KOMBİNEZON
Sordu söyledi,
Kombinezonun manası budur dedi,
Dört dakika on saniye sonra
Elinde küçük bir sözlük, ağzı da kulaklarında
Koştu geldi yanına kombinezonun manasını soran
Yanımda da birkaç ahbap vardı
Manalı manalı ve de kinayeli
Kombinezon, sensin dediğin değilmiş dedi
Kanıt olarak da elindeki sözlüğü gösterdi,
Onu bozmak istedi.
Mosmor oldu belki, belki ya sabır çekti içinden bozulmaya çalışan
Cahilliğin bu kadarı da oluyormuş dedi belki de
Müsaade istedi ayrıldı oradan açıklama yapmadan
Dört dakika on saniye sonra
Koca bir lügatle döndü geldi geri
Gösterdi ona ve oradakilere, kombinezonun manasını
Aldı havasını kabaran adamın…
31 Ocak 2011 Pazartesi
27 Ocak 2011 Perşembe
SEKOYA GİBİ ADAM
Ne etti etti duyurdu
“Sekoya” gibi adam dedi, dedi senin için
Sukutu iltifat etmişe yeğledi kelamı alan
Sekoyanın manasını biliyor musun diyemedi
Niye laf taşırsın da demedi, belli ki kırılsın istemedi
Sekoya gibi adam ha!
İltifat maharet getirirmiş
İyi bakmalı iyi görmeli
“Sekoya gibi adam ha!”
Getiren götüren sağ olsun
Eyvallah!
Ne etti etti duyurdu
“Sekoya” gibi adam dedi, dedi senin için
Sukutu iltifat etmişe yeğledi kelamı alan
Sekoyanın manasını biliyor musun diyemedi
Niye laf taşırsın da demedi, belli ki kırılsın istemedi
Sekoya gibi adam ha!
İltifat maharet getirirmiş
İyi bakmalı iyi görmeli
“Sekoya gibi adam ha!”
Getiren götüren sağ olsun
Eyvallah!
25 Ocak 2011 Salı
GÜZEL SÖZLER
1- İnsan babasına borçlu olduğu saygıyı ancak baba olduğu zaman duyar.
Goethe
2- Talih, bilgisizliğimizin ikinci adıdır.
Leslie Stephens
3- Eğri olanın gölgesi de eğridir.
Hz.Ali
5- Kuş uçtuktan sonra kafesin kapısını kapamak ne işe yarar?
Thedor Fontane
6- Boş kap, dolu fıçıdan daha çok ses çıkartır.
John Lyly
7- Ağılda oğlak doğunca, derede otu biter.
Kaşgarlı Mahmut
8- İç okunmadan dış okunmaz.
Naci Aydoğan
9- Şiir büyük zekaların rüyalarıdır.
Lamartine
10- Kral olsun, köylü olsun, evinde huzura kavuşan dünyanın en mutlu insanıdır.
Petain
11- Kılıcın yapamadığını adalet yapar.
Kanuni Sultan Süleyman
12- Zorluklar, başarının değerini arttıran süslerdir.
Moliere
13- Zevke esir olan değil hâkim olan mesuttur.
Aristippas
14- Bir millet için faydalı olan şey, o milletin tabiatına ve bünyesine uygun olandır.
Eflatun
15- Korku yalan doğurur.
Dostoyevski
1- İnsan babasına borçlu olduğu saygıyı ancak baba olduğu zaman duyar.
Goethe
2- Talih, bilgisizliğimizin ikinci adıdır.
Leslie Stephens
3- Eğri olanın gölgesi de eğridir.
Hz.Ali
5- Kuş uçtuktan sonra kafesin kapısını kapamak ne işe yarar?
Thedor Fontane
6- Boş kap, dolu fıçıdan daha çok ses çıkartır.
John Lyly
7- Ağılda oğlak doğunca, derede otu biter.
Kaşgarlı Mahmut
8- İç okunmadan dış okunmaz.
Naci Aydoğan
9- Şiir büyük zekaların rüyalarıdır.
Lamartine
10- Kral olsun, köylü olsun, evinde huzura kavuşan dünyanın en mutlu insanıdır.
Petain
11- Kılıcın yapamadığını adalet yapar.
Kanuni Sultan Süleyman
12- Zorluklar, başarının değerini arttıran süslerdir.
Moliere
13- Zevke esir olan değil hâkim olan mesuttur.
Aristippas
14- Bir millet için faydalı olan şey, o milletin tabiatına ve bünyesine uygun olandır.
Eflatun
15- Korku yalan doğurur.
