, özür dilerim ama  satamam.

Hala ayaktaydık.

-Otursana amca, dedim.

Sazı yeni doğmuş bir bebeğe dokunuyormuş gibi itina eli kucağına alıp oturdu. Birkaç parça çaldı. Belli gözü saz da kalmıştı. Ne yaparım da bu sazı alırımın hesabını yapıyordu. Yanılmamışım. Cebinden bit telefon çıkardı. Uzattı

-Sen anlarsın, dedi. Bak bakayım şuna bir.

Anlardım biraz. Aldım.  Son zamanlarda üzerinde çok konuşulan çok pahalı bir telefondu. Henüz Türkiye’ye gelmemişti.

-İtalya’ya gidince almıştım, dedi. Sazla değiş tokuş yapalım.

Bu teklif reddedilemezdi. Şaşkındım. Ne yapacağımı karar veremiyordum. Elini cebine attı. Bir çek çıkardı. Üzerine kırk iki  bin lira yazdı. Çeki bana uzattı.

-Cep telefonu artı kırk iki bin  dedi. Bunlarla saz dükkanı bile açabilirsin. Tamam!

Yalvarırcasına, “ amca” dediysem de  sözlerim fayda etmedi. Telefonu da çeki de masanın üzerine bıraktı. Sazı bana uzattı.

-Hade dedi Şöyle Misket’i çal da bir oynayayım.

Saz çalan bir adam Misket türküsünü bilmez mi. ama bilmiyordum. Neyse birden aklıma  bir şey geldi. Baş  parmağımı  acı çekiyormuş gibi  göstererek,” şu parmağımı geçen gün kapıya sıkıştırdım da amca dedim.

Uyanmadı. “Az evvel çalmıştın ya  bir şeyler “demedi. “O zaman ver de ben  çalayım, kendim çalayım oynayalım.” dedi. Derin bir oh çekip   bağlamayı uzattım.

Aman Allah’ım. Ben böyle bir şey görmedim. Öyle bir giriş yaptı, Misket türküsünü öyle bir çalıp söylemeye başladı ki şimdiye kadar hiç yapmadığım belki de hiç yapamayacağım bir şey yaptırttı bana. Kendime hâkim olmadım, kalktım içimden geldiği gibi oynamaya başladım. Velhasıl elli dört senedir hiç dökemediğim kurtlarımı bir güzel döktüm

28 Ocak 2021 Perşembe

 ŞİDDETE HAYIR!

Pek çok kişi televizyon haberlerinde gördü. 16-17 yaşlarında  bir oğlan sokak ortasında sözde sevgilisini evire çevire dövdü. Arkadaşı da bunu kameraya alıp yayınladı.

Muhtemeldir ki bu kız bu yaşa kadar ailesinden bir fiske bile yemedi. Belki azarlanmadı bile.

Ve yine muhtemeldir ki bu kız bu oğlanla beraberliğini sürdürecek. Çünkü yapılan araştırmalar göstermiş ki Türk kızları ve kadınlarının ezici çoğunluğu maganda adı verilen tiplerden hoşlanıyorlarmış.

Nereden baksan bir sorun.

1-16-17 yaşlarında bir oğlan kız arkadaşına nasıl el

kaldırır?

2-Arkadaşı “ dur ne yapıyorsun?” diyeceğine bu korkunç görüntüyü kayıt eder ve demarifetmiş gibi yayınlar.

Birinin birine şiddet uygulamaya salahiyeti yoktur. Diyelim ki uyguladı, bu kişiler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır ki şiddeti aklından geçirenler yapacakları eylemin sonucunu iki kere düşünmelidirler.

Maalesef haberlerden izlediğimize göre karısına, arkadaşına, ona buna şiddet uygulayanlar adli kontrol şartı ile serbest bırakılıyor ki bu da şiddet eğiliminde olan insanları cesaretlendiriyor. Bu insanlar adli kontrolle serbest bırakılacaksa bile belli bir süre hapse gönderilmeli ki bir caydırıcılığı olsun.

23 Ocak 2021 Cumartesi

 

ATALAR NE DEMİŞ?

Samimi de olabilirdi olmayabilirdi de

Ama dedi o ona

Kapım açık sana hep

Derdin de derdimdir

Olursa bir sıkıntın

Çal kapımı

 

Çalmıyor

Derdi ile baş başa kalıyor

Belki utanıyor, belki gurur yapıyor belki çekiniyor

Belki de kuyruğu dik tutmak istiyor

Sebep ister o ister bu olsun da

Atalar ne demiş:

Derdini söylemeyen   derman bulamaz.

22 Ocak 2021 Cuma

 

ESİN

Bir dakika daha evde kalamazdı. Çok bunalmıştı. Dışarıya çıkıp hava almak, kafasını dağıtmak istedi. Çarçabuk üzerindekiler çıkardı, daha düzgün bir şeyler giydi. Biraz yürüdü. Birkaç ay önce yapılan parka gitti. Boş bulduğu banklardan birine oturdu. Düşünmeye başladı, daldı gitti.

