31 Ağustos 2017 Perşembe

"GÖKTEN ŞİİR DÜŞTÜ." KİTANINDAN ALINMIŞTIR.

***

BAYRAMLA GELEN MUTLULUK

Bir varmış bir yokmuş, Şehirlerden birinde yaşayan bir adamın kafası son günlerde çok karışıkmış.
Parkın yaşlı köpeği ne zaman kendisini görse ayağa kalkıp kuyruğunu sallıyormuş.
Bir hafta evvel parkta otururken arkadaşı şöyle demiş:
—Şu köşedeki yaşlı kara köpek ne zaman sen yanından geçsen zar zor ayağa kalkarak kuyruğunu sallıyor, neden ola ki?
Ekin Bey, o ana kadar böyle bir şeyin farkında değilmiş. Arkadaşının sözü üzerine dikkat kesilmiş, izlemiş, denemiş. Hakikaten de parkın yaşlı köpeği yemek verenleri görünce bile ayağa kalkmamasına rağmen kendisini görünce ayağa kalkıp kuyruk sallıyormuş. Bu durum Ekin Bey’i çok ama çok çok şaşırtmış. Bir kere bile olsun ona yiyecek verse ya da bir kere bile olsun onu sevse olur diyecekmiş ama bunlardan hiçbirini yapmamış. Zaten köpeklerden de çok korktuğundan, onlara yaklaşmazmış, neme lazım alışırlar malışırlar düşüncesi ile sevmez yemeleri için de bir şey vermezmiş.

Bir gün durumu evdekilere anlatmış, Bu duruma onlar da anlam verememişler. Evin genç oğlu Erkan ertesi günü sırf merak ettiği için parka gitmiş, Köpeği izlemiş. Yanından geçmiş. Başkaları yanından geçerken hiçbir tepki vermeyen köpek o yanından geçerken gözleri ile takip etmiş, kuyruk sallamış. Üstelik bunu her deneyişinde yapmış. Erkan bu durumdan hem etkilenmiş hem de korkmuş. Kafasında da bir sürü soru işareti oluşmuş.

Ekin Bey, köpek hakkında biraz bilgi edinirsem iyi olur diye düşünüp birkaç gün sonra parkın bakıcısına olup biteni anlatmış. Parkın bakıcısı:
— Hiç dikkat etmedim, dedikten sonra eklemiş: “ Bir geç bakayım ya…”
Ekin Bey, başını dik tutup hızlı adımlarla yürüyüp köpeğinin önünden geçmiş. O geçerken, yaşlı kara köpek her zaman yaptığı gibi ayağa kalkmış kuyruğunu sallamış. O uzaklaşınca da yerine yatmış.
Parkın bakıcısı gözlerine inanamamış. Koşmuş köpeğin yanına gitmiş, onunla konuşmuş sevmiş ama köpek oralı bile olmamış. Park bakıcısı buna hiçbir mana verememiş.
— Vallahi bunda bir şey var gardaş, demiş.
Hadise kulaktan kulağa yayılmış. Park ünlenmiş. Ekin Bey’e kutsiyetlik verenler bile olmuş. Gazeteler, televizyonlar olaya ilgi göstermiş, Ekin Bey de yaşlı köpek de park bakıcısı da bir anda popüler olmuş. Öyle ki bir girişimci bir akşam, ekibi ile birlikte Ekin Bey’in kapısını çalmış. Onlara uç bir teklifte bulunmuş. Siz teklifimizi bir düşünün bayram sonrası biz gene geliriz deyip gitmiş.

Teklifin şokunu saatler sonra Ekin Bey atlatır gibi olmuş. Kafasında toparladıklarını anlatmaya başlamak için birkaç kez öksürmüş ki telefon çalmış. Herkes irkilmiş. Herkesin gözü duvardaki saate kaymış.
Vahide Hanım’ın aklına hemen, bir süredir rahatsız olan annesi gelmiş. Ayağa fırlamış:
—Hayırdır inşallah, demiş korkuyla. “ Bu saatte.”
Erkan, annesini rahatlatmak için ilk aklına geleni söylemiş:
— Telefon sapığıdır. Gecen gece ben otururken de aradı.
Vahide Hanım, daha da telaşlanmış:
— Telefon sapığı mı? Ne diyorsun sen?
Bu sırada da Ekin Bey telefonun başına gitmiş. Derin bir nefes aldıktan sonra ahizeyi kaldırıp kulağına götürmüş,
— Alo, demiş.

Köy imamından gelen telefon herkesin keyfini kaçırmış ama kimse de cesaret edip yorum yapmamış. Bir süre sonra Ekin Bey, “ Sabah ola hayır ola, haydi herkes şimdi yatağa. “ demiş. Gitmişler, yatmışlar.

Evin genç kızı Gülcan hariç herkes sıkıntılı bir gece geçirmiş. Sabahleyin sessiz sedasız kahvaltı yapılmış. Salona geçilmiş. Herkes birinin bir şey söylemesini beklemiş. Beklenen ilk söz Ekin Bey’den gelmiş:
—Siz tatilinize gidin, ben köye gideceğim. Metin amcam için Emr-i Hak vaki olursa imam efendinin dediği gibi “Yaşarken gelmedin ölünce mi geliyorsun demesinler.”
Vahide Hanım, evlendiklerinden beri ilk defa bu kadar kötü bir gece geçirdiğine şahit olmuş kocasının dün gece. Hatta bir aralık pencerenin önüne geçip sessizce ağladığını görmüş. Böyle bir günde kocasının yanında olmak istemiş. Kocasına sokulup:
— Ben de seninle geliyorum, demiş.
Sonra da kapının ağzındaki valizlere bakmış. Çocuklarına dönerek belli belirsiz gülümsemiş:
—Bizler için de dinlenin, eğlenin. Abi kardeş keyifli bir tatil size iyi gelecek.
Gülcan on dokuz yaşında olmasına rağmen bugüne kadar babasının amcasını hiç görmemiş. Ortamı yumuşatmak gayesi ile babasına dönerek:
—Baba, demiş. “Amcanıza hitap etmem gerekse benim de Metin amca mı demem gerekiyor?”
Ekin Bey, âdeti olmamasına rağmen kızına itici bir cevap vermiş:
—Kusura kalma ama hiç gülecek halim yok.
Gülcan, cevaba bozulmamış ya da bozulduğunu hissettirmek istememiş. Babasının yanına gitmiş. Omzuna yaslanmış. Yaslanmadan önce de yanağına bir buse kondurmuş:
—Ben de sizinle geleceğim. Yarına çıkacağıma senedim mi var? Köyü ve Metin amcayı görmeden gidersem gözüm açık gider, demiş.
Vahide Hanım, kızmış:
—Mübarek gün ağzını hayra aç. Abuk sabuk konuşma.
Gülcan, elleri ile annesine öpücük göndererek:
—Ortamı yumuşatayım diye söyledim, demiş. “Niye kızıyorsun ki hanım sultan?”
Erkan, alnındaki gözlüğü gözüne indirmiş. Yapmacıktan ciddileşerek konuşmaya katılmış:
— Biliyorsunuz ben bu tatile kerhen, siz istediniz diye olur demiştim, Ben de sizinle gelip mübarek Metin emminin ellerini öpüp hayır duasını almak istiyorum.
Çocuklarının böyle bir günde babalarının yanında olmak istemeleri Vahide Hanım’ı çok mutlu etmiş. Ayağa kalkmış her nedense mutluluğunu ses tonuna yansıtmamaya çalışarak oğluna dönmüş,
—O zaman, demiş “Küpelerini çıkartıyorsun, ayağına bir pantolon geçiriyorsun Arabayı da sen kullanıyorsun.”
Ekin Bey ve ailesi önce bayramlaşmışlar sonra da otomobillerine binip az gitmişler uz gitmişler dere tepe geçip Metin Amca’nın köyüne de evine de erişmişler. Bayram ziyareti için gelenlerle hoş beş etmişler, bayramlaşmışlar. Sonra da köyün imamı bir köşede kendi hainde yatmakta olan Metin Amca’nın yanına gidip, bir ümit:
— Yeğenin geldi Metin amca, hanımı geldi, torunların geldi. Seni görmeye.
bayramlaşmaya, demişse de cevap alamamış.