Dostoyevski
24 Ocak 2011 Pazartesi
KARNE ÖNCESİ SOHBETİ
Birkaç gün sonra büyük bir olasılıkla hemen hemen tüm televizyon kanallarında konuşulacak bir konu var. Evet, psikologlar, psikiyatrlar eğitimciler ya bir haber spikerinin ya da bir başka bir program sunucusunun karşısında beş aşağı on yukarı şu soruya cevap verecekler:
- Sayın………., karnesinde kırık ya da kırıklar olan talebelere nasıl davranmalıyız
veliler olarak? Şimdi, şunu diyebilirsiniz,” Böyle bir konunun konuşulmasının neresi kötü? Bu konuda pek çok aile çocuğuna yanlış davranıyor, onları uyarmak gerekmiyor mu?”
Yukarıdaki iki soruya da, buna benzer sorulara da aklıselim herkesin vereceği cevap belli. Evet.
Şüphe yok ki televizyon büyük bir eğitim aracıdır. Ondan yararlanılabildiği kadar yararlanmak lazımdır. Her sene sebebi ne olursa karneler yüzünden sıkıntı yaşayan çocuklar, gençler, aileler var. Onlara bir şeyler söylemek, onları aydınlatmak da hakikaten güzel. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak..
Bu mevzunun ancağı şurada: Televizyonlarda bu konu konuşulurken, çocuklar karnelerini almış oluyorlar umumiyetle. Aileler söyleyeceklerini söylemiş oluyorlar. Yani testi kırılmış oluyor. Bu konu bugün konuşulsa, yarın konuşulsa, karneler alınmadan bir gün önce konuşulsa ve konu ile ilgili herkesin dinlenmesi sağlansa fevkalade faydalı olabilir. Karneler alınmış söylenecekler söylenilmiş tepkiler gösterilmiş kerli ferli insanların yok şöyleydi yok böyleydi demeleri birazcık zaman israfı oluyor, konuşmadan temin edilebilecek faydayı en aza indirgiyor.
Haddizatında anne babalar, öğrenci velileri zaman zaman çocuklarının okudukları okullarda “zorunlu bilgilendirmeye” tutulmalıdır. Zorunlu bilgilendirme olmalıdır çünkü zorunluluk olmadığı sürece bazı şeyleri yapmaya hevesli insanlarımızın sayısının fazla olduğunu söylemek pek de olanaklı değil.
Evet, zaman zaman anne babalar okullarda “ zorunlu eğitime “ tabii tutulmalıdır. Bunların ilki de okullar açılırken yapılmalıdır.
Anne babalara, her çocuğun her konuda farklı olabileceği üzerine basa basa anlatılmalıdır. Bazı çocukların bir konuyu bir kez okuyunca bazı çocukların beş kez okuyunca anlayabileceği ebevynlere izah edilerek amacın onlarda ( öğrencilerde) var olan kapasiteyi en yükseğe çıkartabilmek olduğu izah edilerek bunun için neler yapılabileceği açıklanmalıdır. Öğretmenlerin sınıflarda orta bir yol takip etmek zorunda oldukları onlara açıklanmalı, çocuklarını iyi tanımaları gerektiği hususu özellikle vurgulanmalıdır. Bazı öğrenciler için “ 4” ün bile başarısızlık olarak addedilebileceği halde bazı öğrenciler için ”2” nin iyi bir not olabileceği – ki onlara niye notun 3 demek fayda değil zarar getirebilir- gerçeğini ailelerin kabul etmesi gerektiği onlara izah edilmeli ve de kabul ettirilmelidir. Süregelen eğitim-öğretim süreci içerisinde önemli olanın öğrencinin başkalarını değil kendilerini geçmesi gerektiği hakikati hem velilere hem öğrencilere benimsetilmelidir.
Öğrenci kapasitelerinin değişik olduğu, her öğrencinin ilgi alanının farklı olduğu ve de mutluluğun mutlak surette yüksek nottan, okumaktan geçmediği ailelere ikna edici bir şekilde anlatılırsa ve de ailelerin bu hakikatleri kabul etmesi sağlanırsa hiç kuşku yok ki aile de öğrenci de daha mutlu olur ve her iki tarafta önünü daha iyi görebilir.
Unutmamalıdır ki insan yaşamında çoğu kez gönülden geçenler başka, hakikatler başkadır. İkisini harmanlayarak orta yolu bulmak da en güzeli olsa gerek.