Birkaç dakika sonra bir çocuk sesi ile irkildi:

-Merhaba

Cenk Bey, sesin geldiği yana bıraktı. Seslenen mahalle çocuklarından biri idi. Tanışmışlıkları yoktu, konuşmuşlukları yoktu. Gelirken giderken görmüşlüğü vardı.

Cenk Bey, “Merhaba” dedi.

Çocuk gülümsedi, karşılık verdi:

-Sizi üzgün ve düşünceli  gördüm de bir merhaba diyeyim, siz de uygun görürseniz tabi.”

Çocuğun tatlı sesi Cenk Bey’in hoşuna gitti. Bankın tam ortasına oturmuştu. Kenara çekildi, yer gösterdi “Otursana “ dedi.

Çocuk, işaret parmağı İle bir yer işaret etti,” Annemler şurada” dedi.” Haber vereyim de.”

-Tamam, dedi Cenk Bey,

Çocuk, oradan uzaklaşırken de “ İsmim Cenk, dedi. Annen sorarsa Cenk Amca’nın yanındayım dersin”

Çocuk durdu, döndü.

-Biliyorum, dedi.” Bakkal  Mesut Amca’nın dükkanının binasında oturuyorsunuz. Benim adım da Esin”

Cenk Bey, çocuğun annesinin yanına gidişini izlerken  aklına Mesut Amca’nın  binasında” sözüne  takıldı.  Binalarının hemen atında bakkal dükkânı vardı. Demek ki sahibinin adı Mesut’tu. Bu binaya taşınalı neredeyse on sene olmuştu. Defalarca büyük marketlerden alıp naylon poşetlere doldurulmuş ürünlerle bakkalın önünden geçmişti de bir kez olsun bu bakkaldan bir sakız dahi olsun almamıştı bugüne kadar.

Buraya ilk taşındıklarına  Mesut Bakkal “ hoş geldiniz, hayırlı olsun “ diye bir şeyler demişti lakin o bu nezaket sözlerine bile zoraki gülümseyerek sözle değil başı ile karşılık vermiş oluşabilecek bir dostluğun temellerini atmamıştı.

Bundan yıllarca evvelki bir sohbete de gitti Cenk Bey’in aklı. Büyük babası bir sohbet esnasında şöyle demişti. Mahallemizdeki küçük esnaflara sahip çıkmalıyız. Mesela sen ayda bilmem kaç lira verdiğin o büyük marketlerde çalışanlarla dostluğun var mı? Gece acil bir ihtiyacın olsa o marketi açtırabilir misin? Oysa mahallenin bakkalını açtırabilirsin. Onunla dost olabilir hal yârenliği edebilirsin.  Ara sıra da olsa ihtiyaçlarının bir kısmını, azıcığını mahalle esnafından karşıla. Karşıla ki yanında paran olmadığı bir gün ya da bir gece vakti ondan bir şey istemeye yüzün olsun.  Aynı zamanda mahallenin küçük esnafı o mahallenin bekçisidir de. Şimdi bilmem ama eskiden bu böyle idi.

-Geldim. Anneme söyledim, burayı da gösterdim. İzin verdi dedi Esin. Koşarak gelmişti soluk soluğa kalmıştı.

Cenk Bey, gülümsedi:

-Hoş geldin dedi. “Otur bakalım.”

Esin oturdu. Cenk Bey,

-Annene gidip izin istemen ya da ona burada olacağını haber vermen çok hoşuma gitti, aferin sana” dedi.

Esin,  yaptığı işin takdir edilmesine sevindi. Gururlandı.” Ama on beş dakika burada kalabileceğim” dedi. “Annem on beş dakika sonra gel” dedi de.

On beş dakika sonra Cenk Bey mutlu çocuklar kadar mutluydu. On sene sonra da olsa  eve dönerken Mesut Bakkal’a uğrayacak, yüz gram peynir bir de ekmek alarak karınca kararınca ona destek verecek   eve varınca da  güzel bir çay demleyecek  Esin’in verdiği dersi düşünerek  bakkaldan aldıklarını afiyetle yiyecekti.

                                    BİTTİ

16 Ocak 2021 Cumartesi

   

 

 MEVLANA DA KİM YA?

 

 

-Niye öyle söyledin ki, dedi Cevat.

Sözde kendi aralarında sözlü idiler. Bir kır kahvesinde oturmuşlar sohbet ediyorlardı. Bir aralık Şule,

Mevlana der ki, dedi “Bir  insanın nasıl güldüğünden terbiyesini neye güldüğünden zekasını ve de akıl seviyesini anlarsınız.”

 Cevat sordu:

-Mevlana da kim ya?

“ Mevlana da kim ya!” sözü ile irkildi Şule.

  Geçen seneki bir derste öğretmeni tam iki saat sözcüklerin üzerinde durmuş, doğru ya da yanlış kullanılan bir kelimenin nelere yol açabileceğini örneklerle açıklamıştı

 “ Mevlana da kim ya?”

 Şule’nin kafasında bir sürü soru oluştu. Cevat’ın Mevlana konusunda hiçbir fikri yok muydu? Bu ismi hiç duymamış mıydı yoksa . Durum buysa bu bir felaketti. Böyle bir adamla bir ömür geçer miydi?

