24 Şubat 2019 Pazar


TARIK BEY- MURAT BEY

Tarık Bey avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

—Olmaz efendim olmaz...

Karısı her kelimenin üzerine basa basa konuşuyor, kocasını sakinleştirmeye çalışıyordu:

—Bugün bayram...

—Ne olursa olsun karı... Bayramsa bayram seyransa seyran.Bugün bayrammış... Sen de böyle söyleyip durma bana... Bayram olduğunu ben de biliyorum...

—Öyleyse?

—Münasebetsizliktir bu.

—Yok mu?

—Yok tabi.

—Peki, ne ile alakası var?

—Bugün bayram.

—Öyle mi canımın içi!

-...

—Sen gibiler olduğu için bunlar şey yapıyorlar zaten...

-Şimdi bir şey söyleyeceğim,mübarek günde...

—Söylemezsen adam değilsin...

-...

—Söylemezsen adisin karı...

Tarık Bey, banyodayken çalmıştı kapı. Her gün bu saatlerde çalardı zaten. Kapıcı arardı. Herhangi bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sorardı.

Bunun için önemsememişti Tarık Bey,bunun için üzerinde durmamıştı.

Banyosunun bitiminde her zaman olduğu gibi çıkmıştı banyodan. Şarkı söyleyerek salon kapısına varmış, kapıyı açmıştı.

Yakup Bey, Yakup Bey’in karısı ve kızı; kendi karısı ile beraber salonda oturuyorlardı. Bayram ziyaretine gelmişlerdi.

Duvar saati sekizi vuruyordu.

Tarık Bey yarı çıplaktı.

Oysaki daha çay içecekti Tarık Bey, günlük gazeteleri okuyacaktı. Kendi ifadesiyle “sabah keyfini” çıkaracaktı.

—Deseydin, hazır değiliz deseydin.

—Olur mu öyle şey canım.

—Niçin olmasın efendim... Niçin olmasın. Sabahın sekizinde gelene az bile.

—Delisin sen.

Kapı çalındı.

—İşte al sana bir güzel daha,dedi Tarık Bey. Saat 10.00’da.

***

— Kötü yakalandık ama iyi oldu Hatun dedi Murat Bey.

Kadın cevap vermedi.

-Bugün bayram, sabahın sekizine kadar yatılır mı hiç, dedi adam.

Güldü...

—Kapıcı sandım her zaman bu saatte gelir ya.

—Mosmor olmuşlardır ama, dedi kadın.

—Onlar mı ben mi, dedi Murat Bey.” Açtım kapıyı birde ne göreyim, Fehmi Bey, hanımı, oğlu... Ellerinde bir paket...”

—Onların yaptığı da biraz şey yani...

—Şey olur mu be hanım; bizim yaptığımız şey... (iç geçirerek) Eskiden, bayram namazı biter bitmez ziyaretler başlardı... Şimdi öyle mi ya...

—O eskidendi.

—Güldük, buyur ettik ama ayıp oldu vallahi.

—Onlar da girmemeliydi canım. Yani ben olsaydım girmezdim. Uydurur bir şey ayrılırdım.

—Canım ne olursa olsun.

—Fakat yooo, kim ne derse desin ben memnun oldum; Allah razı olsun onlardan, aklımı başıma getirdiler.

—Sen herkesten memnun olursun zaten.

—Yo, öyle deme, niye?. Feyyaz Bey anlayışlı adamdır.

—Anlayışlı olsa ne olacak anlayışsız olsa ne olacak canım.

—Karısı da öyledir. Delikanlıyı da iyi yetiştirmişler maazallah...

-...

—Peki sorarım sana, söyler misin Feyyaz Bey’in yerine Metin Bey, gelmiş olsaydı ne olacaktı?

—Canım saçmalama Metin Bey gelir mi hiç o saatte

— Niçin öyle söylüyorsun. Feyyaz Bey’de hep karıştırıyorum ismini de Fethi Bey’de...

— Evet Feyyaz, o da gelmezdi ama geldi işte.

-...

—Düşün bir kere...

— Metin Bey gelseydi bu seferdi ya Feyyaz Bey, gelseydi diyecektin...

Murat Bey, kendine hâkim olamadı. Güldü. Kahkahalarla güldü:

—Aldırma be hanım.

