25 Eylül 2018 Salı

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -21-


Bu hali ruhiyeyi yaşayan birkaç kişi tanıyorum. Onlarla dalga
geçerdim. Bu ne menem şeymiş böyle.
Vazgeçtiyse sorun değil de.
Ama ya, eniştem gelmeden bir duş alayım deyip de banyoya
girdiyse mesela ve de ayağı kayıp düştüyse şu anda beyin kanaması varsa ve acilen doktora gitmesi gerekiyorsa…
Yoksa bu oyunu oynayıp beni tuzağa mı düşürecekler?
Evet evet bu da bir olasılık. Ablası orada. Kapı açılmadı. Beni
meraklandıracaklar.
Kapıyı kırıp içeri girince de, sonuçlarını tahmin etmek için
avukat olmak bile gerekmez.
Öf, gel de çık işin işinden.
Telefona bir kez daha sarıldım. Evet, telefon çalıyor, çalıyor da
açan yok. Ev telefonunu arayacağım ama geçen ay kapattığını biliyorum Neymiş efendim cep telefonu varken ev telefonuna ne hacetmiş? Boşuna masrafmış. Tasarruf ettiği şeye bak.
Başımı kaldırıp bakıyorum. Işığı yanıyor. Perdeler kapalı. Koşuyorum, alttan bir kere zile basıyorum cevap yok.
Çıldırmamak elde değil.
Çilingir çağırsam mı? Babamın oğlunun evi değil ki. Elin kapısı
çilingirle açtırılır mı? En iyisi polisi durumdan haberdar etmek. Ölür mölürse Allah korusun, keşkeler fayda getirmez.
Birden, telefonum mesaj iletisi verdi. Gecenin bu saatinde! Baktım, mesaj baldızdan.
“ Ya enişte birden çok özel bir misafirim geldi. Kapıyı
açamıyorum. Kusura kalma.”
“ Allah senin… Hem özel misafir de ne demek? Böyle olmuş olsa bile bunu bana duyurmanın manası ne şimdi ?”
Baldızın evini penceresine bir kez daha baktım. Bir de saatime
baktım. Sıkıntı içerisinde başımı sallaya sallaya oradan uzaklaşırken, başıma gelenler diye düşünüyordum.
—Hay senin de karpuzunun da Allah belasını vermesin.”
Cep telefonum elimde. Bir mesaj daha geldi. Gene baldızdan. Fırça da sıkıştırmış araya
—Şu anda banyoda. Ne olur arama, az evvelki zillerinden zor
kurtardım zaten. Banyoda olmasaydı sen de ben de hapı yutardık. Allah korudu.
Mesaja bak. Lafa bak. Ciddi mi söylüyor, söylüyorsa bu ne
cüret? Benimle kafayı mı buluyor? Tövbe yarabbi. Nereye çekersen çek.
Yok yok bugün, bu gece benim imtihan günüm. Suçlu
telefonmuş gibi kaldırdım yerle fırlatacakken kendime telkini verdim.
—Ne yapıyorsun Karpuzcu Hüsnü. Öfke ile kalkan zarar ile
oturur. Pire için yorgan yakılır mı?
İlk defa bu dakikalarda kendim için Karpuzcu Hüsnü diyorum ne
alakaysa. Kızgınlıktan… Düşünün ne haldeyim.
Farkında olmadan bir parkın yanına erişmişim. O an ne kadar
yorgun olduğumu hissettim. Parktan içeri girdim. Banklardan birine oturdum. Beş on dakika dinlenip kendime gelmek için Başımı geriye attım, gözlerimi yumdum.
Uyuyakalmışım.
Zil zurna sarhoş bir adamın dürtüklemesi ile uyandım. Dili
ağzının içinde zar zor dönüyordu adamın:
—Ne arıyorsun lan burada? dedi.
Silkinip kendime geldim. Sarhoştan deli bile korkmuş derler.
—Oturmuştum uyuyakalmışım, dedim. “Af ederseniz.”
Birden öpmek için elime sarıldı.
—Ne haddime amca, dedi. Ben kimim ki seni affedeyim.
Görebildiğim kadarıyla. otuz yaşlarında ya vardı ya yoktu. Genç yani. Zavallı! Bu yaşta bu halde olmak.
Zorla elimi öptü:
— Bu saatte burada ne arıyorsun, dedi. “İçkili miçkili de değilsin
benim gibi.”
Cebinden bir el feneri çıkardı, üzerime tuttu. Tepeden tırnağa
süzdü:
— Benceğiz gibi serseri merseri de değilsin, dedi. “Derdin ne?”
Bu kadar görmüş geçirmişlik var. Adam, sarhoş marhoş ama
kötü biri değil belli. Korkum gitti biraz. Zararsız.
— Boş ver, dedim.
Yanıma ilişti. Sigara paketini çıkardı. Uzattı:
—Sağ ol, dedim.” İçmiyorum.”
—Ben yaksam mahsuru var mı dayı, dedi.
Az evvel amcaydık, şimdi dayı olduk.
Sigarayı ağzına aldı. Ateşi yakmak üzereyken.
—Şunun kimseye faydası yok dedim. “Bırak. İçkiden bile zararlı
derler”.
Birden neye uğradığımı şaşırdım. Hay dilim tutulsaydı da
söylemez olsaydım. Ayağa fırladı. Gözlerini gözlerimi dikti. Gayri ihtiyari sindim. İçimden “ Sana ne elin adamının sigarasından migarasından Hüsnü ” dedim. Göz ucuyla çevreyi de süzüyorum ama gecenin bu saatinde. Park cadde üzerinde de değil.
Gözleri hala gözlerimde. Ya sinirden titriyor ya karanlığın da
etkisinden bana geliyor.
Korka korka:
—İçebilirsin dedim. “Beni yanlış anladın. Bana dokunmaz.”
Cevap vermedi. Burnundan soluyordu işte. Elini de dişlerini
sıkarak cebine attı. Şimdi ben sana gösteririm der gibi der gibisinden başını sallamaya başladı.