 Cevat, Mevlanayı değersiz görüyor onu küçümsüyor muydu yoksa. dünyanın tanıdığı değer verdiği insanı… Yoo, bu olamazdı, olmamalıydı.

Bu sözde bir ironi de olabilirdi. Cevat kendisini küçük görüyor, kendince, aklı sıra sigaya mı  çekiyordu. Bu amaçla bu cümleyi kurdu ise bu da hoş değildi.

Sessizliği Cevat Bozdu.

-Hayırdır kız, daldın gittin?

 Şule:

-Benim bir ismim var, dedi.” İsmimle hitap edersen sevinirim.”

-Bu ne demek oluyor şimdi?

  Şule,

-Yaa, kusura bakma dedi, gözlüğünün camlarını silerken. Bir şeye canım şey oldu işte. Sen ne yaptın görüşmeyeli?

-Hiiç. Arkadaşlarla takıldık. Bilgisayarda oynadık. Sosyal medya falan işte. Zaman geçti.

-Geçen gün sana bir kitap tavsiye etmiştim. Aldın mı?

Yaa kızım sen aklını kitapla mı bozdun? Ben kitap falan okumam. Bu devirde kitapta ne arayıp da bulacağım. Google her şeyi getiriyor anında önüne.

-Diyorsun.

-Haa, bir mahsuru mu var?

Şule’nin sinirleri bozuldu. Gayriihtiyari güldü. Bardağındaki çayı içti bitirdi. Sordu:

-Ben sana mecbur muyum?

Cevat sözden bir anlam çıkartamadı.

Kaşlarını çattı. Sordu:

-Yani?

-Yani ne?  Karşımdaki düzgün cümle kurmazsa ben yanlış cevap verebiliyorum.

-…

-Yani derken neyi kastettin? Düzgün cümle kur. Hade!  

 Cavit isteği karşılık vermedi. Garsona seslendi:

-Oğlum baksana buraya.

Garson Cevat’tan yaşça büyüktü. Bu da Şule’nin gözünden kaçmamıştı. İki adımda yanlarına geldi garson Cavit cebinden para çıkardı, garsona uzattı.

-Şu karşıdaki köfteciden ekmek arası acı biberi bol köfte yapıp getir bana, dedikten sonra Şule’ye dönüp sordu:” Sana da söyleyeyim mi yavrum?”

Şule’nin içinden bir şey söylemek geldi

ise de garsonun yanında bunun yakışmayacağını düşündü. Başı ile “ yok” diye ,işaret etti

Cevat, karşılık vermedi sözlüsüne. Cep telefonunu çıkardı oynamaya başladı.

Saniyeler dakikaları kovaladı, bu arada köfte ekmek geldi. Cevat ekmeğini yerken de telefonunu ile oynamaya devam etti. Bir aralık Şule’ye döndü.

-Esin’in fotoğraflarını gördün mü? dedi.

“Film artisti ya da manken olacak sanki. Sen de o biçim fotoğraflarından birkaç tane koysana sitene,  Bakarsın biri keşfeder artist martist olursun.

Şule, cevap vermedi. Kalktı. “ Çıkalım mıartık” dİye sordu. .Cevat, “yok ya” dedi. Sen çık, ben bir bardak daha çay içeceğim. Biraz da Esen ile konuşurum.”

-Şule, ağır adımlarla yürüyerek  halasına gitti. Halası deli dolu bir kadındı. Oraya vardığında Bedia Akartürk’ün eski bir kasetinde yer alan türkülerini sonuna kadar açtığı teypten dinliyordu. Şule’nin gelmesinden etkilenmedi. Kasetin sesini kısmadı. Bu esnada Konyalım türküsünü söylemeye başladı Bedia Akartürk.Bu kasette yer alan son türkü idi. Halası hem oynadı hem de Şule’yi oynattı. Bu arada telefon çaldı. Yan komşu, teybin sesini biraz kısmasını rica ediyordu.

Teybi kapatan hala sordu:

-Hatırdır kız, sen bu saatte pek gelmezsin?

Şule cevap verdi:

-Özledim seni hala. İşin falan varsa gideyim hemen.

Ne işim olacak, iyi  ki geldin. Karnın açsa yumurta kırayım iki tane.

-Yok hala, dedi Şule. Karnım tok.

Şule oturduğu yerden kalktı. Halasının tam yanına oturdu. Cevat ile arasında geçenleri anlattı. Sonra da halasının gözleri içine bakarak:

-Koskoca adam Mevlana’yı tanımaz mı, dedi. “Düşünebiliyor musun hala  Mevlana da kim ya?” dedi bana. Böyle bir insanla ben nasıl beraber olurum?

-O zaman ayrıl.

- Onu çok seviyorum.

-O zaman devam et.

-Ama Mevlana da kim diyor. Mevlana’yı dünya tanıyor o tanımıyor. Bir insan bu kadar nasıl cahil olur? Hala bana bir aklı ver. Kafam çok karışık.