Önündeki boş çay bardağını aldı, uzattı:

-Şuna, şöyle güzel, demli bir çay doldur bakalım, dedi.

****


GÜZEL SÖZ :
İNSAN MESUT OLDUĞU ZAMAN DAHA İYİ KALPLİDİR.( SADİ)



















21 Şubat 2019 Perşembe


CİĞER-EKMEK
Bir an kendimi çok kötü hissettim. Hava soğukçaydı, günün ağarmasına da çok vardı. Bir köşeye yığılıp kalsam epeyce bir süre kimse fark etmeyebilirdi de. Bir ümitle etrafıma bakındığımda elli metre kadar ötemde ışıkları yanan bir kahvehane gördüm. Bin bir güçlükle oraya gittim. İçeride kimse yok gibiydi ama kapı açıktı. İçeriye girdim, kapının hemen yanındaki masalardan birine oturdum. Sivri uçlu ayakkabılarının arkasına basmış birini beklemeye başladım. Muhtemelen gömleğinin yakasını yarıya kadar da açmıştı göğüs kıllarım görülsün diye. Azarlar gibi ne istediğimi soracaktı da, ben ne istemeliydim acaba?
Yerden birdenbire bitmedi tabi. Tertemiz giyimli, sinekkaydı tıraşlı, seksen bir yaşında olduğunu sonradan öğrendiğim Talip Amca oranın sahibiymiş. Yanıma gelip selamladıktan sonra yaptığımız kısa söyleşide öğrendim bunu. Bana bir şey isteyip istemediğimi sormadıysa da ben nezaketen bir bardak çay istedim.
Tertemiz bir bardakta içtiğim tavşankanı çayı ömrüm boyunca unutabilecek miyim bilmem ama Talip Amca ve yıllarca işletmekte olduğu küçük çay ocağı beni çok etkiledi. Günlerce kafamı karıştırdı.
Babam, bazen simit bazen annemin yaptığı gözlemeleri bazen de ciğer ekmek satarak bizleri bu yaşa getirdi. Minicik de olsa lokantavari bir yere sahip olmanın özlemi ile yıllarını tüketti. Ahir zamanında onun bu hayalini gerçekleştirme kararı aldım. Bir an evvel de bu fikrimi yaşama geçirmek için ağabeylerimden ve ablalarımdan destek istedim.
—Sen hiç büyümeyeceksin Hacı, dediler.
—Koca herif oldun hala romantik takılıyorsun, dediler.
Yanağımdan makas alarak ne kadar sempatik olduğumu ifade ettiler.
O günden sonra hiç kimseye hiçbir şey demeden babam için para biriktirmeye başladım. Dişimden tırnağımdan arttırdığım paralar üç sene sonra belli bir miktara erişti, Biraz da kredi çektim bankadan. Allah da yardım etti esnafın çokça olduğu bir semtte küçük bir dükkân tutup mini bir lokantacık oluşturdum. Altı aylık kirayı da peşin ödedim. Babanın ömrü boyunca düşlediği böyle bir iş yerini görünce çocuklar gibi mutlu olacağını bildiğim için anahtarı babama teslim etme arifesinin gecesinde heyecandan ve mutluluktan sabaha kadar uyuyamadım. Saat dokuza doğru güle oynaya atlaya zıplaya babamın evine gitmek için yola düştüm. Babamın evine vardığında kapıda bir cankurtaran vardı. Babam cankurtarana bindiriliyordu.
Bir hafta kadar her gün babamın mezarına gittim. Anneannemin “ İnsana ölmeden değer verilmeli,” sözü her kabristana gidişimde canımı acıttı. Yine bir gün kabir ziyaretinden dönerken kendimi bildim bileli zaman zaman karşılaştığım o kişiyi gördüm. Elinde gene sepeti vardı. “ Ciğer ekmek isteyen yok mu?” diyordu. Yanımdan geçerken” ciğerci” diye seslendim. Durup döndü. Yüz ifadesinden beş on kuruş daha kazanabilme olasılığı doğduğu için mutlu olduğu okunuyordu.
— Ciğerlerim günlük, dedi. “Ekmeğim de öyle.”
Zayıftı. Hayatın yükünü bir şekilde omuzluyordu tıpkı babacığım gibi. Yıllardır da aynı işi yapabildiğini göre beş on kuruş kazanıyor olmalıydı.
—Yirmi tane lazım bana ama, çıkar mı? diye sordum.
Sevindi. Sepeti açtı tadımlık bir lokma hazırladı. Sundu:
—Tadına bak abi. Utandırmaz beni.
Tattım. Sonra da,” Beni takip et.”dedim. Baban için hazırladığım mini lokantaya az bir mesafe kalıncaya kadar konuşmadık. Oraya varınca “Bak” diye söze başladım. Olanları ve niyetimi tane tane anlattım. Bu arada da iş yerine varmıştık. Kapıyı açtım. Adeta nefesini tutarak dükkânın her yerine baktı. Anahtarı uzattım.
—Perşembe günü öğlen on arkadaşımla öğle yemeğin buradayım, dedim. “İlk
müşterilerin biz olacağız.”
Yutkundu. Tamam niyetine başını salladı. Sepetindeki ciğer ekmekleri paket ettirdim. Sepete de doldurup oradan ayrıldım. Para istemedi ama ben kabul etmedim. Ayrılırken elimi uzattım tokalaşmak için. Ellerime sarıldı öpmeye çalıştı. Utandım.

