28 Ağustos 2009 Cuma

HAYROLA!

1

“ Sabah sabah ne yapıyorsun Allah aşkına?
Biraz bekledi. Seslenmenin sonu gelmeyince cevap vermedi. Belli ki uyku uyanık arası bir şeyler söylemişti.
Pencerenin yanına gitti. Perdeyi araladı. İstisnalar hariç, lambası yanmayan evler gördü.
Sokak lambaları programlanmış olmalıydı hava aydınlanır gibi olunca hepsi birdenbire söndü.
Banyoya gitti. Musluğun önüne az evvel koyduğu kova dolup taşmıştı.. Kovayı aldı ,yere bıraktı. Eli ile tarttıktan sonra oraya kadar taşıyamayacağı kanaatına vardı epeycesini döktü.
Arka bloktaki Abbas Bey, muhakki bu saatte kalkmıştı. Balkonda olma olsılığının yüzdesi fazla idi.
Abbas bey kalkmış mıdır?Abbas bey balkonda mıdır? Beni bu durumda görür de ne düşünür? Ne söyler? Bunların sonu yoktu ama Abbas Bey'in evinin önünden geçmek zorunluluğu vardı Tezcan Bey için.
Abbas Bey erken kakardı, mevzu bundan ibaretti... Olasıkların olası yaşamı çekilmez kılardı, mesele bu kadar da basitti..
Tezcan Bey'in Abbas Bey'i öylesine tanırdı. Hakkında ondan bundan bazı şeyler duymamış değildi. Duydukları kadarıyla haz etmediği huylardan onda çok miktarda olduğu kanaatı onda hasıl olmuş bundan ötürü de şimdiye kadar sözlü olarak “ merhaba” denilmesinede demeye de olanak tanımamıştı.Geçen günkü bina toplantısında Abbas Bey'in gelmemesinden istifade ederek epeyce bir hakkında ileri geri konuşanlar olmuştu. Konuşmuşlardı. İsmini anımsayamayacağı bir komşusu da toplantı bitiminde yeni seçilen yöneticiye “ Balkonda oturmasına elbette bir şey diyemeyiz ama, gelip geçene laf atmasın., münasip bir lisanla iletiverin” demişti.
Tezcan Bey'i sıkıntı bastı. Perde arasından Abbas Bey'i gözetmesi olanaksızdı; baksa bile göremeyeceğini bildiği halde bir mucize gibi perdeyi aralayıp baksa da olmazdı. Biri görürdü maazallah, meseleyi bilmediğinden ötürü de yanlış anlayabilirdi. Abbas Bey'in içeride yakalayacağının garantisi de yoktu. Bugün yağmur yağmayacağı meteorolojinin( hava bilgisinin) açıklaması ile belliydi ve de durum acildi. Eylemini gerçekleştirmez ise rahatsız olacağından emindi , hatta vicdan azabı duyacağından da.
Geçen gün İnal Bey'le ayaküstü sohbet ederken İnal Bey, onun hakkında küçük bir anekdot anlatmıştı övünerek,
“ Sorması ayıp olmasın İnal Bey ama, oğluna sevise vereceğine sen arabayla giderken mektebe bıraksan da servise vereceğin parayla yoksul birinin derdine derman olsan olmaz mı?” deyince damdan düşer gibi, ben de “Derdi sana mı düştü. Hem benden akıllı olduğunuzu sana kim söyledi.” diye ağzının payını verdim demişti.
Tezcan Bey kovayı aldı. Aşağıya indi. Abbas Bey'in balkonuna korkarak baktı. Şükür yoktu. Bu bir mucize olmalıydı. Sevindi. Adımlarını ne olur olmaz diye açtı. On metre kadar sonra nasıl olduğunu anlayamadı, karşısında Abbas Bey'i gördü. Görmemezlikten gelerek biraz kenara kaydı ,ama Abbas Bey koluna hafifçe dokunarak:
Hayır ola komşu? dedi. Elinde kova sabah sabah.
….
Hani arabanda yok ki onu yıkamaya gidiyor desem.
Tezcan Bey, belli belirsiz gülümsemeye çalıştı:
Kusura bakmayın görmedim, demek zorunda kaldı. Ve de ekledi, “ Merhaba.”
Hayırdır ?
Tezcan Bey, kem küm etti, söyleyecek hiçbir şey aklına gelmedi. Oysa evden çıkarken böyle bir soruyla karşılaşırsa ne diyeceğini kendi mantığınca belirlemişti.
Abbas Bey, öğrenmek istiyordu.
Evet. Bir şey söylemedin.
Tezcan Bey, gayriihtiyari, Abbas Bey'in kulağına doğru biraz eğildi, gideceği yer gözüküyordu, eliyle işaret ederek,” Çok kurumuşlar. Şu suyu oraya döküvereceğim.” dedi.

Belki inanmayacaksınız ama, ne bileyim hani rüyamda gördüm de.
Abbas Bey bir Tezcan Bey'in gösterdiği yere bir Tezcan Bey'e baktı:
Niye ki? Sizin mi?
Değil tabi de. Ne bileyim, susuzluktan kurumuşlar, kuramayan birkaç tanesini gördüm,
kıyamadım. Şimdi ne kadar suya gereksinimleri vardır diye düşündüm.
- ???

Rüyamda gördün demiştin.
Rüyamda da gördüm de, şeyde de gördüm. Gelirken giderken.
...
Tezcan Bey, Abbas Bey'in bir şey dememesine bozuldu. Belli belirsiz manasızca gülümsedi, boşta kalan eli ile hoşça kal işareti yaptı. . Canı fena sıkılmıştı. Otluğun yanına gidince şeytan dürttü, dönüp baktı. Abbas Bey, hala oradaydı. Kendisine bakıyordu. Daha da sıkıldı canı. Bir an suyu öylesine boşaltıp dönmek istediyse de “ sakin ol” telkininde bulundu kendi kendine. Derin derin birkaç kez soluk alıp verdi. Kendini “ Aferin Teycan “ diye azarladı. “ Sanki bir suç işliyorsun.” Göz ucuyla bir kez daha Abbas Bey'e baktı. Abbas Bey, hala oradaydı, hala kendisinden tarafa bakıyordu.
Ölmek üzere olan nebatlar dağınıktı. “ Bağışlayın beni” dedi. Suyum az. Üzerinize serpsem işe yaramaz.”
Abbas Bey'e baktı, hala oradaydı. Orada olmasından da öte yanında biri de vardı. Büyük olasılıkla, kendisi hakkında mütalaada bulunuyorlardı. Belki de gülüyorlardı. Gülme olasılıkları az evvel kendine gelir gibi olan Tezcan Bey'in rusal gerilimini gene arttırdı.. Elindeki kovayı, yaprakları iyice pörsümüş, solmuş otlardan birinin dibine acele ile boşalttı. Akabinde de koşar adımlarla uzaklaştı.Köşeyi dönünce kafasını hafifçe çıkartarak Abba Bey'e baktı. Oradaydı, az evvelki kişi ile beraber.
Bunun neye alamet olduğunu çıkartmaya çalışırken bir polis otosu biraz ötesinde durdu. Belliki ekip otosunun dikkatini çekmişti davranışları.. Kendine gözlüyorlardı. Daha fazla orada duramazdı artık. Polislere doğru baktı, gülümsedi. Şüpheli değilim ben o nedenle sizden korkmuyorum dercesine karşı tarafa geçti, polis aracının yanından yürüyüp gitti. Yan sokak girişine kadar gittikten sonra geri dönüp baktı. Polis aracı oradan uzaklaşmıştı. Abbas Bey'le yanındakiler de ( üç olmuşlardı) otlukta incelemede bulunuyorlardı. Kahkahaları, “ Ne tip adamlar var ya” sözleri Tezcan Bey'in kulağına kadar geldi, ya da ona öyle geldi oradan ayrılırken.
Tezcan Bey, arka sokaktan evine döndü. Kapıyı açıp içeri girince kovayı yere bıraktı, suçlu oymuş gibi tekmeyi vurdu; o da önce duvara çarptı sonra geri döndü Tezcan Bey'in diz kapağına vurdu. Fena yandı canı Gürülteye ve Tezcan Bey'in “ah!”ına evdekiler uyandı. Onlardan ikisi olay yerine koştu. Bir mana çıkartamaya çalıştıklarından ilk etapta bir şey söyleyemedilerse de, azarı işittiler:
“ Ne var, ne bakıyorsunuz? Bir şey mi oldu? Ayı mı oynatıyorum?
“...
“ Hem bu kovayı kim bıraktı buraya?”
Tezcan Bey, cevap verilmesini beklemeden odasına gitti ; çarçabuk giyindi, giyinirken de esti gürledi sonra da vakit yitirmeden ve de kimsenin bir soru sormasına, kimsenin söz söylemesine fırsat vermeden de evden ayrıldı.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

GALATIMEŞHUR

Yanlışları göre göre, yanlışları doğru olarak kabul etmeye başlıyoruz. Hepimiz biliyoruz ki Türk diline özen gösteren pek çok kişi bile, çok dikkat etmezse şayet -aşağıda doğruları da verilen- pek çok kelimenin yanlış yazımını art niyetsiz olarak (galatımeşhur olarak) doğru diye yazıveriyor. Ne yazık kı gerçek bu.