-Kızım bende akıl yok ki sana vereyim. Aklım olsaydı altı kere evlenir miydim? Gerçi onların üçüne kanun da insanlar da evlilik demiyor ama.

-Hala,  bugün yaptıklarını da söylediklerini de anlattım. Yol yakınken döneyim mi?

-Valla yani ne bileyim ne diyeyim evladım. Annen baban ne diyor bu işe?

-Annem de babam da bu oğlanın sözü söz değil, davranışı davranış değil diyorlar.  İpsiz sapsız sorumsuz biri gibi bu diyorlar. Onları tanıyorsun, bildiklerini gördüklerini söylerler son kararı bana bırakırlar.

Şule yumruklarını sıkarak ayağa kalktı. Tam bir şey söyleyecekti halasının telefonunu çaldı. Hala, kendisini arayandan cevap alamdı.  Bu durum üç kere daha tekerrür etti. Hala. “ Allah seni kahretsin” diye bağırarak telefonu fırlattı. Şule’nin soru sormasını beklemeden konuştu.

-İlk kocam. Bilmem kaç yıl oldu ayrılalı hala içip içip rahatsız ediyor beni. Telefon değiştiriyorum arayıp buluyor.

-!

-On dört yaşında kaçtım bu herife kız. Altı ayı bile bulmadan  da beni kapı önüne bıraktılar.  . Ailene dönemedim. Birkaç akraba falan araya girdi dedene haber verdiler, deden kabul etmedi. Ben de mecburen başka biri ile evlendim. Evliydi o, üç de çocuğu vardı. Beni hizmetçi gibi kullandı, sesimi çıkartamadım. Yıllarca kahrını çektim.

-Ne diyorsun sen hala? Ben bunları bilmiyordum.

-Ah Şule ah. Benim hayatım roman. Bir gün anlatırım sana.

-Gerçekten de on dört yaşında mı evlendin?

-Bunun bir evlilik olmadığını kapı önüne bırakılınca anladım. Aşk,meşk ah Şule!

-Şule halasına, halası Şule’ye baktı bir an. O bir anın ardından Şule halasına döndü. Ondan bir açıklama bekler gibi.” Mevlana da kim ya, diye sordu ben kitap okumam dedi, kendinden yaşça büyük garsona oğlum buraya baksana diye hitap etti, bana kızım yavrum gibi sözler söyledi dedi.

Hala, Şule’nin söylediklerine yorum yapmadı, akıl vermedi

-Haydi dedi, hala-yeğen dışarıya çıkalım, biraz dolaşalım sonra da sinemaya gidelim

10 Ocak 2021 Pazar

 


                        VAH ki VAH!

                          Kaç yaşındaydı? En fazla sekiz. Dükkandan içeriye girdi.

-           Bir şey söyleyeceğim de bana

kızmazsanız söyleyeceğim amma, dedi

Saçları örgülü, çil yüzlü bir kız

çocuğuydu. Toraman Bey, başını kaldırdı. Gözlüklerinin üzerinden baktı. Çocuğu tepeden tırnağa süzdü. Tatlı bir ses tonu ile

-         Söyle bakalım, dedi.

-         Ama kızmayacaksınız değil mi?

-         Söz, kızmayacağım. Söyle!

-         Camda bir yazı var ya, yanlış yazılmış.

Toraman  Bey’in başına ilk defa başına böyle bir şey

geliyordu. Şaşırdı:

-         Yanlış mı yazılmış? Niye?

-         Ben bilmem. Ancak yanlış yazılmış.

Düzeltirseniz iyi olur. Türkçeyi  doğru kullanmalı, yazarken de yazım yanlışı yapmamalıyız. Öğretmenimiz böyle söylüyor.

Toraman Bey kalktı. Kızı tekrar tepeden tırnağa süzdü. “ Doğru söylüyorsun aferin sana!” dedi. Kızın

omuzuna sevgi ile dokundu” Bana da göster bakayım bir bakayım  hangisi yazılmış?” dedi. “Ben de merak ettim. De bakayım, senin adın ne?”

 

-         Benim adım Armut.

-         Armut mu? Benimle dalga geçmiyorsun değil mi? Bak

öyleyse kulağını çekerim

-         İnanmadınız ama doğru. Benim  adım Armut.

Babaannemin adıymış. Ama ben adımı seviyorum. Akılda kalıyor.

Dışarıya çıktıları. Armut, camdaki  duyurulardan birini

gösterdi.  İşte bunu yanlış yazmışsınız, dedi.

Toraman Bey, ilanı okudu. İlanı  kendisi yazmıştı. Bir

yanlışlık göremedi. Yanlışlık yok, dedi. Bacak kadar boyu ile benimle dalga geçiyor herhalde diye düşündü. Kırmamak için bir şey söylemedi ancak sordu:

-         Neresi yanlış? Sen söyle de ben de

öğreneyim.

-         Ben niye söyleyeyim ki, dedi  Armut. “Araştırın bulun ya

da bir bilene sorun.”

        Toraman verilen cevaba bozuldu. “ Tamam kızım” dedi

“Ben, arar bulurum.  Dert edinme. Evden merak ederler. Haydi git artık.”