14 Şubat 2019 Perşembe


NURİYE’NİN SIRITIĞI

Hava serinceydi. Yağmur da çiseliyordu. Düğün salonunun önü kalabalıktı. Arabası olanlar sağa sola bakınıyor kafalarına uygun birilerini görürlerse arabalarına davet ediyorlardı.
Bu durum Serkan Bey’e hep eğlenceli gelirdi. Birkaç dakika da olsa durur seyrederdi. Araba ile gelmediği zamanlarda davet beklerdi. Arabasına ise nadiren birilerini alırdı.
Mert Bey’i gördü. Karısının akrabasıydı. Jest yapmak istedi:
—Mert Bey, gelin beraber gidelim.
—Rasimlerle şey yapacağız biz. Siz gidin.
Serkan Bey, cevaba bozuldu. Arabasının kapısını sertçe kapattı. Karısına keskin baktı. Karısı:
— Daha evvel sözleşmişlerdir niye bozuluyorsun ki, dedi.
Serkan Beyi homurdandı kızı da karısı da söylediklerinden bir şey anlamadı.
Serkan Beyi arabayı çalıştırdı, gaza bastı, otobüs durağına yaklaştığı bir anda yaşlı
bir kadının önünde durdu. Köylüsüydü. Salonda bir aralık gözüne çarpmıştı. Adını bile bilmiyordu ama göz aşinalığı vardı. Yaşlı kadına, Mert Bey’e de sesini duyuracak şekilde
— Arabada yer var gel, dedi. “Gideceğin yere kadar bırakayım, otobüslerde
sürünme.
Yaşlı kadın kendine söylenildiğine emin olamadı. Etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Gene de “ben mi” gibinden bir işarette bulundu.
Yaşlı Kadın, arabaya binince Serkan Bey’in yüzüne dikkatli dikkatli baktı, sonra da sordu:
— Gurban olayım sen Ayfer’in oğlusun değil mi?
Serkan Bey böyle bir şey beklemiyordu. Şaşırdı, gülümseyerek,” Evet” dedi.
— Adın da Serkan mıydı senin?
Serkan Bey’in şaşkınlığı daha da arttı. İçinden” pes be!” dedi. Sormadan da edemedi.
—Adımı nereden biliyon sen?
Yaşlı kadın gülümsedi:
— Bilmez miyim? Anana çok gider giderdim ben. Sen o zamanlar bebeydin. Burnundan tanıdım.
Erkan Bey’in karısı gülmekten kendini alamadı. Kocasına döndü:
—Bak burnun burada da işe yaradı, dedi.
Yaşlı kadın sordu:
— Garın mı?
Tanınmak Serkan Bey’in hoşuna gitmişti.
— Evet dedi. Kızını da işaret etti.” Bu da kızım. Adı da Ayfer.”
— Ebenin adını goymuşsun.
Yaşlı kadın, kızın bacağına dokundu. Kendisine doğru dönünce o:
— Ben bu babanın anasının çok iyiliğini gördüm. Çok iyi kadındı. Mekanı cennet olsun, nurlarda yatsın.
Yaşlı kadın birden bir anısını anımasadı. Duygulandı paylaşmak istedi.
“Hiç unutmam bir gün bönün parasıyla bi beş lira istediydim ondan. Netçeydin diye bile sormadı. Elli lira elime tutuşturdu. İstemem mistemem dedim de dinlemedi. Sonra verirsin dedi. Heç unutmam onu. O para bana zemzem suyu gibi geldi bana. O para sayesinde bir ay geçindiydim kimseye avuç açmadan.
Kısa bir sessizlik oldu. Serkan Bey, laf olsun cinsinden konuştu.
