1 Mart 2010 Pazartesi

SEBAHAT HALA'NIN MEZARI
Toprak göçmüştü. Yaban otları bile yoktu üzerinde artık. İsim de zar zor okunuyordu.
Fatiha okudular. “Amin!” dediler.
Ercüment Bey'i defin etmişler, geri dönüyorlardı. Selahattin Bey'de Akif Bey “hala” dediği için hala derdi.
Sebahattin Hanım'ın kabri kolay bulunabilecek bir yerdeydi. Selahattin Bey, caminin biraz ötesindeki değişik yapılmış mezarı görünce Sebahat Hanım'ı anımsayarak otomobilini durdumuş:
Buraya gelmişken Sabahattin Hala'yı da bir ziyaret edelim demişti. İçinden gelmişti belki, belki Akif Bey'e jest yapmak istemişti. Akif Bey'in bir şey demesine olanak bırakmadan da arabadan inmiş arka bagajdan bir su kabı almış hemen oradaki çeşmeden doldurmuş sonra da arabadan inerek ne olduğunu anlamaya çalışan Akif Bey'e dönerek “ Şu en baştan ikinci idi Sebahat halanın kabri değil mi?” diye sormuştu.
Akif Bey, hatırlamıyordu halasının mezarınının yerini. Yıllar olmuştu öleli.. Baştan ikinci miydi sondan ikinci miydi, burada mıydı? Geçen cumartesi Ramazan Bayramı idi. Belki de bundan olacak, mezarların çoğunda çiçek vardı. Ziyaret edilmişlerdi.
Akif Bey, başını “ öyle” anlamında aşağı yukarı salladı. Selahattin Bey, kendi işaret ettiği yere yürüdü, zor da olsa mezar taşını okudu. Dudakları kıpır kıpır ederek suyu mezarın üzerine döktü. Ellerini açtı, Fatiha okudu. Akif Bey'de Fatiha okudu.
Kabristan çıkınca, art niyetsiz olarak,
İyi kadındı Sebahattin hala, dedi Selahattin Bey . Allah mekanını cennet etsin. Senin üzerinde de çok emeği oldu.

Sahi Akif, onun bir kızı vardı. Adı da Dudu idi değil mi?
Hatırlayamadı o an adını Akif Bey. “ Bilmem” de diyemedi. Onun için de,
- Evet, dedi.
Kocası iflas etti, hapse girdi. Orada da öldürdüler. Dört çocuğuyla kaldı ortada kadın.

Senden başka da kimsesi yoktu bildiğim kadarıyla Akif . Ne oldu onlar sahi?
Ne olduklarını bilmiyordu.
“ Atlattılar,” diyerek idare etmeye çalıştı durumu.
Şu işi kurasın diye, gözünü kırpmadan babadan yadigar evi satti değil mi?
Yani...
- Ne zaman başın sıkılsa “hala, hala” diye koşardın. Annen de baban da habersiz az karakollardan kurtarmadı seni.
Akif Bey kendini kötü hissediyordu.
Dudu'nun kocasının hapse girdiğini, orada öldürüldüğünü, dört çocuğu ile yalnız kaldığını oradan buradan duymuştu ama ...
Hayır ola Akif daldın gittin?
Yaa ne bileyim işte, mezarlıktan çıkınca bir hoş oluyor insan.
Bu arada hayırlı olsun, yeni araba almışsın ha?
Eskiyi bizim oğlanın nişanlısına verdik.
Eski mi? Daha iki yıl olmadı alalı.
Öyle de işte.
Ortanca kıza da düğün hediyesi diye Antalya'dan yazlık hediye etmişsin.
Selahattin sende...
Kızma canım. Gözümüz yok, Allah daha çok versin. Seviniriz.
Bilmem mi. Sağ ol.
Akif Bey, eli ile Selahattin Bey'in bacağına dokundu.
Selahattn, beni şöyle uygun bir yerde indirsen.
Hayırdır. Ne oldu?
Şurada bir arkadaş var da, ona uğrayacağım bir. Çoktandır görmüyorum da.
Bu hafta sonu iki günlüğüne Paris'e uçuyoruz değil mi?
Ben seni ararım.
Akif Bey, kapıyı açtı, arabadan indi, kapıyı kapatırken de,
Hoşça kal, dedi. Görüşürüz.
On beş yirmi saniye, belki bir dakika, orada öylece durdu Akif Bey. Üşür gibi oldu. Hafiften de yağmur vardı. Ağaçların bol olduğu taraf güzeldi. Yeni binalar. Yeni çarşı. Gidenler gelenler. Kafa dağıtılabilirdi. Yan taraf izbeydi. Tek tük evler. Yolların kenarında çöpler. Kurumuş otlar. Gezinen bir kaç köpek.