                          Tamam, dedi Armut.” Yarın gelip kontrol edeceğim ama. Yarına kadar düzeltin. Tamam!

                          Toraman Bey sinirlendi. Sesini yükselterek azarladı:

                          “Tamam kızım hade işine Dalga geçecek başka birini bul sen.”

                          Armut, tepkiye şaşırdı. Arkasına baka baka oradan uzaklaştı.

                          Toraman Bey, içeriye girdi. Masasına oturdu.  Çocuğun sözlerine takılmıştı. Birden ayağa kalktı. Mahallenin  gençlerinden bazıları okuldan çıkmışlardı. Toraman Bey fırladı yerinden. Kapıya koştu, selendi:

-         Gençler bir dakika gelebilirsiniz.

Gençler Toraman Bey’i kırmadılar.

Toraman Bey, Armut Bey’in gösterdiği duyuruyu

gösterdi.

-         Bu ilanın yazımında bir yanlışlık var gibi geldi ama bir

türlü çıkartmadım. Bir yanlışlık var mı yazıda?

Gençlerin hepsi de ilana baktılar. Uzun boylu kravatlı

olan :

-         Doğru yazılmış amca dedi. “Bir  yanlışlık yok. Gönlünü

ferah tut.”

Diğer gençler de sözleriyle ya da  aşları ile cevabı

onayladılar. Toraman Bey’den teşekkürlerini alarak oradan uzaklaşırken, onlardan biri durdu, döndü: Siz üniversite mezunu değil

miydiniz? diye sordu.

Hatırlanmış olmak Toraman Bey’in hoşuna gitti

-         Evet, dedi.

Soruyu soran:

-         Bu kadar basit bir şeyi bize niye

soruyorsunuz o zaman. Bizi imtihan mı diyorsunuz aklınız sıra yoksa,  yoksa başka bir  amacınız mı var?

  Toraman Bey, şaşırdı Nasıl Bir karşılık vereceğini

bilemedi. Soruyu soran gencin arkadaşlarından biri soruyu soran arkadaşına kızdı:

-         Ne antika adamsın be. Ne alaka  şimdi? Yürü!”

Toraman Bey, giden gençlerin  arkasından baktı. “

Zamane çocuklar ne bu böyle” dedi.” Biz bu yaşlardayken büyüklere cevap vermekten korkardık. Şu ukalanın söylediklerine bak! Tövbe Yarabbi!”

Armut, ertesi günü tekrar geldi. Yazıya baktı. Tam

uzaklaşırken Toraman Bey kızı fark etti . Fırladı dışarıya çıktı. Seslendi:

-         Armut, liseli gençlere sordum. Yanlışlık yok dediler.

Armut, cevap vermedi.

-         Niye cevap vermedin? Küstün mü bana?

-         Küsmedim de yine kızacaksınız diye korkuyorum

-         Yok kızmayacağım. Dünkü o  sözlerim için de özür

dilerim.

-         Liseli abla ve abilerin söylediği  yanlış. Burada bir yazım

yanlışı var.Şimdi gidebilir miyim?

-         Tamam yavrum. Ben Mesut Öğretmene de bir sorayım.

-         Tamam. Hoşça kalın!

           Toraman Bey, biraz sonra unuturum kaygısı ile Mesut Öğretmene telefon etti hemen Akşam okul çıkışında kendisine uğrayıp uğrayamayacağını sordu. Olumlu cevap aldı. İçeriye girerken ilana tekrar baktı. Bir yanlışlık göremedi.

“ Yok  yok bu kız resmen benimle  dalga geçiyor.” diye

söylenerek içeriye girdi.

Mesut Öğretmen akşama doğru  geldi. Toraman Bey,

konuyu kısaca izah etti Mesut Bey’e. Mesut Bey “ güldü. “ İlahi Toraman dedi. Derdin bu mu? “ Bir göster bakayım bu yazıyı yanlışlık neredeymiş?”     Mesut Bey, yazıya baktı. Yanlışlık göremedi ama, olur a bir bir yanlışlık var mahcup olurum düşüncesine kapıldı.

- Toraman biliyorsun ben tarih  öğretmeniyim dedi.”

Sen bunu Türkçe ya da edebiyat öğretmenine sor.”

- Sen ne diyorsun?

- Yok. Ben haddimi bilirim. Senin  bu sorun benim

uzmanlık alanıma girmiyor. Ben prensip olarak uzmanlık alanım dışında konuşup ukalalık taslamam. Laf aramızda, benim Türkçem de pek iyi değildir. Bilirsin.”

Mesut Bey, saatine baktı. “ ooo  dedi akşam torunun

doğum gününü kutlamaya gideceğiz” mazeretini uydurdu. Gitti.

Toraman Bey, “ Koskoca hocasın  şunun doğru mu yanlış

olduğuna karar veremedin mi be adam” diye söylendi.  “ Torununun doğum günüymüş de falanmış da filanmış da.”

Toraman Bey kapının önünde  biraz durdu, sağına

soluna balarken üniversite öğrencisi Cemil’i gördü. Seslendi. Cemil:

-         Efendim.  Efendim Toraman Amca” dedi.