Sohbetin kesildiği bir sırada Ekin Bey’in aklına ihtiyar köpek gelmiş. Olanları anlatmış. Bu arada odada bulunanlar Metin Amca’nın heyecanlandığını, bir şeyler söylemeye çalıştığını fark etmişler. İmam efendi hemen Metin Amca’nın yanına gitmiş, ellerinden tutarak eğilip kulak vermiş. Söylediklerini anlamaya çalışmış. Metin Amca yıllar evvel geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı sözcükleri zor anlaşılır bir şekilde telaffuz ediyorsa da imam efendi onun ne söylediğini fazla zorlanmadan çözebiliyormuş. İmam efendi bir süre sonra oradakilere dönmüş, Metin Amca’nın söylediklerini aktarmış:
— Ekin mi bulundu Ekin mi, diye soruyor. Ekin öyle yapardı diyor. Anladığım kadarıyla Ekin diye bir köpekleri varmış. Yıllar önce babası onu kovmuş, Yarın sabah seni burada görmek istemiyorum defol git, demiş. Ertesi sabah Ekin’i görememişler. Her yeri aramışlar taramışlar ama Ekin köpeği bulamamışlar. Metin Amca günlerce ağlamış bunun üzerine.
Kısa bir şaşkınlıktan sonra herkes kendine gelmiş. İmam Efendi, Ekin Bey’e dönüp sormuş:
— Senin anlattığın köpekten mi bahsediyor yoksa?
Orada bulunanlardan biri lafa karışmış:
— Ne söylediğinin farkında değil. Ciddiye almayın. Hem Ekin diye köpek mi olur?
Başka biri söze destek vermiş:
— Dursun Ağa doğru söylüyor. Baksanıza gitti gene.
Kadınlarda biri kızmış:
— Ne gitmesi, Ekin’e bakıyor.
Ekin Bey kadının sözü üzerine kalkmış. Amcasının yanına gitmiş. Hafifçe eğilmiş:
— Amca, demiş. “Ben geldim.”
Metin Amca, heyecanlanmış. Gülümsemiş. Doğrulmaya çalışmış:
— Ekin, sen misin oğlum? demiş.
Ekin Bey, dolu dolu gözlerle önce içeridekilere sonra amcasına bakmış. Sonra da amcasının ellerine sarılıp şöyle demiş:
— Evet amca, bayramın kutlu olsun. Vahide de, yeğenlerinde geldi seni görmeye.
Metin amca, yeğeninin de yardımıyla oturmuş. Zorlanarak merakla sormuş:
—Yoksa Ekin’i sen mi buldun?
Metin amcadaki değişim herkesi heyecanlandırmış. Kalkmışlar, yatağın etrafında halka oluşturmuşlar. Adeta nefeslerini tutarak Metin Amca’yı pürdikkat dinlemeye başlamışlar. Sözlerinin az da anlaşılır duruma gelmesi de bir mucizeymiş:
—Seni çok severdi, sen de onu severdin. O zamanlar 9 -10 aylıktın ne zaman Ekin’i görsen heyecanlandırırdım. O da seni koklar hatta elini yüzünü yalardı. Biz ne olur ne olmaz diye seni ondan uzak tutardık ama bazen de sana sokulmasına izin verirdik. Çok onurlu bir köpekti, en ufak bir şey söylersen alınırdı ama saygıda da kusur etmezdi. Ayağa kalkması seni görünce kuyruk sallaması bize olan saygısındandır.

Dinlenmek için bir an soluklanınca Metin Amca, Ekin Bey’in aklı aylar öncesine gitmiş. O gün, o parka ilk kez gitmiş. Banklardan birine oturduktan birkaç dakika sonra kocaman, kapkara bir köpek havlayarak kendisine doğru koşmuş. Ekin Bey çok korkmuş. ” Yaklaşma bana defol diye haykırmış. “ Köpek de birkaç saniye bekleyip Ekin Bey’e bakmış sonra da ağır adımlarla geldiği yere dönmüş.

Bütün bunlar olup biterken Metin Bey’in evi bayram ziyareti için gelenlerle dolmuş taşmış. Laf lafı açmış köpek konusu da arada kaynayıp gitmiş. Buraya, birkaç saatliğine gelen Ekin Bey ve ailesi, hiç kimse geçmişi deşmeyince bir hafta kadar köyde kalmışlar.
Ayrılık vakti gelince Ekin Bey “ Hoşça kal amca.” diyerek amcasının elini öpmüş, Amcası onların oraya geldiği günkünden çok çok daha iyiceymiş.
—O bahsettiğin köpek bizim Ekin olmalı demiş yeğenine. “Ne olur beni de götür bir bakayım. Ölmeden onu bir göreyim. Beni o parkın bir köşesine bir oturt, ben ona bir sesleneyim gelirse onu alıp geleyim gelmezse köyüme getir burada öleyim.”
İmam efendinin de telkini ile Ekin Bey amcasını o parka götürmeye karar vermiş. Bu arada köyde bulunan herkes de bu olayı duymuş. Hatta bazıları bazı medya kuruluşlarına durumu haber bile vermişler.

Ekin Bey ve amcası parka vardıklarında parkta yüzlerce kişi varmış. Metin Amca banklardan birine oturtulmuş. Nefesler tutulmuş, herkes susmuş. Yaşlı köpek de kalabalıktan ürkmüş parkın ücra bir köşesine sinmiş.

