26 Mayıs 2011 Perşembe

YAZ ŞURAYA
— Ne diyorsam onu yap sen.
— Niye?
— Ne demek niye?
— Niye senin dediğini yapayım?
— Çünkü ben doğru söylüyorum.
— Nereden belli?
— Bırak lafazanlığı. Doğru değil mi şu söz:” En silik yazı bile en kuvvetli hafızadan iyidir.”
—Yani…
— Yanisi manisi yok bunun. Şöyle bir yokla hafızanı.
— Yokladım
— Nice nicesi var değil mi? Unutmam dediğin ama unutup gittiğin nice mısralar, nice sözler nice projeler…
— Senin yok mu?
— Canım benim de var elbette.
— O zaman niçin hep “sen sen” diyorsun.
— Öyle falan dediğim yok. Lafın gelişi benimki.
— İşin kolayını bulmuşsun sen. Lafın gelişi, lafın gelişi…
— Sahi bugün ne yapacaksın sen?
— Bugün ne mi yapacağım? Hiç…
— Nasıl yani?
— Basbayağı hiç. Hiç bir şey yapmayacağım. Ya sen?
— Farkında mısın? Hep yerimizde sayıyoruz. Bunun nedeni bugün, yarın, bir ay sonra, bir sene sonra ne yapacağım sorusunu kendimize sormamaktan mı kaynaklanıyor acaba?
— Vay, ara sıra çalışıyor senin mübarek kafa ha.
— Gel bugün bir şey yapalım seninle.
— Ne yapalım?
— Bilmem. Yapalım işte bir şeyler. Mesela, mesela… Mesela.
—Ha ha ha!
— Ne oldu neden manalı manalı güldün dostum?
— Hiç, şey bu soruyu Kâzım’a sorsaydın ne derdi acaba ha?
— Kâzım’a mı?
- …
— Ha şu Kâzım! Nerden geldi aklına şimdi? Vallahi ne adam değil mi?
— Nasıl yani?
— Yani, bizim gibi orasını burasını kaşıyarak, ağzını burnunu eğerek mesela, mesela demezdi, çok fazla düşünmezdi. Şakır şakır bugün şunu, şunu, şunu yapacağım derdi.
— Sahi ya, adamın her şeyi planlı… Hani merhabamız var, o kelimeyi kullanmak istemiyorum.
-…
— Ne o, niye daldın öyle?
— Şimdi, eeee şöyle düşün, koskoca bir okyanus…
— Ee?
— İçinde yelkenliler, gemiler, yatlar…
— Üzerinde katlar.
— Katlar matlar, bozma şimdi havamı.
— Hade bakalım.
— Ama bak lâfebeliği yok tamam mı? Biraz sonra bir soru soracağım sana, hani kıl kıl cevaplamayacaksın.
— Emrin olur ağabey.
— Bak ne dedim az evvel. Havamı alma. Oradan bir yere varacağım. Çok önemli ama…
— Ooooo, önemliyse tamam. Susarız, dinleriz, cevaplarız.
— Sulandırmadan ama, lütfen…
— Sulandırmadan.
— Gemiyi bırak şimdi. Yelkenlideyiz.
—Ee!
— Hafif de bir rüzgâr
— Tamam, tamam anladım ne söyleyeceğini?
— Ne söyleyeceğim?
— Canım hemen kızma öyle, yükseltme sesini.
— Hayır, ne söyleyeceğim şimdi? Söyle bir de ben de bileyim.
— O rüzgâr hangimize yardımcı olur diyeceksin?
—Haaaaa…
— Tabiî ki bize yardımcı olmaz Olamaz. İstese de olamaz.
-…
— Dur ya, niçin öyle iç geçirdin?
— Amaçsız, plânsız insana kim, ne yardımcı olabilir ki? Bak orada, o rüzgâr, Kâzım’a yardımcı olabilir çünkü o nereye gideceğini oraya gitmesi için neler yapması gerektiğini hep bilmiştir. Ödülünü de, hep ne derdik ona, hâlâ da deriz ya ne demişizdir ona?
— Hep dört ayağın üzerine düşer, kedi gibi.
-…
— Bak, bugün ne yapacağız dedik cevap veremedik. Yarın ne yapacağız?
-…
— Bir hafta sonra…
- ?
— Üç dört yıl sonra emekli oluyoruz. Ne yapacağız?
— Kader nereye sürüklerse… Biliyor musun, belki inanmayacaksın ama geçen gün bu soruyu lâf olsun diye Kâzım’a da sordum ben. Ne dedi biliyor musun?
— Ne dediğini bilmem ama… Bakalım demediğinden adım gibi eminim.
— Demedi.
— Hiç de dememiştir.
— Demedi.
— Ne yapacakmış?
— Bakalım demedi, hiç de demedi bizim gibi.
— Onu anladık da. … Ya neyse tamam, söyleme boş ver ne dediğini.
— Asıl söylenmesi gerekeni söyledim değil mi. Bugün ne yapacağımızı söyleyebilseydik akşam da neler yaptığımızı söyleyebilirdik be.
— Ne söylediğini kendin anladın mı?
— Tamam dostum, bugünlük bu kadar felsefe yeter bize. Bu yaştan sonra şeye kadı olacak değiliz ya.
— Efendim?
— Ne o, o ne bakış öyle?
-…
— Bu yaştan sonra…
-…
— Mutsuzluğun, başarısızlığın, yaşlılığın anahtar kelimeleri mi bu yaştan kelamı, ne dersin?
— Aaaaa, yetti. Ben bu kadar mütalaaya gelemem.
Kalktı, televizyonu açtı. Gözler beyaz cama odaklandı, saatlerce kahkahalardan,”aaa ”dan ,”ooo” dan başka da bir şey duyulmadı, kimin kiminle ne yaptığı, kimin kaçıncı sevgilisinden niçin ayrılığı, kimin yat kat aldığı bir güzel öğrenildi.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