YANLIŞ
DOĞRU


hiçbirşey (Y)
Hiçbir şey (d)
Anektod / anektot (y)
anekdot (d)
meteroloji (y)
meteoroloji (d)
Ayak üstü (y)
ayaküstü (d)
mazallah (y)
maazallah (d)
vijdan (y)
vicdan (d)
aboo (y)
abo (d)
sağol (y)
sağ ol (d)
hoşçakal (y)
hoşça kal (d)
arzetmek (y)
arz etmek (d)
Hanım efendi (y)
hanımefendi (d)
TDK'dan (y)
TDK'den ( Kısaltmanın son harfinin okunuşuna dikkat ediniz NOT: k (ke)harfi “ka “diye okunmaz. (d)
kg 'den (y)
kg'dan ( kısaltmanın açılımının okunuşuna dikkat ediniz ( kilogram-dan ) (d)
herzaman (y)
her zaman (d)
herbiri (y)
her biri (d)
parağraf (y)
paragraf (d)
hiçbirşey (y)
hiçbir şey ( not: şey kelimesi kelime gruplarında her zaman ayrı yazılır) (d)
malasef (y)
maalesef (d)
mütavazi (y)
mütevazı
Azarbaycan (y)
Azerbaycan (d)
klavuz (y)
kılavuz (d)
ropörtaj (y)
röportaj (d)
hattızatında (y)
haddizatında (d)
meraba (y)
merhaba (d)
herkez (y)
herkes (d)
asvalt (y)
asfalt (d)
teşfik (y)
teşvik (D)
Artniyet (artniyed) (y)
art niyet (d)

18 Ağustos 2009 Salı

17.8.2009



BUGÜN NE YAPACAKSIN? BUGÜN NE YAPTIN?
( ARKASI YARIN)

İnsanın kendi kendine sorabileceği en güzel ve de en faydalı sorulardan ikisi şu olabilir belki:
“ Bugün ne yapacaksın? (Sabah)
“ Bugün ne yaptın.?” (Akşam)
Evet, sabah kalkınca insan kendi kendine demeli ki kendine bence“ Bugün ne yapacaksın Ayşe ( Fatma, Ali Ahmet ) her ne ise;
“ Bugün ne yapacaksın?”
Olası cevaplar
“ Hiiiiiiiiç.”
“ Aynı şeyler işte....”
Bugün ne yapacaksın sorusuna verilebilecek yüzlerce, binlerce cevaptan birkaçı da şöyle olabilir:
“1- Şu arka sokakta küçük bir arsa var. Oradaki otlar çiçekler susuzluktan kurumuş. Bugün yarın yağmur yağmazsa ayakta kalmaya çalışan son birkaçı da ölecek. Diyorum ki onlara bir kova su dökeceğim..”
“2-Cavit'le aramız bozuk ya. Kaç zamandır aklımda, ona bir mektup yazayım, özür dileyeceğim.”
“ 3-Televizyonda melevizyonda görüyorum. Bizim hanıma hiç çiçek almadım ben. Bugün diyorum, bir buket çiçek yaptırayım, onu sevdiğimi söyleyeyim. Malum son günlerde annesinin hastalığından ötürü morali de bozuk.”
“4- Valalhi, içimde ukte. Yaş yetmiş metmiş demeyeceğim halk eğitime gidip kafama göre bir kursa kayıt olacağım.”
“ 5-Saat on iki buçuğa doğru kendime şöyle güzel bir tavşan kanı çay demleyeceğim, sonra da telefon rehberimi yanıma alacağım, orada numaraları olan eşe dosta telefon edip hallerini hatırlarını soracağım. Çoktan beri bu kafamda ama, hani bugün ne yapacaksın dedin ya, bugün bunu yapacağım.”
“6- Bugün ben şey diyorum, hani bu ay yapmayı düşündüklerimi bir kağıda, yok yok bir deftere yazacağım. Bir aylık. O gün gelince de ne yaptım ne yapmadım, niye yapamadım bunu değerlendireceğim.”
“ 7-O ….... denilen adamın anasından emdiği sütü burnundan getireceğim bugün. Beni daha tanımıyor o...”
“8- ….....'yi televizyonda gördüm geçen gün. O malum günlerde paraya para demeyen....
kadın( adam) kazanadıklarını har vurup harman savurduğu için verilecek birkaç kuruş sadakaya muhtaç kalmış.
Har vurup harman savurmak...
Sadaka...
Bakın bu ikisi çok mühim. Har vurup harman savunmak ve de sadaka...Az sonra...
9- Dünün önemi gelecek içindir, yani; zararın neresinden dönerden kardır.
10- Ve... dene gör.... En tehikeli, en mantıklı... yanıtı mı? Az sonra.... yarın....
Akıl, şu doğru , şu yanlış, dene gör diyor.
11- Deneyip görmek ister misiniz? Akıl süzgecinden bir geçirin bakalım...
Bugün ne yapacaksın; bugün ne yaptın?

16 Ağustos 2009 Pazar

16.8.2009


MAYMUN İŞTAHLI OLMAK



İnsanın yapısında mıdır nedir bazen bir heyecan sarar. Mesela, deyeceksiniz.
Yabancı dil öğrenmek şart artık. Şart değilse bile güzel olur. Yıllardan beri zaman zaman bu konuda kampanyalar açılır. Gazeteler dergiler, setler oluşturur.. Reklamlarla en güzel şekilde halka duyurur.
Reklamları izleyenler sanırlar ki reklamlarda söylenildiği gibi günde yarım saat, kırk beş dakika, bir saat çalışılınca İngilizce öğreniliverecek.
Dergiler kasetler alınır, aşka gelinir kursa bile yazılınır. sonuç sıfıra sıfır elde var sıfır.
Bir gün yarım saat çalışılır, iki gün yarım saat çalışılır sonrası gün 25 dakika sonrası gün 20 dakika ve sonrası dergiler, kasetler rafa. Bir gün kursa gidilir, bir ay gidilir, gerisi...
Aslında pek çok işte bu böyle.
Mesela meraklısınızdır; bir tiyatro oyunu hazırlamayı düşünüyorsunuz, fikrinizi söylersiniz, kim oynamak istiyor dersiniz, o kadar çok istekli vardır ki kara kara düşünmeye başlarsınız. Oynayacak oyuncu sayısı diyelim ki dokuz, istekli sayısı olur en az kırk, elli.
Oyun için dokuz kişi, yadek medek dereken on beş kişi seçeceksiniz. İstekli elli. Çare yok seçmedikleriniz darılacak.
Bu işin altından nasıl kalkacağım diye düşünürken o malum duyuruyu yaparsınız.
Tiyatroya katılacak arkadaşlar cuma günü saat onda salona gelsin.
Duyurulan gün ve saatte salona gidersiniz, dört kişi gelmiştir. Yarım saat bir saat beklersiniz belki bir ya da iki kişi daha gelir. Diğerleri belli ki maymun iştahlıydı.
Reklamlarda günde yarım saatle İngilizce öğrenilebileceği düşüncesi ve telkini izleyicilere verilmek istenmiş olabilir. Bu şekilde çalışılsa belki yol da kat edilebilir. Ve bu heyecanla bu dergileri, bu gazeteyi alanlardan belki de sadece %5 ‘i buna sadık kalmışlar günde hiç olmazsa yarım saat verilen bu reçeteyi uygulamışlardır.
Heyecanla gazete bayiine koşanlar. Bazıları birinci, bazıları üçüncü bazıları beşinci günde bazıları ikinci ayda halk ifadeyle havlu atarak yarıştan çekilmişlerdir. Heves bitmiştir.
Bitirenler mi? Mutlaka vardır, herkes maymun iştahlı olsa olur mu?
Aslında sabır etmiyoruz. Meselelere uzun vadede bakamıyoruz. Meselelere günü birlik bakmak işimize geliyor. Oysa uzun vadeli olarak bakabilsek meseleye her şey daha iyi olacak.
Atalarımız ne güzel demiş: “ Damlaya damlaya göl olur…”
Koskoca bir kayayı günde bir damla yıllar sonra ortasından bölmüş.
Günde bir damla, günde yarım saat, kırk beş dakika belki bir günde elli günde 61 günde bir şey yapmaz ama zaman içerisinde herkesin size gıpta ile bakmasına sebep olabilir.
Başarıyı yakalayabilenlere bakınız: Çoğu sabırla yollarına kesintisiz devam etmişlerdir.
Doğru söylüyorum değil mi? Başınızı bir aşağı bir yukarı sallamanız bunun nişanesi. Ya aklınızdan geçenler. İçinizden seslendirdikleriniz:
“Geç bunlar geç”
“Ukala. Akıl verceğine… “
“Romantik çocuk. Hangi dünyada yaşıyorsun?”
“ Lafla penir gemisi yürüse...”
Ve sen.
“Doğru söylüyorsun” diyen. Adım gibi eminim ki uzun zamandır sadece yarım saat dediğin ama bir türlü gerçekleştiremediğin nicelerin var. Ortaya atılan bir fikre “ben ben” dediğin ama “haydi” denilince ben yokum dediğin kimbilir nicelerin var.
Ben yaparım, ben katılırım. Bir heyecan bir heyecan. Gerisi mi? O heyecanın sönmemesi lazım geçen yıllar için hayıflanmak istemiyorsak.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

15.8.2009

DÜNYA SUSMA GÜNÜ

Söz gümüşse, sükut altındır.
Bugünü yani her yılın ağustas ayının 15'ini dünya susma günü ilan ettim.
Olabildiğince az konuşulacak, olabildiğince az yazılacak, olabildiğince çok susulacak.
Tutar mı derseniz; cevabı Hoca Nasrettin'den: Ya tutarsa...