Birkaç gün sonra büyük bir olasılıkla hemen hemen tüm televizyon kanallarında konuşulacak bir konu var. Evet, psikologlar, psikiyatrlar eğitimciler ya bir haber spikerinin ya da bir başka bir program sunucusunun karşısında beş aşağı on yukarı şu soruya cevap verecekler:
- Sayın………., karnesinde kırık ya da kırıklar olan talebelere nasıl davranmalıyız
veliler olarak? Şimdi, şunu diyebilirsiniz,” Böyle bir konunun konuşulmasının neresi kötü? Bu konuda pek çok aile çocuğuna yanlış davranıyor, onları uyarmak gerekmiyor mu?”
Yukarıdaki iki soruya da, buna benzer sorulara da aklıselim herkesin vereceği cevap belli. Evet.
Şüphe yok ki televizyon büyük bir eğitim aracıdır. Ondan yararlanılabildiği kadar yararlanmak lazımdır. Her sene sebebi ne olursa karneler yüzünden sıkıntı yaşayan çocuklar, gençler, aileler var. Onlara bir şeyler söylemek, onları aydınlatmak da hakikaten güzel. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak..
Bu mevzunun ancağı şurada: Televizyonlarda bu konu konuşulurken, çocuklar karnelerini almış oluyorlar umumiyetle. Aileler söyleyeceklerini söylemiş oluyorlar. Yani testi kırılmış oluyor. Bu konu bugün konuşulsa, yarın konuşulsa, karneler alınmadan bir gün önce konuşulsa ve konu ile ilgili herkesin dinlenmesi sağlansa fevkalade faydalı olabilir. Karneler alınmış söylenecekler söylenilmiş tepkiler gösterilmiş kerli ferli insanların yok şöyleydi yok böyleydi demeleri birazcık zaman israfı oluyor, konuşmadan temin edilebilecek faydayı en aza indirgiyor.
Haddizatında anne babalar, öğrenci velileri zaman zaman çocuklarının okudukları okullarda “zorunlu bilgilendirmeye” tutulmalıdır. Zorunlu bilgilendirme olmalıdır çünkü zorunluluk olmadığı sürece bazı şeyleri yapmaya hevesli insanlarımızın sayısının fazla olduğunu söylemek pek de olanaklı değil.
Evet, zaman zaman anne babalar okullarda “ zorunlu eğitime “ tabii tutulmalıdır. Bunların ilki de okullar açılırken yapılmalıdır.
Anne babalara, her çocuğun her konuda farklı olabileceği üzerine basa basa anlatılmalıdır. Bazı çocukların bir konuyu bir kez okuyunca bazı çocukların beş kez okuyunca anlayabileceği ebevynlere izah edilerek amacın onlarda ( öğrencilerde) var olan kapasiteyi en yükseğe çıkartabilmek olduğu izah edilerek bunun için neler yapılabileceği açıklanmalıdır. Öğretmenlerin sınıflarda orta bir yol takip etmek zorunda oldukları onlara açıklanmalı, çocuklarını iyi tanımaları gerektiği hususu özellikle vurgulanmalıdır. Bazı öğrenciler için “ 4” ün bile başarısızlık olarak addedilebileceği halde bazı öğrenciler için ”2” nin iyi bir not olabileceği – ki onlara niye notun 3 demek fayda değil zarar getirebilir- gerçeğini ailelerin kabul etmesi gerektiği onlara izah edilmeli ve de kabul ettirilmelidir. Süregelen eğitim-öğretim süreci içerisinde önemli olanın öğrencinin başkalarını değil kendilerini geçmesi gerektiği hakikati hem velilere hem öğrencilere benimsetilmelidir.
Öğrenci kapasitelerinin değişik olduğu, her öğrencinin ilgi alanının farklı olduğu ve de mutluluğun mutlak surette yüksek nottan, okumaktan geçmediği ailelere ikna edici bir şekilde anlatılırsa ve de ailelerin bu hakikatleri kabul etmesi sağlanırsa hiç kuşku yok ki aile de öğrenci de daha mutlu olur ve her iki tarafta önünü daha iyi görebilir.
Unutmamalıdır ki insan yaşamında çoğu kez gönülden geçenler başka, hakikatler başkadır. İkisini harmanlayarak orta yolu bulmak da en güzeli olsa gerek.
23 Ocak 2011 Pazar
17 Ocak 2011 Pazartesi
ŞİİR VE ŞAİR ÜZERİNE BİR MÜTALAA
Sır dolu bir dünya mı şiir
Yoksa gerçeği yansıtan bir ayna mı?
