31 Temmuz 2019 Çarşamba

KENDİNE ZAMAN AYIRMAK

Eminim ki şu anda bir bölgenin bir yerinde sarı çizmeli Mehmet Ağa vardır. Bugün onun için özeldir. Bu günü kendisine ayırmıştır. O, bugün belki en güzel kıyafetlerini giyerek eylemini gerçekleştirmektedir. Belki hep odasındadır, pijamalıdır. Belki beş hizmetçisi olmasın rağmen sabah kahvaltısını da kendisi hazırlamış pek lezzetli olmasa da öğle ve akşam yemeğini kendisi pişirmiştir. Sözün özü o, bugünü kendisine ayırmıştır ve olağanüstü bir olay olmadıktan sonra o günün keyfini külahını önüne koyarak geçirmek istemektedir.
Külahını önüne koyarak düşünmek güzel şey olsa gerek. Diyelim ki haftada bir günü ya da ayda bir günü ya da haftada, iki saati kendinize ayırıyorsunuz hem güzellikler yaşıyorsunuz hem yaptıklarınızı ve yapamadıklarınızı değerlendiriyorsunuz hem de önümüzdeki günlerde, aylarda belki yıllarda neler yapmanız gerektiğini düşünüyor planlıyor ya da hayal ediyorsunuzdur. Güzel değil mi?
Bazı insanlar vardır düşünmekten korkar düşünen insandan ürker. Bazı insanlar vardır düşünen insanı sever takdir eder. Düşünen insanlarla dostluk kurmak ister. Binaenaleyh düşünmek önemlidir, garklıdır de. Hele hele bu düşünce mantıklı bir düşünce olur ve pozitiflik üzerine olursa.
Adnan, yaşı otuzun üzerinde. Ailesiyle oturuyor. Haftada bir gün diyelim yirmi dört saatten vazgeçtik iki saat diyelim sakin bir yerde otursa güzel düşüncelerle kahvesini yudumlarken hayatında pek çok şeyi değiştirebilir. Mesela” kazık gibi adam oldum, hala yatağımı ve odamı annem” topluyor diyebilir. Aydan Hanım, epeyce bir süredir bu konuda oğluna bir şey demiyor artık. Ne desin kadın?
Laf lafı açtı, …… ‘tan bahsettik. Güldük eğlendik, eleştirdik. Son sözü Barçın söyledi. . Barçın kırk yılda bir konuşur ama güzel konuşur. Onlar öyle olduğu için böyle.
Buyur nereye çekersen çek. Şimdi ismini vermediğim o kişi haftada bir günü mümkün olduğunca kendisine ayırırmış. Bir haftamım muhasebesini yapar yaptıkları ile mutlu olur yapamadıklarının sebebini düşünür sonuçlarını değerlendirirmiş.
Yaşamı genellikle başarısızlıklarla geçen ve de hep yerinde sayan ve bundan şikâyetçi olan insanlara gidip “ Bugün ne yaptın ya da bugün ne yapacaksın” diye sorsanız verecekleri cevap büyük olasılıkla “ Hiç! Olacaktır.
Hiç demek bir planım bir amacım yok demektir ki bu başarısızlığın reçetesidir. Bunun böyle olduğunu herkes bilir. Demek ki mesele sorunu bilmek değil sorunları halletmek için fikir üretmekten ve de ortaya çıkan fikirleri değerlendirmekten geçmektedir.
Bugün ne yapacaksın bugün ne yaptın sorusunu her sabah ve her akşam her insan kendine sormalı.
Âşık Aş ne demiş:

Her sabah her akşam sordum soruyu
Bugün ne yapacaksın bugün ne yaptın
Günaydın dedim, gün aydın oldu

29 Temmuz 2019 Pazartesi

AHLAKSIZ BİR İNSANA KARŞI MİNNET YÜKÜ ALTINA GİRMEK TAHAMMÜL EDİLMEZ BİR BELADIR.( LA ROCHEFOUCAULD)

26 Temmuz 2019 Cuma


ÖYKÜ NEDİR?

EN BASİT TANIMI İLE ÖYKÜ, OLMUŞ YA DA OLABİLECEK OLAYLARI ANLATAN ( YAZILI YA DA SÖZLÜ) BİR EDEBİYAT TÜRÜDÜR.
YAZMASI KOLAY OKUMASI HOŞTUR. HİKAYE DE DENİR.

22 Temmuz 2019 Pazartesi


AYDEDE

Gecenin bir vaktinde,
Gözleri, döktü defteri önüne
Bir anlattı bir anlattı, pir anlattı.

Yüzünün kızarıp kızarmadığından
Emin değilim amma
Başı düştü önüne,
Belki utandı garibim
Belki,
“ Bekâra eş boşamak kolaydır dostum!” dedi.
Belki de,
Akıl erdiremediklerine şaştı kaldı.


Açıklık getirdi Aydede sözüne,
“Paslanmış kilitsin sen “dedi
“Kilidin hasısın” da dedi
“Dört yanında yağlar
Üstelik hazır eden sensin”
Göz ucuyla baktı ona
Bunları kendi bilmiyor muydu sanki?
Ya sabır, çekti.


Gecenin bir vaktinde
Yıldızların tümü tepesinde
Konuşan da Aydede’ydi
Yakalamışken zavallıyı,
Formdaydı da belli
Hem iğneliyordu
Hem de gaz veriyordu.


“Sus” diyemedi
Konuşursam susar belki dedi
Ses tonu sert,
“Dönmüyor kilit işte” dedi
Uzattı kilidi ve de ekledi:
“İnanmıyorsan bir de sen dene
Pohpohlamakla olsaydı bu iş
Gazın da pompanın da hassı bende amma,
Aklını kendine sakla Aydede...”

“ Ne halin varsa gör de şuna” dedi
Yıldızlardan biri Aydede'ye
Ve dahi ekledi:
“Ukalaymış da üstelik...”
Yukarıda söyledikleri ne ise de
Aşağıdaki sözü
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı” oldu biraz
Aslan yatağından bellidir...


Gün kötü geçti onun için
Aydede mi etkili oldu bunda
Yıldızlar mı bilinmez
Farkındayım ben demedi bakın
Hani derler ya,
Suç gelin olmuş,
Sahiplenmemiş hiç kimse...