14 Ağustos 2009 Cuma

14.8.2009

YAŞAMDAN KESİTLER



“ Sorma kardeşim.”
“ Hayırdır, ne oldu?”
“ Arabanın uzun farları yanmıyordu.”
“ Eeeee.”
“ Adam, uzun farları onarırken park lambalarını bozmuş. Ceza yedik.”

….......

“ Benim ayakkabının aynısını almışsın. Kaça?”
“ Yetmiş beş....”
“ Neeeeeeee?”
“ Ne oldu?”
“ Nereden aldın?”
“ G... 'den? Bizim oradaki.
“ Evet.”
“ Ne zaman aldın?”
“ Bugün. Hayırdır?”
“ Bana yüz elliye verdi. “
“ Pazarlık etmedin herhalde.”
“ Yahu niye pazarlık edeyim. Neyse o... Olmalı yani...”

….........

“ Olamaz.”
“ Olmuş...
“ On senedir orada. Benim, hanımın dişerini o yaptı.”
“ Daha kimlerin.”
“ Nasıl yakalanmış.”
“ Tesadüfen.
“ Nasıl yani. “
“ Dişini çektiği adam eve gidince fenalaşmış ; komşuları diş hekimiymiş. Aman deyip koşmuşlar....
“ Eeeeee “
“ O şüphelenmiş. Bir diş hekimi böyle diş çekmez demiş. Olayın üzerine gitmiş.”
“ Desene Allah korumuş bizi hep.”

…....












“ Dur ne yapıyorsun?”
“ Parçalayacağım şunu.”
“ Saçmalıyorsun. Televizyonun ne kabahatı var?”
“ Ne bu yaaaa. Kırk dakikadır “ şimdi, şimdi, şimdi.”” diye alt yazı geçiyor. Seyirciye bu kadar mı saygısızlık olur ?”

…...

“ Sizin davetiyede de 16 mı yazıyor?
“ Özür dilerim anlayamadım.”
“ Programın başlama saati sizin davetiyede de16 yazıyor değil mi?”
“ …
“ Saat 16.30 oldu da. “
“ Millet yeni yeni geliyor daha.”
“ Ama programın başlama saati 16.”
“ Başlar biraz sonra.”
“ Kardeşim 16 diyorsa 16 da başlamalı program. Saat 16.30 oldu.”
“ Tamam da beyefendi bana niye bağırıyorsun.”

….


“ Elvan Teyze. “
“ Efendim Efe'ciğim”
“ Şimdi bu dinlediğimiz türkü mü şarkı mı “
“ Sence ?”
“ Türkü.”
“ Bence de öyle. Niye sordun ki?”
“ Sunucu abla şarkı diyor ama...”
“ ??? “
“ Sunucu abla işini mi ciddiye almıyor yoksa şarkıyla türküyü ayıramıyor mu daha Elvan Teyze?
“ ??? “

….


“ Ama öğretmenim buradan not kıramazsınız.”
“ Niyeymiş efendim?”
“ Ama öğretmenim televizyonlarda özel isimlerin ilk harfleri hep küçük yazılıyor.”
“ ??? “
“ Demekki kural değişti sizi haberiniz yok.”
“??? “

13 Ağustos 2009 Perşembe

13.8.2009

HANGİSİ DOĞRU?


Aşağıdaki kelimelerin yazımı muhtelif gazelerden ve edebi yapıtlardan alınmıştır. Bilhassa çok çok kullanılan kelimelerin yazımı tek olmalıdır. Bir kelime A gazetesinde bir türlü B kitabında bir türlü yazılıyorsa ( ki bunu yazanların büyük bir çoğunluğu en az lise mezunudur) burada büyük bir problem vardır. Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gerekir.
Bir dil bir ulusun en önemli unsurlarındandır. En azından ilköğretimi bitiren her insan hiç olmaz ise çok sık kullanılan kelimeleri farklı şekillerde yazmamalıdır. Bir kişi üç kişi yanlış yazabilir ama yarısı bir şekli ile yarısı başka şekli ile yazıyorsa bir kelimeyi burada gerçekten bir sorun vardır ve de bu sorun o ulus için ciddi bir sorundur. Başta yetkililer olmak üzere, öğreticiler ve öğrenenenler “ Niçin bu böyle?“diye kafa yormak zorundadırlar bu meseleye
Siz de aşağıdaki bu kelimelerden bazıları ile kendinizi sınamak istemez misiniz?
İsterim diyorsanız buyurunuz:

“ herzaman” mı “ her zaman “ mı

“herbiri “ mi “ her biri “ mi.

“paragraf” mı “parağraf” mı

“ropörtaj “ mı “ röportaj “ mı

“ Azarbeycan “ mı “ Azerbeycan “mı “ Azarbaycan “ mı

“herbir şey “ mi “ herbirşey “mi

“ hattızadında “mı “ haddizatında “ mı

“herzaman” mı “ her zaman” mı

“teşvik “mi “ teşfik “ mi

“vicdan” mı, vijdan “mı

“ atasözü” mü “ ata sözü” mü

“hiçkimse “ mi “ hiç kimse “ mi

“ herşey” mi “ her şey” mi

“hiçbir şey” mi “ hiçbirşey “mi

“birçok “mu “ bir çok “ mu

“bir şey “ mi “ birşey” mi

“mütala” mı “ mütalaa” mı

“şoför “ mü “şöför “mü

“beyaz peynir “mi “beyazpeynir” mı

“hoşçakal” mı “ hoşça kal “ mı

“ sağ ol” mu “sağol “ mu

“ dil bilgisi “ mi “ dilbilgisi” mi?

Not: Lütfen, tereddüt ettiğiniz kelime ya da kelimeler için yazım kılavuzuna veya güvenilir bir sözlüğe bakınız.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

12.8.2009

DOĞRU SÖZE NE DENİR?

Kimin söylediği, ne zaman söylediği, niye söylediği önemli değildir deriz bazı sözler için.
Doğru mudur? Doğrudur.


Yeni bir dil öğrenmenin püf noktası bol tekrardır.

DAVULUN SESİ UZAKTAN GÜR GELİR.

Hakarete uğramak istemiyorsan hakaret etme.

HARİÇTEN GAZEL OKUMAK KOLAYDIR.

Yanlışları doğru görmeye başladıysak , eyvah ki ne eyvah!”


HER SÖZ HER YERDE SÖYLENMEZ.

Ateş düştüğü yeri yakar.

HER YÜZÜNE GÜLENİ DOST SANMA.

Çaresizlik girdabına düşmüş pek çok insan “ Bir defadan bir şey olmaz!” kandırmacısın kurbanıdır.

OLMAZ OLMAZ DEME, HER ŞEY OLUYOR DÜNYADA.

Taşıma su ile değirmen dönmez.

HER BEYAZ ÖNLÜKLÜYÜ DEĞİRMENCİ SANMA.

Kepçe ile verip sapı ile gözünü çıkartacaksan, hiç verme daha iyi.

ALMA MAZLUMUN AHINI ÇIKAR AHESTE AHESTE.

Allah kötüye rast getirmesin; ölür müsün öldürür müsün dedirtmesin.

KAPANAN YARA KAŞINMAZ.

Her ağzına geleni her yerde söylemek açık sözlülük değildir.

SABRIN DA BİR SINIRI VARDIR, ZORLAMAMAK GEREK.

Her gecenin bir sabahı vardır.

FAZLA NAZ AŞIK USANDIRIR.
12.8.2009

DOĞRU SÖZE NE DENİR?

Kimin söylediği, ne zaman söylediği, niye söylediği önemli değildir deriz bazı sözler için.
Doğru mudur? Doğrudur.