Hemen önünden bir cenaze arabası geçti. Arkasından bir belediye otobüsü. Belli ki mevtayı sevenler, tanıyanlar.
Akif Bey sağ yan tarafa doğru. yürüdü. Epeyce yürüdü. Biraz ötesinde yeni başlamış inşaatlar vardı. Hemen ötesinde bir küçük park. Düşünülmüş, yapılmış bakımsızlaıktan parka benzer bir yer olmuş. Bankların tamamına yakını kırılmış. Parkın on metre ilerisinde bir otobüs durağı. Birkaç kişi bekliyor. Akif Bey, banklardan birinine ilişti.İlk gelen otobüse, nereye gittiğini bilmiyordu ama, binecekti.
Cep telefonundan asistanını aradı. Bugün gelmeyeceğini çok çok acil bir durum ortaya çıkmadığı sürece de kendisinin aranmamasını söyledi. Yoldan geçen bir taksiyi farketti.Ayağa fırladı.” Taksi” diye bağırdı. Taksici tetikteydi, sesi duydu hemen, durdu. Akif Bey, arka kapıyı açtı, gideceği yeri söyledi.
Nevruz Hanım, kapıda kocasını görünce korktu. Bu saatte eve gelmesi vaki değildi. Eli yüzü de bir hoştu. Telaşlandı:
Ne oldu Akif? Yoksa çocuklardan birine mi bir şey oldu?
Akif Bey, eliyle sus işareti yaptı. Ayakkabılarını çıkardı ama terliklerini giymedi.
Karısının korkusu daha da arttı:
Ne oldu. Bir şey mi oldu birine, söylesene...
Akif Bey, cevap vermedi. Doğru yatak odasına gitti. Kendini yatağa fırlattı. Karısı iyice
panikledi .
Akif bir şey söyle...
Kapıyı ört ve dışarı çık. Beni yalnız bırak Nevruz.
Nevruz Hanım kapıyı örtüp dışarıya çıktı. Hemen çocuklarını aradı, ulaşabildiklerine :“ Babanıza bir şeyler oldu, çabuk gelin.” dedi.
İlk gelen küçük kızı oldu. Annesinin anlattıklarını dinledi, kapıyı vurup içeri girdi. Babası sırt üstü yatıyordu. Gözleri açıktı. Yanına kadar gitti, sevimli bir sesle :
Babacığım, dedi.
Akif Bey, soğuk ve emredici bir ses tonu ile:
Dışarı çık Yeliz, dedi. Bana bir şey söylemeyin bir şey de sormayın. Annen diğerlerine de haber verdiyse onlarda yanıma girmesin!”
Yeliz, bir şey diyemedi. Ayaklarının ucuna basarak geri geri gitti. Dışarı çıkıp kapıyı kapattı.
Annesi ellerini oğuşturuyor hızlı hızlı nefes alıp veriyordu.
Yeliz,
“Doktor çağıralım mı anne?”, dedi.
Bir yeri mi ağrıyormuş? Bir şey mi olmuş?
Bir şey söylemedi, dışarı çık dedi o kadar.
Abin gelsin hele bir.
Yeliz telefonu çıkardı çantasından. Tuşlarına basmaya başladı. Annesi atıldı heyecanla:
Nereyi arıyorsun?
Bir dakika anne.
Kızım nereyi arıyorsun? Çıldırtma beni.
Suna Hanım'ı. İş yerinde mi bir şey olmuş bir soralım.
Ne olmuş?
Anne çıktı mı daha. Bir dakika.
Kapı çaldı. Nevruz Hanım koşarak kapıya yöneldi. Burak'la beraber içeri girdiğinde Yeliz telefonu kapatmıştı. Annesi:
Ne oldu, ne konuştunuz?
Sabahattin Amca ile mezarlığa gitmişler.
Ne mezarlığı?
Ne bileyim ben. Biri ölmüş onu gömmeye gitmişler.
Eeeeee?
Eesii mesii böyle işte anne. Sonra da babam, Suna Hanım'ı aramış gelemeyeceğini söylemiş çok acil bir durum olmazsa da beni aramayın demiş.
Burak, aldığı cevap sonucu rahatladı.Annesine döndü,
Yani anne, dedi hemen telaşlanıyorsun. Belli ki bir arkadaşı ölmüş ona üzlmüş.
Oğlunun azara benzer ses tonu ve kurduğu cümleler Nevruz Hanım'ı üzdü. Yeliz'in asistandan aldığı cevaplardan biraz olsun o da rahatlamıştı.
- Siz oturun, dedi. Ben bir çay koyayım. Ve ekledi. “ Serap'a da telefon edin de çıkmadıysa gelmesin.”
Yeliz, kanepenin birine kendini bıraktı. Burak:
Anlamadan dinlemeden... diye söylendi. “ Bir şey oldu sandım. Arabaya nasıl atladım, buraya nasıl geldim... Bir iş görüşmem de vardı. İptal ettik, adam belki vazgeçecek şimdi..”