— Seni iyi gördüm. Sana bir şey derlerdi köyde.
Yaşlı kadın kıkırdadı. “O aklında kalmış “dedi.
Serkan Bey’in aklında kalan bir şey yoktu. Atmıştı, tutmuştu. Yaşlı kadın:
— He ya, dedi. Bana Nuriye’nin sırıtığı derlerdi.
— Nuriye?
— Annem. beni doğururken ölünce onun adını bana vermişler.
— Bilmez miyim?
Serkan Bey’in kızı meraklandı:
— Niye sırıtık derlerdi ki?
— Aman niye diyecekler işte, köy yeri. O zamanlarda şimdiki gibi değildi. Garılar
gızlar az gülerdi. Anam rahmetli çok gülermiş. Onun içim öyle demişler işte.
Serkan Bey, sorma gereği hissetti:
—Sen nerede oturuyon Nuriye Hala? Seni evine bırakayım ben.
Yaşlı Kadın, gözlerini kısarak camdan dışarıya baktı. Çıkartamadı nerede
olduklarını. Sordu:
— Neredeyiz şimdi?
— Nerede miyiz? Belediye binasının önündeyiz
—Ha o zaman! Belediye binasını bilirim. Şimdi benim ev…
Serkan Bey, arabayı durdurdu. Yaşlı kadının tarifini dinledi, sorular
sordu, tam oturduğu yeri saptamaya çalıştı, aşağı yukarı tahmin de etti.
Yaşlı kadını kapısının önünde indiren Serkan Bey, derince bir iç geçirdi annesini
nımsayıp.. Karısı da kızı da onu tanımamışlardı. Onlara hitaben:
—Anam iyi kadındı, dedi. “Yardım severdi. Kimse üzülsün kimse bunalsın
temezdi.. Hem boşa dememişler ya, iyilik yap denize at balık bilmezse halik bilir. Gördünüz aradan kaç yıl geçmiş sevgiyle saygıyla anıyor. Bundan iyi miras mı bırakılır. O beş lirayı vermeseydi…”
Arkadan korna çalındı. Serkan Bey, küfür etti, koskoca yol ne bu dat dat,
dedi. Uysan şimdi…
Karısı,
—Sakin ol, dedi. “Yanaş biraz sağa geçsin.”
—Siz olamasaydınız ben ona gösterirdim de...
Sağa çekti yol verdi. Biraz sonra da arabayı iyice sağa çekti. Cep
telefonunu çıkarttı. Epeyce bir süre açılmasını bekledi. Nezaket sözlerinden sonra:
— Suzan Hanım, dedi. “ Geçen ay işten çıkarttığımız o üç kişi vardı ya
Hemen şimdi onlarla iletişim kur. Eğer iş bulamadılarsa yarın sabah yeniden işe başlasınlar.
Karşıdan itiraz geldi. Serkan Bey sesini yükseltmemeye çalışarak:
— Bu sefer de profesyonel düşünmeyeceğim, dedi. “Ne diyorsam onu yapın.
Karşıdan yine itiraz geldi. Serkan Bey,
—Siz orasını düşünmeyin Suzan Hanım, dedi.”Ne diyorsan onu yapın. On
dakikaya kadar evde olacağım. Yazılı olarak da bu söylediğimi size ileteceğim. Onur yapıp gelmek istemezlerde bir yanlışlık falan olmuş dersin. Gerekiyorsa adıma özür dile, gerekiyorsa da biraz zam da yap.
Serkan Bey, Suzan hanım’ın bir şey söylemesine olanak bırakmamak için
” Hoşça kal.” deyip telefonu kapattı. Sonra da gururla, göğsünü gere gere, “ Anam iyi kadındı” dedi. Keyfi zirve yaptı, bir de ıslık tutturdu: “ Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur…”