Ertesi gün,
Bir kilide baktı o
Bir de yağa
Ertesi gün de öyle yaptı
Ertesi günde.



Of dememek olası değildi onun için,
Tepesinde Aydede,
Fark etmiyor gibi yazsa kaç yazar hani
Gözleri üzerinde
Kararlı da belli
Atmazsa adım
Başlamazsa bir yerlerden
“İnsan yerine koyduk da seni
Bir şeyler dedik “diyecek gibi
Ve hep birlikte yıldızlar
Saklandıkları yerlerden çıkıp
El vurarak vokal oluşturacaklar
Baskı kuracaklar, diyecekler Aydede’ye:
“Ne hali varsa görsün, ne hali varsa görsün”


Tıkla çıt arasında bir ses
Aynı sesi telaffuz olanaksız
Çalışan anahtar ne güzel de açıyor kilidi
Her kilitlenişinde
En küçüğün elinde bahsettiğim kilit
Ve söz meclisten dışarı
Izbandut gibi biri
Kan ter içinde üstelik elinde de bir kilit,
Anahtarı içinde,
İçinde de, dönmüyor ki dönmüyor
Anahtar paslı değil, paslı olan kilit
Belli ki paslanmış iyice...
Aydede’nin bir gözü açılmayan kilitte
Bir gözü üstünde
Korkarım patlayıp haykıracak şimdi:
“Kımıldasana,
Sözümü havada bırakarak onurumu kırmasana!”


Derken, bir alkış koptu birden
Mini mini bir yıldız
Alkışladı, coşkulu gibi geldi ona
Alaya mı aldı bilmem
Elimi yüzümü yıkadığını görmüş
Hem saf hem deneyimsiz
Mana çıkartmış
Sabırla koruk helva olur deyip
Sıvayacak kolları sanmış
Başlarsa bitireceğine yürekten inanmış,
Bir anlattı bir anlattı Aydede’ye
Kımıldattın onu, dedi gerisi gelecek
Aydede gülümsedi,
Ve dedi, ölü toprağını atsa üzerinden bir
Akşam olunca,
Oldu olmadıyı geçip
Bir şeyler yaptım dese…

O yıldız, yıldızı olacak gibi onun
Elimden tutmaya karar verdi,
Koştu geldi kondu avucuma dese bu yeter,
Yürüyecek de işte
Paslanmış iyice
Ümidini yitirenler,
Bırakın ne hali versa görsün demiş,
Yaşam bu işte,
Ümit bu işte;
Bu kez olacak
Binin binbiri var...

Sözün özü,
Yürüdüğün düz yolda bile patlayabilir
Lastik bir gün,



Duyan da, tövbe yarabbi...


Sabırla koruk helva olur

********************


GÜZEL SÖZ :
BAŞKALARININ ISDIRABINI UNUTMAK KOLAYDIR ( GRAHAM GREENE)

19 Temmuz 2019 Cuma


SCHİLLER Ne Demiş?


İnsanı büyük veya küçük yapan kendi iradesidir.


****
HAYIRDIR İNŞALLAH!
- Hayırdır Ekrem Bey?
- Ne diyeyim, hayırdır inşallah.
***
- Fark ettin mi… Ekrem Bey’in ağzı kulaklarında bugün.
- Evet ya, benim de dikkatimi çekti.
- Bilmem farkında mısın birkaç gündür böyle.
- Boş ver.
***
- Duydun mu haberi?
- Ne haberi?
- Kulaklarına inanamayacaksın.
- …
- Ekrem Bey, zam düşünüyormuş.
- Geç bu balonları Ercan.
- Vallahi öyle. Sertaç Bey, söyledi…
***
- Duydun mu haberi?
- Ne haberi?
- Boş ver, belli ki duymamışsın?
- Çıldırtma adamı anlat.
- Ekrem Bey, işçilerden yarısını işten çıkartacakmış.
***
- Geç bunları geç.
- Allah seni inandırsın hakikat.
- O düşünse düşünse birkaç kişiyi daha işten nasıl atarım, zam vermemek için hangi bahaneleri üretebilirim, diye düşünüyordur.
- O da öyle ya. Ama ne bileyim yine de duyduklarım hoşuma gitmişti de.
***
- Müjdemi isterim Rasimciğim.
- Ne müjdesi.
- O arabayı alabilirsin artık.
- Nasıl olacak bu iş.
- Ekrem Bey zam yapıyormuş maaşlara.
- Hade ya.
- Ölünü öpeyim doğru söylüyorum
- …
***
- Ekrem Bey, çok dalgın bugünlerde değil mi?
- İşler bozukmuş.
- Ne diyorsun Hilmi!
- Düşünde görsen inanmazsın değil mi?
- Çok mu kötüymüş.
- Bugün yarın kapıya kilit vururmuş. Senin anlayacağın iş aramaya başlayalım biz.
- Bence de…
***
- Yok daha neler.
- Yoku falan yok bunun dostum. İmzalar atılmış.
- Yüzde yüz büyümek bu.
- Elbette… Komşuda pişer bize de düşer.
- Yeni bir yer düşünüyorum demişti geçen gün. Olursa başına seni falan getirmeyi düşünüyorum demişti geçen gün. Demek buymuş. Bu müjdeli haberi verdin ya Mutlu, akşam yemeği benden.
- Bana uyar. Ama lüks bir yer isterim.
- Sözü mü olur!

18 Temmuz 2019 Perşembe

Güzel Söz :
Bir şeyi gerçekten bilmek, onu anlatmakla olur. ( Socrates)

-----------------------------------------


DEĞİŞİM ÜZERİNE BİR SOHBET

“Rüyasında görse inanmazdı. Neymiş, değişecekmiş”
Kitap bu cümlelerle başlıyordu. Kitabın bundan sonraki cümlelerini okumadığı için o kişinin değişip değişmediğini bilmiyordu lakin cümleleri okuyunca beyni hareketlendi, gözlerinin önünden bir sürü insan geldi geçti doğruyu bilen
İnsan akıllı canlı. Bazı mevzularda değişmesi gerektiğini bilmez mi? Bilir elbet. Bazen kendi kendine değişmesi gerektiğine karar verir, bazen bir büyüğünün akıl vermesi ile değişme kararı alır. Bazen bir bilge bazen bir hekim ona değiştirmesi gerektiği bazı alışkanlıklardan, huylarından vazgeçmesi gerekçiğinden bahseder o da “ değişeceğim ya da değiştireceğim” der ya da demez.
Değişeceğim ya da değiş demek kolay değişmek zordur elbette. Danışan yol almış danışmayan yolda kalmış misali şair ne demiş:

Değişeceğim dedi
Güldük
Değişmeye başladı şaştık
O değişti büyüdü
Biz
Yerimizde saydık

Gelişmek gerektiğinde değişmeyi gerektirir. Bu değişimi yapmayanlar ya da yapamayanlar bazı sıkıntılara göğüs germek mecburiyetinde kalabilirler. O da onların tercihidir.