Metin Amca bir süre dinledikten son tüm gücünü toplayarak, yıllar evvel olduğu gibi seslenmiş köpeğine:
” Ekin, oğlum gel!”
Gözlemleyenler görmüş: Köpek irkilmiş.
“Ekiiiiin, haydi gel!”.
Köpek ayağa kalmış. Etrafına bakınmış.
Metin Amca’nın sesi iki metre öteden bile duyulmuyormuş ama köpeği heyecanlandığı aşikârmış.
— Ölmeden seni bir göreyim yavrum. Neredeysen çık gel bir.”
Köpek kendi etrafında dönmüş kulaklarını dikmiş. Kısık kısık birkaç kez havlamış sonra da kalabalığa aldırmadan koşarak Metin Amca’nın bulunduğu yere gidip bankın üzerine atlamış. Gözlerini Metin Amca’ya dikmiş.
Yaşlı adam, çok heyecanlanmış. Ellerini uzatmış:
—Ekin bu sensin! Babam adına özür dilerim senden. Hadİ gel…
Yaşlı köpek, yıllar öncesinde yaptığı gibi önce uzatılan ele patisini vermiş sonra da eskiden olduğu kendine has sesler çıkararak Metin Amca’nın yüzünü yalamaya başlamış. Bu hoş manzara oradakileri duygulandırmış, Gözlerden akan yaşlar ırmak olup parktan Metin Amca’nın köyüne yol olurken Metin Amca’nın oturduğu bank da kayık olup onları köylerine götürmüş.
İki yaşlı dost da bu moralle yaşamlarının bundan sonrasını mutluluk içerisinde geçirmişler.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.






29 Ağustos 2017 Salı


ÇOBAN

Ey güzel çoban
Dağdan her inişinde beni düşle
Ve bir buket kır çiçeğinin kokusunu getir.

Unutma ki sen
Kaval sesi ile bütünleşen
Koyunların meleyişini özledim ben.

Nezih insanım, canım
Ben de bilirim Karabaş’ın dostluğunu
Ve bir pınarın buz gibi suyu başında
Yanında eşeğin sırtında kepeneğinle
Sürünü seyrederken
Azığından aldığın doyumsuz tadı.

Bilirim yaşadığın çileyi garibim
Bilirim de
Bildiğim için özlerim seni
Ah! Özlerim seni.



SEVDA

Sen ki göklerden bir serzenişsin
Bulutlarda biriken
Ve de
Leylâkların kokusunda
Sımsıcak, sevecen, beni saran
Sen ki göz yaşlara eşsin
Gecelerin ilerlemiş saatlerinde
İmbikten geçmiş sevda
Uzaklardan bir çığlıksın
Acıyla tatlıyı birlikte sorgulayan
Ve de
Titretensin beni sen
“ Hukuk”un uzayan sıralarında
Geçmişten beni alıp
Geleceğe iten
Geleceğe iten bir bilmecesin sevda…

27 Ağustos 2017 Pazar


İYİ OLDU

İzin verdi kendine bugün
Bir demet papaya aldı çiçekçiden
Bir de kahve yaptı, koydu termosa

Kendine bir söz vermişti geçen ay
Ağlamayacaktı mezarı başında
Ağlamadı.


Mezarı başında yudum yudum yudumladı kahveyi
Şık da giyinmişti, kravat da takmıştı
O öyle isterdi hep
Öyle yapmıştı.

Her mezar dönüşünde perişan olurdu
Bugün öyle olmadı

İyi mi oldu derseniz
İyi kötüden iyidir her zaman
Bir değişiklik yaptı ya yaşamında olumlu manada
İyi oldu
Aferin ona.