Yeni bir dil öğrenmenin püf noktası bol tekrardır.

DAVULUN SESİ UZAKTAN GÜR GELİR.

Hakarete uğramak istemiyorsan hakaret etme.

HARİÇTEN GAZEL OKUMAK KOLAYDIR.

Yanlışları doğru görmeye başladıysak , eyvah ki ne eyvah!”


HER SÖZ HER YERDE SÖYLENMEZ.

Ateş düştüğü yeri yakar.

HER YÜZÜNE GÜLENİ DOST SANMA.

Çaresizlik girdabına düşmüş pek çok insan “ Bir defadan bir şey olmaz!” kandırmacısın kurbanıdır.

OLMAZ OLMAZ DEME, HER ŞEY OLUYOR DÜNYADA.

Taşıma su ile değirmen dönmez.

HER BEYAZ ÖNLÜKLÜYÜ DEĞİRMENCİ SANMA.

Kepçe ile verip sapı ile gözünü çıkartacaksan, hiç verme daha iyi.

ALMA MAZLUMUN AHINI ÇIKAR AHESTE AHESTE.

Allah kötüye rast getirmesin; ölür müsün öldürür müsün dedirtmesin.

KAPANAN YARA KAŞINMAZ.

Her ağzına geleni her yerde söylemek açık sözlülük değildir.

SABRIN DA BİR SINIRI VARDIR, ZORLAMAMAK GEREK.

Her gecenin bir sabahı vardır.

FAZLA NAZ AŞIK USANDIRIR.

11 Ağustos 2009 Salı

11.82009



KREDİ KARTLARI


Bazı insanlar vardır. Başları bir türlü sıkıntıdan kurtulmaz. Bir türlü “ oh!” diyemez
Bu insanlardan bazılarının yaşadıklarına fazla zorlanmadan “ kader” diyebilirsiniz. Belki de “ kader” sözcüğünden başka kullanacak kelime bulamazsınız onların çektiklerine. Bazılarınınkine ise kendinizi ne kadar zorlarsanız zorlayınız “ ne yapacaksınız işte, kader” diyemezsiniz, muhatabanızın ısrarla “ kader, kader “ sözüne mecburen katılmak mecburiyetinde kalırsanız da” kader “ kelimesini içiniz değil diliniz söyler; bu da fazla bir anlam ifade etmez.
Para ile satın alınmayacak pek çok şey vardır kuşkusuz. Bunlardan biri de deneyimdir. Deneyim yani tecrübe bir bakıma hayat mektebidir ki o hayat mektebi pek çok şeyin vermeyeceğini bize verir. Gerçek manada hayat mektebinin verdiklerini layıkıyla alanların eline nice nice kariyer sahibi denilen insan su bile dökemez.
Malumunuz tecrübe, yaşanılan bir olaydan edinilen kazanım demektir. Bu kazanım size “oh be!” de dedirtmiş olabilir “ Ne oluyor be!” de. Bu, ne oluyoru iyi mütalaa edemezsin tehlike çanları sizin için çalmaya başlamıştır.
Gün geçmesin ki görsel ya da yazılı medyada kredi kartı mağdurları ile ilgili bir haber çıkmasın. Hakikaten üzerinde çok söz söylenebilecek; izleyicilerin, dinleyicilerin, okuyucuların ilgisini çekebilecek bir konu. Pek çok kişi öyle ya da böyle kredi kartı ile ilgili. Kredi kartları borçlarının meblağını telefuz etmek de bile insanlar zorlanıyor. Kredi kartlarının mağdurlarının sayısı her geçen gün artıyor.
Herkes bu konuda bir şey söylüyor, ve de herkes kendince doğru söylüyor. Aslında her konuda olduğu gibi bu konuda da insanların kendisini tanıması, kendisini disipline edebilmesi lazım. Elbette kolay değil, televizyonlardaki reklamlar sürekli “ al, al, al” diyor. Teknoloji hergün kendini yeniliyor, bugün aldığınız bir teknoloji ürününün yeni modeli daha eskisine alışamadan piyasa çıkıyor, inanılmaz taksit seçenekleri ile de size sunuluyor.
Aşağıdaki diyalog örneğine hiçbirimiz yabancı değiliz.
Oh çok şükür kurtuldum
Hayırdır...
Borç harç buldum, kredi kardı borçlarımı sıfırladım.
Gözün aydı n da geçen sene de , ondan önceki sene de böyle bir duruma düşmüştün sen.
Onlardan ders almadık. Ama artık yok, sütten ağzım yandı.
Sorunu biliyor. Çözüm yolunu da. Ayağını yorganına göre uzatacak artık ve de asla sokağa çıkarken kredi kartını yanına almayacak. Gelir sınırlı nefsin istekleri sınırsız.
İçeriden, dışarıdan, sağdan, soldan hep aynı ses evden çıkıp, çarşı pazara varınca:
“ Al, al al.”
Biraz direndiniz mi:
“ Şu kadar taksitle, şu kadar ay!”
“ Şimdi al beş ay sonra ödemeye başla.”
“ Para yok yanımda... “
“Kredi kartında mı yok?”
İşte o an ; şeytana uyup da kredi kartını yanınıza almadıysanız yuvanızdan çıkarken, belki de yuvanızı felaketin eşiğinden döndürdüğünüz andır.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

1O.8.2009


TÜRKÜLERİMİZ

Son yıllarda liste başı , her nedense bazıları “hit” i kullanmayı tercih ediyor, olduğu gerekçesi ile televizyonlarda, radyolarda durmaksızın çalan parçaların sözlerini düşününüz. Sürekli çalındıklarından ötürü küçücük çocuklar bile ezberlemiş, dillerinde. Sürekli mırıldanıyorlar. Mesela demeyin, muhtemelen onlardan bazı mısralar, bazı nakaratlar gayriihtiyari de olsa sizinde belleğinize yerleştirilmiştir ve de belki şu anda dilinizin ucundadır.. Oralarda söylenenlerin bazılarını çocuğunuz uygulamaya kalksa tepkiniz ne olur?
Peki, birde ne zamandır radyolarda televizyonlarda duymadığımız, çocuklarımızın ise hiç duymadığı ( çalınmadığı, okunmadığı için duymamaları , bilmemeleri gayet normal ) türkü sözlerini düşününüz. Her mısrasında ayrı bir anlam her bir kıt'asında ayrı bir felsefe.
Çok sevildiği çok tutulduğu gerekçesi ile dillerden düşmeyen(!) o hafif müzik parçalarının sözlerini bir kağıda yazınız ve sonra da birbirinden güzel türkü sözlerinden olan aşağıdaki üçünü kıyaslayınız. Ve de şu suale cevap bulmaya çalışınız çocuklarımız ve gençlerimiz ( hepsi değil mutlaka ama epeycesi...) gerçek halk müziğinini tanımadıkları (tanıtılmadıkları) için sevmiyor olabilirler mi?
Düşünmeye başlamak, doğruyu bulmamıza yardımcı olacaktır belki:


BİLMEM ŞU FELEĞİN BENDE NESİ VAR

Bilmem şu feleğin bende nesi var
Her gittiğim yerde kar ister benden
Sanki benim mor sümbüllü bağım var
Zemheri ayında gül ister benden
Yoruldum da yol üstüne oturdum
Güzeller başıma toplansın diye
Gittim padişahtan ferman getirdim
Herkes sevdiğine kavuşsun diye
Evlerinin önü armut ağacı
Dökülmüş yaprağı kalmış ağacı
Eğer senin gönlün bende yok ise
Sen bana kardeş de ben sana bacı



ARZU EDERDİNİZ

Arzu ederdiniz bir yol görmeye
Bugün bize hoş geldiniz erenler
Muhabbet bağından güller dermeye
Bugün bize hoş geldiniz erenler

Hisse alın Çırakman'ın sözünden
Zerre kaçmaz ariflerin dilinden
Kemal Atatürk'ün aydın izinden
Bugün bize hoş geldiniz erenler



BİN CEFALAR ETSEN ALMAM ÜSTÜME

Bin cefalar etsen almam üstüme
Gayet şirin geldi dillerin dostum
Varıp yad ellere meyil verirsen
Kış ola bağlana yolların dostum

İlahi onmaya yardan ayıran
Bahçede bülbüller ötüyor uyan
Kula gölge olsa Allah'a ayan
Senden ayrılalı gülmedim dostum

Pir Sultan Abdal'ım gülüm dermişler
Bu şirin canıma nasıl kıymışlar
İster isEm dünya malı vermişler
Sensiz dünya malını neylerim dostum.