ÖĞRENDİM, İYİ OLDUM

Mobbing’miş başıma gelen
Duydum anladım rahatladım
Suçu kendimde bulmuş, ezilip büzülmüştüm
Bilinenden korkulmaz derlerdi
Gerçekleri görünce silkinip kendime geldim
Bir başka yürüdüm iş yerimde
Bir başka sarıldım işe, bir başka kelam ettim
Korku bilgisizlikten kaynaklanırmış
Bunu bir kez daha öğrendim.
SÖZLÜK DAĞARCIĞIMIZI ZENGİNLEŞTİRELİM Mİ?

Polemik: Söz dalaşı
Enstantane: Anlık
Demagoji: Laf cambazlığı
Versiyon: Sürüm
Stres: Ruhsal gerilim
Komplo: Düzen
Provokasyon: Kışkırtma
Global: Küresel, toptan
Sehven: Yanlışlıkla
Kerhen: İstemeyerek, tiksinerek
Böle: Teyze, dayı ya da halanın erkek çocuğu
İstinaden: Bir düşünceye, bir şeye dayanarak, güvenerek
Emmi: Amca
Dilbaz: Güzel konuşan, güzel söz söyleyen
Realite: Gerçek, gerçek olma
Sam yeli: Çölden esen sıcak rüzgar
Tecahül: Bilmezlikten gelme
Arif: Anlayışlı
Bıldır: Bir yıl önce, geçen sene
Kondüktör: Yolcu trenlerinde bilet kontrol eden ya da vagonlarda görevli olan
Ah etmek: ilenmek
Tamlama: En az iki kelimeden oluşan kelime grubu
İsim tamlaması: İki, veya daha fazla isimden kurulan tamlama
Gramer: Dil bilgisi
İyelik: Sahiplik
Sahip: Herhangi bir şeyi yasalar dâhilinde dilediği gibi kullanabilen
Ünlü ses: Ses yolunda herhangi bir engele uğramadan çıkan ses
Hariciye: Ameliyat işleri ile uğraşan hekimlik kolu, dış işleri
Ole: Yaşa, ulan
Aroma: Hoş koku
Nesir: Düz yazı, mısralardan oluşmayan yazı
Dilay: Ay gibi güzel
Merserize: Kimyasal olarak parlaklık verilmiş pamuk ipliği
Gri: Kül rengi
Koşuk: Şiir
İttihat: Birleşme
Terakki: İlerleme, gelişme
Maval: Uydurma söz
Servet-i Fünun: İlimlerin zenginliği manasında bir edebiyat akımı
Fünun: Fenler, ilimler
Servet: zenginlik
Fecir: Tan
Fecr-i ati: Geleceğin ışığı anlamında bir edebi akım
Ivır zıvır: Küçük önemsiz