Devamı Var

14 Eylül 2018 Cuma

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -20-

-Arabayı durdurdu-

Şoför arabayı durdurdu. Beklemiyordum, sordum:
—Ne oluyor?
—Geldik abi. Verdiğiniz adres burası, dedi
Hakikaten de öyleydi. Ne kadar daldıysam siz anlayın artık.
Taksimetrenin yazdığı ücreti ödedim. İnerken, tüm kızgınlığıma
rağmen:
—İyi geceler, dedim.
Kapıyı yavaşça örtüm. Birkaç metre uzaklaşmıştım ki adam
kapıyı açmış sesleniyor.
— Karpuz sergin ne tarafta? Yolum düşerse…
Daha fazla tahammül edilir mi? Ölür müsün öldürür müsün
derler ya.
—Cehennemin dibinde dedim.
Neden bilmem, yani, duydu da tepkimi mazur mu gördü, yoksa
duymadı da nasıl olsa bir şey söylemiştir ne şiş yansın ne kebap cinsinden bir şey mi söyleyeyim dedi.
—Canın sağ olsun.
Karşılık vermedim ama gayri ihtiyari eyvallah gibisinde el
salladım.
Baldızın ışığı yanıyordu. Beni bekliyordu belli. Adımlarımı
Hızlandırarak kapıya vardım. Dış kapının girişinden, daire ziline dokundum. Bekledim. Açılmadı. Bir kez daha dokundum, gene açılmadı. Yanlış bir zile basmış olabilirim paniğini yaşadım bir an. Bu saatte tanımadığın birinin ziline basmak, Allah korusun.
İyice yanaşarak kontrol ettim, yanlışlık yoktu. 22 numaralı
dairenin ziline basıyordum. Bir kez daha bastım, bir kez daha bastım, uzun uzun bastım. Daire zili mi bozuktu acaba?
Şans işte, hemen ilerimde bir taksi durdu. Genç bir bayan indi. Benden tarafa geldi.
— İyi geceler, dedi.
Koskoca site. Kim kimi tanır…
—Anahtarı almayı unutmuşum da çıkarken, dedim. “Evdekilerde
uyuyakaldı herhalde.”
Gözleri ile şöyle bir süzdü beni. Kılık kıyafetim düzgünceydi.
Olur böyle şeyler der gibisinden başını salladı, kapıyı açtı.
—Teşekkür ederim, dedim.
Asansörün kapısını da açacaktım ama belki rahatsız olur
düşüncesi ile merdivenlere yöneldim. Basamakları ikişer ikişer atladım. Nefes nefese baldızın dairesinin kapısının önüne vardım. Zile bastım. Zil çalıyordu. Zil çalıyordu da açan maçan yok. Kapıyı tıklattım. İçerde de kim olduğumdan emin olmadığı için kapıyı açmakta tereddüt mü gösteriyor acaba diye düşünerek, ağzımı kapıya yanaştırdım:
—Benim baldız, dedim. “Enişten Hüsnü.”
Karşılık yok. Bir daha bastım zile, bir daha
Dedim ya, baldız biraz değişik bir kız. Muhtemelen ya fikrini
değiştirdi, ya da fikrini değiştirecek bir şey oldu, kapıyı açmamaya karar verdi. La havle çekerek aşağı indim. Dış kapıyı yavaşça kapattım, iyice örtülüp kilitlenmemsi içinde kendimce bildiğim bir yöntemi uyguladım.
“ Ya başına bir şey gelmişse?”
Aklıma gelen bu düşünce bir anda beni ter içinde bıraktı.
Ya başına bir şey geldiyse, şu anda acil olarak yardıma
gereksinimi varsa?