Her okuyan kendine özgü bir mana mı çıkartmalı bir şiirden
Yoksa şiir, okuyanı yok mu etmeli kendinde
Kelimeler mi nüfuz etmeli şiire
Şiir mi ayrışmalı kelimelerden
Sahi,
Hayal dünyası ile mi sarmaş dolaş olmalı şiir
Okurla mı yoksa şairle mi kucaklaşmalı
Şiiri özgür mü bırakmalı da
Şaire mi ket vurmalı,
Yoksa kelimelerin önüne set kurup
Seti aşan kelimelerden şiir mi oluşturmalı
Şiir mi kendini yazanda güzel duygular uyandırmalı
Yoksa okuyan mı şiirden haz almalı
Sahi
Şairin bol olduğu bir ülkede şiir fukarası mı olmalı
Yoksa, yoksa
Şiirin bol olduğu bir ülkede bir şair mi olmalı?
Sır dolu bir dünya mı şiir
Yoksa gerçeği yansıtan bir ayna mı?
Her okuyan kendine özgü bir mana mı çıkartmalı bir şiirden
Yoksa şiir, okuyanı yok mu etmeli kendinde
Kelimeler mi nüfuz etmeli şiire
Şiir mi ayrışmalı kelimelerden
Sahi,
Hayal dünyası ile mi sarmaş dolaş olmalı şiir
Okurla mı yoksa şairle mi kucaklaşmalı
Şiiri özgür mü bırakmalı da
Şaire mi ket vurmalı,
Yoksa kelimelerin önüne set kurup
Seti aşan kelimelerden şiir mi oluşturmalı
Şiir mi kendini yazanda güzel duygular uyandırmalı
Yoksa okuyan mı şiirden haz almalı
Sahi
Şairin bol olduğu bir ülkede şiir fukarası mı olmalı
Yoksa, yoksa
Şiirin bol olduğu bir ülkede bir şair mi olmalı?
13 Ocak 2011 Perşembe
NASİHAT ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ
İmkan olsa da ondan bahsederken bir çırpıda olumsuz pek çok niteliği ardı ardına sıraladığınız, yanlış davranışlarından ötürü pek de keyif almadığınız, not olarak “sıfır” verdiğiniz bir kişi ile birbirinizi tanımadan hal yarenliği etme fırsatı yakalasanız, yani ön yargısız, büyük bir olasılıkla söylediği her şeyin altına imzanızı atarsınız. Onun söylediklerinden ilham alarak kendinize çeki düzen verme kararı bile verebilir, “ Haklısın geçmişi silip yarınlara bakmakta fayda var.” diyebilirsiniz. Sohbetin mevzuna göre zaman zaman da ” tabii ya, yani, bence… “ gibi bir girizgâhtan sonra atasözlerinden, özlü sözlerden, deyimlerden uygun olanı da içine katarak cümlenizi öyle ya da böyle nihayete erdirebilirsiniz.
“ Zararın neresinden dönersen kardır.”
“Elbette, varacağın yeri saptamamışsan yelkenliye binmeden, hiçbir rüzgâr sana yardım edemez.”
“ Ağlamayan bebeye meme vermezler.”
“ İnsan sadece kendi deneyimlerden değil başkalarının deneyimlerinden de ders çıkartmalıdır.”
“ Saygının yüzde ellisinden fazlasının kaynağı korkudur.”
“ İstenmeyen aş ya karın ağrıtır ya baş.”
“ Taşıma suyla değirmen ne zamana kadar döner?“
“ Alışmışız azizim, armut piş ağzıma düş.”
“ Elbette boşa dememişler, insanlar kılık kıyafetleri ile karşılanırlar ama insanlıkları ile uğurlanırlar, dikkat etmek lazım.”
“ Perşembenin gelişi çarşambadan belli, ben mi anlatamıyorum o mu anlamıyor ya da anlamak istemiyor.”
“ Boş ver, boş ver deliyi boylasın yalıyı…”
“ Kös kös nereye kadar. Değil mi?”
“ Kendine yapılmasını istenmediğini başkasına yapma.”
Nasihat, insanların duymaktan pek de haz etmedikleri bir şeydir. En küçük insandan (yaşça) en büyük insana kadar, hatırı sayılır kadar çok, pek çok insan nasihat almaya başlayınca içinden de olsa “ ya sabır” çekmeye başlar. Belli belirsiz dudakları kıpırdar: Benim aklım yok sanki nasihat verene bak sen.” der.
Ve de genellikle de genç insanlar, özellikle ebeveynlerinin öğütleri karşısında sinirlenirler, söylenenlerin doğru olduğunu ve böyle bir nasihati hak ettiklerini bilmelerine rağmen kendilerinden istenilenlerin tam zıddını yapabilirler, kendilerine zarar verebileceğini bile bile.