12 Şubat 2019 Salı


MESUT ÖĞRETMEN ÖLMÜŞ

Mezuniyetimize günler kala Bahattin bir fikir attı ortaya. Değişik geldi, kabul ettik sınıfça.
Ertesi günü Melahat, masanın üzerine mendilleri serdi. Her mendile bir öğretmenimizin ismini yazdı. Hangimiz hangi öğretmeni arzu ediyorsak onun mendiline ona çiçek almak için para atıldı. Bunları toplayıp o öğretmenimize bize verdiği emekler için çiçek alacaktık.
İlk mendile Şermin Öğretmenin adı yazıldı. Tahmin edildiği gibi mendile para yağdı. İstisnasız herkes bütçesine göre bir şeyler attı, mendil para ile doldu. Belli ki en büyük çiçek demeti ona yapılacaktı. Şermin Öğretmen şen şakrak bir kadındı. Notu da boldu. Diğer öğretmenlerimiz içinde paralar konuldu. Mesut Öğretmenin mendiline sadece Sinan para attı. O da 25 kuruş.
Çiçekçiye Aslıgül ile beraber gittik. Önce Şermin öğretmenin mendilini açtık. Çiçekçi paraları saydı. Koskocanan güzel bir buket çiçek yaptı. Sonra Elvan Öğretmenin sonra da Mesut öğretmenin. Necla öğretmen için toplanan paraların bulunduğu mendili çiçekçinin önüne uzatınca
Çiçekçi sordu:
—Ne oluyor gençler?
Anlattık. Çiçekçinin hoşuna gitmiş olmalı ki güldü. Haydi bakalım der gibi baş salladı.
Mesut Hoca’nın mendiline gelince sıra:
—Bu da son, dedik.
Çiçekçi bir mendilin içine bir bizim yüzümüze baktı.
Aslıgül izah etme gereği duydu.
-Sadece bir arkadaşımız para attı.O da bu işte.”
—Yirmi beş kuruş.
—Kendisini pek sevmeyiz de
Çiçekçi “ Niçin?” diye sormadı.
—O kadar çiçek aldık. Tek bir gül de etmez mi? dedi Aslıgül.
Çiçekçi kendince ya felsefe yaptı ya da espri:
—Belki de binlerce çiçek eder de…
Çiçekçi yirmi beş kuruşu eline aldı. İskemleye oturdu. Parayı elinde bir süre
evirdi çevirdi. Ben Aslıgül’e, Aslıgül de bana baktı. Aslıgül’e yavaş bir sesle:
“Bir şey vermeyecek herhalde gidelim, dedim.
Aslıgül başı ile önerimi onayladı. Biz tam hareketlenirken çiçekçi yerinden
kalktı. Güllerin olduğu bölüme gitti. Çok güzel, güzelin de ötesinde bir buket yaptı. Sonra da bize döndü:
—Öğretmeninizin adı Mesut’tu değil mi? diye sordu.
Cevap vermemizi beklemeden de Mesut Öğretmenin yazısını yazıp çiçeğe yerleştirdi. Sonra da bize dönüp sordu:
-Hepsini götürebilecek misiniz, yoksa ben göndereyim mi?
Aslıgül Mesut Öğretmen için hazırlanan buketi işaret ederek:
—Götürürüz de, dedi. Bu, gerçekten Mesut öğretmene mi?
Çiçekçi cevap vermedi.
Aslıgül’ün bazen saflığı tutar:
—Yirmi beş kuruşa bu kadar mı çiçek etti?
Çiçekçi,
— Benim babamın adı da Mesut’tu dedi. “. O da öğretmendi. Ona sayın olsun bitsin.”
Çiçekçiden ayrılırken Aslıgül’e
— Ne ballı adam, dedim Mesut Öğretmeni kastederek. “Bu kadar olur değil mi? “
Aslıgül’ün keyfi kaçmıştı. Belki de her fırsatta Mesut Öğretmenin aleyhinde konuşup sınıfı ona karşı cephe almaya yönlendirmeye çalıştığı için olmuştu bu.
Mesut Öğretmen, epeyce bir süre çiçeklere baktı. Sonra, sandalyeye oturdu. Diğer öğretmenler gibi güzel sözler etmedi, öğütler vermedi. Sınıfın en çok konuşanı bile konuşmadı. Sınıfta tam bir sükûnet oluştu. Hepimiz Mesut Öğretmen’in vereceği tepkiyi sarf edeceği sözleri bekliyorduk.
Mesut Öğretmen özenle buketi açtı. Çiçekleri kucağına aldı.Sınıfın içerisinde dolaşmaya başladı. Biz de merak içerisinde gözlerimize onu takip etmeye. Derken Mesut Öğretmen Sinan’a bir gül verdi. Sinan ilk sırada oturmuyordu, son sırada da. Orta yerlerde bir yerdeydi. Hepimiz şaşırdık, birbirimize baktık Biri 25 kuruşu Sinan’ın verdiğini söylemiş olamazdı. Öyleyse bu neydi? İçin bir hoş oldu, ürkmedim desem yalan olur. Mesut Öğretmen hepimize tek bir laf etmeden birer gül vermeye başladı. Elinde tek bir gül kalmıştı. Tesadüfün bu kadarı olurdu ancak. Çiçekçi öğrenci sayısından bir fazla gül koymuştu. O gül de Mesut Öğretmenin elindeydi. Zil çaldı. Mesut Öğretmen hiç yapmadığı bir şeyi yaptı o an. Sınıfa döndü gülümsedi:
- Teşekkür ederim, dedi. Ve de elindeki gülü Murat’a fırlattı.
Ertesi sabah sınıfa girdiğimde sınıfta normal olmayan bir durum vardı.
-Ne var, ne oluyor? dedim.
Murat sırf canını acıtmak onu zor duruma düşürmek için üç senedir Mesut Öğretmen’e yapmadığı kalmamıştı. İftiralar atmış, arkadaşlarını ona karşı örgütlemişti. Ağlamaktan kan çanağına dönen gözleri ile gözlerimin içine baktı içimi bir hoş eden şu sözü söyledi:
— Mesut Öğretmen ölmüş!