20 Mayıs 2011 Cuma

İNGİLİZCE KELİME HAZİNEMİZİ ZENGİNLEŞTİRELİM Mİ?

That’s not true : Doğru değil
Crazy : Çılgın, deli
Create : Oluşturmak
Creat : Cereat
t-shirt : Tişört
Cub : Hayvan yavrusu
Schauffeur . Şoför
That’s true : Doğru
I don’t think : Sanmam
Nonsence : Saçma
Agree . Katılmak, aynı kanıda olmak, razı olmak
Dishonest : Dürüst olmayan
Story : Hikaye
Novel : Roman
Composition: Kompozisyon
Author : Yazar
Poem : Şiir
Poet : Şair

19 Mayıs 2011 Perşembe

TERTEMİZ BİR ŞİİR

Bir başka yıkandı bu sabah
Bir başka giyindi
Bir başka taktı gazi madalyasını göğsüne.

Tek odalı bir evi var idi
Heyecanlı idı bugün
Mutluydu, gururluydu
Kıdemli Türk vatandaşı idi
Bugün On Dokuz Mayıs’tı
16 Mayıs’ı hatırladı
19 Mayıs’ı hatırladı
Bir film şeridi gibi geçti yıllar gözlerinin önünden
Gözlerini dolduran anlara da
Gözlerinin parladığı anlara da gitti
Bugün 19 Mayıs’tı
Gazi’m tertemizdi.

İstiklal Marşı’nı otobüs durağında duydu doksan ikilik genç
Bıraktı bastonunu yere
Esas duruşa geçti
Çevredeki bazı gençleri utandırmak değildi gayesi
Tüyleri diken olmuştu her zaman olduğu gibi
Göğsü de kabarmıştı yine işte
İstiklal Marşı’nı öyle bir okudu ki yürekten
Ülkemin en şanslı insanlarıydı o anda orada olanlar
İstiklal Marşı neymiş
İstiklal Marşı nasıl okunurmuş bir kez daha gördüler…

Tek gözlü odasının
Bir duvarını Atatürk posteri süslüyordu Asırlık Çınar’ın
Bir duvarını Bandırma Vapuru
Bir duvarında Samsun’un fotoğrafı vardı
Ay yıldızlı al bayrağım hiç içinden çıkmazdı zaten onun
Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal gibi,
Bugün 19 Mayıs’tı
O, tertemiz bir şiirdi.

17 Mayıs 2011 Salı

BABACANA NE OLDU?


Babacandı
Severdi maltız keyfini
Tereddüde düşürülmekten nefret ederdi bir
Birde iki atımlık barutunu kullanmaktan.

Babacandı
Hiçbir zaman hiç kimseyi
Alaşağı etmedi
İyi duydu ”inşallah” dedi
Kötü duydu” sakin ol” dedi
Mamafih,
Bir perşembe akşamı…

Sahi, o perşembe akşamı ne oldu?