-         Bi gel.

 

Toraman Bey, ilanı gösterdi. “

Bunu benim yeğen yazdı ama  yanlış yazılmış gibi geldi bana. Bunun şeyi, yazımı doğru mu?”

Cemil, bilmem der gibi harekette bulundu sonra da “

bay bay” diyerek oradan ayrıldı.

Toraman Bey o gece rüyasında  Armut’u gördü.

Rüyasında Armut karşısına geçmiş gülüyor şunu bulamadın mı amca” diyordu.

Ertesi günü kızlı erkekli bir gurup ilkokul öğrencisi

Toraman Bey’in dükkanının önünde durdu öğleye doğru.. Toraman Bey, korktu “ Bunları mutlaka Armut gönderdi, beni çıldırtacak “ diye düşündü “ Kapatmayın dükkanın önünü ayrılın oradan” diye azarlayarak önlemini almak istedi. Bunun için tam kalkmıştı ki guruptan bir içeri girdi. Toraman Bey’e doğru birkaç adım attı.

-         Amca , dedi.” Öğretmenimiz bir ödev verdi de, biz bir

araştırma yapıyoruz, yanlış yazılan sözcükler üzerine.”

Toraman Bey,

-         Eeeee, dedi.

-         Siz de camdaki ilanı yanlış  yazmışsınız. Biz arkadaşlarla

onu da saptadık. Ödevimiz için bir fotoğrafını çekebilir miyiz?

                          Toraman Bey, gayriihtiyari sesini yükselterek: “ Neresi yanlış. Biz de bilelim.” dedi. Çocukla beraber dışarıya çıktı. İlanın önünde durdu. Gruba, sordu:

                          -Nesi yanlış bunun?

                          Gruptaki bir oğlan elinde  üzerinde yazı bulunan bir kartonla öne çıktı. Gülümseyerek Toraman Bey’e “ Biz doğrusunun yazdık” dedi. İzin verirseniz değiştirebiliriz.”

                          Toraman Bey, çocuğun elinden kartonu aldı. Yazıyı okudu. “ Eee, sizinki ile benimki aynı” dedi. Benimle şey mi yapıyorsunuz siz? Mahallede benden başka kimseyi bulamadınız mı dalga geçecek. Yoksa sizi bana beni çıldırtmak için Eşref denilen adam mı gönderdi?”

                          Oğlan, o tatlı tebessümü ile:

                          -Dikkatli bakın amca dedi. “Aynı değil. Siz “ Emlakçı Tarık’dan satlık daire” yazmışsınız.

                          - Siz de öyle yazmışsınız.

                          - Değil amca. Biz Emlakçı Tarık’tan satılık daire yazdık.

                          Kızlardan biri araya girdi:

 -Tarık’tan derken ünsüz  benzeşmesi yapmalıydınız

amca, dedi. Biz bunu yeni öğrendik. Ama “satlık”ı satlık diye yazarsak niye yanlış oluyor onu bilmiyorum.

                         Toraman Bey, bir çocukların yazdığına bir de kendi yazdığına baktı.

-         Haaaa! dedi.

      Oğlan çocuklarından biri atıldı. Heyecan ve sevinçle:

-Biliyor musun amca dedi üç günde tam , şey, tabelalara,

ilanlara, yazılara falan baktık tam 123 tane yanlış bulduk.

Toraman Bey, söyleyecek bir şey  bulamadı. Belli belirsiz, “ Aferin size” dedi. Sonra da  başını “ Bu kadar yazım yanlışı

ha, vah ki ne vah!” manasında sallayarak içeriye girdi.

8 Ocak 2021 Cuma

 

 

MÜMTAZ DEDE’DEN DERS

 

Yan gelip yatmış bugün

İhtiyaç görmüş, tembellik etmiş

İlk tahlilde garip geldi amma

Düşününce neden olmasın, dedik

Ellerinden öperim Mümtaz Dede

Bir ders daha verdin bize.

                                           

*********

MEVLANA DİYOR Kİ:

BİR İNSANIN NASIL GÜLDÜĞÜNDEN TERBİYESİNİ, NEYE GÜLDÜĞÜNDEN İSE  KIL SEVİYESİNİ VE ZEKASINI ANLARSINIZ.

7 Ocak 2021 Perşembe

 

MAŞALLAH ONA

 

Nasıl anlatsaydı ki

Saat 4’tü

Tutmuyordu uyku

Bir bardak çay içeyim dedi,

Koca bir çaydanlık çay demledi

Demlenmeden ilk bardağı içti

Keyfi yerindeydi çayın tadı hoş geldi

Bir gazetenin bir köşe yazısı da aylardır önündeydi

 

İkinci bardağı da doldurdu ara vermeden

Bir yudum aldı çayından

Yazıdan bir satır okudu

Bir yudum aldı çayından

Yazıdan bir satır okudu

Çay bitti yazı bitti

 

Bu çayın tadı bir başkaydı vallah

Yazının yazarıydı

7O yıl beklemişti bu yazıyı yazabilmek için

Köşe yazısı bitince keyfi daha da attı. 