12 Eylül 2018 Çarşamba

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -19-
- Oluyor Bazen--

Sözde bir şeyler konuştuk. Konuştuklarımızdan tek bir cümle,
tek bir kelimesi bile aklımda kalmadı desem yeridir. Belki biraz sonra anımsayacağım.
Oluyor bu bazen bende. Konuştuklarım ya da konuşulanlar
aklımdan çıkıp gidiyor ve bir süre sonra bir bakıyorum bazen tamamı bazen bir kısmı, bazen bir cümlesi ya da kelimesi aklıma geliveriyor hiç ummadığım bir anda.

Mevlit Amca, otelden ayrıldıktan sonra ben de otelden çıktım. Epeyce bir süre yürüdüm. Hiçbir şey düşünmedim. Adeta
beynimi dondurdum. Belki de pek çok şey düşündüm de farkında değilim.
Benim Baldız Binnaz deli dolu değişik bir kız. Günü gününe saati saatine uymaz. Yıllardır tek başına yaşıyor. Annesi ve hanım dâhil kimseye gidip gelmiyor. Yolda izde karşılaşırsak sarılıp öpüşüyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse bazen o bazen de ben görmemezlikten de geliyoruz. Birbirimizi ne kadar sevdiğimizi anlayın artık.
Birden onun telefonunu anımsadım. Cep telefonumu çıkarttım.
Vakit de epeyce geç olmuş ama hani içimden geldi aramak. Ters ve şiddetli bir tepki görme pahasını da göze alarak ( bazen yapar), inşallah uyumamıştır ya da bir misafiri falan yoktur temennisini de içimden geçirerek aradım.
Allah’ın sevgili kuluymuşum. Hoş bir sesle açtı telefonu: Alo
der demez ben,
—Vay enişte, merhaba! dedi.
Biri demiş de benim mi aklımda kalmış yoksa ben mi öyle
düşünüyorum sevabı ile günahı ile: olasılıkların sonu gelmez, iyi için de kötü için de…
—Merhaba Binnaz, dedim.” Rahatsız etmiyorum inşallah bu
saatte.”
—Vallahi sıkıntıdan patlıyorum enişte, dedi.” Haydi, atla gel.”
Bu kadar olur derler ya bu kadar olur. Kör ister bir göz,
Allah verir iki göz.
-Tamam, dedim. Saate baktım, mütalaada bulundum.” Yarım
saate kalmaz oradayım.”
— Okey, dedi.
Keyfim bir an için kaçtı. Bir şey demeden telefonu kapattım
gayri ihtiyari.
” Tamam ” varken “ oldu” varken okey deyenlere sinir oluyorum
ama yapacak da bir şey yok. Son günlerde de moderatör çıktı başımıza. Sunucuyu kendilerine yakıştıramayanlar moderatör diyor. Sanıyorlar ki moderatör onlara erişilmez bir hava verecek.