25 Ağustos 2017 Cuma

PİYANGONUN CANLISI

Beş karış surat ile epeyce bir süre evin içerisinde dolaştı. Adımlarını hızlı hızlı attı. Tespih çekti. Saçlarını karıştırdı. “ Tamam İsmail!” dedi.
“Tamam İsmail” sözü ilk şoku atlattığının bir kanıtıydı. Tehlike azalmıştı. Şimdi, ocağa çay koyacak üç bardak çay içince kendine biraz daha gelecekti. Öyle de oldu. Çaydanlığı temizledi, demliğe çay, çaydanlığa su koydu. Ocağı yaktı. Çaydanlığı üzerine yerleştirdi. Salona geçti. Koltuklardan birine oturdu. Çoraplarını çıkardı ayaklarını sehpanın üzerine uzattı. Ayak parmaklarını oynattı, güldü.
— Gitsin otelde kalsın efendim.” dedi. “Burası otel mi?”
Televizyon kumandasını aldı, düğmesine bastı.
— Bari kaç gün kalacağı belli olsa. Burada kalabilir miymiş? Bir sakıncası var mıymış? Var efendim bir sakıncası var
Açtığı televizyon kanalında reklâmlar başlayınca başka kanala geçti, Orada da reklâmlar vardı, Bir başka kanala geçti orada da reklâmlar vardı.
— Hay sizin reklâmınıza, dedi
Televizyonu kapattı. Ocağın ateşini fazla açmış olmalıydı, suyun kaynadığını hissetti. Seğirtti mutfağa. Gerçekten de su kaynamıştı. Mutfaktan içeri girerken de çaydanlıktaki su taştı, ocağı söndürdü.
— Bir sen eksiktin, dedi
Çaydanlıktaki suya mı kızmıştı ocağa mı kızmıştı, gelecek kişiye mi kızmıştı teyzesine mi kızmıştı anlaşılamadı.
Ocağın altını tekrar yaktı. Çayı demledi. Mutfak balkonuna çıktı. Karşı balkonda genç bir kadın vardı. Sandalyesine oturmuş, bacak bacak üzerine atmış çayını yudumluyordu.
İsmail, bir an kadının oturmakta olduğu dairenin bir aydır boş olduğunu, camında da “ kiralık” yazısının olduğunu hatırladı. Kaça tutulduğunu merak etti. Kadına baktı, bir an göz göze geliriz de, hem hoş geldiniz der hem de sorarım düşüncesi ile.
Kadın da İsmail’i fark etti. Fark etmesiyle de üzerindeki kazağa benzer giysiyi hızla çıkarttı bacaklarına örttü. Yarım da döndürdü sandalyesini.
İsmail, utançtan kıpkırmızı oldu. Hiç fark etmedim eteği mini miydi yoksa diye içinden geçerdi. “ Hay Allah” dedi belli belirsiz. İçeriyi girdi. Perdeyi çekti.
Mutfak masasının taburesine çöktü İsmail. Birkaç dakika orada kaldı sonra kendisine bir bardak çay doldurdu. İki şeker attı. Karıştırdı. Çayından bir yudum aldı. Çay pek lezzetsiz geldi.
Yanlış anlaşılmaktan oldum olası korkardı. Korktuğu bir kez daha başına gelmişti işte. Kadınının yanlış anladığı aşikârdı. Nasıl çıkacaktı artık o balkona? Oysa en sevdiği balkondu orası. Çoğu zaman gece on birden sonra çıkar, çayını kahvesini yudumlar, karşıki bina boşluğundan yararlanarak uzaklara dalar giderdi. Karşı binanın karşı dairesinin tek balkonu vardı o da o balkondu.
Bilinçsizce eli cep telefonuna gitti. Bu olanları biri ile paylaşmak biraz olsun rahatlamak istedi. Kız arkadaşı bir türlü çözemediği bir mizaca sahipti. Ona bir merhaba demek istedi. Sesinden bunaldığını anlarsa bunalmıştı, anlamazsa kendisi abartıyordu.
Karşı telefon çalar çalmaz açıldı. İşte, şans yardım etmişti:
— Telefonunun başında beni mi bekliyordun kız? dedi.
— Şimdi kapatmıştım da. Hayırdır!
— Ne hayırdırı? İnsan sevdiğini arayamaz mı?
— Arar da. Sesin biraz bozuk gibi geldi. Bir şey mi oldu?
— İki kelam etmedik daha ya? Nereden çıkardın?
—Yok yok bir şey olmuş. Ne oldu?”
— Hangi birinden başlayayım kızım?
Sandalyelerin birine oturdu İsmail. Sonra da ekledi.
— Dinleyecek misin? Anlatayım mı?
—Anlat.
Songül’ün ses tonundan “ istiyorsan anlat yani” manasını çıkarttı.
Songül’le üç senedir arkadaştı. Bir kez olsun, yarım saatliğine olsun Songül’ü evine getirememişti. Birden “ Şimdi de gelme bakalım.” dedi. “El mi yaman bey mi yaman görürsün.”
Bir an durdu. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar sözünü anımsadı. Anımsadı da bu fırsatı da tam olarak kaçırmak istemedi.
Songül ses seda gelmeyince sordu:
— Alo, orada mısın?
— Buradayım. Anlatmanı bekliyorum
— Sesin pek anlat der gibi değil ama.”
— Saçmalama hade, Anlat. Dinliyorum.
Anlattı. Hem teyzesinin telefonunu anlattı, hem de karşıki dairenin balkonunda oturan kadının yaptıklarını . Songül, hiç sözünü kesmedi.
İsmail,” İşte böyle” dedi anlatacakları bitince.
Songül yine bir şey demedi.
İsmail sordu:
— Bir şey söylemeyecek misim?
— Ne söyleyeyim?
Sesini biraz yükseltti İsmail:
— Ne demek ne söyleyeyim ya. İnsan bir şeyler söyler.
—Tamam da ne söyleyeyim?
- …
— Neye canının şey olduğunu anlayamadım.”
—Bir saattir anlatıyorum ya Songül.”
— Kusura bakma, vallahi billahi anlayamadım niye şeyinin şey olduğunu.
İsmail’in fevri çıkışları olurdu zaman zaman. Onlardan biri oldu. Sesini yükselterek:
— İyi öyleyse “dedi. “Ben de kendime anlayacak birini bulurum.”
Telefonu kapattı. Cebindeki telefonu yatağın üzerine fırlattı. Bir süre telefonun çalmasını bekledi. Songül’ün hemen arayacağını ummuştu. Songül aramadı. Düşününce kendisinin hatalı olabileceği kanısına kapıldı. Arayıp özür dilemek düşüncesi ile telefonu elini aldı, arayıp aramamak konusunda gitti geldi gitti geldi. Sonra da telefonu aldığı yere tekrar fırlattı, söylene söylene evden çıktı.
Yarım saatlik yürüyüş iyi geldi. Kafasını toparladı biraz. Saate baktı. Kâbus gibi birkaç saat yaşamış üzerinde toplanan kara bulutlar biraz olsun üzerinden dağılmıştı.
Yoldan geçen simitçiden iki simit aldı, biraz ötesindeki kahveye girdi. Büyük bardakta çay istedi garsondan. Yolu gören sandalyelerden birine oturdu. Oturması ile de yoldan geçen bir tanıdıktan selam aldı:
— Afiyet olsun İsmail.
— Eyvallah!
Simitten büyükçe bir parça kopardı. Çayı beklemeye koyuldu.
Belki de iyi olur, kafadan biridir, diye aklından geçirdi gelecek misafir için. “Teyzemin hatırı için bir hafta çiğ tavuk bile yenir be İsmail, yaptığın şu tafraya bak.” diye söylendi. “ Birkaç gün, hade bir hafta olsun ne olur yani. Seni de evini de yemez korkma.”
Bir an biraz bilgi almadığına üzüldü. Kaç yaşındaydı? Niye geliyordu? Bunları niye sormamıştı ki! Belki teyzesi anlatacaktı ama tamam tamam anladık der gibisinden kadının ağzına tıkamıştı sözlerini.”
Bilmem nesinin çocuğuymuş da buraya gelecekmiş de, burayı pek bilmiyormuş da, biraz yardımcı olabilir miymiş de…
Songül’e, “ Gelen misafir kız ama.” diyecekti onu kıskandırmak merak ettirip evine getirmek için ama dememişti. Biraz da abartacaktı Teyzem beni onunla evlendirmek istiyordu eskiden ama ben senin için olmaz, demiştim demeyi de düşünmüştü. Söz sözü açacak İsmail de lafı gediğine koyacaktı:
“ Sen yarım saatliğine gelmiyorsun elin kızı ta nerelerden geliyor. Aslında iş bahane kız. Ateş ile barut misali, belki hoşlanırım falan diye düşünmüştür teyzeciğim.”
İsmail, aklından geçenleri söyleyemediği için keyfi kaçtı. Başka şeylerde söyleyecekti, Tam sırasıydı. Hiç birini ses tonu canını sıktığı için söyleyememişti,
İhtiyacı olmadığı halde elini sırtına götürdü İsmail. Kaşındı, kaşındı. Telefon etsem de az evvel söyleyemediklerimi söylesem mi acaba diye içinden geçirdiyse de bu düşüncesinden vazgeçti. ” Onun araması lazım”.dedi.
İsmail, çay parasını bıraktı masaya. Kalktı. Garsonla göz göze geldi. Parasını bıraktım anlamında bir işarette bulundu sonra kahvehaneden çıktı. Ellerini beline dayadı. Bir süre etrafına bakındı. Saate baktı. Ne yapacağına karar veremiyordu.
Biraz ötesinde birkaç ay önce açılan ama hiç gitmediği markete gözü takıldı. Ağır adımlarla oraya doğru yöneldi. Hem biraz dolaşırım hem bir şeyler alırım sonrada eve gider yatarım diye aklından geçirdi. Biraz uyursa iyi olacağını düşündü. Birkaç adım yürüyünce markete gitme düşüncesinden vazgeçti, Yoldan geçmekte olan bir taksiyi çevirdi ve de evine gitti. Üzerindeki kıyafetleri bile çıkarmadan kendisini yatağın üzerine bıraktı. Tam uyumak üzere iken kapı çaldı. Açmak istemedi önce. Duymazlığa geldi zili. Israrla çalınca zil, söylene söylene kalktı:
“ Bu kadar çalmanı gerektirecek bir şey değilse ben sana sorarım.
Gelen Batuhan’dı. Elinde de büyükçe bir paket vardı. Batuhan çıkıştı:
—Bir saattir neredesin oğlum? Evde değilsin diye ödüm koptu.
Batuhan, İsmail’in bir şey söylemesine olanak bırakmadan içeriye girdi. Ayakkabılarını çıkardı. Elindeki poşetlerle salona geçti. Geçerken de “ Bir açacak getirsene “ dedi.
Salona geçti, torbasındakileri salondaki masanın üzerine bıraktı. Salon kapısının önünde duran İsmail’e:
—Açacak getir.” dedi. Sonra da “ İçeriz” değil mi, diye laf olsun diye sordu.
İsmail, içelim bari der gibisinden bir harekette bulundu.
— Merak etme? dedi Batuhan “ Yiyecek içecek başka şeyler de aldım.”