17 Temmuz 2019 Çarşamba



Güzel Söz:

Boş kap , dolu fıçıdan daha çok ses çıkarır ( JOHN LYLY)


***
GELMEYEN MİSAFİR

Beş karış surat ile epeyce bir süre evin içerisinde dolaştı. Adımlarını hızlı hızlı attı. Tespih çekti. Saçlarını karıştırdı. “ Tamam İsmail!” dedi.
“Tamam İsmail” sözü ilk şoku atlattığının bir kanıtıydı. Tehlike azalmıştı. Şimdi, ocağa çay koyacak üç bardak çay içince kendine biraz daha gelecekti. Öyle de oldu. Çaydanlığı temizledi, demliğe çay, çaydanlığa su koydu. Ocağı yaktı. Çaydanlığı üzerine yerleştirdi. Salona geçti. Koltuklardan birine oturdu. Çoraplarını çıkardı ayaklarını sehpanın üzerine uzattı. Ayak parmaklarını oynattı, güldü.
“ Gitsin otelde kalsın efendim.” dedi. “Burası otel mi?”
Televizyon kumandasını aldı düğmesine bastı.
“ Koskoca bir hafta! Burada kalabilir miymiş? Bir sakıncası var mıymış? Var efendim bir sakıncası var.”
Açtığı televizyon kanalında reklâmlar başlayınca başka kanala geçti, Orada da reklâmlar vardı, Bir başka kanala geçti orada da reklâmlar vardı.
“ Hay sizin reklâmınıza”dedi İsmail. Televizyonu kapattı. Ocağın ateşini fazla açmış olmalıydı, suyun kaynadığını hissetti. Seğirtti mutfağa. Gerçekten de su kaynamıştı. Mutfaktan içeri girerken de çaydanlıktaki su taştı, ocağı söndürdü.
“ Bir sen eksiktin.” dedi
Çaydanlıktaki suya mı kızmıştı, ocağa mı kızmıştı, gelecek kişiye mi kızmıştı, teyzesine mi kızmıştı anlaşılamadı.
Ocağın altını tekrar yaktı. Çayı da demledi. Mutfak balkonuna çıktı. Karşı balkonda genç bir kadın vardı. Sandalyesine oturmuş, bacak bacak üzerine atmış çayını yudumluyordu.
İsmail, bir an kadının oturmakta olduğu dairenin bir aydır boş olduğunu, camında da “ kiralık” yazısının olduğunu hatırladı. Kaça tutulduğunu merak etti. Kadına baktı, bir an göz göze geliriz de, hem hoş geldiniz der hem de sorarım düşüncesi ile.
Kadın da İsmail’i fark etti. Fark etmesiyle de üzerindeki kazağa benzer giysiyi hızla çıkarttı bacaklarına örttü. Yarım da döndürdü sandalyesini.
İsmail, utançtan kıpkırmızı oldu. Hiç fark etmedim eteği mini miydi yoksa” diye içinden geçerdi. “ Hay Allah” dedi belli belirsiz. İçeriyi girdi. Perdeyi çekti.
Mutfak masasının taburesine çöktü İsmail. Birkaç dakika orada kaldı sonra kendisine çay doldurdu. İki şeker attı. Karıştırdı. Çayından bir yudum aldı. Çay pek lezzetsiz geldi. Belli ki keyifsizliği tat alma organını da etkilemişti.
Yanlış anlaşılmaktan oldum olası korkardı. Korktuğu bir kez daha başına gelmişti işte. Kadınının yanlış anladığı aşikârdı. Nasıl çıkacaktı artık o balkona. Oysa en sevdiği balkondu. Çoğu zaman gece on birden sonra çıkar, çayını, kahvesini ya da meyve suyunu yavaş yavaş yudumlar, karşıki bina boşluğundan yararlanarak uzaklara dalar giderdi. Karşı binanın karşı dairesinin tek balkonu vardı o da o balkondu.
Bilinçsizce eli cep telefonuna gitti. Bu olanları biri ile paylaşmak biraz olsun rahatlamak istedi. Kız arkadaşı bir türlü çözemediği bir mizaca sahipti. Ona bir merhaba demek istedi. Sesinden bunaldığını anlarsa bunalmıştı, anlamazsa kendisi abartıyordu.
Karşı telefon çalar çalmaz açıldı. İşte, şans yardım etmişti:
“Telefonunun başında beni mi bekliyordun kız” dedi.
“ Şimdi kapatmıştım da. Hayırdır?”
“Ne hayırdırı? İnsan sevdiğini arayamaz mı?”
“ Arar da. Sesin biraz bozuk gibi. Bir şey mi oldu?
“ İki kelam etmedik daha ya? Nereden çıkardın?”
“ Yok yok bir şey olmuş. Ne oldu?”
“ Hangi birinden başlayayım kızım.” dedi İsmail lafı uzatmadan. Sandalyelerin birine oturdu. Sonra da ekledi.
“ Dinleyecek misin? Anlatayım mı?
“ Anlat.”
Songül’ün ses tonundan “ istiyorsan anlat yani” anlamını çıkardı İsmail.
Üç senedir beraberdiler. Bir kez olsun, yarım saatliğine olsun Songül’ü evine getirememişti. Birden “ şimdi de gelme bakalım.” dedi. “El mi yaman bey mi yaman görürsün.”
Bir an durdu. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar sözünü anımsadı. Anımsadı da bu fırsatı da tam olarak kaçırmak istemedi.
Düşünceleri, Songül’ün,
“ Hey, orada mısın?” seslenişi ile dağıldı.
“ Buradayım.”
“ Haydi anlat, dinliyorum.”
“Sesin pek anlat der gibi değil ama.”
“ Saçmalama hade, anlat. Dinliyorum.”
Anlattı. Hem teyzesinin telefonunu anlattı, hem de karşıki dairenin balkonunda oturan kadının yaptıklarını anlattı. Songül hiç sözünü kesmedi.
İsmail,” İşte böyle” dedi anlatacakları bitince.
Songül yine bir şey demedi.
İsmail sordu:
“ Bir şey söylemeyecek misim?”
“ Ne söyleyeyim?”
Sesini biraz yükseltti İsmail:
“ Ne demek ne söyleyeyim ya. İnsan bir şeyler söyler.”