Usta ozan Veysel ne demiş” Türküz türkü çağırırız”, işte size bir tane daha:

Vardım hint eline kumaş getirdim
Açtım bedestanı sattım oturdum
Sen benim başıma neler getirdin
Ben senin kahrını çekemem gönül

Eline aluben sazlar istersin
Göllerde ördeği kazlar istersin
Benden mahbut kızlar istersin
Ben senin kahrını çekemem gönül

Kara bulut gibi göge ağarsın
Sulu yağmur gibi yere yağarsın
O yar senin değil ne çok bakarsın
Ben senin kahrını çekemem gönül

9 Ağustos 2009 Pazar

9.8.2009


DÖRT AYAĞI ÜZERİNE DÜŞMEK


Dört ayak üstüne düşmek deyiminin asıl anlamı “ Zor durumdan zarar görmeden kurtulmak demek “ise de “Çoğu kez, işi rast gitmek “şeklinde kullanılmaktadır. Kullanılmaktadır da nasıl?

Neden Esengül, Satılmış, Kübra, Eren, Murat dede, Şevkiye teyze dört ayak üzerine düşer de hep; Derya, Batuhan, Esra, Murat Bey düşmez. Allah Esengül ve diğerlerine “Sen yaşamın boyunca dört ayak üzerine düşeceksin. “demiştir de Derya ve diğerlerine “ Ne halin varsa gör.” mü demiştir.Elbette ki değil. Bir insan başkaları tarafından genellikle “ dört ayağı üzerine düşer “ şeklinde nitelendiriliyor ya da öyle tanınıyorsa bir hikmeti vardır.

Şöyle bir düşününüz ,mutlaka sizin de “ Gene dört ayağı üzeine düştü haspa ( sadece kızlar,kadınlar için kullanılır derse de sözlükler haspa için , erkekler için de kullanılıyor)” dediğiniz kişi ya da kişiler olmuştur. Ya da size denir her başarınızdan sonra “ Gene dört ayağı üzerine düştü.”

Şerait aynı, zatlar aynı ; bir durum husule geliyor ve pek çok kişi ona “ Aferin, hakkı idi” diyeceğine hak etmediği bir sözü onun için kullanıyor: “Gene düştü dört ayağı üzerine.”

Olayın bire bir örtüşmesi olanaklı değil belki ama , kurgulayalım bir. Hayal edelim. İlköğretimin 6,7,8 ( eskiden orta okul denilirdi)sınıflardan birine gidelim. Okulun son günleri.Notlar verilmiş, herkes kendini dağıtmış, dersler öylesine yapılıyor. Bir metinde geçen birkaç kelimenin altını çizdirmiş öğretmen yarı şaka yarı ciddi “ Yarın bunların anlamını öğrenip gelin” demiş.
Ve yarın olmuş, öğretmen de sınıfa sormuş:
”Şerait nedir çocuklar?”
Kırk kişilik sınıfta üç parmak havada.
“Şeraite cevap verenler dışında kimse parmak kaldırmasın.'Zat ' ı kim cümle içerinde kullanabilecek? “
Parmağın biri iniyor. Havada kaldı iki parmak .
Sizin karnenize o ders zayıf gelecek. Deniz'in karnesine de. Biliyorsunuz. Ama, havada kalan parmaklardan biri Deniz'in parmağı. Gelişen bu durum karşısında öğretmen Deniz'in durumunu tekrar değerlendirmeye alır ise, kendinizi Deniz ile aynı kefeye koyup “ Dört ayağı düştü gene” demeye hakkınız var mı? Deniz gerçekten dört ayağı üzerine mi düştü yoksa bir konuda hazır olmanın meyvesini mi almak üzere?

Haddizatında, çoğu kez de kıskançlıktan ötürü sarfettiğimiz “ dört ayağı üzerine düştü gene sözü ( “ gene” ye dikkat ediniz) o sözü sarfettiğimiz kişinin bizden bazı yönleri ile üstün olduğunun bir göstergesidir : Umudunu hemen yitirmiyordur mesela, uzun vadeli planları vardır, olasılıklar içinde bunalıyor mudur bilinmez ama, olasılıkları da bir kalemde silip atmıyordur.
Çoğu kez işi rast giden insanlara “ Dört ayak üstüne düştü.” deriz. Zor durumdan inanılmaz bir şekilde şans eseri kurtulana ya da mesela bir kişinin seçileceği ama 3007 kişinin adını yazdırdığı bir çekilişte adı çıkana “dört ayak üstüne düştü “ diyebiliriz. Buna kimsenin bir söz söylemeye hakkı yoktur, çünkü doğrudur. Hazır olma durumundan dolayı bir sıkıntıdan kurtalana ( mesela kaldığı bir otelde , otelin yangın çıkışı nerededir diye araştıran ve de otelde çıkan bir yangından yangın çıkışını hemen bulmasından ötürü kurtulan ) ya da önüne çıkan bir fırsatı hazır olma durumundan dolayı değerlendirerek bizim önümüze geçen birine “ dört ayak üstü” demeye hakkımız yoktur. Her işi rast gidene biraz tembelliğimizi ve boşvermişliğimizi gizlemek biraz da onu küçümsemek için “ Zaten dört ayağı üzerine düşer o oldum olası“ demek hem deyime hem de o kişiye bir haksızlıktır.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

8.8.2009

ATASÖZLERİ


Aslında başarıyı ve mutluğu yakalamak düşünemeyeceğiz kadar kolay. Atalarımız yaşamları boyu edindikleri tecrübeleri bizler için bir cümlede özetleyivermişler. Elimizin altında bir atasözleri sözlüğü bulundurursak ve zaman zaman oradakiler okursak ve de o sözleri uygulamaya çalışırsak mutluluk ve başarının bizden çok da ırak olmadığını görebiliriz.

Atasözlerimizden bir demet:

1- ÇANAĞINA NE DOĞRARSAN KAŞIĞINA O ÇIKAR

2- ZARARIN NERESİNDEN DÖNERSEN KARDIR.

3- ACELE İŞE ŞEYTAN KARIŞIR.

4- OĞLAN BABADAN GÖRÜR AT OYNATMASINI
KIZ, ANADAN GÖRÜR SOFRA DONATMASINI

5- ÇAĞRILDIĞIN YERE GİT AR EYLEME, ÇAĞRILMADIĞIN YERE GİDİP YERİNİ DAR EYLEME

6- ÇIKMADIK CANDA UMUT VARDIR.

7- BİLİRSİN KARININ HUYUNU, NE İÇERSİN TURŞUNUN SUYUNU.

8- BEKARA EŞ BOŞAMASI KOLAYDIR.

9- NAMAZA MEYLİ OLMAYANIN KULAĞI EZANDA OLMAZ.

10- PİRE İÇİN YORGAN YAKILMAZ.

11- KABAHAT SAMUR KÜRK OLSA KİMSE SIRTINA ALMAZ.

12- MAZLUMUN AHI YERDE KALMAZ.

12- ANLAYANA SİVRİSİNEK SAZ ANLAMAYANA DAVUL ZURNA AZ

13- NE ŞAM'IN ŞEKERİ NE ARABIN YÜZÜ

14- BANA ARKADAŞINI SÖYLE SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM.

15- MUHABBET İKİ BAŞTAN OLUR.

16- DAVULUN SESİ UZAKTAN GÜR GELİR.

17- HERKES EVİNİN ÖNÜNÜ TEMİZ TUTSA TÜM SOKAKLAR TERTEMİZ OLUR.