113 yaşında ilk romanını çıkartma kararını  aldı

Bu heyecanla

Romanını ilk cümlesini yazdı.

Maşallah ona!

2 Ocak 2021 Cumartesi

 

                        DEFOL GİT AYLA!

              Davut Bey, karısına sordu:

-        Devran ya da karısı son günlerde

aramadı değil mi?

Akşam yemeğinden sonra çay içiyorlardı: Ayla hanım, çayından bir yudum aldı:

-        Aramadı. Niye sordun ki?

-        Ararlarsa  fazla uzatmadan  telefonu

kapat. Hatta hiç açma

-        Bir şey mi oldu?

-        İşleri bozukmuş. Herkesten borç

istiyorlarmış.

-        Aaa!

-        Yaaa. Feyyaz uğradı bugün o anlattı.

Batmış. Uçan kuşa borç yapmış. Bugün yarın bizim de kapımızı çalar. Haberin olsun.

-        Hay Allah! Üzüldüm bak.

-        Ben de üzüldüm de. Yani diyeceğim

karısı marısı gelirse ya da telefon ederse hani sohbeti uzatmadan şey yap yani. Borç  istemesine  olanak bırakma. Yok demeye Yüzün tutmaz kaptırırız paraları Allah korusun.

-        Sen öyle mi yapacaksın?

Davut Bey kalktı. Boşalan çay bardağını

aldı, mutfağa gitti çayını tazeledi. Yerine otururken,

-        Asında geçen gün uğradı, dedi. “Ama

benim hakikaten acele bir işim vardı hemen gittim. Verilmiş sadakamız varmış Demek ki borç isteyecekti. Olanlardan da haberim yok, verirdim Allah korusun.”

-        Dur bakalım canım. Belki de istemez

bizden.

-        İster istemez ben onu bilmem. Bil diye

söyledim hani.

Ayla Hanım,

-        Akşam akşam bütün keyfim kaçtı bak,

dedi. Çay tabağını sehpanın kenarına itti.

-        Duyduğuma göre dedi Davut Bey. Ve

devam etti “Doğruysa bacanağı yüklü bir kazık atmış ona. Ondan sonrası  da çorap söküğü gibi gelmiş. Toparlayamazsa iflas edecekmiş. Böyle adama bu devirde kim borç verir şekerim. Herkes aklını peynir ekmekle mi yedi?

Davut Bey, karısının dikkatle  yüzüne

baktığını gördü. Yüzünü eli ile sıvazladı. Sordu:

-        Yüzümde bir şey mi var. Ağzımda falan.

Ayla Hanım gayriihtiyari gülümsedi.

-        Yok yok, dedi. Beşiktaş kazandı ya

, sevincin yüzüne yansımış mı diye baktım.

Davut Bey arkasına iyice yaslandı.

Kollarını açtı. Gururla:

-        Kartallar bu sene şampiyon olacak

göreceksin, dedi.

-        İnşallah, diye karşılık verdi karısı. Takip

ettiği bir dizi filmin başlama saati de gelmişti.  Kumandayı eline aldı, dizinin yer aldığı kanalı açtı.

Davut Bey, sevmezdi bu diziyi. Kütüphaneden İngilizce bir kitap aldı.

Gözlüğünü taktı. Onu okumaya başladı.

                         ***

                  Davut Bey uyandı. Saate baktı. Saat 03’tü. Karısı yoktu yanında. “ Nerede bu kadın?” diye söylendi. Kalktı salona geçti. Elektriği yaktı. Karısı koltukların birinin üzerine bağdaş kurup oturmuştu. Karısı ne zaman çok sinirlense, çok üzülse, bir konu üzerinde düşünse ve bir karar arifesinde olsa böyle yapardı.

                  Davut Bey, karısına ayaklarının ucuna basarak  yanaştı:

-        Hayırdır Ayla , dedi. Ne oldu?

Davut Bey, karısının bakışlarından 

sorunun müsebbibinin kendisi olduğunu anladı. Bir an düşündü. Bir şey bulamadı. Sorusunu başka sözcüklerle yineledi:

-        Ayla ne oldu? Ne kusur eyledik?

Ayla  Hanım ayağa kalktı. Bir şey

söyleyecek gibi olduysa da vazgeçti. Oturdu.

-        Yok bir şey yok, dedi. “Yat sen.”

-        Nasıl yok hayatım. Saat  üç olmuş.. Yarın

sabah işe gideceksin.

-        Davut yat sen. Üzerime gelme. Biraz

düşünmem gerekiyor benim.

-        Ne ?

-        Ne mi?

-        Evet.

-        Davut git yat sen. Gelme üzerime.

-        Hayatım akşam iyiydik. Gelip  giden de

olmadı hani, bir şey söyledi de canını sıktı desem.

                  Ayla Hanım, sert bir ses tonu ile:

-        Beni şaşırttın. Hayal kırıklığına

uğrattın. Utandırdın. seni tanıyamamanı

üzüntüsünü yaşattırıyorsun bana şu an, dedi.

Davut Bey, karısının sözlerine bir mana

veremedi. Sordu:

-        Bunları ben mi yapıyorum?