“ Tamam da ne söyleyeyim?
“…
“ Neye canının sıkıldığını anlayamadım.”
“ Bir saattir konuşuyorum. Canımın neye sıkıldığını anlayamadın!”
“ Kusura bakma, vallahi anlayamadım.”
İsmail, sinirlendi bu sefer:
“ İyi öyleyse “dedi. “Ben de kendime anlayacak birini bulurum.”
Telefonu kapattı. Cebindeki telefonu yatağın üzerine fırlattı. Bir süre telefonun çalmasını bekledi. Songül’ün aramasını bekledi. Songül aramadı. Düşününce kendisinin hatalı olabileceği kanısına kapıldı. Arayıp özür dilemek düşüncesi ile telefonu elini aldı, arayıp aramamak konusunda gitti geldi gitti geldi; sonra da telefonu aldığı yere tekrar fırlattı, söylene söylene evden çıktı.
Yarım saatlik yürüyüş iyi geldi. Kafasını toparladı biraz. Saate baktı. Kâbus gibi birkaç saat yaşamış bir anda üzerinde toplanan kara bulutlar biraz olsun üzerinden dağılmıştı.
Yoldan geçen simitçiden iki simit aldı, biraz ötesindeki kahveye girdi. Bir çay istedi garsondan. Yolu gören sandalyelerden birine oturdu. Oturması ile de yoldan geçen bir tanıdıktan selam aldı:
“ Afiyet olsun İsmail.”
“ Eyvallah!” dedi hafif de kalkarak.
Selam, fazlasıyla bir iyi geldi İsmail’e. Simitten büyükçe bir parça kopardı. Çiğnerken iki ölçü çayı da geldi.
Belki de iyi olur, kafadan biridir, diye aklından geçirdi gelecek misafir için. Teyzemin hatırı için bir hafta çiğ tavuk bile yenir be İsmail, yaptığın şu tafraya bak, diye söylendi. “ Bir hafta, içerinde seni de evini de yemez korkma.”
Bir an biraz bilgi almadığına üzüldü. Kaç yaşındaydı? Niye geliyordu? Bunları niye sormamıştı ki. Belki teyzesi anlatacaktı ama tamam tamam anladık der gibisinden kadının ağzına tıkamıştı.
Bilmem nesinin çocuğuymuş da bir haftalığına buraya gelecekmiş de: Bu çocuk ya dokuz on yaşındaysa? Ya yaşını başını almış bir adamsa? Olur a… Belki de şen şakrak, zengin biridir; gelmişken felekten bir gece çalmak ister yanına kendisini almak isterse? Neden olmasın? Hem geçen gece rüyasında böyle şeyler görmemiş miydi? Belki de bu malum olmuştu?
Songül’e, “ Gelen misafir kız ama.” diyecekti onu kıskandırmak merak ettirip evine getirmek için ama, dememişti. Biraz da abartacaktı Teyzem beni onunla evlendirmek istiyordu eskiden ama ben senin için olmaz, demiştim demeyi de düşünmüştü. Söz sözü açacak İsmail de lafı gediğine koyacaktı:
“ Sen yarım saatliğine gelmiyorsun elin kızı ta nerelerden geliyor. Aslında iş bahane. Ateş ile barut misali, belki hoşlanırım falan diye düşünmüştür “teyzem.
İsmail, aklından geçenleri söyleyemediği için canı sıkıldı. Başka şeylerde söyleyecekti, Tam sırasıydı. Hiç birini ses tonu canını sıktığı için söyleyememişti,
İhtiyacı olmadığı halde elini sırtına götürdü İsmail. Kaşındı, kaşındı. Telefon etsem de az evvel söyleyemediklerimi söylesem mi acaba diye içinden geçirdi.” Ana suçlu olan ben değilim ki” de dedi. Onun aranması lazım.
İsmail, çay parasını bıraktı masaya. Kalktı. Garsonla bir an göz göze geldi. Parasını bıraktım anlamında bir işarette bulundu sonra kahvehaneden çıktı. Ellerini beline dayadı. Bir süre etrafına bakındı. Saate baktı. Ne yapacağına karar veremiyordu.
Biraz ötesinde yeni açılan ama hiç gitmediği markete gözü takıldı. Ağır adımlarla oraya doğru yöneldi. Hem biraz dolaşırım hem bir şeyler alırım sonrada eve gider yatarım diye aklından geçirdi. Biraz uyursa iyi olacağını düşündü. Birkaç adım yürüyünce markete gitme düşüncesinden vazgeçti, Yoldan geçmekte olan bir taksiyi çevirdi ve de evine gitti. Üzerindeki kıyafetleri bile çıkarmadan kendisini yatağın üzerine bıraktı. Tam uyumak üzere iken kapı çaldı. Açmak istemedi önce. Duymazlığa geldi zili. Israrla çalınca zil söylene söylene kalktı:
“ Bu kadar çalmanı gerektirecek bir şey değilse ben sana sorarım “ diye söylenerek kapıya gitti. Kapıyı açtı.
Kapıyı çalan Batuhan’dı. Arkadaşı. Elinde de büyükçe bir paket vardı:
“ Bir saattir neredesin oğlum ” dedi.” Evde değilsin diye ödüm koptu.”
Batuhan, İsmail’in bir şey söylemesine olanak bırakmadan içeriye girdi. Ayakkabılarını çıkardı. Elindeki poşetlerle salona geçti. Geçerken de “ Bir açacak getirsene “ dedi.
Salona geçti, torbasındaki ,çlileri salondaki masanın üzerine bıraktı. Salon kapısının önünde duran İsmail’e:
“ Açacak getir.” dedi. Sonra da “ İçeriz” değil mi, diye laf olsun diye sordu.
İsmail, içelim bari der gibisinden bir harekette bulundu.
“ Merak etme?” dedi Batuhan “Çerez de aldım. Masanın üzerindeki torbalardan birin masanın üzerine boşalttı. İçlileri hazırladı.