İnsanoğlunu anlamak pek de kolay değildir. Belki de hayatın tadı tuzudur bu. Nasihat dinlemekten keyif almayan insanlardan tamamına yakını eline fırsat geçer geçmez nasihate başlar. Bu, direkt olduğu gibi endirekt de olabilir:
“ Dilini biraz törpüle... Unutma ki kılıç yarası iyileşir dil yarası iyileşmez.”
“ İyi hoş da, üzerine de alınma ne olur, Sultanahmet'te dilendi, Ayasofya’da dağıttı senin gibi. .”
“ Azizim, başkalarını bu kadar düşünme. Bak, sen öldükten sonra mezarının başına gelip haykıracağım, demedim mi ben sana yemeyene yiyiverirler giymeyene giyiverirler diye..."
“ Şunu unutuyorsun zaman zaman sen. Ne demiş büyüklerimiz, aç bırakma hırsız çok söyleme arsız edersin. “
Nasihat etmek belki de bir gereksinim. Hayat kavgasının içinde insanlar yaptıklarının, yaşadıklarının tam manasıyla farkına varamayabiliyorlar. Oysa tarafsız bir göz yapılanları daha iyi analiz edilebiliyor, ekilenleri dolayısıyla da biçilecekleri görebiliyor ve de belki “ Ben sana dememiş miydim” keyfini yaşamak, belki de gördüğü halde uyarı yapmamanın rahatsızlığını hissetmemek için nasihat vermekten kendini alıkoyamıyor.
Nasihat edilenin, nasihatten hoşlanmıyor olmasının sebeplerinden biri aklının yol göstericiliğine, neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilmesine rağmen, kazandığı deneyimlere ve de başkalarının yaşadıklarından yapmış olduğu çıkarımlara rağmen nasihat edilir olma konumuna düşmüş olması olabilir.
Herhalde bütün mesele şu: Önemli olan doğruları bilmek değil, doğruları uygulamaktır ve de herhalde uygulama, bilmekten çok çok daha zordur. Söz misali, trafikte hatalı sollamanın ölümle bitebileceğini, alkollü iken araç kullanılmaması gerektiğini, hızın felaket getirdiğini her ehliyet sahibi bilir ve onu bilenlerden bazıları bildiğini ya da bildiklerini uygulamadığı için bir yerde ya yaşamdan kopar ya da yaşamdan kopartır. Her çalışan, daha yukarılara çıkmak için neler yapması gerektiğini bilir, bunları yapmadığı için de ilerleyen yıllarda başkalarına neler yapması gerektiği hususunda nasihat verir.
Rastgele yüz insan seçin, “ İyi insan iyi vatandaş” konusunda yazılı bir anlatım çalışması yaptırın, onların yazdıklarını okurken gözleriniz dolar, işte iyi insan bu, iyi vatandaş bu dersiniz ama ne yazık ki “ işte bu” dediklerinizden bazıları, belki de çoğu için pek çok insan “ İnsan demeye bin şahit ister” demektedir ya da onların başları devletle az ya da çok beladadır.
İmkan olsa da ondan bahsederken bir çırpıda olumsuz pek çok niteliği ardı ardına sıraladığınız, yanlış davranışlarından ötürü pek de keyif almadığınız, not olarak “sıfır” verdiğiniz bir kişi ile birbirinizi tanımadan hal yarenliği etme fırsatı yakalasanız, yani ön yargısız, büyük bir olasılıkla söylediği her şeyin altına imzanızı atarsınız. Onun söylediklerinden ilham alarak kendinize çeki düzen verme kararı bile verebilir, “ Haklısın geçmişi silip yarınlara bakmakta fayda var.” diyebilirsiniz. Sohbetin mevzuna göre zaman zaman da ” tabii ya, yani, bence… “ gibi bir girizgâhtan sonra atasözlerinden, özlü sözlerden, deyimlerden uygun olanı da içine katarak cümlenizi öyle ya da böyle nihayete erdirebilirsiniz.
“ Zararın neresinden dönersen kardır.”
“Elbette, varacağın yeri saptamamışsan yelkenliye binmeden, hiçbir rüzgâr sana yardım edemez.”
“ Ağlamayan bebeye meme vermezler.”
“ İnsan sadece kendi deneyimlerden değil başkalarının deneyimlerinden de ders çıkartmalıdır.”
“ Saygının yüzde ellisinden fazlasının kaynağı korkudur.”
“ İstenmeyen aş ya karın ağrıtır ya baş.”
“ Taşıma suyla değirmen ne zamana kadar döner?“
“ Alışmışız azizim, armut piş ağzıma düş.”