16 Mayıs 2011 Pazartesi

HALYARENLİĞİ

14 Mayıs’ı 15 Mayıs’ı bağlayan gece son derece düşündürücü.
Muhtemeldir ki ekran başındaki milyonlarca insanın tüylerini diken diken etti.
Bazılarına, işte bu dedirtirken bazılarına da “Kan kanı çekiyor.” dedirtti.
Bazılarına “ İki millet bir devlet” sloganını anımsattı.
Bazılarına duygu dolu gözyaşı döktürürken bazılarına da “Ne varsa gene –gardaş-da var” dedirtti.
Eurovision şarkı yarışmasında birinci gelen Azerbaycan, finalde sahneye Türk bayrağı ile çıktı. Yarışma boyunca ellerinde Azerbaycan bayrağı ile Türk bayrağı vardı da, finalde de
ellerinde Türk bayrağı olması yaşanan güzelliği taçlandırdı.
Yaşanan bu güzellikten ve elinde Türk bayrağı ile sahneye çıkan Nigar Cemal’den çıkartmamız gerekli çok ders var…


***

Muhakkak ki her mesleğin kendine göre zorluklara vardır. Ama, öyle bir meslek var ki televizyon başında görüntüleri izlerken “bu işi yapanları eleştirirken çok acımasız olmamak gerekir belki de” dedirtiyor.
Kantarın topuzu kaçtı ise elbette eleştirilmeli ama bazen o kişileri de anlamaya çalışmak lazım.
Kim mi bunlar?
Zaman zaman televizyonlarda görüyoruz, polis ekibi kontrolde, aracın biri dur ikazına uymuyor…
Polis elbette ki “gitti ne yapalım” diyemez.
Polise yakalanmamak için son sürat “ trafiğin içinde” bir araba.
Bu kişileri yakalamak zorunda olan ve de hayatlarını riske eden ve sadece işini yapmayan polis memurları…
Her an kaçan araba ya da kendileri kaza yapabilir, masum insanların ölmesine ya da sakat kalmalarına sebep olabilirler.
Ve her şey yolunda gidiyor, Allah’ın koruması ile kaçan araba durduruluyor.
İçinden inenler zil zurna sarhoş…
Adam ya da adamlar, şimdi de araçtan inmemek için direniyorlar. Hade indiler diyelim, polis aracına binmemek için her şeyi yapıyorlar…
Ekran başındakiler için ya da olay yerinde duruma şahit olanlar için tirajı komik bir durum belki ama olayı izleyenlerden kaçı o polislerin yerinde olmak ister?
Polislik zor zanaat…





***

Bugünlerde ilköğretim 7.ve 8.sınıflarında okuyan öğrencilerin pek çoğunun elinde “ doktor raporu.”
Sınavlar yaklaştı ya…
Çocuklar, bizim ve ülkemizin geleceği. Onları sağlıklı ve de dürüst yetiştirmek lazım. Yalan söylemenin, yanlış beyanda bulunmanın etik olmadığını onlara bu yaşlarda kavratmamız lazım.
Çocuklar raporlu, okullara gelmeyen öğrenci sayısı çok Ama dershaneler tıklım tıklım dolu.
Raporun ne demek olduğu da malum.
Doktor kendince haklı.
Veli kendince haklı.
Tanıdık doktoru olmadığı için rapor alamayan veli için ne söylenebilir bilinmez?
Çocuk, bu hiç de etik değil diyecek durumda değil. Çünkü yaşı gereği rapor, işine de geliyor.
Öğretmen ve idarecilerin üzülmekten başka yapabilecekleri pek bir şey yok gibi gözüküyor.
Ağlanacak halimize gülüyoruz işte.