***
Israrla çalan kapı zili İsmail’i uyandırdı.
—Ne var, ne oluyor gecenin bu vaktinde? diye söylendi.
Gözlerini açtı. Salondaki divanda olduğunu fark etti. Salon kapısının girişindeki Batuhan’ı gördü. Batuhan’ın üzerinde sadece iç donu vardı. Ellerini beline dayamıştı.
İsmail, gözlerini kırpıştırarak sordu:
—Yangın mı çıktı? Biri mi öldü?
— Seni bir kadın soruyor.
— Beni bir kadı mı soruyor? Ne kadını.
— Ay çok komik. Hade kımıldan da bir bak.
İsmail doğruldu. Başı ağrıyordu. Sızıp kalmıştı dün. Batuhan’a:
—Yoksa kapıyı böyle mi açtın?” dedi.
Batuhan, suratını buruşturarak:
—Ne bileyim ben” dedi. “Kapıcı geldi sandım.”
—Ne istiyormuş gecenin bu saatinde?
Batuhan, alaylı gülümsedi:
—Ne gecesi ya! Öğle olmuş. Ezan okunacak neredeyse.
—Öğle mi olmuş. Yapma yahu.”
İsmail zor da olsa toparlanıp ayağa kalktı. Sağda solda içki şişeleri vardı. Batuhan’ın sağa sola fırlatılmış giysileri ile salon daha da beter olmuştu.
İsmail, soyunup dökünmeden yatmıştı. Elleriyle saçını düzeltti.
—Kim olduğunu söylemedi mi?
—Git bak hade! Kocakarılar gibi bir sürü sual.
İsmail sinirlendi:
—Sen de üzerini giyin, dedi. “Böyle kapı açılır mı ya”
Dış kapı bulundukları yerden görülüyordu. Kimse yoktu kapıda. İsmail bir an Batuhan’ın soğuk şakalarından birine maruz kaldığını düşündüyse de bir şey demedi. Üzerini gereksizce çırptı. Kapıya doğru yürürken ne olur ne olmaz diye pantolonunun fermuarını da kontrol etti. Hala kâpının ağzında durmakta olan Batuhan’a çarparak dış kapıya doğu yürüdü. Batuhan’da kapıyı örterek İsmail’in arkasından gitti.
Kapının hemen dışında şık giyimli hoş bir kadın duruyordu.
İsmail, kadına dikkatli dikkatli baktı. Şimdiye kadar hiç görmemişti.
— Buyurun, dedi “ Kime bakmıştınız?”
— Uygunsuz bir zamanda geldiysem, birkaç saat sonra da gelebilirim. dedi kadın
— Beni aramışsınız galiba. Hayırdır?
İsmail, bir kadına bir de yanına iyice sokulan Batuhan’a baktı. Batuhan üzerine bir şey giymemişti. Kulağına eğildi:
— Ben olsaydım donumu da çıkartırdım, dedi. “ Ne pis adamsın ya.”
Batuhan, söze tepki vermedi. Kadına hitaben İsmail’i göstererek.
— Aradığınız zatı muhterem bu dedi.
Kadın gülümsedi. Elini uzattı.
—Adım Selina.”
İsmail elini uzatmadı tokalaşmak için. Buz gibi bir sesle,
— Evet, dedi.
— Adım Selina.
— Onu anladık da, ne istiyorsunuz?
İsmail’in baş ağrısı artmıştı. Midesi de kendisini rahatsız etmeye başlamıştı. Birkaç gün önce Muharrem’in “ Bundan sonra avukatımla görüşeceksin sözünü de hatırlamıştı Bu kadın o olmalıydı.
—Tamam, da bayan dedi İsmail. “Adınız Selina. Benim adım da İsmail. Kem küm edip durmayın da ne istiyorsanız söyleyin. İşim gücüm var benim.
Batuhan’a döndü İsmail. Kulağına eğildi.”Muharrem’in avukatı olsa herhalde bu “dedi. Batuhan konuyu biliyordu. Geldiyse görür der gibisinden gülümseyip baş salladı.
Selina Hanım, çantasından bir kâğıt çıkardı. Baktı. Sonra da sordu:
— Burası 212’ye 9 değil mi?
Batuhan yayvan yavan konuşarak önce soruya cevap verdi:
— Burası 212’ye 9 değil 112’ye 9.
Sonra da İsmail’i kolundan tutarak içeriye çekti, çekerken de kadının duyacağı bir ses tonu ile söylendi:
— Pes yani 112 nire 212 nire. Allah güzellik vermiş lakin akıl vermemiş.
Kapıyı sertçe çekerek kapattılar.
İsmail’in bulantısı geçer gibi oldu. Gülerek Batuhan’a baktı:
— Sen hastasın oğlum” dedi. “Karıda moral diye bir şey bırakmadın.”
Batuhan, kolunu arkadaşının omsuzuna attı:
— Arkadaşız biz oğlum, dedi. “ Şükretsin ki avukat değildi?
İsmail, Batuhan’ın saflığına güldü:
— Bence avukattı, dedi. Korktu 112’yi 212 yaptı. Kadın aklı ile de bizi yedi.
İsmail’in midesi de bağırsakları da tekrar sıkıştırdı. Bir eli zaten tuvaletin kapısının kolundaydı. Hızla, kolu çevirdi içeri girdi.
İsmail tuvaletten çıkıp salona geçtiğinde Batuhan çekyatın üzerine uzanmıştı. Gözleri yumuktu. İsmail, Batuhan’ın başına gitti. Tuvaletin haline olabildiğince sinirlenmişti. Batuhan’ın üzerimdeki battaniyeyi çekerken de suratını olabildiğince ekşiterek:
— Tuvaleti ne hale sokmuşsun. Haydi kalk pis adam..” dedi.
Batuhan karşılık verdi:
— Git başımdan.”
— Misafirim gelebilir her an. Yardım et de biraz olsun toplayalım etrafı.
Git temizle tuvaleti de.
Batuhan, su dökecektim ama üşendim diyecekti, demedi. Üstte çıktı:
— Ben tuvalete girdiğimde tuvalet zaten öyleydi.
—Yok canım.
— Öyle canım.
—Öyle böyle hade kalk yardım et bana.
Batuhan uzun uzun esneyerek kalkarken telefon çaldı.
—Vallah çok isterdim dostum ama yarım saat sonra manitamla buluşacağım. dedi ve ekledi. “ Sana kolay gelsin.”
Batuhan’ın bu davranışı İsmail’e yabancı gelmedi. O da ona gittiği zaman aynı şeyi yapıyordu.
—Hiç olmazsa şu şişeleri poşete koy da giderken çöpe at.” dedi İsmail.
İsmail bunu söylerken Batuhan dış kapının önündeydi. Ayakkabılarını giymiş kapıyı açıyordu. Döndü:
— Bay bay “ dedi, kapıdan çıktı. Kapıyı kapatmadan da ekledi; “ Okkalı bir Türk kahvesi yap kendine, sonra ortalığı toplarsın benden tavsiye.”
Az evvel ara veren telefon yeniden çaldı. İsmail, “ Çal desek çalmazsın” dedi telefona bakarak. Telefona doğru yürürken kapı zili de çaldı.
— Yine bir şey unuttu bizimki” dedi Batuhan için İsmail.
Kapıyı çalan, ses de veriyordu:
—Evde olduğunu biliyorum. Aç kapıyı.
Kapıcı Durmuş’un sesiydi bu. İsmail kapılı açtı. Sertçe:
— Hayrola Durmuş Efendi, dedi. “ Ne istiyorsun?”
Kapıcı Surmuş, İsmail’in sert tonundum ürkmüştü. Belli belirsiz gülümseyerek yumuşak konuştu:
— Kadının biri bir kâğıt verdi size vermemi söyledi. Unuturum munuturum diye şey yaptıydım ben. Evde yok muymuşsun ne. Gerçi ben bir şey anlamadım ama, emanettir üzerimde kalmasın hani.
— Ne kâğıdı?”
Durmuş efendi, kâğıdı bulmak içim ceplerini karıştırmaya başladı karıştırırken de küfür ederek söylendi:
—Nereye kayboldu bu?
Pantolonun arka cebinde buldu, o mu o değil mi diye baktı. Oydu:
— Buyurun, deyip uzattı.
İsmail sordu:
—Okudun mu?
Kapıcı soruya bozuldu. Ben siz değilim diyecekti, tatsızlık çıkar düşüncesiyle vazgeçti
İsmail, başını iki yana sallayarak sordu:
— Nasıl bir kadındı?
Kapıcı, birden heyecanlandı. Ses tonu değişti.
— Piyangonun canlısı, dedi. “Bana altın bir saat hediye etti.”
— Sana altın bir saat mi hediye etti?
— Vallahi bende bir şey anlamadım ama İsmail Bey, öyle. Bakın.
Kapıcı, gömleğinin kolunu sıyırdı. Hakikaten de kapıcının kolunda göz kamaştırıcı altın bir saat vardı.
İsmail, elinde tuttuğu kâğıdı açtı, okudu. Benzi kül gibi oldu. Birkaç kez kapıcıya birkaç kez kâğıda baktı.
Kâğıtta bir not vardı:
“İsviçre’den getirdiğim Altın saat sizeydi ama kısmet değilmiş.
Meral Teyze’ye selamlarımı iletin. Selina.”