“ Elbette boşa dememişler, insanlar kılık kıyafetleri ile karşılanırlar ama insanlıkları ile uğurlanırlar, dikkat etmek lazım.”
“ Perşembenin gelişi çarşambadan belli, ben mi anlatamıyorum o mu anlamıyor ya da anlamak istemiyor.”
“ Boş ver, boş ver deliyi boylasın yalıyı…”
“ Kös kös nereye kadar. Değil mi?”
“ Kendine yapılmasını istenmediğini başkasına yapma.”
Nasihat, insanların duymaktan pek de haz etmedikleri bir şeydir. En küçük insandan (yaşça) en büyük insana kadar, hatırı sayılır kadar çok, pek çok insan nasihat almaya başlayınca içinden de olsa “ ya sabır” çekmeye başlar. Belli belirsiz dudakları kıpırdar: Benim aklım yok sanki nasihat verene bak sen.” der.
Ve de genellikle de genç insanlar, özellikle ebeveynlerinin öğütleri karşısında sinirlenirler, söylenenlerin doğru olduğunu ve böyle bir nasihati hak ettiklerini bilmelerine rağmen kendilerinden istenilenlerin tam zıddını yapabilirler, kendilerine zarar verebileceğini bile bile.
İnsanoğlunu anlamak pek de kolay değildir. Belki de hayatın tadı tuzudur bu. Nasihat dinlemekten keyif almayan insanlardan tamamına yakını eline fırsat geçer geçmez nasihate başlar. Bu, direkt olduğu gibi endirekt de olabilir:
“ Dilini biraz törpüle... Unutma ki kılıç yarası iyileşir dil yarası iyileşmez.”
“ İyi hoş da, üzerine de alınma ne olur, Sultanahmet'te dilendi, Ayasofya’da dağıttı senin gibi. .”
“ Azizim, başkalarını bu kadar düşünme. Bak, sen öldükten sonra mezarının başına gelip haykıracağım, demedim mi ben sana yemeyene yiyiverirler giymeyene giyiverirler diye..."
“ Şunu unutuyorsun zaman zaman sen. Ne demiş büyüklerimiz, aç bırakma hırsız çok söyleme arsız edersin. “
Nasihat etmek belki de bir gereksinim. Hayat kavgasının içinde insanlar yaptıklarının, yaşadıklarının tam manasıyla farkına varamayabiliyorlar. Oysa tarafsız bir göz yapılanları daha iyi analiz edilebiliyor, ekilenleri dolayısıyla da biçilecekleri görebiliyor ve de belki “ Ben sana dememiş miydim” keyfini yaşamak, belki de gördüğü halde uyarı yapmamanın rahatsızlığını hissetmemek için nasihat vermekten kendini alıkoyamıyor.
Nasihat edilenin, nasihatten hoşlanmıyor olmasının sebeplerinden biri aklının yol göstericiliğine, neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilmesine rağmen, kazandığı deneyimlere ve de başkalarının yaşadıklarından yapmış olduğu çıkarımlara rağmen nasihat edilir olma konumuna düşmüş olması olabilir.
Herhalde bütün mesele şu: Önemli olan doğruları bilmek değil, doğruları uygulamaktır ve de herhalde uygulama, bilmekten çok çok daha zordur. Söz misali, trafikte hatalı sollamanın ölümle bitebileceğini, alkollü iken araç kullanılmaması gerektiğini, hızın felaket getirdiğini her ehliyet sahibi bilir ve onu bilenlerden bazıları bildiğini ya da bildiklerini uygulamadığı için bir yerde ya yaşamdan kopar ya da yaşamdan kopartır. Her çalışan, daha yukarılara çıkmak için neler yapması gerektiğini bilir, bunları yapmadığı için de ilerleyen yıllarda başkalarına neler yapması gerektiği hususunda nasihat verir.
Rastgele yüz insan seçin, “ İyi insan iyi vatandaş” konusunda yazılı bir anlatım çalışması yaptırın, onların yazdıklarını okurken gözleriniz dolar, işte iyi insan bu, iyi vatandaş bu dersiniz ama ne yazık ki “ işte bu” dediklerinizden bazıları, belki de çoğu için pek çok insan “ İnsan demeye bin şahit ister” demektedir ya da onların başları devletle az ya da çok beladadır.
6 Ocak 2011 Perşembe
BİNDİK BİR ALAMATE…
“Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” diye bir söz vardır malum.
Türkiye değişiyor.
Kimine göre doğal bir süreç.
Kimine göre bazı güçlerin kasti gayretlerinin yavaş yavaş meyvelerini toplama aşaması.
