30 Aralık 2012 Pazar

EFENDİM?



Her gün “on” dedi

Bir oldu

İki oldu

Üç ile dört de oldu

Dörtte bir oldu

Beş de on oldu

Devamı geldi de gelmedi de

Altıda altı

Yedi de yedi

Sekiz de sekiz

Dokuz da dokuz

Oldu da olmadı da

Onda yedi oldu

Devamı geldi

İyi oldu

***

GÜZEL SÖZ:

Zaman her şeyi alır ve her şeyi verir.

( Glordano Bruno)

29 Aralık 2012 Cumartesi

KONUŞ, AĞZIN YORULSUN.


Hazret koymuş teşhisi (!)

Ne desek boş

Yok

Odaklanamıyormuşum da yaptığım işe

Yok, kaide ve kurallar sıkıyormuş da beni

Yok, yeknesak bir yaşamla sarmaş dolaşmışım

Yok

Organizasyon kim ben kimmişim

Yok o yok bu…

Dediklerinin biri Hanya

Biri de Konya olmasa

Etmeyeceğim belki kulak ardı amma,

Laf söylemek para ile mi misali…

Konumum icabı

Konuşup adını anılır hale getirmeyeceğim

Cevap vermeyeceğim sana

Çatlasan da patlasan da

Çatla patla,

Konuş ağzın yorulsun

24 Aralık 2012 Pazartesi

MERHABA


Asri çağda

Göstermelik bedenler

Şımarık ve delice

Egzotik, fütur, leyli


Geceye özgü dünya

Merhaba size

Selâm size


Uzağa, bezginliğe, geceye

Selâm

“Od” da yana gize ve

Taravete bir tebessümle

Diyebil ki merhaba.

***
Güzel söz: Ne yazık ki mutluluk ona giden yolda bulunmuyor ( Jery Lee)

23 Aralık 2012 Pazar


VARSAYALIM Kİ


Varsayalım ki,

Objektif değilim

Varsayalım ki

Sübjektifim

Ben diyeyim, iddiadır

Sen de

Realitenin ta kendisidir dediğim...



Gülüp geçeceğimize

Boş bir tartışmaya;

Yaka paça girelim birbirimize

Tövbe yarabbi diyenler olsun

Kahkahalarla gülenler olsun

Nasihat verenlere bakın diyenler olsun

Benim kaşım yarılsın meselâ kavga sonunda

Senin, haydi diyeyim ki sana bir şey olmasın

Bak bundan da alınırsın sen şimdi

Ve dersin

İnayetine hacet yok;

Benim kaşım yarılsın

Sana bir şey olmasın.



20 Aralık 2012 Perşembe


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI

14.BÖLÜM



Birden, değişik bir şekilde burnunu çekti:

- Ne iş yapıyorsun sen, dedi.

Sesi yumuşak çıkmıştı. Biraz rahatlar gibi oldum.

- Avukatım, dedim.

- Dava mı kaybettin, dedi.

- Yok, dedim.

- Bir avukat bu saatte burada ne arar dedi.

- Öylesine, dedim.

- Uyuyordun ulan.

- İçim geçmiş.

- Bu masalları sen benim dedeme anlat.

Birden bir büyük şefkatiyle, elini cebinden çıkartıp omzuma attı.

- Otur, dedi.

Oturduk mecburen.

- Anlat dedi, rahatlarsın.

Bir şeyler anlatmalıydım bu adamdan kurtulmak için de ne? Çenem düşüktür. Edebiyatım da kuvvetlidir. Kuvvetlidir de aklıma anlatacak bir şey gelmiyor. Adam da gözlerimi suratına dikmiş konuşmamı bekliyor.

- Yahu dedim, belki inanmayacaksın ama bir karpuz işine bulaştık başımıza gelmedik kalmadı.

İlgisini mi çekti, rol mü yaptı bilmem, heyecanlanır gibi oldu, yanıma biraz daha sokuldu:

- Nasıl yani dedi.

Benim de anlatma ihtiyacım vardı belki:

- Bir gün dedim…

Başlattım anlatmaya.

Ben anlattıkça “ ha!” dedi, ben anlattıkça “hı!” dedi bazen güldü bazen “ yapma yahu!” dedi “ eee sonra” dediği de oldu, yan, ben anlattım o anlattıklarımı masal dinler gibi zevkle dinledi.

Ve sonra doğal olarak:

- İşte böyle dedim, dedim.

- Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun dedi.

- Bilmem dedim. Sen olsan ne yaparsın? Ne önerirsiniz bana.

Ellerimi tuttu.

- Estağfurullah halaoğlu, dedi. Ben kim koskoca avukata akıl vermek kim. Böyle olduğuma bakma ben haddimi bilirim.

Böyle olduğuma bakma, ben haddimi bilirim sözü bir anda içimi acıttı. Kendime hâkim olamadım sordum:

- Sen ne iş yapıyorsun?