15 Mayıs 2011 Pazar

KELİME HAZİNEMİZİ GELİŞTİRELİM:

Müderris: Medresede, camide öğretmen, ders veren profesör
Medrese: Eski dilde fakülte
Terennüm: Güzel şarkı söyleme
Muhavere: Söyleşme
Talim: Öğretim, alıştırma
Terbiye: Eğitim
Zillet: Aşağılanma, hor görülme
İstiklal: Bağımsızlık
Manda: Birinci Dünya Harbi’nden sonra bazı ülkelerin kendilerini yönetip bağımsızlıklarına erişinceye kadar bazı ülkelere vekillik verme
Yeis: Umutsuzluktan doğan üzüntü, karamsar olma
Ati: Gelecek
Dergâh: Dervişlerin toplandıkları mekân, tekke
Kıyam: Ayağa kalkma, ayakta durma
Üstat: Bir alanda üstün bilgisi olan
Hıncahınç: Ağzına kadar, tıka basa
Kübra: Çok büyük
Ağyar: Başkaları
Müessir: Dokunaklı, etkili
Füsun: Büyü
Öğretim: Tedrisat, belli bir amaca göre bilgi verme işi
Eğitim: İnsanlara, önceden saptanmış amaçlara göre bilgi vererek davranışlarında değişim yaratma çabası
İsmet: Dürüstlük, temizlik
Fecir: Güneş doğmadan önceki karanlık
Grup: Küme
Gurup: Batış, gök cisimlerinin ufkun altına inmesi
Ufuk: Gök ile yerin birleşir gibi göründüğü yer
Cuk oturmak: Söylenen bir sözün, yapılan bir davranışın amacına uygun tam yerinde olması
Artı güç: Sinerji, bir işi yapmak ve başarmak için duyulan istek
Celal: Öfke, kızgınlık
İstiklal: Bağımsızlık

12 Mayıs 2011 Perşembe

MÜMKÜNATI YOK ARTIK

Mümkünatı yok, dedi
“Bu iş burada bitti.” de dedi
Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz,
Canıma minnet oldu karşısındakinin
Öyleyse sen sağ ben selamet, dedi
“ Olamaz böyle bir şey” deyip
Aklında olasılıklar da üretip
Yalvar yakar olacağımı düşünmüş olmalı ki
Gözleri fal taşı gibi açıldı yanıtımı duyunca
Gözlerimin güldüğünü de görünce yalansız
Benzi sarardı
Nutku tutuldu
Dişi dili kilitlendi yani
Hesabı yanlış olmuştu bu kez
Oku yaydan çıkmıştı bir kez
Yapılacak bir şey yoktu artık
Blöfü ters tepti garibimin
Bir kez tutturmuştu şansına
İkinci kez de olunca
Hep öyle olacak sanmıştı
Karşısındaki de aptal olmayınca,
Eller boş kaldı.
Arkasındandan bakakaldı.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