-        Davut git yat. Bu saatte seninle

tartışmak istemiyorum. Çok sinirliyim. Amacımı aşan bir söz söylerim iş iyice tadından yenmez olur.

                  Davut Bey, yatak  odasına gitti. Pijamalarını çıkardı  takım elbiselerini giydi. Kravat bile taktı. Salona geri döndü. Karısının karşısındaki koltuklardan birine oturdu. Bir süre karısının “ Ne oluyor? Hayrıdır?” demesini bekledi. İstediği olmayınca yerinden kalktı. Bir kendine bir de karısına bol köpüklü birer kahve yaptı.

                  Karısı, ikramı ret etmedi. Belli belirsiz teşekkür etti. Bundan kuvvet alan Davut Bey,  işi kendince şakaya vurarak  “ Ne kusur eyledik sultanım. Anlat bilelim  kendimizi savunalım.” dedi.

                  Ayla Hanım, kahvesinden bir yudum aldı. Fincanı  yan tarafındaki sehpanın üzerine bırakırken sordu:

-        Hakikaten niçin bu kadar sinirlendiğimi,

niçin büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı bilmiyor musun sen?

-Vallahi bilmiyorum. Azıcık, minnacık

ipucu versen, belki bir şeyler tahmin edebilirim.

                  -Akşam yaptığın konuşmayı düşün.

                  - Akşam yaptığım konuşma mı? Ne konuşması yaptım ki akşam ben?

                  -Davut! Devran ve  karısı Sultan  bizim çocukluk arkadaşımız.

                  - Eeee!

                  - Söylediğine göre zor günler geçiriyorlarmış.

                  - Feyyaz öyle söyledi. Aslında ben de duymuştum böyle bir şeyler ama üzerinde durmamıştım.

                  -Ve sen bana diyorsun ki telefonla ararlarsa telefonu açma, gelirlerse de kapıdan kov borç para isterler.

                  - Ben böyle bir şey söylemedim.

                  Ayla Hanım, azarlar gibi sürdürdü sözlerini.

-        Demagoji yapma bana Davut. Bir kelime

eksik ya da fazla söylediklerinden çıkan anlam bu.

-        Eeee

-        Eeee deyip durma bana. Daha fazla

çıldırtma beni.

                  Davut Bey de sesini yükseltti.

-        Sen de sadete gel. Uzatma

sözlerini.Neyse derdin açık açık söyle.

-        Hala anlamadın mı?

-        Neyi anlamdım mı? Bir şey söylemedin

ki.

-        Git yat Davut.

-        Yatmıyorum Ayla. Derdin neyse söyle.

Ne bu böyle, bilmece gibi konuşmalar, afra tafra. Benim yerime başka bir erkek olsa “ Dayak mı istiyor canın der.”

                  -Pardon, anlamadım?

                  - …

                  Davut Bey, kalktı. Salonun içinde birkaç kez dolaştı. Sonra Ayla Hanım’a yaklaştı. Ona doğru hafifçe eğilerek:

-        Özür dilerim, dedi. “ Biliyorsun beni

kafam bu saatlerde fazla çalışmaz. Ne olduğunu bir anlatırsan ben de yani ben de seni tatmin edecek birkaç söylerim belki. Ha!

                  Ayla Hanım bir an teyzesini hatırladı. Onun kendisine yaptığı bir nasihat aklına geldi. Nikah arifesinde söylemişti. “ Bak kızım kulağına küpe olsun, karı koca arasında her zaman bir tartışma çıkabilir. Böyle zamanlarda duracağın yeri iyi bil. Karşındaki kişi  de bilsin sen de bil.”

                  Ayla Hanım, derin bir nefes aldıktan sonra kocasının gözleri içine bakarak yumuşak bir ses tonu ile konuştu:

                  -Bak Davut az evvel de söyledim Devran da karısı da bizim çocukluk arkadaşlarımız. Onu da geçtik dostlarımız.

                  - Eee

                  - Esi şu, ben senden beklerdim ki, Ayla durum bu. Bu hafta Devranları bir yemeğe çağırsak da bir konuşsak durumlarını. Nasıl yardım edebileceğimizi sorsak, yapabileceğiz bir şey yapsak deneni  beklerdim.

                  - Eee!

                  - Sen, benim kocam ne dedin?

                  -Ne dedim?

                  Ayla Hanım sabrını zorladı. Sesini yükseltmemeye çalışarak  sözlerini sürdürdü.

-        Devran ya da karısı ararsa telefonu

açma, kapıya gelirlerse içeriye buyur etme. Niye? çok zor durumlardalarmış. Borç  para isteyebilirlermiş. Ben böyle koca istemiyorum.

Davut Bey!in başı fevri davranışlarından

dolayı çok belaya girmişti. Bu konu ile psikoloğa bile gitmişti.

Davut Bey bir an karısının son sözlerine

takıldı. Sözün ne demek istediğini idrak edemedi. Söze alındı, sinirlendi, kapıya doğru yürüdü, kapalı olan salon kapısını açtı, karısına dönerek bağırdı:

Böyle koca istemiyorsan defol git Ayla