Telefon ile konuşurken farkına varmadan ara sokağa sapmışım. Sağıma soluma baktım taksi falan yok.
Kıza da yarım saate kalmaz gelirim dedim. Otele dönüp arabamı
almaya kalksam saatler alır.
Dedim ya kısmet geliyor üst üste. Hemen birkaç metre ötemde
bir taksi durdu. İki kişi indi taksiden. Koştum taksiye doğru, koşarken de bağırdım:
—Taksi!
İnenler duydu sesimi. Hareketlerinden “ müşteri” anlamında bir
işaret yaptıklarını anladım.
Şoför mahalli kapısı kapanmadan yetiştim.
— Boş mu, dedim alışkanlık gereği.
— Boş Hüsnü Abi, dedi. “Buyur.”
Beni tanımıştı. Arabaya binince,
“ Nerden beni tanıyorsun” der gibisinden de
— Merhaba, dedim.
— Merhaba, dedi.
Sordum:
— Nerden tanışıyoruz?
—Alt sokaktaki duraktanım ben. Siz de Karpuzcu Hüsnü.
Ne yalan söyleyeyim bozuldum birden. Karpuzcu Hüsnü değil
Avukat Hüsnü diyecekken ekledi.
—Geçen gece de sizi otele bırakmıştım.
—Tesadüf işte, dedim.
—Aslında ben sizin Mevlit amcanızı iyi tanırım dedi. Benim
kayınçonun karısının bir akrabası onların gelini.
Mevlit amcamın beni nasıl bulduğu anlaşıldı. Demek ki laf lafı
açtı, taksici beni adını unuttuğum otele bıraktığını söyledi.
Sordu:
—Karpuz işleri nasıl gidiyor dayı?
Böyle, dayı amca gibi sözlerden haz etmem. İçimden “ dayın
kadar taş düşsün başına” dedim.
Adam benden yaşlıca. Dayı sözünde belki de bir art niyet yok. Yine de sözden rahatsız olduğumu hissettirmek istedim:
—Nasıl gitsin işte yeğenim, dedim.” İyi.”
—İyi de dedi, “Karıyı kaçırmışsın ama.”
Cevap vermedim.
Adam, felsefe yapmak için yaratılmış(!). Devam etti:
—Katırdan inip eşeğe binmek gibi bir şey oldu herhalde ona.
Susmaya devam etim.
—Avukat Hüsnü Bey’in karısı nerede, karpuzcu Hüsnü’nün
karısı…
Susmamı sürdürdüm.
—Avukatlığı tamamen bıraktın mı?
- …
— Karpuzcu mu oldun artık?
- …
— Kışında pırasa işine falan girersin sen
- …
—Akıl vermek gibi olmasın ama pırasa işine falan girersen karı
hiç dönmez sana. Pırasacı Hüsnü.
İmtihanın bin türlü şekli var derler. Bu da böyle bir şey olsa
gerek. Tepkimi ölçmek için bir an için suratıma baktığını görünce şoförün aklı sıra yaptığı espriye, güler gibi yaptım.
— Aradık bulduk dedim. Artık pırasacı Hüsnü mü derler, turpçu
Hüsnü mü derler.
***
DEVAMI VAR