***


“ Ne var, ne oluyor gecenin bu vaktinde?” dedi İsmail. Gözlerini açtı. Salondaki divanda olduğunu fark etti. Salon kapısının girişindeki Batuhan’ı gördü. Batuhan’ın üzerinde sadece iç donu vardı. Ellerini beline dayamıştı.
İsmail, gözlerini kırpıştırarak sordu:
“ Yangın mı çıktı. Biri mi öldü? “
“ Seni bir bayan soruyor.”
İsmail, şaşırdı:
“ Bir bayan mı soruyor.”
“ Evet…”
İsmail hemen doğruldu. Başı ağrıyordu. Sızıp kalmıştı dün. Batuhan’a:
“Yoksa kapıyı böyle mi açtın?” dedi.
Batuhan, suratını buruşturarak:
“ Ne bileyim ben” dedi. “Kapıcı geldi sandım.”
“ Ne istiyormuş gecenin bu saatinde.”
Batuhan, alaylı gülümsedi:
“ Ne gecesi ya. Öğle olmuş. Ezan okunacak neredeyse…”
“ Öğle mi olmuş. Yapma yahu.”
İsmail ayağa kalktı. Sağda solda içki şişeleri vardı. Batuhan’ın giysileri ile salon daha da beter olmuştu.
İsmail, soyunup dökünmeden yatmıştı. Elleriyle saçını düzeltti. Batuhan’a döndü:
“ Kim olduğunu söylemedi mi?”
Batuhan, sıkıldı:
“ Git bak hade…” dedi. Kocakarılar gibi bir sürü sual.
İsmail de sinirlendi:
“ Sen de üzerini giyin” dedi. “Böyle kapı açılır mı ya”
Dış kapı bulundukları yerden görülüyordu. Kimse yoktu kapıda. İsmail bir an Batuhan’ın soğuk şakalarından birine maruz kaldığını düşündüyse de bir şey demedi. Üzerini gereksizce çırptı. Kapıya doğru yürürken ne olur ne olmaz diye pantolonunun fermuarını da kontrol etti. Hala kâğıdın ağzında durmakta olan Batuhan’a çarparak dış kapıya doğu yürüdü. Batuhan’da kapıyı örterek İsmail’in arkasından gitti.
Kapının hemen dışında şık giyimli hoş bir kadın duruyordu.
İsmail, kadına dikkatli dikkatli baktı. Şimdiye kadar hiç görmemişti.
“ Buyurun, dedi “ Kime bakmıştınız?”
“ Uygunsuz bir zamanda geldiysem, birkaç saat sonra da gelebilirim.”dedi kadın
Söze bir mana veremedi İsmail. Bir tahminde de bulunamadı. Bir an
ne diyeceğini de bilemedi.
“ Beni mi aramıştınız?”
Batuhan lafa karıştı:
“ Hanım efendi seni arıyor. Önce beni sen sandı, İsmail misin?” dedi.
İsmail, bir kadına bir de yanına iyice sokulan Batuhan’a baktı. Batuhan’ın kulağına eğildi:
“Ben olsaydım donumu da çıkartırdım. Hiç olmazsa pantolonunum giyseydin.”
Kadına döndü:
“ İsmail benim ama, tanıyamadım sizi. “ dedi.
Birkaç saniye sessizlik oldu.
“ Memur falan mısınız?” dedi İsmail. Konu ne acaba?
Kadın,
“ Adım Selina.” dedi. Ben Selina.
“ Evet…”
“ Selina.”
İsmail’in baş ağrısı artmıştı. Midesi de kendisini rahatsız etmeye başlamıştı. Sesini biraz daha yükseltti. Birden birkaç gün önce Muharrem’in “ Bundan sonra avukatımla görüşeceksin sözünü hatırladı: Bu kadın o olmalıydı.
“ Tamam, da bayan dedi Adınız Selina. Benim adım da İsmail. Kem küm edip durmayın da ne istiyorsanız söyleyin. İşim gücüm var benim.”
Hala yanında durmakta olan Batuhan’a döndü. Muharrem’in avukatı olsa herhalde bu dedi. Batuhan konuyu biliyordu. Geldiyse görür der gibisinden gülümseyip baş salladı Batuhan:
Selina Hamım durumunu da zorlayarak içeriye baktı. Batuhan’ı tepeden tırnağa süzdü, İsmail’i süzdü.
“ Burası 212’ye 9 değil mi?” dedi.
Batuhan bir adım öne çıktı. Sesini yükselterek, biraz da alaylı:
“ Burası 212’ye 9 değil 112’ye 9 dedi.
Sonra da İsmail’i kolundan tutarak içeriye çekti, çekerken de
“ Pes yani 112 nire 212 nire. Allah güzellik vermiş ama akıl vermemiş.” dedi kadının duyacağı şekilde.
Kadın, suratına hızla kapana kapıya baktı. Gülümsedi
“ Çok özür dilerim, dedi Rahatsız ettim.”
İsmail bir kapıya bir Batuhan’a baktı. Mide bulantısı biraz geçer gibi olmuştu.
“ Sen hastasın oğlum” dedi. Karıda moral diye bir şey bırakmadım.”
Batuhan söyleneni kendine göre yorumladı. Kendine pay çıkarttı:
“Arkadaşız biz oğlum. Senin yapamadığımı ben yaptım. Avukatsa avukatlığını bilsin.”
İsmail, Batuhan’ın saflığına güldü:
“ Ne avukatı be. Kadın yanlış numaraya gelmiş.