21 Ağustos 2017 Pazartesi


DENİZ’E SESLENİŞ

Cav cav ediyor garibim
İşi yapacak olan ben olduktan sonra
Bir ay değil bin sene mühlet verse kaç yazar?
Tehdidi mehdidi bırakıp gönlümü alsın da hele bir
Denizciler Caddesine uğrayıp, muradın başım gözüm üstüne demek kolay.

20 Ağustos 2017 Pazar


HALLEDERİZ ABİ DİYEN ABİYE

Bir şeye de yok de be abi
Gel vazgeç esmem ama gürlerim demekten
Hallederiz, yaparız, ederiz demek hem kolay hem güzel amma
Sıfıra sıfır elde sıfır olunca
Amiyane olacak amma balon sönünce
Hem sana yazık oluyor hem de ona.

14 Ağustos 2017 Pazartesi






SALTO İLE BALKABAĞI


Park bankalarının birinde oturuyordu. Birden aklına salto ile balkabağı arsında ne gibi bir münasebet olabileceği geldi.

İlk olarak tanımadığı bank arkadaşına sordu:

— Salto ile balkabağı arasındaki münasebet sizce ne olabilir?

— Saçmalamayınız, dedi adam

***
Fazıl Bey’le çay bahçelerinin birinde buluştu.

— Buranın çayına bayılıyorum doğrusu dedi Fazıl Bey.

— Hakikaten öyle, diye onu destekledi Gündüz Bey.

Bir süre sustular. Sonra, Gündüz Bey:

— Sahi dedi, salto ile balkabağı arasındaki münasebet nedir?

- Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı, dedi Fazıl Bey.

Gündüz Bey’in hoşlanmadığı söylemlerden biriydi bu. Surat astı... Ayrılıncaya kadar.

***

Gündüz bey Erdinç Bey’in evine gittiğinde Erdinç Bey, her zaman olduğu gibi koltuğuna

gömülmüş kitabını okuyordu.

Gündüz Bey’i buyur etti, bir süre şundan bundan konuştular. Sonra, Gündüz Bey sualini

tevcih etti:

— Salto ile balkabağı arasındaki ilişki sence ne olabilir?

Erdinç Bey bir süre Gündüz Bey’in suratına dik dik baktı. Sonra:

— Bana bak Gündüz Bey, dedi. İyi hoş adamsın severim seni ama...

Az evvel bıraktığı kitabı aldı:

— Şu gördüğün kitabı akşama kadar bitirmem lazım. Ama sinirlerim bozuk olmazsa

bitirebilirim ben bu kitabı.

Kalktı odanın içerisinde dolanmaya başladı.

—Salto ile balkabağı arasındaki neymiş. Tövbe Yarabbi... Tövbe... Her şeyde beni bulur be!

Kapıyı açtı.

- Hade yine beklerim yine, müsait bir zamanda gel, dedi Gündüz Bey’e.

***

Zihni Bey, bir süre düşündükten sonra:

—Sen istersen bir hafta sonra gel. Ben bir hafta sonra salto ile balkabağı arasında münasebet

varsa, bu münasebetin ne şekilde şey ettiğini söylerim. Yoksa mesele yok zaten, dedi.

-...

—Şimdi söyle Gündüz... Mersinli Musa diye bir ahbabım var benim. Fevkalâde güreşçi...

Yarın erkenden ona gider salto ile ilgili ne varsa salto ile ilgili öğrenilmesi icap eden her

neyse onu öğrenir, bir kenara not ederim.

-...

—Eve gelir gelmez de, Diyarbakır’da ziraatçı bir arkadaş var, onu arar balkabağı ile ilgili ne

biliyorsan hemen bana yaz derim.

-...

—Bir taraftan da ben, kütüphanelere gider bu iki konu ile alâkalı veriler toplarım. Ve...


-...
— Bunları sentez eder...

Gündüz Bey ter içinde kalmıştı. Kalktı...

— Çok teşekkür ederim çok zahmet verdim, dedi

Zihni Bey’in “Dur nereye gidiyorsun “ demesine fırsat vermeden de, Zihni Bey’in evini

terk etti.

***
-Salto ile balkabağı arasındaki ilişki bence, Feyzullah Bey’in kedisi ile Ayten Hanımın geyiği

arasındaki ilişkidir, dedi Murat Bey.


—Gündüz Bey, böyle bir cevap beklemiyordu. Şaşırdı...

—Ne?

—Evet, salto ile balkabağı arasındaki iliki; Feyzullah Bey’i şeyi ile Ayten hanımın keçisi

arasındaki ilişkidir.