DUA
Tarihini de saati de unutmam mümkün değil.11 Mart… Saat 11.30 ile 12 arası. Günlerden cuma.
Adam, kelimeleri cümleleri art arda sıralıyor. Doktorun önüne çekler uzatıyor, rakamlar yazıyor.
Ağlıyor, yalvarıyor. Zaman zaman ellerine sarılıyor, zaman zaman da ayaklarına kapanıyor.
Adamın gözyaşları sel… Doktor çaresiz. Ben ve yanımdaki dostum şaşkın.
Zaman zaman telefona sarılıyor, doktor mani oluyor.
— Yarım saate kadar helikopter indireyim bahçeye, diyor. Bir saate kadar özel uçağı beş doktorla hava alanında hazır duruma getireyim
Belli ki pek çok şeyi gerçekleştirebilecek durumda.
— Yapabileceğimiz bir şey mutlaka olmalı Rauf, diyor doktora. Yalvarıyor, yakarıyor, ağlıyor bağırıyor, belli ki yüreği yanıyor.
Doktorun insanüstü gayretleri biraz olsun etkisini gösteriyor. Adam sakinleşir gibi oluyor
— Ragıp, dostum, inan hastanemizin en iyi cerrahları en iyi hemşireleri ameliyathanede. Ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.
—Amerika’ya götüreyim
— Ragıp, yani, şu an beklemekten başka yapacak bir şey yok
— Yaşayacak ama değil mi?
— Bilmiyorum, hastanemize getirildiğinde… Durumu çok ağır… Bunu bilmen gerekiyor. Yani, yani Allah’tan ümit kesilmez denilen bir durum.
— Yapılabilecek hiçbir şey yok mu?
— Arkadaşlar ellerinden geleni yapıyorlar inan bana.
— Avrupa’nın en iyi doktorlarını birkaç saatte buraya yığabilirim.
— Biliyorum.
— Öyleyse niye tamam demiyorsun?
— Bak, sağ çıkarsa ameliyattan
Çıldırmışa dönüyor:
— Sağ çıkarsa ne demek Rauf. Kalbime mi indireceksin benim.
- …
— Özür dilerim ama.
Bir şeyler söylemeye çalıştım, sesimi duyuramadım.
— Durumu çok ağır Zaten yani arabadan çıkartıp buraya gelinceye kadar birkaç kez kalbi durmuş. Doktor arkadaşlar bir şeyler yapmış.
— Peki, kaza nasıl olmuş? Altındaki cip dünyanın en iyi cipiydi. Yepyeniydi daha.
— Boş ver bunları şimdi dostum.
— Yalnız mıymış?
— İki kişi deha getirdiler, onları yaşatamadık.
— Yapılabilecek bir şeyler olmalı ama.
— Var.
— Söyle o zaman. Para pul, dünyanın en iyilerini buraya getireyim. Yetmezse isim ver, tüm servetimi önüne sereyim.
— Dua…
— Ne?
— Biz çıkalım arkadaşlarla, sen içinden geldiği gibi oğlun için dua et. Şu an yapabileceğin tek şey bu.
Dışarı çıktık. Rauf Doktor, derin bir iç çekti, kapıyı kapattı. Sözün tükendiği andı artık. Söyleyecek bir sözüm de yoktu gücümde. Allahaısmarladık der gibi Rauf’a dokundum. O da bir şey demedi, başını salladı “güle güle” manasında.
Dışarı çıkınca, arkadaşımla göz göze geldik. İkimizde konuşacak durumda değildik belki. Belki ikimizin de yalnız kalmaya gereksinimi vardı. Ayrıldık…
Bir cankurtaran geldi hastaneye. Onun arkasından bir tane daha geldi…
Elimde olmadan derin bir iç geçirdim. Nasıl bir iç geçirmiş olmalıyım ki yanımdan geçmekte olan biri, yüzüne baktı, kim bilir neyin var der gibisinden baş salladı.
Belgin’in uçağı on beş dakika kadar önce Avustralya’ya gitmek için havalandı İstanbul’dan… Şu anda onun için dua etmekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok.
Babaannemi iki yıl evvel kaybettik. Rahmetli olduğunda 98 yaşındaydı. Kendimi bildim bileli, babama, anneme, kardeşlerime özellikle de biz kapıdan çıkarken dua eder “ güle güle gidin güle güle gelin güler yüzler bulun.” derdi. Bunu duyardık da, kim bilir başka neler derdi:
Belki, Allah kötüye denk getirmesin, derdi.
Belki, Rabbim görünmez kazalardan belalardan korusun derdi.
Belki, verdiğin sadakalar yüzü gözü hürmetine ayağın taşa takılmasın, derdi.
Belki zihin açıklığı dilerdi, belki her şeyimizin yolunda gitmesini isterdi.
Dualarının faydası bize mi yoksa ona mı oldu bilmem ama en basit ifade ile dini inancı pek de olmayan Rauf arkadaşımın hiç tanımadığım yüreği kavrulmakta olan o babaya söylediği kelime bir gerçeği mi yansıtmakta yoksa öylesine ağızdan çıkan bir söz müydü?
— Dua!
Otobüs durağına iki bank koymuşlar. Hayret, bomboş. Kendimi çok yorgun hissettim birden. Oturdum birine.
Hay Allah. Arabam da hastanenin otoparkında kaldı. Daha doğrusu yaşadıklarım unutturdu. Arkadaş da anımsatmadı.
Elinde iki koltuk değneği ile epeyce de bir zorlanarak yürüyen yaşlı bir adam köşeden döndü. Gençken görsem, bu halde niye sokağa çıktın be adam der söylenir miydim acaba? O adam yerine başka biri çıksaydı şu anda önümden geçmiş olurdu. Onun buraya erişmesi belki yarım saati bulacak…