9 Şubat 2019 Cumartesi

BUYUR TARIK EMMİ

Yüzüne merdivenin dayamış Tarık Emmi bastonundan da kuvvet alarak kahvehanenin bahçesinden içeriye girdi. Dursun Alı’nın yanına vardı:
—Merhaba Dursun Ali, dedi.
Dursun Ali, kımıldanarak selamı aldı:
—Aleykümselâm
Yaşlı adam yan masadaki sandalyelerden birini aldı. Dursun Ali’nin
masasına doğru çekmeye çalıştı.
Dursun Ali, pala bıyıklarını sıvazlayarak sordu:
— Buraya mı oturacan?
— Oturcam ya, dedi yaşlı adam.” İki Dakka”.
Yaşlı adam, sandalyesini Dursun Alı’nın yanına yerleştirdi.
—Rahmetli babanı pek severdim ben,dedi yaşlı adam. “Senin gibi o da
delikanlıydı.”
Dursun Ali, yaşlı adamın niyetini anladı:
—Senin canını yakanı söyle, yakayım canını, dedi. “Babamın arkadaşı
Benim e şeyim olur.
Yaşlı adan, Dursun Ali’nin elini tuttu.
—Öyle bir şey yok da, dedi.
Tahmininde herkes yanılabilirdi. Dursun Ali bozulmadı. Ağzını eğerek:
— Eeee, dedi.
— Geçen gün babanı rüyamda gördüm de…
Dursun Ali ‘nin aklına hemen Vildan Ebe, geldi.
—Geçen günde bizim Vildan Ebe’de şey yapmış. dedi. “Bizim rahmetliyi rüyasında görmüş. “Babanı geçen gün gördüm pek perişandı”, dedi. Ben de eline beş on kuruş verdim peder beyin hayrına.
Dursun Ali burnunu çekerek ceplerini karıştırdı, Bulduğu bozuk paralardan birkaçını aldı. Tarık Emmi’ye uzattı:
—Benim adıma rahmetlini hayrına şunu birine veriver, dedi.
Tarık Emmi parayı aldı. Açıklamada da bulundu.
—Böyle bir şey yok emme ben bizim orada biri var, ona vereyim.
Dursun Ali:
— O zaman vermeye gerek yok, dedi. Avucunu açtı.
Tarık Emmi “ iyi öyleyse” dedi parayı iade etti.
Dursun Ali, kalktı. Parayı cebine koydu. Yaşlı adamı kucakladı birkaç kez havaya kaldırıp indirdi. Ve de ekledi ”Dünyaya kazık çaktın maşallah ha!”
Yaşlı adan, Dursun Ali’nin arkasından bir süre baktıktan sonra etrafına göz gezdirdi. Dipteki masada tek başına oturmakta olan Hayri’yi gördü. Ağır adımlarla onun yanına gitti:
— Merhaba Hayri, dedi.
Hayri kalktı, Keyfi yerinde olmamasına rağmen coşku dolu bir sesle
— Merhaba, merhaba dedi. “ Hoş geldin mmi “Yan masadaki
sandalyelerden birini çekti. Oturmasına ardım etti. Hemen akabinde de sordu:
—Sana çay mı söyleyeyim kahve mi Tarık Emmi?”