7 Ağustos 2009 Cuma

7.8.2009

ÖZGÜRLÜK


Üniversite adayları tercihlerini yaptılar. Okumak istedikleri dört yıllık ya da iki yıllık okulların adlarını yazıp gönderdiler , sonuçları bekliyorlar heyecanla. Pek çok genç aşikar olmasa da yaşadıkları şehrin dışında bir şehir olması için dua ediyor.
Başka bir şehir. Bu bile bazı üniversite adaylarını heyecanlandırıyor. Heyecanlandırıyor çünkü meseleyi kendi gözü ile değerlendiriyor. Ve de şimdiden kulis yapıyor ailesine : “ Ben yurtta murtta kalamam....... olursa ev tutarım oradan ona göre.
Ailelerin büyük bir kısmı, eve karşı. Anne,baba çocuklarına niçin yurt olması gerektiğine dilleri döndüğünce onu kırmadan anlatmaya çalışıyorlar. Ev beklentisine girmemesi için şimdiden hazırlıyorlar Biliyorlar ki yurt özgürlüğü ev özgürlüğünden farklı bir özgürlüktür. Evde olduğu gibi yurtta her şeyi rahat yapamazsın.
Genç niyetini ailesiyle değil ama arkadaşları ile paylaşıyor:
“ Ah, bir İzmir ( Adana, Ankara her ne ise ) olsa”
“ Puanın orayı tutarsa burayı da utar.”
“ Geç burayı...”
“.... “
“ Şöyle kendime göre de bir ev tutarım. Ondan sonra gelsin özgürlük...”
Gencin amacı belli oldu. Ailesinden uzaklaşmak ve de aklınca özgür olmak istiyor.
Başka bir şehire giderse ve de bir ev tutmayı becerebilirse ne olacak.
Olacaklar beş aşağı on yukarı , öğrenci adayının aklından geçenlere göre belli:
Canı istediği zaman evden çıkacak istediği zaman eve gelecek, nereye gidiyorsan, bu saatte nereden geliyorsun demeyecek kimse.
O sinir bozucu(!) anımsatmayı yapamayacaklar, “ Derslerini bitirdin mi ya da çoktan beri ders çalışmıyorsun gibi geliyor bana...”
“Kızım( oğlum) geçen gün yanında gördüğüm o adam( kız) kim idi? “ denilmeyecek. Denilmeyi geç, eve bile davet edebilecek; onunla kalınabilecek belki de.
Geçen sene, evde doğum günü parti vermesine “ içki olmamak koşulu “ ile izin veren ailesine inat içkinin su gibi akacağı bir parti verebilecek, bundan büyük özgürlük mü olur?
Her aile üç aşağı beş yukarı çocuğunun kafasından geçenleri okur. Ve her anne baba yaşam tecrübesi ile olası gelişmeleri değerlendirir, alınması gereken önlemleri de almaya çalışır, çalışmalıdır da. “Saldım çayıra mevlam gayıra “derseniz yaşayacaklarınız karşısında fazla da şikayet etmeye hakkınız yoktur, hakkınız varsa da iş olduktan sonra yapacak fazla bir şey olmayabilir.
Muhtelif vesveselerle ikamet ettiğiğimiz şehrin dışında bir üniversiteyi kazanan evledımıza
gitme deme lüksüne sahip değiliz. O veya bu şekilde kuş, yuvadan geçici ya da daimi olarak uçacak. Veli olarak görevimiz çocuğumuzun neyi niçin yaptığına doğru teşhis koyabilmektir.
Hiç kuşku yok ki sizin çocuğunuz ne yapacağını bilir. Yalan söylemez. Kendisini maceraya atmaz. Akıllıdır, kendisi için hazırlanan tuzakları farkeder önlemlerini alır. Her yüzüne gülene kucağını açmaz.
İçiniz kararmasın. Çocuğunuz bilsin ki gözünüz, onu boğmadan onun üzerinde olacaktır hep, siz de rahat edersiniz o da.

6 Ağustos 2009 Perşembe

6.8.2009

AŞIRI HIZ ve DİKKATSİZLİK

Son zamanlarda özellikle, laf açmak için birine “ Televizyondaki haberleri izledin mi?” diye sormayın. Gazete okuyan birine de “ Gazetede ne var? “ demeyin.
Alacağınız olası cevaplar şöyle olur:
Haberleri izlemiyorum. Moralim bozuluyor.
Şu gazeteyi almaktansa almamak daha iyi.
Sebepler malum. İlk sırada da maalesef kanıksama durumuna gelinen trafik haberleri geliyor.

“ Minübüs durakta otobüs bekleyenlerin içine daldı....... ölü...... yaralı.”
Bir münibüs niye otobüs durağına dalar ?
“18 yaşındaki genç babasının aldığı sıfır kilometre araba ile hız yaptı, karşı şeride geçip taksiye bindirdi, taksi şöförü ile içindeki iki yocu öldü, karşı şeride geçen aracın şoförü hafif yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.”
Dikkat, taksi şoförü güzel güzel giderken yolundan , karşı şeritten biri bariyerleri de aşarak gelip aracına çarpıyor.
Bir araç, nasıl olur da bariyerleri e aşarak karşı şeride geçer? Ya oradaki üç masum insanın ve de geride bıraktıklarının suçu ne?
“ Otobüs dereye uçtu, on beş kişi boğuldu. “
Otobüs dereye niye uçar?
Şoför virajı alamamış.
Niye?
Hava biraz yağmurluymuş da.
Eeee...
Yağmur olunca yol da kayganlaşmış.
Şoför bilimiyor muymuş, viraja yaklaşınca hız kesileceğini, yağmurlu havalarda yolun kayganlaştığını, çok daha yavaş çok daha dikkatli seyir edilmesi gerektiğini.
Orasını karıştırma?
Ölen yolcuların suçu ne?
Bu şöför dokuz sene evvel de başka bir otobüsü dereye uçurmuş...
Sözün tükendiği yer derler ya. İşte bu an o an. Ölür müsün öldürür müsün?
Ya konunun medya başlığı
Kazanın aşırı hız ve dikkatsizlikten olduğu sanılmaktadır.
Bu cümle, bu başlık önemli. Değiştirilmesi gerekir. Oradaki “ dikkatsizlik” kelimesi kaldırılmalı. Çünkü hıza meraklılar “ dikkatsizlik “ kelimesini kendisine kalkan yapmakta.
“ Evet, ben aşırı hız yapıyorum ama kaza yapanlar gibi dikkatsiz değilim.”demekte. Hatta aşırı kelimesi de kaldırılmalı. “ Evet, belki hız yapıyorum ama aşırı hız yapmıyorum.”
Trafik.............. , “ kazası “ yerine daha uygun bir kelime bulunmalı ivedi olarak. Kaza kelimesini TDK sözlüğü, can veya mal kaybına sebep olan kötü olay olarak tanımlamakta. Şoförün direksiyon başında geçirdiği kalp krizinin sebep olduğu kötü olay bir kaza olabilir; ama meskůn alanda gaz pedalına sonuna kadar basan biri ile, viraja yaklaşırken hız kesmeyen birinin sebep olduğu kötü olaylar kaza mıdır? Hele hele can kaybına da sebep olduysa bu kötü olaylar. Pek çok ülkede alkollü iken araba kullanıp ölüme sebebiyet veren sürücülerin cinayete teşebbüs suçlaması ile hakim önüne çıkartıldığı söylenir. Yoğun trafikte( yoğun trafik olması da şart değil) ve direksiyonda ve de bir trafik polisinin gözleri içine baka baka adeta kahkahalarla cep telefonu ile konuşan sürücü sayısını azaltamadığımız sürece “ trafik kazası haberleri” medyadan eksik olmayacaktır. Gurbetçi Fazıl daha geçen gün, kırmızıda geçen bir aracı göstererek şoförü için şöyle demişti:
Sıkıysa bizim orada ( çalıştığı ülkeyi, kastediyor) kırmızı ışıkta geçsin.
İşte olayın özü bu... Sıkıysa trafik kurallarına aldırmamazlık yap orada. Sıkıysa kural ihlal edenleri ( ya sabır çekerek de olsa) görmemezlikten gel.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

5.8.2009
MESLEKİ BİLGİ MESLEKİ ÇALIŞMA

Aynı okuldan aynı yılda mezun olanlar vardır. Hatta daha da ileri gidelim eğitimlerini aynı sınıflarda tamamlamışlardır. Yani, kitapları aynıdır hocaları aynıdır.
Ve belki eğitimlerinin hemen sonrasında veya yıllar sonrasında bunlardan bazılarını çok yükseklerde görürüz. Koltukları büyüktür gelirleri çoktur.
Onları tanıyanlar onlar için değişik şeyler söylerler, duymuşunuzdur:
Falanca yerde dayısı var. Benim de dayım olsa ben de orada olurdum.
Bu hep böyleydi. Hep dört ayağı üzerine düştü. Anası şanslı doğurmuş mübareği
Yağcı bu. Bende aynı yerde işe başladım ama bak yerimde sayıyorum. Niçin çünkü yağ çekmedim, yalakalık yapmadım.
Doğuştan şey bu. Güzel, ister istemez etkiliyor amirleri.
Bunların, yükselmekte etkisi hiç yoktur demek pek gerçekçi olmaz ama...
Eğitim hayatınızı ya da çevrenizde okuyanları şöyle bir gözlerinizin önüne getiriniz.
Neler gördünüz değil mi?
Bazıları tahsil hayatlarında hep not dedi. Her şeyi not için yaptı.
Bazıları bilgiyi ön plânda tuttu.
Bazıları hem bilgi hem not dedi, o yolda uğraş verdi.
Bazıları için okulla beraber derste bitti, kendilerini kafeye mafeye attılar bitiş zili ile beraber.
Bazıları kurslara koştular, zamanlarının bir kısmını da oralarda geçirip bilgi dağarcıklarına eklemeler yaptı.
Bazıları diplomalarını aldı kitaplarını yaktı.
Bazıları diplomalarını aldı, istifade ettiği kitaplarını baş tacı etti..
Bazıları emmi dayı peşinde koşmaya başladı iş için, bazıları bileğimin hakkıyla dedi, şansını denedi, olmadıysa “ haksızlık yapıldı bana “ demedi eksiklerin gidermek için çaba sarf etti.
Aynı okuldan aynı yılda mezun olan insanlar vardır. Bazıları zirveye yükselir bazıları sıradan kalır.
Bazıları şansları ya da şansızlıkları sebepleri ile oradadır da bunların yüzdelik oranı kaçtır acaba? Mesele burada.
Diploma eğitim aldığınız alanda asgari ölçüde yeterli olduğunuzu gösteren bir belgedir sadece. Bunu aşama aşama daha yeterli hale geldiğinizi göstermek için de kullanabilirsiniz, benim diplomam var deyip sorumluluktan kaçmak, yetersizliğinizi kamufle etmek için de.
Nice insan vardır, mezun olduğu alanda kendini geliştirmek için günde,haftada hiç olmazsa yarım saat bir saat o işe zaman ayırır.
Nice insan vardır, edindiği bilgilerle yıllarca işi yürütür. Mesleki bir kitap karıştırmayı, mezun olduğu alanda çalışma yapmayı “ bizim gördüğümüz eğitim yeterliydi, gerek yok” gerekçesiyle istemez.
İnsan denilen varlık nice nice dakikaları saatleri boşa harcıyor. O saatlerin bir kısmını kendini geliştirmek için harcasa, gün gelir inanılmaz mutluluk yaşar, gıpta ile dolu gözlerin kendisine çevrilmesine sebep olur.
Günde,haftada yarım saatini mesleki bilgiye, mesleki beceriye, mesleki çalışmaya ayıramaz mı insan? Siz, yarım saat mi diyorsanız beş saat ayırın. Ağasınız. Ağanın eli tutulur mu?
Günde yarım saat olsun mesleki bilgiye, mesleki beceriye, mesleki çalışmaya zaman ayıramaz mı insan sorusuna “ayırabilir “ya da “ayıramaz “diyen olduğu gibi, soruyu kendisine sorulduğuna farz eden ve bundan ötürü de ayırabilirim ama iş güç koşturma olmuyor işte diyen de olabilir. Bu, içten söylenen hakiki bir söz olabildiği gibi mazeret üretme de olabilir. Böyle bir soruya “ayrılabilir ama” yı eklemeden direkt olarak “ayrılamaz” diyen de olabilir.
Ukalalığa ve yoruma hacet yok. Ayıran ayırıyor ayırmayan ayırmıyor. Sonuç ortada. Perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyor, zenginin malı da züğürdün çenesini yoruyor.