Hastaneye mi gidiyor acaba? Niye bir taksiye binip gelmemiş ki? Bunun oğlu kızı yok mu, girselerdi koltuğuna?
Aklım hala o sözcükte. “Dua”
Duadan başka yapılabilecek bir şey kalıyor mu bazen?
Yıllar önce bir olaya şahit olmuştum. Belki farkında olarak belki farkında olmayarak binlerce şahit olmuşumdur da belki bu aklıma geldi işte.
Genç bir delikanlı ile genç bir kız yürürlerken yan yana ( üzerlerindeki giysiler liseli olduklarını gösteriyordu.) yanlarında, iki üç gençten başka bir ifade gerekir ama iki üç genç belirdi. Kızın yanındaki gence omuz vurarak kızdan biraz uzaklaştırdılar. Sonra içlerinden biri, net duydum, “ Niye bu kadar yakışıklısın lan sen.” Diye bağırdı. Ve üçü birden delikanlıya saldırdılar.
Saniyeler içinde delikanlı kanlar içinde yere yığıldı.
Babaannemin, “ Allah kötüye denk getirmesin.” temennisi ve duası, aklımda kalıcı izler bırakacak olan kötü bir olay yaşamama set oldu mu acaba?
İnsanoğlu bazen ne kadar çaresiz kalıyor değil mi? Dua, o andaki çaresizlik durumunda ya da olası çaresizlik anlarında ona kuvvet, kuvvet veriyor mu diyeceğim ama…
Cep telefonum uyarma hatırlatma sinyali verdi. Açıp baktım, üç saat sonraki önemli bir randevuyu anımsatıyordu.
Bu durakta niye kimse yok sahi? Bu durak… Kafamı kaldırdım, durak levhası sökülmüş. Belli ki durak kullanım dışı kalmış.
Ezel Hanım ile buluşacağım. Bürosu on sekizinci katta. Taksiye bineceğim. Şoförün iyi olması için dua etmekten başka çarem var mı? Şoför iyi çıktı diyelim, bu sabah gazete de okudum sarhoş bir şoförün kullandığı bir araç köprüden uçup alt yoldan geçmekte olan bir özel otonun üzerine düşmüş. Biri çocuk iki kişi ölmüş.
Ezel Hanım’ın bürosu on sekizinci katta. Mecburen asansörle çıkacağım. Üçüncü kata vardığımda ya da dördüncü kata binada yangın çıkmayacağını asansörün olduğu yerde kalmayacağını kim iddia edebilir?
Mecburen herkes gibi ben de taksiye bineceğim, asansöre bineceğim, şunu yapacağım bunu yapacağım. İpler nereye kadar elimde olacak. Kişileri, olayları, kendimi nereye kadar kontrol etme olanağı var ki? Direksiyonu başkasına bıraktığım anda yapabileceğim tek şey dua etmek değil mi? Kötüye gidişin durması için, kötüye denk gelmemek için, şansın yanımda, yanında olması için. Kemin def edilmesi için dua etmek, durup beklemekten ya da her şeyi kendi seyri içinde takibini izlemekten az da olsa iyi değil mi?
Genç bir kadınla, yanında genç kız bir yanıma yaklaşıyor. Bir adres soruyorlar. Anımsar gibiyim ama emin değilim. Şuradan yürüyün şöyle dönün ışıkları geçin diyeceğim ama dedim ya emin değilim. “ Kusura bakmayın anımsayamadım.” Diyorum. Büyük bir olasılıkla biraz sonra birisine daha soracaklar, sordukları kişi belki bilmediği halde aklınca bir yeri tarif edecek… Bu kadın ve bu kız için doğru kişiye adres sormaları için dua etmekten başka yapılabilecek bir şey var mı?
Kız, annesinin koluna giriyor. Şu dakikalarda dünyanın bin bir yerinde kim bilir kaç anne kaç baba oğluna ya da kızına tecrübelerini aktarıyordur. Onlara nasihat veriyordur, aman oğlun şunu yapma aman dikkatli ol.
Oğlan ya da kızda çok asi değilse demeyelim de iyi yetiştirilmişse diyelim şöyle diyordum.
— Merak etme anneciğim.
— Sen hiç kaygılanma baba. Gözün arkanda kalmasın. Ben ne yapacağımı bilirim.
Ben yapacağımı bilirim diyen evladının arkasında her an olamaz ki anne baba.
O anne babanın bazıları günün bir saatinde televizyonun başına geçtiklerinde ya da gazeteyi ellerine aldıklarında “ annem söylemişti, babam uyardım “ diyerek gözyaşı döken bir kişinin haberi ile karşılaştığında oğlu ya da kızı için dua etmekten başka bir çaresi var mı?
Karşıdan gelen genç adam oğluma ne kadar da benziyor. Birden gözümde tüttü.
Cep telefonunun cebimden çıkartıyorum. Oğlumun telefon numarasını çeviriyoruz. İşte açtı, sesini duymak ne güzel.
Havadan sudan konuşuyoruz.
Konuşmamız biterken,
- Kendine iyi bak, diyorum. Duanı üzerimizden eksik etme.
Şaşırdı. Belki de ilk defa “ dua” sözünü bu anlamda benden duydu. Beklide ilk defa “ Babam ihtiyarlamaya başladı galiba” diye aklından geçirdi.