9 Eylül 2018 Pazar

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -18-


Boşa dememiş diyen, “Arayan bulur!”.
Avukatız, arayıp da bulamadığımız pek çok kişi oldu ama söz,
tam odama çıkarken otelde hakikat oldu: “Arayan bulur!”
— Hüsnü Bey, lobide bir bey sizi bekliyor
Allah Allah , dedim kendi kendime. Görevliye “ Kimmiş?”
demek de aklıma gelmedi.
Aşağıya indim. Etrafıma bakındım. Lobide oturan birkaç kişi
vardı ama hiçbiri tanıdık gelmedi. Resepsiyon görevlisi ile göz göze geldim, köşedeki masayı işaret etti başı ile.
Gayri ihtiyari saçımı başımı düzelttim elimle, üstüme başıma
baktım işaret edilen yere varıncaya kadar. Bir adamdı, bir şeyler okuyordu. Önüne geçtim, fark etti, göz göze geldik. Bu Mevlit Amca idi. Karımın amcası. Yıllar olmuştu görüşmeyeli, sever sayardım kendisini. Beni görünce bastonundan da destek alarak kalkmak istedi, buna olanak vermedim, saygıyla elini öptüm,” hoş geldiniz” dedim.
— Hoş bulduk, dedi.
Beni burada nasıl buldunuz demeyi düşündü isem de bir an,
vazgeçtim. Bir süre karşılıklı oturduk. O konuşmayınca havadan sudan konuşarak lafı açmak bana düştü.
—Nasılsınız Mevlit amca?
“İyiyim iyiyim” manasına gelecek şekilde başını salladı.
—İyi gördüm sizi, dedim. “Maşallah.”
İyiyim, iyiyim şükür manasına başını salladı tekrar.
Gene sustuk. Bir şey de demiyor. Bu yaşta arayıp tarayıp beni
bulduğuna göre ( Nasıl bulduğunu da merak etmiyor değilim ama sormak da nezaketsizlik olur diye düşünüyorum.)
—Sıhhatiniz sağlığınız iyidir inşallah.
Sıhhatin ile sağlığın bir arada kullanılmayacağını biliyorum ama
oldu işte.
Avukatım, ağzımda laf eder ama karşıdan da bir şey çıtlatmadan
da ne diyeceğimi bilemiyorum.
—Bir şey içer misiniz?
Önünde kahve fincanı vardı, işaret etti.
— İçtim dedi.” Sağ ol.”
Belli belirsiz:
—Afiyet olsun, dedim.
Cebinden tespihini çıkardı. Vallahi, yıllar önce Haç’tan bana
gelen benim de Mevlit Amca’ya hediye ettiğim bir tespihti bu. Bu kadar yıldır kaybetmemiş olması beni hem şaşırttı hem sevindirdi. Şu anda elinde bu tespihin olması, “ben seni seviyorum, benim için değerlisin “manasına da gelebilirdi pekâlâ. Yani, bunun tamamen bir tesadüf olması olanaksızdı. Bu bana verilen bir mesajdı.
Pos bıyıklarını sıvazladı, birazda alaylı sordu:
— Karpuz işi nasıl gidiyor?
Laf olsun diye “ iyi “ diyecektim ama birden çıkan meseleleri
anımsayıp “ hiç sormayın? Geldi başıma bir bela” der gibi iki elimi yanına açtım.
Mevlit Amca, meseleyi bildiğini göstermek için olsa gerek direkt
konuya, kendi anlatımı ile girdi. Bir cümle ile karımın derdini de döktü:
—Aynur Hanım “ Karpuzcu Hüsnü’nün karısı değil misin?”
deyince çıldırmış seninki.
“Aynur Hanım…”
“Karpuzcu Hüsnü’nün karısı”
“Kapıdan çıkarsan boşarım seni”
—Sen karının huyunu bilmiyor musun oğlum. Kırk yıllık karını
tanıyamadın mı?
Söyleyeceklerimi toparlamaya çalışırken, bir cümle daha etti
Mevlit amca:
— Senin karı deli de anası deli değil mi sanki?
- …
—Boşan ondan, yalama tükürdüğünü diyor.
- …
— Senden evvel karını isteyen biri vardı biliyorsun. Gerçi yıllar
evveldi ama bu hakikati değiştirmez. Boşan, seni ona satayım diyor.
Bazen insan kendini tutamıyor işte.
— Yuh, elli yaşındaki kadını.
— Benden duymuş olma lakin…