4 Ağustos 2009 Salı

4.8.2009

HOBİ

Üst başlıklardan bazıları:
Müzik,
Resim,
Edebiyat,
Takı,
Yemek,
Kolleksiyon,
Yukarıdaki üst başlıkların alt başlıkları ve onlardan olası iki tanesi:
Halk müziği, bona,
Kara kalem, yaşayan ressamlar
Şiir, divan edebiyatı
Ayağa takılanlar, taşlar
Tatlılar, Osmanlı mutfağı
Pul, çakmak vb.
Yukarıdaki örnekler pek çok insanın “ hobi “ deyince aklına gelenler. Kimbilir, klozet kapağı toplama gibi uç örnekler de var. Avrupada doğup büyüyen, yetişen bir profesörün eşine dostuna bağlama yapması, para konusunda sıkıntısı olmayan birinin takıyla uğraşması, yaptığı takıları para ile satması ve bu takılardan elde ettiği geliri bir hayır kuruma bağışlaması. 95 yaşında bir insanın hiç ara vermeden 85 yıldır günce yazması ve bunun sayesinde yaşadığını iddia etmesi...
Maket gemi yapmak, kol bastı oynamak...
Gazetelerden, fotograflı ilginç haber toplamak ve bunları arşivlemek...
Getiri beklemeden, roman yazmak güfte yazmak.
Hobi, kuruntudan kurtarır insanı.... Hobi mutluluk anahtarıdır, var olması bile iyidir. Hobi boş bir uğraş değildir bazılarının iddia ettiği gibi ve de hobi pahalı bir alışkanlık da değildir. Evet, para harcatan hobiler vardır ama para kazandıran hobiler de vardır. Ruhen dinlendiren hobiler de...
Hobi, stres dolu dünyada ( ki stresin pek çok derdin tetikleyicisi olduğunu konunun uzmanları dile getiriyor) zorluklara göğüs germenin bir aracıdır. Bunun içindir ki psikiyatristler psikologlar hastalarına “ kendinize bir meşgale bulun” derler sık sık. İşte bu meşgale hobidir.
Aslı İngilizce olan ( hobby) hobinin anlamı uğraşı demektir ki bunun açılımı da şöyledir: Bir kişinin asıl mesleği dışında ya da yapması gereken işi dışında ( mesela öğrencidir, işi ders çalışmaktır) hoşça vakit geçirmek amacıyla yaptığı amatörce çalışma.
Bazı öğrenci velileri çocuklarının ders dışında bir şeyle uğraşmalarını fuzuli görür,onları tenkit ederek sürekli dersle ilgilenmelerini sağlamaya çalışır. Bu tür velilere şunu sormak gerekir: Kendini bir an için çocuğunun yerine koy; diyelim ki dört saat çalışmışsın elindeki işi bitirebilmen için de en az dört saate daha ihtiyacın var. İkinci dört saate nasıl başlamak seni verimli kılar?
a)Hemen
b)30 dakika hobine zaman ayırarak
c)Bir kağıt bulup ona kara kalem bir şeyler çizerek
ç) Çiçeklerinle konuşarak
d) Boş boş oturarak.
Ağzı laf eden biri demagojiye girerse a şıkkını da b şıkkını da c şıkkını da ç şıkkını da d şıkkını da size doğru olarak kabul ettirebilir. Ettirebilir de şunu da bir kalemde silip atmamakta fayda var belki:
“İstisnalar olsa da, aklın yolu birdir istisnalar çeşnidir.”

3 Ağustos 2009 Pazartesi

3.8.2009

DOĞALDIR, AĞZI OLAN KONUŞUR

İnsanoğlunun ağzı torba değil ki dikesin. Herkes her şeyi diyor. Şöyle bir fikir cimnastiği yapalım. İçeriği ve katılanlar önemli değil, bir toplantıdasınız; konuşmadınız, konuşulanlara müdahele etmediniz, mütalaada bulunmadınız. Sizin için bazılarının söyleyeceklerini tahmin etmek güç değil:
Adam (kadın) boş. Ne söyleyesin ki...
… kendini beğenmiş. Nasıl da herkese havadan baktı. Bir tek söz söylemedi. Ukala.
Madem söyleyecek sözü yoktu, niye geldi ki buraya. Onun gül yüzüne mi aşığız biz?
Böyle sus puslara da gıcık olurum ha. Ayıp olmasın diye insan iki çift laf eder be.
Yukarıdakilere ya da onlara benzer söz söyleneceğini bildiğinizden, toplantıda olur olmaz konuştunuz diyelim. Konuşanlara müdahale ettiniz. Bazı söylenenlere onay verdiniz bazılarına karşı çıktınız. Suspus olduğunuz için aleyhinizde konuşanların şimdi de lehinizde konuşacağını sanıyorsanız büyük bir olasılıkla yanılıyorsunuz. Söyleyecekleri üç aşağı beş yukarı belli:
Sanırsın ki adam (kadın) derya(!) Vır vır vır hiç susmadı. Hani söyledikleri de bir şey olsa.
… kendini beğenmiş. Sanki her şey kendi biliyor. Ukala.
Başımı şişirdi mübarek. Ne çene var; her lafa maydonoz.
İkisinde de abartmış olabilir diye düşünebilirsiniz. Yani ya ağzını bir kez olsun açmamıştır, ya da durup dinlenmeden konuşmuştur. Ortayı tutturamamıştır. Gene değişmez. O zaman da söyleyecekleri şu olur belki:
Ağzından laf dirhemle çıkıyor …...nın, Öf be, fıtık etti.
Bazı insanlar vardır yaşamda, başkalarının kendisi için söyleyediklerini çok önemserler. Olumlular üzerinde durmazlar da pek, olumsuz bir şey söylenince üzülürler, kahrolurlar. Yemekten içmekten kesilirler. “ Takma kafana, o kendisine baksın.” denilince de “ haklısın” demezler de “Ben hak ettim ama bunları “ derler.
Bir insanın, bir eserin, bir şeyin doğru ve yanlış yönlerini göstermek amacıyla yapılan değerlendirmeye eleştiri denir. Eleştiri (tenkit) rasyonel olmalıdır; yani akla uygun ve ölçülü olmalıdır. Laf olsun torba dolsun misali eleştiri yapılmamalıdır. Hele hele eleştiri yaparken çizmeden yukarı çıkmamaya azami dikkat edilmelidir. Dir de acaba öyle midir? Evet, eleştiri yol gösterici olur. İnsanların kendisine çeki düzen vermesine yardımcı olur. Gevşedi ise ya da dağıttı ise kendine gelmesine, toparlanmasına katkıda bulunabilir. Bu gerçeği bir tarafa koyduktan sonra da şu iki soruya cevap aramakta fayda vardır; 1-Eleştiren gerçekçi ve tarafsız mı? 2- Eleştiren konunun uzmanı mı yoksa kulaktan duymalarla oluşturduğu bilgilerle mi düşüncelerini ifade ediyor?
Eleştirilere hak ettiği değeri vermek için eleştiri yapanın konumuna, bizimle olan ilişkisine çevresindekilerin onun hakkındaki düşüncelerine dikkat etmek gerekir.
Sözün özü birileri seni gözetliyor. Yaptıkların hakkında laf söylemek için hazır kıta bekliyor.
Hakkında söylenenleri (yazılanları) süzgeçten geçirip gülünmesi gerekenlere gülebilmek bahtiyar olabilmek için gerekli.