3 Şubat 2019 Pazar




BOY AYNASI

Yolda karşılaştılar. Merhabalaşıp hal hatır sorduktan sonra Ekrem, kendine hâkim olamadı, içinden geleni söyledi.
— Derya, ne olmuş sana? Sen çökmüşsün…
Epeydir görüşemiyorlardı.
Derya da formsuzluğunun, boş vermişliğinin farkındaydı
Ekrem,
—Ne yalan söyleyeyim hani sen seslenmeseydin tanıyamazdım, dedi.
Derya, cevap vermedi.
—Hasta falan mısın?
Derya, ağzını yaya konuştu:
—Değilim de. Ne bileyim hiçbir şey yapmak canım istemiyor bugünlerde.
—Olmaz öyle. Kusura kalma da dost acı söyler İyice koyuvermişsin sen kendini.
-…
Ekrem, Derya’nın gözleri içine baktı. Azarlar gibi sürdürdü sözlerini.
—Böyle olmaz. Evden çıkarken aynaya bak kuzum. Pantolonun düşecek ayağından
neredeyse. Yakışıyor mu sana bu hal?

Hakikati bilmesine rağmen Ekrem’in sözleri hoşuna gitmedi Derya’nın. Suratı
asıldı.
Ekrem, “ Neyse” dedi. Sohbete daha fazla devam edemeyecekti. Tokalaşmak üzere elini uzattı. “ Görüşelim”
Tokalaştılar.
Ekrem, Derya’nın elini bırakmadan kulağına doğru eğildi, “ Gözlerinin önündeki çapakları da bir alıver.” dedi. “ Gören mören olur.”
Derya bir süre Ekrem’in arkasından baktı. Sinirli sinirli başını salladı.
Hava güzeldi. Derya’nın yapacak bir işi yoktu. Biraz yürüdükten sonra bir parka girdi. Banklardan birine oturdu. Bir süre çevredeki insanları gözledi. Kılık kıyafetleri ile ilgilendi. Bir aralık aklı Ekrem’in söylediklerine takıldı. Söylendi:
—Sen kendine bak ukala. Şeyine kına yak.
Tam o sırada önünden bir kadın geçiyordu. Derya’nın son cümlesini duymuştu.
Durdu. Adeta iğrenerek Derya’ya baktı. “ Sen şeyine kına yak terbiyesiz herif.” dedi. Tepkisini, yere sertçe tükürerek gösterdi.
Derya, “ delimi ne ya!” dedi kadının arkasından bakarak.Güldü de.. “ Ne antika
insanlar var şu dünyada .” dedi.
Derya, esnedi gerindi. Bu esnada da kendi yaşlarında bir adam geldi. Selam verip bankın diğer köşesine oturdu.
Adam konuşmak istiyordu. Bir süre sonra, Derya’ya döndü:
—Keyfiniz yok gibi, dedi.
Derya, girişe kayıtsız kalmadı.
—Herifin biri asabımı bozdu da dedi.
—Ne oldu?
—Ne olacak? Abuk cabuk, saçma sapan konuşup sinirlerimi hoplattı. Yok
çökmüşüm de yok kendimi salıvermişim de, yok şöyleymişim de yok böyleymişim de. Hayır ondan fikir sorsam amenna diyeceğim amma.
—Vardır öyle tipler aldırma.
Derya ayağa kalktı. Kendi etrafında döndü:
— Beyefendi, dedi. “ Var mı kılık kıyafetimde garip bir şey? Siz söyleyin.”
Adam, Derya’yı tepeden tırnağa süzdü. Düşüncesini söylemek ile Derya’nın duymak
istediğini söyleyip söylememek hususunda gidip geldi. Sonra, kendince bir orta yol buldu:
—Böyle insanlara aldırmayacaksın, dedi. “Eleştirmeyi görev üstlenmişlerdir.”
Son cümle Derya’nın hoşuna gitti. Yerine otururken, “Vallahi doğru söylüyorsanız.”
dedi ve de ekledi: “ Birde ne dedi biliyor musunuz?”