4 Eylül 2018 Salı

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI-17-

Gittim. Çok şey konuştular. Şanstan bahsettiler, talih kuşundan
bahsettiler, “Acele acele nereye gittiğimi sordular. “Aradık aradık bulamadık, merak ettik”, dediler. Espri yaptılar:” Polise kayıp ilanı verecektik.” dediler.
Söyledikleri her şey bir kulağımdan girdi ötekinden çıktı. Söylediklerini işitmiş olmama rağmen duymadım.
Kendilerime göre planlar yapmışlar, yeni pazarlar oluşturmuşlar.
Hatta bazıları ihracata bile başladı. Amaçlar büyük. Ümitler büyük. Ben gözdeleriyim.
Benim aklım başka yerlerde olduğu için hal ve davranışlarımdan
kasıldığımı sanmışlar. Bunu da olağan bulmuşlar anladığım kadarıyla, karpuz uzmanlığımı kanıtladım ya. Anladığım kadarıyla, bir maden bulduklarına inanmışlar, bu madeni ürkütmek de istemiyorlar. Ne de olsa yıllardır tanıyorlar beni. Kırmazı çizgimi bildikleri gibi zayıf yönlerimi de biliyorlar.
Konuştular, konuştular…
“Karpuz sezonu bitmeden vurgunu vuralım.” dedi biri, kim
olduğunu çıkartamadım.
Para güç, para kuvvet, para kapalı kapılardan çoğunu açabilecek
bir araç.
Aralarında konuşmuşlar, anlaşmışlar benim karpuz seçiminde bir
numara olduğuma inanmışlar. Karpuzları yüzde 99,88’ın bu mevsimde çok iyi olacağımı kime inandıracaksın?
Sanırlar ki ben iyi karpuz seçiyorum, alanlar memnun, müşteri
de müşteri sergiler içerisinde sergi çekiyor adımız da öyle ya da böyle çıktı, garantimiz oldu farklında olmadan. Bir yazı bir sesleniş, satışı arttırıyor:
—Hüsnü Bey’in karpuzları bunlar!
Alanlardan, alıp da memnun olmayanlar da var mutlaka.
Alanlardan bazıları da reklâmlara kanıyor. Satıcı avazı çıktığı kadar bağırıyor, yırtınıyor adeta.
— Hüsnü Bey’in karpuzları bunlar!
Neden Mehmet Bey’in demiyor, neden Abdürezzak Bey’ in
neden Güngör Hanım’ın karpuzları demiyor da yırtınırcasına Hüsnü Beyin karpuzları diyor. Elbette bir bildiği var. Elbette karpuzuna güveniyor. Elbette…

Payımı avucuma sıkıştırdılar. Böyle şeylere alışlık değilim(!) Utandım(!)
“Yarın ezan okunurken burada buluşalım.” dediler.
Üç kamyon karpuz seçecekmişim. Hepsin satılacağından
eminler.

Hüsnü Bey’in karpuzları bunlar!
Bana güveniyorlar. Karpuz uzmanıyım ya, oysa bu böyle değil. Zaman karpuz zamanı. büyük olasılıkla beklenmedik bir anda ve
bir yerde kafana saksı düşmesi gibi bir şey.
Bana inanmışlar, karpuzla beni eşleştirmişler.
—Hüsnü Bey’in karpuzları bunlar… Koş koş koş, kaçırma,
bitmeden yetiş. Hüsnü Bey’in karpuzları!