Bir zamanlar toplu taşıma araçlarında, genç biri, kendinden yaşça büyük birinin ayakta yolculuk yaparken oturmayı kendine zül sayardı.
Sonraları, yaşlı insana, hamileye yer vermemek için, onu görmemezliğe ( !) gelmeye başladı bazı genç insanlar, ya dışarıya bakar oldular ya da uyur numarası yapmaya başladılar.
Bugünlerde ( istisnalar kaideyi bozmaz) ise ihtiyar beyler ve hanımlar, hamileler ayakta yolculuk yaparlarken genç insanlar rahatlıkla, bacaklarını da aça aça, koltuklarda oturabilir duruma geldiler.
Kazara uyardınız mı da, cevaplar belli:
“ Eşitlik var”
“ Burası toplu taşıma aracı, keyfine düşkün olan, taksiye biner.
“ Sen onun avukatı mısın?”
“ İki durak sonra iniyorum zaten.”
“ Hangi çağda yaşıyoruz yaaaa’”
Neden acaba?
Aşağıdaki manzaralara son zamanlarda daha sık rastlanmıyor mu sizce?
Baba, anne, evin bir büyüğü koltuğunda oturmuş televizyon seyrediyor. Evin delikanlısı ya da genç kızı bacağında şort, ayakları çorapsız ve de ayaklarının tabanını büyüklere doğru uzatmış, gazeteye bakıyor. Bu kadar rahat…
Evdekilerden biri, televizyonlardaki “çocuklarınız rahat hareket etsin, onu yapma bunu yapmalarla onları sıkmayın” telkinlerinden fazla etkilenmediyse ” Yavrum biraz daha saygılı olsan büyüklerine ” uyarısında kazara bulunsa, cevap hazır.” Saygı bu mu ya!”
Saygı ne? Üzerinde biraz düşünülmesi gerekmiyor mu?
Cinsel espri ve küfür olmadan komedi olmaz düşüncesinde olanların hazırladıkları seyircili televizyon paradilerindeki (skeçlerindeki) , cinsel içerikli esprileri (!) seyircilerin avuçları patlayıncaya kadar kahkahalarla alkışlamaları- belki de yönetmenin yönlendirmesi ile alkışlattırılmaları- ( bunların arasında muhakkak ki anne-kız-erkek kardeş- kız kardeş-baba, beraberce izleyenlerde var) bir yana, çoluk çocuk ailece, yüzleri kızarmadan, rahatsızlık duymadan izleyen Türk seyircisinin sayısında inanılmaz bir artış yok mu? Dizilerde, yüzeysiz cinsel esprilerle bu kadar yüz göz olan genç beyinlerin yarınlarda nasıl sorunlarla karşımıza çıkacağını bilmek perşembenin gelişini çarşambadan bilmek midir?
Özellikle öğrenci ve gençlik dizilerinde, kitap okuyan, öğretmenlerine, arkadaşlarına saygı gösteren, bir öğrenciye rastlamak olanaklı mı? Örf ve adetlerimizden güzel örnekler veren, Türklük içeren, atalarımızın yaptığı güzel işleri tanıtan parçalar dizi bölümleri arasına serpiştirilmiş mi hiç? Bu dizilerde geçen “ saygı, sevgi, hak hukuk, iyi niyet, çalışmak, dürüstlük, hoş görü, kitap, sabır ” kelimelerinin toplam sayısı “ aşkım” kelimesinin, cinsel içerikli kelimelerin, onda birine, elli de birine yaklaşabiliyor mu?
Çocuğumu okuması için başka şehre göndersem mi göndermesem mi ikileminde kalan ailelerin yürekleri ağızlarına gelmiyor mu bu dizileri seyrettikçe acaba?
Sizce bir öğrencisini yanlış bir davranışından ötürü uyaran bir öğretmene o öğrencinin velisi, “ Hocam, çocuğumun onurunu kırmışsın.” diye çıkışıyor mu yoksa “Çocuğumu uyarmışsınız, sağ olun mu?” diyor. Bu eskiden nasıldı, anımsamaya çalışın bir.
Evlenme programlarına çıkan beyefendiler ya da hanımefendilerin evlenmek istedikleri
kişide aradıkları özelliklerin başında “ dürüstlük ve ahlak “ geliyor. Bir toplumda dürüstlüğün ve ahlakın aranılan bir özellik haline gelmesi o toplum için ciddi bir tehlike değil mi?
Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Allah sonumuzu hayır getirsin…
“Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” diye bir söz vardır malum.
Türkiye değişiyor.
Kimine göre doğal bir süreç.