Batuhan da İsmail’in saflığına güldü. Salon kapısının önünde durdu, Döndü:
“ Sen de her şeyi yiyorsun be oğlum. Hatun korktu korktu. 212’yi aklı sıra 112 yaptı kadın aklı ile de bizi yedi.
İsmail’in midesi de bağırsakları da tekrar sıkıştırdı. Bir eli zaten tuvaletin kapısının kolundaydı. Hızla, kolu çevirdi içeri girdi.
İsmail tuvaletten ve lavabodan çıkıp salona geçtiğinde Batuhan çoktan çekyatın üzerine uzanıp uyumuştu. İsmail, Batuhan’ın başına gitti. Tuvaletin haline olabildiğince sinirlenmişti. Ölçüyü kaçırmamaya gayret sarf ederek Batuhan’ın başına gitti, üzerimdeki battaniyeyi çekerken de:
“ Gene ne yatması bu, haydi kalk.” dedi.
Batuhan söylendi:
“ Git başımdan.”
“ Misafirim gelecek biliyorsun. Şuraları biraz olsun toplayalım.”
İsmail bir an bilsin diye düşündü. Kaşlarını çatarak, suratını da buruşturarak:
“ Tuvaleti ne hale sokmuşsun.”
Batuhan, su dökecektim ama üşendim diyecekti, demedi. Üstte çıktı:
“ Ben tuvalete girdiğimde tuvalet zaten öyleydi.”
“ Yok canım.”
“ Öyle canım.”
“ Öyle böyle hade kalk yardım et bana. Üstünkörü de olsa şöyle bir toplayalım.”
Batuhan uzun uzun esneyerek, gerinerek kalkarken telefon çaldı.
“ Vallah çok isterdim dostum ama yarım saat sonra manitamla buluşacağım.” dedi ve ekledi. “ Sana kolay gelsin.”
Batuhan’ın bu davranışı İsmail’e sürpriz olmadı. O da ona gittiği zaman aynı şeyi yapıyordu.
“ Hiç olmazsa şu şişeleri poşete koy da giderken çöpe at.” dedi İsmail.
İsmail bunu söylerken Batuhan dış kapının önündeydi. Ayakkabılarını giymiş kapıyı açıyordu. Döndü:
“ Bay bay “ dedi, kapıdan çıktı. Kapıyı kapatmadan da ekledi; “ Okkalı bir Türk kahvesi yap kendine, sonra ortalığı toplarsın benden tavsiye.”
Az evvel ara veren telefon yeniden çaldı. İsmail, “ Çal desek çalmazsın” dedi telefona bakarak. Telefona doğru yürürken de kapı çaldı.
“ Yine bir şey unuttu bizimki” dedi Batuhan için. Her gidişinde mutlaka bir şeyini unutur geri dönerdi. Telefon ısrarla çalıyordu.
Elle de çalındı kapı. Seslenildi de:
“ Evde olduğunu biliyorum. Aç kapıyı.”
Kapıcı Durmuş’un sesiydi. Kapıcının sesi heyecanlı gibi geldi İsmail’e. Korku. Koştu kapıya. Açtı:
“ Hayır ola Durmuş Efendi, dedi.
“ Kadının biri bir kâğıt verdi sana vermemi söyledi. Evde yok muymuşsun ne. Gerçi ben bir şey anlamadım ama, emanettir üzerimde kalmasın. Kaybederim maybederim neme lazım.
“ Ne kâğıdı?”
Durmuş efendi, kâğıdı bulmak içim ceplerini karıştırmaya başladı karıştırırken de küfür ederek söylendi:
“Nerede bu?”
Pantolonun arka cebinde buldu, o mu o değil mi diye baktı. Oydu:
“ Al” dedi.
İsmail,
“ Okudun mu? “ diye sordu kapıcıya.
Kapıcı soruya bozuldu. Ben siz değilim diyecekti, tatsızlık çıkar düşüncesiyle vazgeçti
İsmail, başını iki yana sallayarak
“ Nasıl bir kadındı? dedi
Kapıcı, az evvelki suale tepkisini koyacak şekilde soruyu cevapladı:
“ Dikkat etmedim.”
“ Etmişsindir, etmişsindir. Nasıl bir kadındı?
Kapıcı, iç cebinden de özenle paketlenmiş küçük bir paket çıkardı:
“ Bunu da o hanım bıraktı.” dedi.
İsmail, paketi alırken sordu:
“ Bunda ne var?
“ Nerden bileyim ben İsmail Bey.”
“ Açıp bakmışsındır sen. Tehlikeli bir şey varsa.”
Durmuş Bey, daha fazla sabredemedi:
“ Belki konuşmasını tam, davranışı da iyi bilmeyen kaba saba bir adamım ama kimsenin şeyini de bakmam ben İsmail Bey” dedi. Döndü, hızla merdivenlerden inmeye başladı.
İsmail Bey, kapıcının tavrına bir mana veremedi. “ Havanı sevsinler. Burnundan kıl aldırmıyor.” diye söylendi, söylenirken de paketi açtı. Paketi açınca da gözlerine inanamadı, şaşkınlığını ıslıkla gösterdi: Pakette altın bir saat vardı.
Bir süre dondu kaldı İsmail Bey. Birkaç defa saate baktı. Sonra elindeki kâğıt aklına geldi. Yavaşça açtı okudu. Kül gibi oldu benzi. Ellerini dizlerine vurdu,
“ Allah kahretsin, dedi. “ Teyzeme ne diyeceğim şimdi ben.”
Gelen teyzesinin gönderdiği misafir Selina’ydı.