Annemi bilmiyor musun abi ?
Öfff ya.
Duyacak şimdi. Olan oldu.
Sen gördün mü? Çok mu kötü?
Kötü de annemin anlattığı kadar değil. Çok üzülmüş öyle işte. Biliyorsun duygusal adam zaten.
Burak iyice rahatlamıştı. Daha fazla burada durmanın manası yok diye aklından geçirdi. Mutfağa geçip “ Ben gidiyorum anne “ demeye hazırlanırken kapı açıldı. Akif Bey, odasından çıktı. Biraz toparlanmış gibi idi. Çocukların burada bulunma nedenlerini bilmemezliğe geldi:
Hayır ola çocuklar ?
Yeliz, gülümseyerek ayakta durduğu koltuğun önünden çekilerek adeta babasına yer gösterdi:
Öylesine uğramıştım ben.
Sen Burak?
Ben de, bir bakayım dedim sana.
Ah şu anneniz yok mu? Meydanı ateşe vermeye bayılır.
Akif Bey, kızının yönlendirdiği koltuğa oturdu. Nevruz Hanım da salona girdi. Kocasını koltukta oturuyor görünce sevindi. Yanına gitti sevecen bir ses tonu ile,
Nasıl biraz daha iyi misin? dedi.
İyiyim de çocukları niye yordun buraya kadar hanım?
Canım ben seni öyle görünce korktum. Hem ne var, vesile oldu gördük.
Yeliz,
Kim ölmüş baba? Yani arkadaşınmış da, kankan mıydı?
Kanka ne kızım? Hem kanga yenge demek, bir de buz pateni. Bende ikisi de yok...
Aman be baba... Yani çok yakın arkadaşın mıydı?
Karşılaşınca “ merhabalaşırız.” O kadar işte.
Bunun için bu kadar perişan olduysan, birimiz ölsek fıttırırsın herhalde...
Nevruz Hanım, Yeşim'in “ Anneeeee! “ tepkisi ile asıl sözünün gerisini getirmedi
Ama yalan mı kızım. Geldiği zamanki durumu görseydin sen bir.
Akif Bey,
Kimden öğrendiniz cenazeden geldiğimi? Anladım, Suna Hanım'a telefon ettiniz.
Yeliz, biraz da konuyu değiştirmek düşüncesi ile:
Ablamı aradım anne, dedi. Tam yola çıkıyormuş.
Yeliz, babasının dikkatli dikkatli kendisine baktığını görünce bir hoş oldu:
Ne oldu baba? Niye öyle bakıyorsun ki bana?
Yeliz?
Efendim?

Evet baba.
Boş ver... Boş ver boş ver...
Lütfen baba.
Nevruz Hanım:
- Ne söyleyeceksen söyle, dedi. Hem meraklandırdın bizi.
Burak da annesini destekledi.
Akif Bey'in gözleri doldu. Düşündüğünü söyleyip söylemek husunda tereddüt ediyordu. Altı çift gözün ağırlığını da hissediyordu. Son bir gayret göstererek aklından geçenleri söyledi:
Öldüğüm zaman, hiç olmazsa bayramlarda mezarıma gelin olmaz mı?
Hiç kimsenin beklemediği bir sözdü bu. Herkes dondu kaldı. Yeliz, babasının oturduğu koltuğun kenarına ilişti. Burak, pencerenin önünendeydi, perdeyi araladı dışarı baktı..Nevruz Hanım dişlerini kenetledi, kaskatı kesildi.Düşmemek için sırtnını duvara dayadı. Zaman dördü için de durdu bir an.
Burak, öğrendiklerini, bildiklerini hızlı olarak süzgeçten geçirdi. Akabinde, babasının yanına gitti. Ellerinden tuttu:
Baba, dedi. Ben, seni dinlemeye kendimi hazır hissediyorum. Sanırım annem de öyle, Yeliz de öyle...
Burak, devam etti:
Şu an senin söylediklerini hazmetmeye hazırız diye düşünüyorum. Düşündüklerini bizimle paylaşırsan emin olun ki değerlendirecek ve seni anlamaya çalışacağız. Lütfen...
Saniyeler hızla geçti, dakika oldu. Gizlice bir anlaşma imzalamış gibi kimse ağzını açmadı.
Akif Bey, sesini şenlendirmeye çalışarak ve de boş ver manasına gelecek şekilde sözlerini kuvvetlendirerek :
Siz bana bakmayan, dedi. Bir an aklıma geldi işte. Hade çocuklar ben iyiyim, evinize işinize.
Yeliz:
- “Yoksa bizi kovuyor musun?” dedi.