Kimine göre bazı güçlerin kasti gayretlerinin yavaş yavaş meyvelerini toplama aşaması.
Bir zamanlar toplu taşıma araçlarında, genç biri, kendinden yaşça büyük birinin ayakta yolculuk yaparken oturmayı kendine zül sayardı.
Sonraları, yaşlı insana, hamileye yer vermemek için, onu görmemezliğe ( !) gelmeye başladı bazı genç insanlar, ya dışarıya bakar oldular ya da uyur numarası yapmaya başladılar.
Bugünlerde ( istisnalar kaideyi bozmaz) ise ihtiyar beyler ve hanımlar, hamileler ayakta yolculuk yaparlarken genç insanlar rahatlıkla, bacaklarını da aça aça, koltuklarda oturabilir duruma geldiler.
Kazara uyardınız mı da, cevaplar belli:
“ Eşitlik var”
“ Burası toplu taşıma aracı, keyfine düşkün olan, taksiye biner.
“ Sen onun avukatı mısın?”
“ İki durak sonra iniyorum zaten.”
“ Hangi çağda yaşıyoruz yaaaa’”
Neden acaba?
Aşağıdaki manzaralara son zamanlarda daha sık rastlanmıyor mu sizce?
Baba, anne, evin bir büyüğü koltuğunda oturmuş televizyon seyrediyor. Evin delikanlısı ya da genç kızı bacağında şort, ayakları çorapsız ve de ayaklarının tabanını büyüklere doğru uzatmış, gazeteye bakıyor. Bu kadar rahat…
Evdekilerden biri, televizyonlardaki “çocuklarınız rahat hareket etsin, onu yapma bunu yapmalarla onları sıkmayın” telkinlerinden fazla etkilenmediyse ” Yavrum biraz daha saygılı olsan büyüklerine ” uyarısında kazara bulunsa, cevap hazır.” Saygı bu mu ya!”
Saygı ne? Üzerinde biraz düşünülmesi gerekmiyor mu?
Cinsel espri ve küfür olmadan komedi olmaz düşüncesinde olanların hazırladıkları seyircili televizyon paradilerindeki (skeçlerindeki) , cinsel içerikli esprileri (!) seyircilerin avuçları patlayıncaya kadar kahkahalarla alkışlamaları- belki de yönetmenin yönlendirmesi ile alkışlattırılmaları- ( bunların arasında muhakkak ki anne-kız-erkek kardeş- kız kardeş-baba, beraberce izleyenlerde var) bir yana, çoluk çocuk ailece, yüzleri kızarmadan, rahatsızlık duymadan izleyen Türk seyircisinin sayısında inanılmaz bir artış yok mu? Dizilerde, yüzeysiz cinsel esprilerle bu kadar yüz göz olan genç beyinlerin yarınlarda nasıl sorunlarla karşımıza çıkacağını bilmek perşembenin gelişini çarşambadan bilmek midir?
Özellikle öğrenci ve gençlik dizilerinde, kitap okuyan, öğretmenlerine, arkadaşlarına saygı gösteren, bir öğrenciye rastlamak olanaklı mı? Örf ve adetlerimizden güzel örnekler veren, Türklük içeren, atalarımızın yaptığı güzel işleri tanıtan parçalar dizi bölümleri arasına serpiştirilmiş mi hiç? Bu dizilerde geçen “ saygı, sevgi, hak hukuk, iyi niyet, çalışmak, dürüstlük, hoş görü, kitap, sabır ” kelimelerinin toplam sayısı “ aşkım” kelimesinin, cinsel içerikli kelimelerin, onda birine, elli de birine yaklaşabiliyor mu?
Çocuğumu okuması için başka şehre göndersem mi göndermesem mi ikileminde kalan ailelerin yürekleri ağızlarına gelmiyor mu bu dizileri seyrettikçe acaba?
Sizce bir öğrencisini yanlış bir davranışından ötürü uyaran bir öğretmene o öğrencinin velisi, “ Hocam, çocuğumun onurunu kırmışsın.” diye çıkışıyor mu yoksa “Çocuğumu uyarmışsınız, sağ olun mu?” diyor. Bu eskiden nasıldı, anımsamaya çalışın bir.
Evlenme programlarına çıkan beyefendiler ya da hanımefendilerin evlenmek istedikleri
kişide aradıkları özelliklerin başında “ dürüstlük ve ahlak “ geliyor. Bir toplumda dürüstlüğün ve ahlakın aranılan bir özellik haline gelmesi o toplum için ciddi bir tehlike değil mi?
Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Allah sonumuzu hayır getirsin…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)