15 Temmuz 2019 Pazartesi


DEVRAN DEDEMİ SAYMIŞ OLMALI
Salona girdiğimde Tayfun, masanın üzerindeki düğün davetiyesini inceliyordu. Şimdi,“yeter” dedirtinceye kadar söylenecekti. Davetiye, evden çıkmak üzereyken getirildiğinden, masanın üzerine, gelince kaldırmak üzere koyuvermiştim. Şimdi, belki de “Gelen davetiyeleri kocandan saklıyor musun sen?” diyeceksiniz ama öyle değil. Gidip gelmelere sıcak bakmadığından ortam hazır olunca duyuruyorum. Duyuruyorum ki ileri de “Niçin benim haberim olmadı?” gibi suçlama ile karşı karşıya kalmayayım.
Elinde davetiye, koltuklardan birine oturdu.
—Yeni mi geldin? dedim.
Cevap vermek gereği duymadı. Evlilik yıllandıkça böyle oluyordu işte. Oysa evliliğin ilk günleri olsa, karşılıklı” hoş geldin”ler; “neredeydin”ler, “neler yaptın”lar” gırla giderdi
Sordu:
— Bu evlenecek olanlar, Devran dedenin torunu mu?
Davetiyeye bakmış.
— Evet. Torunu ya, dedim.
— Büyük oğlunun oğlu olsa gerek değil mi? Neydi onun adı?
Devran Dede’nin zaten bir oğlu vardı. Onun adı da davetiye de yazıyordu. Ters bir şey söylemek, ukalalık etmek istemedim. Sorusuna cevap verdim.
— Murat
Davetiyeyi buruşturmuş, elinde döndürüp duruyordu.
—Sahi, onun kaç tane oğlu vardı Neriman?
— Yedi sekiz var herhalde.
Davetiyeye düzeltti, açtı, baktı: Sonra da
— Haklıymışsın, dedi.” Murat’ın oğluymuş. Anası da Aysun. Valla sokakta görsen tanımam. Şöyle hayal meyal o da çocukluktan, köyden hatırlıyorum.”
Ben, Tayfun kadar değildim. On sene öncesine kadar karısı Aysun ile görüşürdük. Gider gelirdik. Zaman zaman Murat’la da rast geldiğimiz olmuştu. Sonra koptu gitti aramızdaki ilişki.. Hatta bir konuda bir yanlış anlaşılma oldu, Aysun küstü bana. Ondan sonra ben birkaç kere aradım, ya cevap vermedi ya da buz gibi konuştu, ben de ipin ucunu bıraktım.
Tayfun, burnunu çekerek sordu:
— Davetiyeyi kim getirdi?
— Cavidan getirdi, dedim.
Tayfun, cevabı duyunca bir değişik gülümsedi. Bir an da daldı gitti. Merak ettim, sordum:
— Ne oldu?
Gözleri uzaktaydı. Değiştirmeden sorumu kendine göre cevapladı:
—Eski insanlar işte. Saygı sevgi, hoşgörü hepsi var onlarda. Devran Dede, göndermiştir davetiyeyi.
Başımla onayladım. Onaylanmayacak gibi değildi ki zaten. Onların değerlerinin kaçta kaçı bizde var.
—Sokakta görse tanımaz belki de beni. Bak, Kemal Usta’nın Tayfun diye bir oğlu olduğunu bilir ama sadece o kadar.
— Babamın hatırını saydı diyorsun yani.
Bir an sustuk. Vefa duygulanmıştı ikimizi de.
— Aslında Kemal Usta’ya geldi bu davetiye, dedi
Alınganlık da başlamıştı işte.
Murat’a deselerdi ki bir davetiye de Tayfun’ a gönderelim, Tayfun’da ki kim derdi
Bir şeyleri bir şeylere bağlayıp “ gitmeyeceğim ulan” demesine olanak bırakmamak için, bir an duraksamasını fırsat vererek araya girdim, biraz da serçe:
— Gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz? dedim.
Aynı serlikte, “ gitmeyeceğiz” demesini bekliyordum
— Gideceğiz dedi.
Yanlış duymuş olmalıydım. Bizim yanımızda biri olsaydı şimdi, yarın bu olayı bir başkasına aktarırken, benim için “ Duyduklarına inanamadı, gözlerini koca koca açtı.”derdi.
— Düğün Koceli’ de.
— Olsun, Fizan’da değil ya. Öğleden sonra izin alırı, bir iki saat görünürüz, hayırlı olsun deriz döner geliriz. Sence de doğrusu bu değil mi?
Ciddi miydi, mesele çıkartmak için ağzımı mı yokluyordu. Bir an için ikilemde kaldım. Cevap vermezsem belki biraz daha konuşur, niyetini daha açık belli ederdi. Tahminimde yanılmamıştım. Başladı:
—Hani vardır ya, birden bire bir türlü anlayamadığız bir nedenle karşınızdaki yıkar ortalığı. Sizce ortada fol yoktur yumurta yoktur ama dolmuştur o insancık.
-…
—Anlayamazsınız.
-…
—Sizinle ilintisi yoktur ama, o davranışı nedeniyle silersiniz onu defterden.
-
— Yakaladığınız bir şey bazen, bazen…
Bir şeyler söylemek istediği belliydi de, anlatamıyordu.
—Yani, dedim.
Düğüne gidecek miyiz gitmeyecek miyiz şeklinde algılamış olmalıydı ki “yani”yi; “gideceğiz.” dedi. “ Madem insan yerine koyup çağırdılar gideceğiz.”
Bir an gözlerimin içine baktı, heyecanlandı, biraz kızardı, üzüldü, anlamlı baş salladı:
—Kaç kere kapımın önünden geçti de yani kafasını uzatıp “merhaba” demedi.
Sinirlendim:
—Uğramadıysa uğramadı, niye kafayı takıyorsun. Sen de ona uğramazsın yarın olur biter.
—Şu kartı şey yaparken aklıma geldi de Neriman. Senin hafızan kuvvetlidir. Salih geçen yıl oğlunu kestirdiydi değil mi?
— Sünnet ettirdiydi.
— Tamam, bırak şimdi kelime oyununu da
Ne söyleyeceğini anlamıştım. Konuşmasına müsaade etmeden taşı gediğine koydum:
—Davetine icabet etmedik. Bırak icabet etmeyi, telefonla bile arayıp sözde de olsa mazeret üretip hayırlı olsun demedin.
Yutkundu, öksürdü. Ve birden geçen gün bahsettiği için Mirsat da aklıma geldi:
—Çalıştığım yere kadar geldi de kapımdan içeri girmedi diyorsun Mirsat için.
İşte, ben de dolmuştum. Ses tonumu elimde olmadan gittikçe yükseltiyordum.
—Birde bozuluyorsun, üzülüyorsun; kapından içeri girip büyüklüğü ile seni yerin dibine soksaydı daha mı iyiydi. Adam üstelik kuzenin on beş gün hastanede yattı, bırak geçmiş olmasına gitmeyi, alo deyip geçmiş olsun demedin. Sen böyle bir adamsın. Şimdi de kapımı kimse çalmıyor diye sızlanıp ağlıyorsun.
Terazinin kantarını kaçırıyordum, sustum.
Beş on saniyelik bir sessizliğin ardından Tayfun yanıma geldi. Kolunu boynuma attı.
—Devran dedenin davetine icabet edeceğiz, dedi. Başımı yüzüne doğru çevirdi. Gözlerimin içine bakarak sözlerini süzdürdü :” Mirat’a kendimi nasıl affettirebileceğim konusunda bir formül üret kız!”