—Saçmalıyorsun ama.

—Niye? Niye saçmalıyorum?

Murat Bey’in karısı da oradaydı, araya girdi, kavgayı önledi...

***

Behsat Bey uzun uzun güldü soruyu duyunca.

—İlahi sen çok yaşa emi, dedi Gündüz Bey’e.

Bir süre sustuktan sonra da sürdürdü sözlerini:

—Ömür adamsın Gündüz Bey, böyle şeylerde hep senin aklına gelir...

Gözlerinden yaşlar akıncaya kadar güldü...

Gündüz Bey’i uğurlarken bile güldü.

***

—Abdullah Bey, siz bilirsiniz: Salto ile balkabağı arasındaki münasebet ne olabilir?

—Şimdi Gündüz Bey, salto ile balkabağını arasındaki ilişkiden bahsetmeden önce, Riyazi

Mehmet’ten bahsetmek isterim ben. Riyazi Mehmet...

Riyazî Mehmet’i anlattı Abdullah Bey, bir saate yakın Riyazî Mehmet’i anlattı.

***

Serhat Bey’i telefonla aradı Gündüz Bey, karşılık hal hatır sorulduktan sonra Gündüz Bey:

-Sana bir şey soracaktım da dedi...

Her zamanki nezaketiyle Serhat Bey:

—Estağfurullah, dedi. Buyurunuz.

—Şey, salto ile balkabağı...

Sözünü tamamlayamadı.

—Aferin be, dedi Serhat Bey. Sesi bayağı sert çıkmıştı. “Cidden aferin.”

Gündüz Bey gördüğü tepkiye şaşırdı.

— Balkabağı ha, balkabağı...

— Gündüz Bey yanlış anlaşılmaktan her zaman korkardı:

— Şey…

—Yazık sana be! Sensin balkabağı, sen kendin ile bul kafayı...

—Bir dakika Serhat Bey... Beni yanlış anladın galiba.

Gündüz Bey sözünün devamını getiremedi, telefon kapanmıştı.

***

Aynı soruyu Muammer’e sordu.

Muammer altı yaşındaydı.

—Salto ne demek Gündüz Amca?

—Sen boş ver şimdi onu, soruma cevap ver.

— Peki, balkabağı ne demek?

-Eeeeeee,dedi Gündüz Bey.

Çekti gitti.

12 Ağustos 2017 Cumartesi

TESTİ DOLSUN BEMEYLE TESTİ DOLMAZ (NACİ AYDOĞAN)

***

MERDİVEN

İlk hafta beklenen oldu
İkinci hafta moral bozdu
Performans sıfırdı yine
Üçüncü haftada da değişmedi bir şey
Dördüncüde bir şey oldu
On üzerinden biri buldu
İşte buydu kendini aşmak
Haftaya biri bir de olsa aşarsa
Birde ikiyi bulursa
Allah da derse “ Yürü ya kulum”
Haşim’ de dememiş mi,
“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden”
Değişim kolay değil
Hele hele birde kırk yıllıksa bu

10 Ağustos 2017 Perşembe

DÜDÜK MAKARNA

Çoğu zaman olduğu gibi Ayaz Bey’in keyfine diyecek yoktu yine. Onun için her şey dört dörtlük müydü? Hayır. Lakin o, ne eder eder yaşamdan keyif alacak bir şeyler bulurdu her zaman.
Ayaz Bey, kapıdan girer girmez kendine has vücut hareketiyle gevşedi. Ayakkabılarını çıkardı. Sabahleyin evden çıkarken hazırladığı terliklerini giydi. Alnına konan sineğe “ merhaba” dedi. Bununla da yetinmedi elini sallayarak selamını pekiştirdi. Sinek hoşnut kalmamış olacak ki bundan uçtu gitti.
Ayaz Bey, salona geçince saatine baktı. Kaşlarını çattı. Kendisine koltuklardan ya da kanepeden birine atsa, sabahın ilk saatlerine kadar orada kalacağını biliyordu. Şimdiye kadar öyle olmayacak diye pek çok kez denemiş her defasında da aynı neticeye erişmişti. Bu bir daha denemeyeceği manasına gelmiyordu. Ama o, denemeyi, bugün yinelemeyecekti.
Yarına, yetiştirmesi gerekli bir de iş vardı Ayaz Bey’in. Gerçi yarın sabah da yapabiliri o işi ama şimdi yapması onun için daha hayırlı olacaktı. Yarın ortaya çıkacak bir aksilik işi yapamamacına sebep olabilir bu da kendisini sıkıntıya sokardı. Ayaz Bey, babaannesini ve onun zaman zaman kullandığı her defasında da haklı çıktığı bir sözü hatırladı. Bugünün işimi yarına bırakma. . Canı rahmet istedi herhalde diye düşünüp babaannesi için dua okudu duası bitince de ellerini açıp “ amin! dedi.
Ayaz Bey, çoraplarını çıkardı lavaboya gitti önce ayaklarını sonra elini yüzünü yıkadı. Pek sevdiği Zühtü türküsünden bir bölümünü mırıldanarak mutfağa geçti.
Samanlıksam kaldıramadım samanı da Zühtü
Ben sana kandım Zühtü
Hele hele hele yandım Zühtü.

Buzdolabının kapağını açtı. Buzdolabında yiyebileceği bir şeyler varsa da canı makarna çekti birden. Buzdolabımın kapağını yavaşça kapattı. Mutfak dolabının açık bırakılan çekmecesinden bir paket düdük makarna çıkardı. Makarna suyunu tencereye koydu. Ocağı yaktı. Tencereyi ocağın üzerine yerleştirdi. Sonra da hızlı adımlarla mutfaktan da daireden de çıktı. Karşı komşunun kapısını alacaklı gibi üst üste defalarca çaldı. Kapı açıldı. Kapıyı açan kadın Ayaz Bey’i görünce rahatladı. Geçen yıl evi satın aldığı kadın Ayaz Bey için bir şeyler söylemiş sonra da eklemişti.” Gecenin bir vaktinde kapını çalar abuk sabuk sorular sorarsa korkma, ocağa düdük makarna koymuştur.”
Mahsune Hanım sordu:
—Hayırdır komşu ne oldu?
Ayaz Bey, selam melam vermeden soruya soru ile karşılık verdi:
— Kocan yok mu?
— Yok, Niye sordun ki?
— Nerede?
— Bilmem.
— Oğlun.
— O da yok.
— O nerede?
— Ben bekârım komşu. O nedenle de ne oğlum var ne de kocam. Ha bu arada evlenmeye de hiç niyetim yok bunu da bilesiniz.”
Ayaz Bey, “ hay Allah der “ gibi bir harekette bulundu. Susup bekledi.
Mahsune Hanım bir elini beline dayadı. Bir garip gülümsedi.
—Ben yardımcı olayım, dedi.
— Ben dünkü mili maçın sonucunu merak etmiştim de onu soracaktım.
Kadın, gözleri ile birkaç kez Ayaz Bey’i tepeden tırnağa süzdükten sonra merakı üstün geldi, sordu:
— Ocağa makarna mı koydunuz?
Ayaz Bey,
— İçeriye girince atacağım dedi. Suyu kaynıyor.
— Düdük makarna mı?
— Yani…
Mahsune Hanım, gülümsedi.
— Milli maçı 2–0 kazandık dedi.
Sonra da, “ iyi geceler” dileyip kapıyı yavaşça kapattı.