Hava ısındı bir anda. Yeliz'in gayesi de buydu zaten. Nevruz Hanım “ Hade yavrum” dedi kızına.” Çayı demle de gel.”
Yeliz kalktı, mutfağa yöneldi.
Burak,
Ben çaya kalmasam, dedi. Annesine baktı” Babam da iyi”
Nevruz Hanım, göz ucuyla kocasına baktı. Başını da iki yana sallayarak gözleri ile “ Yani, öyle bir laf ettin ki.” dedi. Yeliz'le laflaşmak için de mutfağa geçti.
Burak, fırsattan istifade edip babasına sokuldu.
- Nerden aklına geldi az ettiğin laf baba, dedi
Akif Bey, sıkıntısını paylaşmak istiyordu:
- Sen tanımazsın dedi, bizim bir Sebahattin halamız vardı.
- ...
- Senin, benim arabalarımız bu evin parası hatta, hep onun.
Nasıl yani, anlayamadım...
Akif Bey, oğlunun sualinine cevap verecek durumda değildi. Onun aklı başka yerdeydi.
- Mezarı...
Akif Bey'in gözleri gayriihtiyari dolu dolu idi.
Mezarı , kimsesizler mezarı gibi idi.
Tamam da bundan sana ne?
Akif Bey oğlunun sarf ettiği söze şaşırmadı ama içi yandı. Oğluna, onu bu hale getiren kendine acıdı.
O benim halam, dedi.
Burak, yaptığı hatayı anladı. Toparlamaya çalıştı.
Yani oğlu kızı yok mu?
Nevruz Hanım, içeri girmiş oğlunun son cümlesini duymuştu.
Kimin oğlu kızı yok mu?
Burak, o an annesini kurtarıcı gibi gördü , atıldı:
Babamın bir halası varmış da. Sen tanıyor musun anne? Neydi adı baba?
Nevruz Hanım, sandalyelerden birine ilişirken de,
Hayır ola, nereden çıktı şimdi bu hala muhabbeti, dedi.
Akif Bey:
Mezarlığa gitmişken, Sebahat halamın mezarına da uğradık da.
- …
Kimsesizler mezarlığı gibiydi. Ondan kötü oldum.
Anladım, onun için hiç olmazsa bayramdan bayrama ziyaret edin dedin.
Burak, araya girdi:
Onun bizim arabalarla evlerle ilgisi ne onu anlayamadım ben.
Nevruz Hanım :
Ne arabası, ne evi?
Babam, bu evinde bu arabaların da payı ondan dedi de. Ondan mı miras kaldı?
Nevruz birden asabileşti:
Saçmalamış dedi
Kocasına döndü, resmen azarladı:
Neler saçmalıyorsun da çocuğun kafasını karıştırıyorsun?
Sermaye için para ya ihtiyaç oldu da, evini satıp parasını bize vermedi mi?
Eh yani Akif. Elli yıllık mevzu. Hem duyan da köşkünü sattı sanacak.
Nevruz Hanım, alayla karışık güldü, Burak'a dönerek devam etti:
İnsanlar ihtiyarladıkça duygusallaşır derler ya oğlum. Kömürlük kadar bir yerdi sattığı yer. Babanın sermaye dediği de çekirdek parası.
Akif Bey de hiddetlendi elinde olmayarak:
Ama o çekirdek parasını senin baban da benim baban da vermedi. O para olmasaydı orayı alamayacaktım.
Yeliz, daha da sertleşme eğilimi gösteren konuşmayı kesti:
Sizlere tavşan kanı çay yaptım. Bu çay hepimize iyi gelecek.
Burak :
Ama bu çay kuru kuru gitmez, dedi.
Nevruz Hanım:
Akşama gelin yaparım bir şeyler, dedi.
Yeliz, çayları verdi. Annesinin yanındaki sehbanın üzerine oturdu.
Çekirdekleri göremiyorum, dedi. Çekirdekler nerede?
Nevruz Hanım:
Ne çekirdeği kızım, dedi.
Çekirdek mekirdek diyordunuz.
Burak:
Kızım sende de ne kulak var. Ta mutfaktan çekirdeği duydun.
Evet.
Başka...
Başka ne duyacağım ki.
İşine geleni duydun yani
Yeliz'in birden çocukluk damarı tuttu. Ayaklarını yere vurdu, sesini değiştirerek:
Anne kıııız. Şu oğluna bir şey der misin?
Nevruz Hanım'ın da çocuklaştı birden. Yıllar öncesine gitti. “ Al sana al sana “ diyerek öte yanındaki Burak'ı döver gibi yapmaya Burak da yapmacıktan ağlamaya başladı.
Akif Bey'in keyfi yerine geldi bir anda. “ El deliye ben akıllıya muhtaçım” diye yüksek sesle söylendi , başını salladı, çayından da “ hüpleterek” bir yudum aldı..
...