10 Mayıs 2011 Salı

TÜRKÇE-İNGİLİZCE / İNGİLİZCE –TÜRKÇE KELİME HAZİNEMİZİ ZENGİNLEŞTİRELİM, ANIMSAYALIM MI?

1.

Treue: Doğru
Adulate: Dalkavukluk
Crazy: Çılgın, deli
When: Ne zaman?
Arena: Oyun, spor
Create: Yaratmak
Afford: Meydana getirmek
Will: İstek, arzu
So am I: Ben de.
Agree: Razı olmak, aynı kanıda olmak
Disagree: Uyuşamamak, aynı kanıda

9 Mayıs 2011 Pazartesi

KELİME HAZİNEMİZİ GELİŞTİRELİM:

Müderris: Medresede, camide öğretmen, ders veren profesör
Medrese: Eski dilde fakülte
Terennüm: Güzel şarkı söyleme
Muhavere: Söyleşme
Talim: Öğretim, alıştırma
Terbiye: Eğitim
Zillet: Aşağılanma, hor görülme
İstiklal: Bağımsızlık
Manda: Birinci Dünya Harbi’nden sonra bazı ülkelerin kendilerini yönetip bağımsızlıklarına erişinceye kadar bazı ülkelere vekillik verme
Yeis: Umutsuzluktan doğan üzüntü, karamsar olma
Ati: Gelecek
Dergâh: Dervişlerin toplandıkları mekân, tekke
Kıyam: Ayağa kalkma, ayakta durma
Üstat: Bir alanda üstün bilgisi olan
Hıncahınç: Ağzına kadar, tıka basa
Kübra: Çok büyük
Ağyar: Başkaları
Müessir: Dokunaklı, etkili
Füsun: Büyü
Öğretim: Tedrisat, belli bir amaca göre bilgi verme işi
Eğitim: İnsanlara, önceden saptanmış amaçlara göre bilgi vererek davranışlarında değişim yaratma çabası
İsmet: Dürüstlük, temizlik
Fecir: Güneş doğmadan önceki karanlık
Grup: Küme
Gurup: Batış, gök cisimlerinin ufkun altına inmesi
Ufuk: Gök ile yerin birleşir gibi göründüğü yer
Cuk oturmak: Söylenen bir sözün, yapılan bir davranışın amacına uygun tam yerinde olması
Artı güç: Sinerji, bir işi yapmak ve başarmak için duyulan istek