9 Ağustos 2017 Çarşamba



GÜZEL SÖZ: HİÇBİR ŞEY ZOR DEĞİLDİR, YETER Kİ ONU UFAK PARÇALARA BÖLMESİNİ BİLELİM.( Henry Ford)

***

BEŞ KARIŞ SURAT

Hazetmezdi beş karış suratlılardan
Olabildiğince uzak dururdu

Aynaya bakmaktan hazetmezdi
Fol yok yumurta yokken ortada
Aynaya baktı bir gün
Suratı beş karıştı, yalnızdı.

Aynaya bakıp görmek kendini acıttıysa da canını
İyi de geldi
Mevlana’nın dediği gibi
“Dün dünde kaldı cancağızım
Artık yeni şeyler yapmak lazım.”

8 Ağustos 2017 Salı

İMTİHAN

Beklenmedik bir sorun doğdu
Bertaraf edildi tarafımdan
Gıdım gıdım da olsa
Gördüm ki
Tecrübedenmişim yaşamdan, çok da şey öğrenmişim
Aklım da bilgim de becerim de varmış meğer
Sen yapamazsın, beceremezsin diyenlere
Tokat gibi bir cevap oldu bu
Her sorun bir imtihan
Her imtihan bir kazançtır diyenler boşa dememiş
İmtihandan geçmek de güzel oluyor be!

7 Ağustos 2017 Pazartesi

HÜLASA

Derken,
Çatlamaz denilen de çatladı
Sabır taşı idi adı
Boşa dememiş atalar:
“ Fazla naz âşık usandırır amman ha”
Fazla nazdan mı, bahane mi?
Sabır taşı da çatladı
Öfke baldan tatlı oldu
Doğrular eğri edenler oldu, eğriler doğruyu buldu
Gök gürledi, yağmur ıslattı her yanı
Hava zaten serindi
Hülasa,
Tadından yenmez oldu.

6 Ağustos 2017 Pazar



KIPKIRMIZI OLDUM BE!

— Kim idi?

— Bırak Allah’ını seversen deli mi ne...

— Tutturdu... Öp bakalım.

— Ne?

— Nasılsın yavrum, dedim.

— Eeee...

— Teşekkür ederim Abdülgani Amcacığım, nasıl olayım işte, siz nasılsınız, dedi.

— Hıı?

— Gözlerinden öperim, dedim.

— Haaa?

— Gel öp bakalım, dedi.

— Aaaaaa!

— Şoke oldum yahu... Kıpkırmızı oldum be...

***

— Canını sıkan bir şey var.

— Yooo

—Yo deme de anlat hadi, ne oldu?
...
— Lütfen

— Öğleyin
...
— Şöyle güzel bir döner yaptırdım kendime; bir büyükçe bardak da ayran aldım yanına.

— Eeee…

— Tam yemeye başlarken yanı başımda bir ses:”Selâmünaleyküm”
...
— Aleykümselâm dedik.

— Malumdur, âdettendir, buyur ettik.

— Eeee
- …
- ...
— Buyurdu

— Ne?

— Seni kıracağıma develerin bilmem neyini kırarım dedi, buyurdu.
...
— Gözlerimin içine baka baka, sildi süpürdü masadakileri
...
— Hani buyur etmek âdettendir de, şey yapmak da âdettendir yani...
...
— Şoke oldum yahu. Kıpkırmızı oldum be...

***

— Bugün arkadaşlardan biri geldi. Baktım sıkıntılı, neyin var, dedim.

— Eeee?

—Yahu kardeşim, dünyada adam kalmamış, dedi

— Derdi neymiş?

— Geçen gün bilmem nereden bilmem ne makinesi almış da...
...

— Paranın bir kısmını, az bir kısmını vermiş; geri kalanını da vade yapmış ama satıcı ille de

kefil diye tutturmuş. Kefili getir malı al demiş.

— Ne var yani şimdi bunda?

— Buna canı sıkılmış.

— Niye?

— Çalmadığı kapı kalmamış.

— Bu devirde de kefil bulmak zor hakikaten Maalesef kimsenin...

— Efendim?

—Yani kimsenin kimseye güveni kalmadı diyorum.

— Haaa...

— Eeee?

— Neyse, falancaya gitseydin dedim, gittim dedi. Filancaya gitseydin dedim gittim dedi.

— Senin anlayacağın kefil olmak istememişler pek. Duyunca bunları kızdım tabii. Ne yalan söyleyeyim birazda hava atmak için, yanımda arkadaşlar da var.”Senin gibi adama kefil olunmaz mıymış” dedim gururunu okşamak için.
...
— Ben böyle söyledikçe ezildi büzüldü tabii.”Sağ ol ağabey” dedi.
...
— O öyle söyledikçe ben açıldım; ben açıldıkça o ezildi büzüldü...
...
—Yahu öyle bir konuşmuştu ki baştan; kefili bulmuş gibi gelmişti bana.
...
— Sen yabancı değilsin, bana gelseydin dedim sonunda. Niçin ona buna gidiyorsun dedim. .Celâllendim aklım sıra bana gelmediği için.
...
...
...
— Ben de böyle söyleyeceğinizi bildiğim size geldim ağabey, demesin mi?
...
— Sorma yahu. Çıkarıp uzattı kâğıtları önüme. Hayır, arkadaşlar bari olmasaydı yanımda...
- ...
— Şoke oldum yahu... Kıpkırmızı oldum be...

***

—Tüh be... Vay be. dediğini duyunca, dayanamadım gittim yanına:”Hayrola ?”dedim
- ...
— Sen misin Abdülgani Bey? Gel şöyle otur hele biraz, dedi.
 ...
— Hayrola, dedim tekrar.
 ...
— Sana ne Abdülgani Bey demesin mi?
...
— Şoke oldum yahu. Kıpkırmızı oldum be!



***


O DEĞİLMİŞİM

Belki sıcak buldu, belki ısırdı gözü bir yerden
Belki de birine benzetti”
Bir fırsatını bulup yanaştı düğünde yanıma
Laf olsun diye bir şey dedi
Sohbet koyulaşınca biraz
Asıl mevzuca geldi
Salladı başını dedi:
—Kimsin? Kimlerdensin?
Şak şak Muammer dememişler boşuna bana
Uzattım elimi
Haylaz Muammer’in oğlu
Şak şak Murtaza derler bana, dedim.


İri gözlerime baktı mini gözleri ile
Dalyan boyumla boyunu kıyasladı belki
Şunun kadar da olamadık
Bir ipek gömlek bile giyemedik dedi belki
Pala bıyıkları vardı, benimkisi kaytandı

-Şakşak Muammer mi, dedi
Gerdim göğsümü:
-Evet, dedim.