10 Temmuz 2019 Çarşamba


GECENİN BİR VAKTİNDE BİR EMİN


Gecenin bir vakti idi. Saat 00.30 idi.
Ela, uyumakta olan kardeşine bir süre baktıktan sonra, onu uyandırarak
— Kalk, şu odayı topla, dedi.
Emin uyandı, uyku sersemliği ile:
- Ne oluyor ya, dedi. Saate baktı ve de sinirlendi, ” Gecenin bu saatinde ne bu abla? Oynattın mı?”
Ela, kardeşinin üzerindeki yorganı sıyırdı:
—Sana yarım saat müsaade küçük bey, dedi.
“Kalkıyorsun ve odayı topluyorsun.”
Emin, olanları anlamaya çalışıyordu:
-Ne odası abla ya, dedi. “Bu saatte”
Ela ile Emin aynı odada yatıyorlardı. Ela bu akşam eve
gelip odaya girdiğinde oda dağınıktı. Emin de yatmıştı. O an bir şey dememişti ama yatıp da uyuyamadığından odanın bu kadar dağıtılmasından ve toplanmamasından rahatsız olmuştu:
Eda,
—Fazla konuşma, dedi. “Kalkıyorsun ve odayı topluyorsun. Hemen şimdi. Geri döndüğümde oda toplanmış olacak. Anladı sen.
Ela, odanın ışıklarını söndürdü, dışarıya çıktı.
Emin, bir süre söylendikten sonra Vallahi bu kız deli, dedi. “Abla olmak için bula bula ben, mi buldun? dedi. Kalktı. Terliklerini giydi.. Elektriği yaktı. Etrafına bakındı. Evet, oda biraz dağınıktı. Dağıtan da kendisi idi. Sabah olunca zaten toplayacaktı.
Ablasının gecenin bu saatinde kendisini uyandırması, azarlaması ve de odayı toplamasını emretmesi Emin’i kızdırmıştı.
Ablası şu anda annesinin ve babasının tüm uyarılarına rağmen bilgisayarın başına gittiğini ya sosyal medyası ile ilgilendiğinden ya da abuk sabuk işlerle uğraştığından emindi. Madem o bu saatte onu bu tatlı uykusundan uyandırmıştı bunun cezasını çekmeliydi. O da anne ve babasını uyandıracak –“Ablam bilgisayarın başında….. “diyecekti
Emim, ayak parmaklarının ucuna basarak salona geçti. Ablası bilgisayarın başındaydı ve de garip sesler çıkartıyordu. Emin, yavaş ablasına yaklaştı, bir ablasına bir bilgisayara baktı. Anladı, ablası Amerikalı bir hocadan şan dersi alıyordu.
Emin, bu konuyu şikâyet konusu yapabilirdi ama anne ve babasından aşırı bir tepki görmezdi. Hatta uyandırıldıkları için kendisini azarlanabilirdi.
Emin, odasına döndü. Alıcı gözü ile odaya bir kez daha baktı.. Oda hakikaten dağınıktı. Dağıtan ve o halde bırakan da kendisiydi. Toplayacaktı lakin uykusu gelmişti, Sabah ola hayır ola demişti. Kendince geçerli bir mazereti vardı.
Emin, oflaya poflaya odayı toplamaya başladı. Bir süre baktı ki oflayıp poflayıp çare değil neşeli bir türkü söylemeye başladı:
“Samanlıktan kaldıramadım samanı da Zühtü
Ben sana küstüm Zühtü.”
Emin’in bu türküden başka bildiği türkü yoktu. On birinci söyleyişinde odayı topladı. Sonra da elektriği kapatıp yattı.

7 Temmuz 2019 Pazar


İŞ VE SEÇİM


— Arkadaşları içeriye al.

Gürdü ses, sertti...

En geç gelen yarım saatten beri oradaydı. Beş kişiydiler. Hepsi şık giyimliydi. Hepsi
kitaplıydı.

— Buyurun efendim, dedi sekreter.”Şöyle buyurun, şuradan.”

Ağır hareketlerle yerlerinden kalkıp sekreterin gösterdiği kapıdan içeriye girdiler. Dizildiler

kapının önüne.

Geçen hafta, her birini içtenlikle karşılayan adam, şimdi masanın başında sakin oturuyordu.

Dirseklerini masaya dayamış, ellerini yanaklarına yapıştırmıştı. Masanın üzerindeki küllüğe

bırakmış olduğu sigara tütüyordu.

Ellerini, gözlerine doğru kaydırıp burnunun ucuna indirdi, parmaklarının uçlarını

Birleştirdi, ellerini, masanın üzerine koyup çattı:

—Lütfen, kitaplarınızı masanın üzerine bırakınız, dedi.

Kenardaki klâsörü önüne çekti, açtı...


Geçen haftaki mülâkattan bir gün önce aldırtmıştı kitapları: “ Ne bir çizik, ne bir kırışıklık, ne

de buna benzer bir şey istiyorum alacağın kitaplarda” diye bu iş için vazifelendirdiği kişiye

sıkı sıkı tembihte bulunmuş, bununla da yetinmeyerek, gelen kitapları, getiren kişinin önünde

birde kendisi yaprak yaprak, satır satır tetkik etmişti.

Yazılı imtihanda muvaffak oldukları için mülâkata çağrılmayı hak eden kişilerden bazıları

hakkında, bütün uğraşısına rağmen müspet veya menfi karar veremeyeceğinden emin olduğu

için aldırmıştı kitapları, karar vermediklerime dağıtırım diye düşünmüştü, hangi kitabın okunduktan sonra gittiği gibi geri geleceğini merak etmişti.

Öksürdü... Kıstı gözlerini. Düşürdü başını öne.

Klasörden sonra kitapları da incelemişti.


Soluyarak başını kaldırdı. Klasörün arka taraflarında bulunan boş kâğıtlardan birini rastgele

çekti, önüne aldı. Ceketinin iç cebinden çıkardığı kalemle, laf olsun diye bir şeyler

karalamaya başladı.

Alışkanlığı olmuştu. Çizerdi, yazardı; aklına ne geklirse. Öyle düşünürdü, öyle karar verirdi;

seçimini öyle yapardı.