Adam “ Ne dedi?” der gibisinden başını salladı.
— Evden çıkarken boy aynasına bakmalıymışım. Sanki ben… Şimdi, mübarek günde ağzımdan kötü bir şey çıkacak. Çevrede de kadın var. Onlara karşı ayıp olacak.
Adam, Derya’ya dokundu
—Boy aynası, dedin de dedi, Aklıma geldi birden.
Adam “ Allah Allah” diyerek söylendi. Gayesi Derya’yı meraklandırmaktı. Öyle de
oldu. Derya sordu:
— Hayırdır. Ne geldi?
— Kaç yaşındaydım o zaman hatırlamıyorum amma, canı rahmet istedi, dedeme
sefer tası ile yemek götürmüştüm.
Adam birkaç saniye gözlerini kısarak düşündükten sonra sürdürdü sözlerini:
—Her zaman yanaklarımdan öperek “ Sağ ol yavrum, zahmet oldu diyen dedem
birden davudi sesiyle “Sen evden çıkarken aynaya bakmaz mısın ulan? “demişti.
Önlerinden bir satıcı geçti. Küçük bir çocuğun annesine “ anne” diye
seslenişi duyuldu.
Bir an için yıllar yıllar öncesine gitmek adamı keyiflendirdi. Sohbeti koyulaştırmak
istercesine Derya’ya dokunarak sordu:
—Kusura bakma yaa, adını neydi senin?
Derya adını söylemek istemedi. Aklına torununun ismi geldi. Söyledi:
—Akın
Adam, elini uzattı:
—Benimki de Musa, Akın bey kardeşim. dedi. “Yaa, o gün söylediği bir söz hiç
aklımdan çıkmaz. Yanlış anlama, laf lafı açtı da ondan anımsadım.
Derya, uzatılan eli öylesine sıktı.
Sustular. Birkaç saniye sonra, Musa Bey dayamadı,
—Dedemin niye kızdığını merak etmiyor musun? dedi.
Derya, merak etmemişti. Ayıp olmasın diye,
—Bir an için aklım bir yere gitti de, dedi. “Sahi niye öyle köpürmüş birden?”
—Evden çıkarken kazağı ter giymişim.
—Eeee ne var bunda? Zaman zaman ben de yapıyorum.
Musa Bey, gözlüklerini düzeltirken
— Gel de ona anlat deyip sustu.
Birkaç saniye sonra birkaç kez öksürdü. Gizli bir şey söyleyecekmiş gibi Derya’ya
doğru biraz yanaştı. Kulağına eğildi. Bununla da kifayet etmedi Çevresine bakındıi çok yakında biri var mı diye. Yoktu.
—Sorma azizim, dedi, “Kazağı ters giymişim diye bana bir fırça, bir fırça. Sorma.
- …
—Çıkarken aynaya baksaymışım böyle olmazmış işte! Şimdi beni bu halde sokakta
gören millet anneme, babama neler söylermiş? Biraz sonra onu kahvehanede tefe koyup çalarlarmış? Bir torununuz bakamıyor musunuz derlermiş! Hele hele Murat Dede gördü ise yanına oturtup bir saat nasihat verirmiş bu yaşta. . “Sanki yokmuş gibi evinize bir boy aynası alın, çoluk çocuk bir baksın kılık kıyafetine “ diyeceğine kalıbını basarmış.
Musa Bey, Derya’nın bir şeyler söylemesi için konuşmasını kesti. Derya, hemen karşısındaki çocuk parkında çocuğunu sallayan bir kadına gözünü dikmişti. Musa Bey, kendisinin dinlenilmediği kanaatine kapıldı, bozuldu. Kendisini Derya’dan biraz uzaklaştırdı. Biraz ötelerine elinde çay termosu ile dolaşan çaycıyı gördü. Zaman zaman ondan çay içerdi. Bir an onunla göz göze geldi. “ Bize iki çay” işareti yaptı.