Hayatta böyle bir şey işte. Kader ne getirecek bilinmiyor.
Yılların Avukat Hüsnü’sü birkaç gün içinde oldu size Karpuzcu
Hüsnü Bey.
Avukat Hüsnü Bey, Karpuzcu Hüsnü.
Karpuzculuk da en az avukatlık kadar saygın bir meslek demem
neyi değiştirir.
Biri avukat Hüsnü Bey, biri karpuzcu Hüsnü
Yıllarım Avukat Hüsnü Bey idik, otuz bilmem kaç yılda bu
unvanı elde ettik, birkaç günde karpuzu Hüsnü olduk, mahallede tanımayan kalmadı. Karpuzcu Hüsnü. Avukat Hüsnü Bey’i tanımayan vardı belki amma Karpuzcu Hüsnü’yü tanımayan yoktu artık

DEVAMI VAR

1 Eylül 2018 Cumartesi

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -16-


Elleri tutup yavaşça gözlerimden çektim. Döndüm. Genç bir
Kadın. Ay parçasından farksız. Ama tanımıyorum. Ne diyeyim?
Masanın öteki tarafına geçti. Gözleri gülüyordu. Sordu:
— Tanımadınız mı?
Daha dikkatli baktım. Çıkartamadım.
— Biraz yardımcı olsanız, dedim.” Anımsayamadım birden.”
— Gözlerimin değişmediğini söylerler hep. Gözlerime bakın.
Baktım…
— Esma’yım ben?
— Hangi Esma?
Kötü oldu herhalde. Yönetmen, bende ya da onda bir iticilik
oldu.
Biri geldi, bayanın kulağına bir şey söyledi.
Kadın, tokalaşmak için elini uzattı
—Kusura bakmayın, dedi,” Size bir kamera şakası yapacaktık
ama yönetmen hemen gitmemiz gerektiğini söyledi.
—İsmimi nereden öğrendiniz diyecektim, olanak bırakmadı o. Hızla oradan ayrıldı.
Bu arada köftem, salatam ve ayranım geldi.
Köfteden bir tane ağzıma attım. Pek tatsız geldi. Muhtemeldir ki
tatsız olan köfte değil benim ağzımdı. İki çatal salatadan aldım, ayranı da yarısına kadar içtim sonra da hesabı ödeyip oradan ayrıldım. Yoldan bir taksi çevirdim:
— Beni herhangi bir otele götür, dedim.
Şoför:
— Hemen karşıda bir tane var beyefendi, dedi.
Şoförün gösterdiği yere baktım gerçekten de bir otel vardı. Başka bir şoför olsa…
Şoföre teşekkür edip yüz metre ötedeki otele gittim. Bir oda
kiraladım. Odama çıktım, kendimi yatağın üzerine fırlattım, gözlerimi yumdum.
Gözlerimi açtığımda ezan okuyordu. Sabah ezanı sandım, öğle ezanıymış. Yaşamımda ilk defa öğle ezanı okunurken uyanmış oldum böylece. Yattığımda saat 19 falandı, böyle olduğunu düşünürsek takribi 18 saat bir uyku. Üstelik deliksiz. Bir kez bile uyanmadan. Bu kadar mı yorgundu bedenim?
Cep telefonuma bakmak ilk işim oldu. Arayanlar olmuş,
telefonum açık olmasına rağmen hiçbirini duymamışım. Arayanlar mahalle arkadaşları, karpuzcular. Karım tarafımdan aranmamışım. “ Aramazsan arama dedim mırıldanarak. “Çok da lazımdı sanki. Hem suçlu hem de güçlü. Haspa…”
Kahvaltı alışkanlığım vardır. Öğle vakti olmasına rağmen
kahvaltı yaptım. İçtiğim iki bardak çay iyi geldi. Üçüncü bardağı içerken, telefon çaldı. Arayan Ercan Bey’di. Karpuz işini organize edenlerden. Daha bir şey demeden hatta merhaba demeden, meseleyi bilmediğinden tabi, telefonu açmadığım için önce epeyce bir fırçaladı sonra da hâsılattan bahsetti ve son noktayı koydu “ İki ay sonra köşeyi döndük, biz bu sene boşuna göz nuru dökmüş, boşuna diz çürütmüşüz. “
Ve ekledi:
— Kahvedeyiz ekipçe, hemen gel. Biz kırıştık paraları, seninki
bende gel al.

DEVAMI VAR