2 Ağustos 2009 Pazar

2.8.2009
MORAL
Canımızın burnumuzda olduğu anlarda kimimiz bir köşeye çekilerek yalnız kalmak isteriz. Kimimiz yanımızda birileri olsun isterken kimimiz ağlar, kimimiz güleriz. Kimimiz de kendimizi gelip geçeni bol olan bir yere atmak isteriz. Doğaldır A kişisi için B kişisnin yaptığı; B kişisin yap-
tığı da A kişisine saçma gelebilir. Mühim olan rahatlamak, ortaya çıkan ruhsal bunalımı bir nebze gidermek ise onu ya da bunu yapana “ Öyle olmaz şöyle yap. “ demenin doğruluk derecesi tartışılabilir.
Hayatından öyle ya da böyle memnun olmayanların sıkça duydukları bir söz vardır: “ Senden düşük olanları gör.”
Geliriniz azdır, geçim sıkıntısı çekiyorsunuzdur; söz hazır:
-Ya işsiz olsan ne yapacaksın. Gene az çok paran var harcıyorsun.
Söylenen doğru değil mi? Doğru.
İşsiz olana da şu söylenebilir:
- Evet bugün için bu böyle ama, sağlığın yerinde şükür. Ya sağlığın yerinde olmasaydı.
Söylenen doğru değil mi? Doğru.
Sağlık sorunları ile boğuşan birine de söylenecek söz vardır:
- Şu anda yoğun bakımda olanları düşün. Fişe takılı yaşayanları getir aklına.
Söylenen doğru değil mi? Doğru.
Mertebeniz, geliriniz, sağlık durumunuz ne olursa olsun sizden iyi durumda olan da vardır kötü durumda olan da. Bunun böyle olması da kanımca gereklidir. Herkesin her yönü ile birbirine eşit olduğunu düşününüz. Evet evet şöyle bir düşününüz herkesin her yönü ile birbirine eşit olduğunu. Herkes her yönü ile eşit olsaydı bu durumun getirileri mi çok olurdu götürüleri mi?
Klasik bir örnek vardır, bize söylenildiği de olmuştur bizim başkalarına söylediğimiz de. Bardağın dolu tarafını görmekte fayda var. Hikaye malum: Bir bardağın yarısı su ile dolu imiş de , o bardağa bakanlardan bazıları, “ Allah kahretsin bardağın yarısı boş.” deyip strese girerlermiş bazıları da “ Ne güzel bardağın yarısı dolu.” deyip mutlu olurlarmış.
Fiziğinden, sağlığından, maddiyatinden pek de memnun olmayanlar, oflayıp puflayacaklarına, sağlarına sollarına serzenişte bulunacaklarına etraflarına biraz baksalar epece bir rahatlayabilirler. Bu rahatlama da doğaldır ki moralinin yükselmesine az ya da çok katkıda bulunur.
Artık herkes kabul etmektedir ki “ moral gücü” pek çok olmazı olura çevirebilmektedir. Tabi bunun aksi de mevzubahis. Moral bozukluğu pek çok kolayı zora dönüştürebilmekte... Onun içindir ki “ Moralini yüksek tut.”, “Moralini bozma.” gibi söylemleri sıkça duyarız, sıkça da kullanırız.
Sürekli şikayet etmek yerine var olanı kabullenme, ileriye, daha ileriye, daha ileriye bakabilme yetimizi geliştirme moralimizi yüksek tutmamıza karınca kararına katkıda bulunabilir.
On sene evvel biri çıkıp da G3 teknolojisinden bahsetse idi onu dinleyenlerden kaç kişi “ Olur mu olur.” derdi ; ya da kaç kişi “ Git işine kafayı başkası ile bul, anlattıkların hayal.”derdi. Gazetelerde zaman zaman mucize sayılabilecek haberler okumuyor muyuz? ” 20 sene sonra çocuğu oldu... On beş sene bitkisel hayatta kalan........ gözlerini açıp konuştu... İki yüz kişinin öldüğü kazadan canlı çıktı.... “
Morali yüksek tutmak için sayısız örnek var, tutmamak için de var derseniz; onu da görmemekte fayda var belki; işimize gelmediği için görmemezliğe geldiğimiz şeyler gibi.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

1 .8. 2009
MİMAR SİNAN BİR SÖZÜ ÜZERİNE YAZILANLAR
Adamın biri 80 yaşında ortaya çıkıyor ve diyor ki, “ Bu benim ustalık eserimdir.”
“ Usta “ kelimesinin anlamı malum: Bir işi gereği öğrenmiş olan, işinin eri, akıl veren; akıl öğreten, çıraklıktan kurtulmuş...”
8O yaşındaki bir insanın “ Bu benim ustalık eserim” demesi,
Yaş yetmiş iş bitmişi geç, demektir.
Akıl yaşta değil baştadır, demektir.
8O yaşında usta olduğuma göre, şimdiye kadar çıraktım. Çırak öğrenen demektir, öğrenen
insan da hata yapar. Azimli olursan ustalık payesini er ya da geç alırsın, demektir.
Başkalarının senin için ne dediğinden ziyade belki de senin kendin için ne dediğin, ken-
dini nasıl gördüğün, görebildiğin önemli, demektir.
80 yaşındaki bir üstadın, “ Bu benim ustalık eserimdir.” demesi, sulandırmamak koşulu ile
şunları da demektir:
Kendim için de başkaları içinde hep hoşgörülü oldum.
Yılmadım, yıldırmadım.
Kendimi de başkalarını da affetmesini bildim.
Toleranslı olmam dolayısıyla da affedici oldum, bu da Allah'ın da inayeti ( lütfu) ile beni dinç tuttu.
80 yaşındaki birinin “ Bu benim ustalık eserimdir. “ diyebilmesi bazı insanların külah-
larını önlerine koyup düşünmelerini de gerektirir ki bunlardan bazıları da,
1- Senden adam olmaz diyen ustalar; ebeveynler,
2- Ben bu işi beceremem, ben bunu öğrenemem diyen çıraklar; talebeler,
3- Bundan böyle benden ne köy ne de kasaba olur diyenler
4- Genç yaşta ununu eleyip eleğini asanlar ya da asmayı düşünenler,
5- Yaşam felsefeleri “ armut piş ağzıma düş “ olanlar ve de yaşamları boyunca “ çakıl
taşsız yollarda yürüyeceklerini “ umanlar, olabilir.
Sihirli bir baston birden bana dokunsa ve beni yetenekli bir ressam yapsa büyük bir olasılıkla yapacağım ilk işlerden biri beyaz bir kağıda (tuvale) Selimiye Camiini, Mimar Sinan'ı ve de Mimar Sinan'ın“Bu benim ustalık eserimdir” sözünü ilginç bir şekilde oturtmak sonra da bu çalışmayı çoğaltarak önce kendimin sonra da “ Boş durmaktansa boşa çalışmak iyidir.” nasihatını kulak ardı edenlerin “ Eller cepte bir yere varamazsın.” sözünden hazetmeyenlerin “müsamaha” yı lügatlarından çıkaranların gelirken giderken görebilecekleri bir yerlere asardım. Çoğumuzun bildiği bir söz vardır, “Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı , bir komutan bir ülkeyi kurtarır.” Buradaki “ mıh” gibi “ komutan “ gibi “ ülke” gibi genel sözcükleri kişilere, olaylar,a kelime ya da cümlelere uyarlamak olası.
Binlerce kez duyduğumuz bir söz, bir resim, bir davranış bir müzik öyle bir an gelir ki bizi kendimize getirebilir, değişimimizin ilk basamağını oluşturabilir. Onun için olacak ki Yunus Emre ( Mevlana da olabilir) bir şiirinin bir yerinde şöyle der, “ Varsın tekrar olsun, iyiyi söyle.”. Atalarımız da dememiş mi, “ Ben doğru bildiğimi söyleyeyim de varsın bir kulağından girsin ötekinde çıksın. Bakarsın birinden bir şeyler kalır da gün gelir işine yarar...”
80 yaşındaki bir “ koca “ nın “ Bu benim ustalık esrimdir” demesinde, sevgi var, azim var, hoşgürü var, inanç var, yaşama sevinci var, kısacası saydıklarımızı ve sayabileceklerimizi çatısı altında toplayabilecek “aşk” var.