- Arkadaşlar serseri der, birkaç hısım akraba var bazen sülalemin yüz karası derler bazen “ pislik” diye bahsederler. Kendimize göre bir yol tutturduk, kendimize göre bir düzen kurduk gidiyoruz işte.

Bir an sustu.

- Bazı şeyleri kanıksadık. Kanıksayınca işler daha iyi kolay oluyor.

Kanıksadık sözcüğünü ben bile kullanmam. Sözcük adamın hiç de boş olmadığını göstergesi. Biraz daha kaşısam mı ki?

- Bir kâğıt bir de kalem versene bana, dedi.

Sesi inanılmaz değişmişti. Biraz da titrer gibiydi. Ceblerini karıştırdım. Bankamatik fişi buldum. “ Bu olur mu? “ dedim.

Az evvelki ses tonu ile

- Kalem, dedi.

Yanında her zaman kalem bulunurdu uzattım.

El fenerinin de yardımıyla bir şeyler yazdı. Önce kaleni uzattı. Sonra kâğıdı verdi.

- Kaybetmeyeceğin bir yere koy, dedi.

- Kaybetmem ver, dedim.

- Nereye koyacağını görmeliyim, dedi. Sesi ürkütücüydü.

Cüzdanını çıkardım.

- Arasına koyarım, dedim. Kaybolmaz.

Kağıda göz atacak gibi oldum,

- Yarın oklu, dedi.

- Tamam dedim. Cüzdanıma koydum. Cüzdanı cebime koymak üzereyken:

- Bir çorba parası varsa dedi. Biraz ilerde işkembeci var da.

Böyle kişilere de dilencilere de para vermek adetim değildir. Cüzdanda biraz para var. Yok desem diye aklımdan geçirdim.

Lüzumsuz efeliğin bu aşamada ve bu yerde bir manası yoku. Cüzdanıma baktım. On liralık da vardı, elli liralık da yüz liralık da.

Bir onluk aldım cüzdandan, uzattım:

- yeter mı, dedim.

- Eyvallah, dedi. Parayı aldı siftah yapan esnaf havası ile yüzüne sürdü.

Ayaktaydı:

- O kâğıttaki herife git, beni zirzop Hüsnü gönderdi de.

Adama bak, resmen dalga geçiyor. Utanmasa Karpuzcu Hüsnü diyecek.

Döndü, birkaç adım yürüdü.

- Gitmemezlik etme, dedi. Bana anlattıklarını aynen o herife de anlat. dedi. Sana bol bol akıl verir o.

Manasız bir söz işte.

Birkaç adım daha gitti durdu. Döndü. Yanıma geldi. Burnumun dibime kadar iyice sokuldu.

- Bak gitmemezlik etme dedi. Dua edersin sonra bana. Beni…

Belli az evvel isminin başında söylediği lakabı unuttu. Sarhoş işte.

- Beni…

Hatırlamaya çalıştı, olmadı gene. Sıkmak için elini uzattı. Elimi vermesem olmaz. El sıkıştık

- Sadece Hüsnü gönderdi desen de olur. Tahmin eder benim gönderdiğimi. Tamam.

Tamam demedim. O anlama gelecek şekilde beşimi salladım. Birden ani bir hamle ile ensemden tuttu kendine doğru çekti yanaklarımdan “ oh!” diyerek öptu. Sonra geri çekildi. Yürüdü birkaç adım sonra dengesini kaybetti düştü, kalktı. Belki de bozuntuya vermemek için “ Oy farfara farfara /ateş düştü şalvara/ ağzım dilim kurudu kız yalvara yalvara” diyerek uzaklaştı.

O gözden kaybolur kaybolmaz da arkama bile bakmadan ben oradan ayrıldım.

***

Otel odasındaki yatağımdan kalktığımda öğle ezanı okunuyordu.



Devamı var

17 Aralık 2012 Pazartesi

UKDE



Hayat mektebi mezun etti beni

Zirveye de çıkarttı, verdi ödülünü

Ama içimde öyle bir ukde var ki:

Keşke sıralarla tanışsaydım zamanında

Tarih öğrenseydim, coğrafya belleseydim

Varsın az çalışanlardan olsaydım da

Mekteple tanışsaydım.


İmtihan heyecanları yaşasaydım

Azarlar işitseydim gerektiğinde muallimlerimden

Gözyaşı dökseydim çocuklarım gibi

Bir kademeden öteki kademeye geçerken.

16 Aralık 2012 Pazar


VAKTİM OLMADI


Yarım saatlik bir zamanda yapılabilirdi dediği

Bir gün, bir hafta, on yedi gün bekledi

Sonra, utana sıkıla dedi:

“Ağabey verdiğim yazıyı inceleyebildiniz mi?”


Aldığı cevap yıktı onu

Demek bu kadar değersizdi onun gözünde

Demek ki insan yerine konulmuyordu hiç

Keşke, beğenmediğini söyleseydi

Keşke, vazgeç bu sevdadan deseydi

Keşke, yazdıkların kötünün de kötüsü deseydi de

Keşke, vaktim olmadı daha, bakamadım demeseydi.

13 Aralık 2012 Perşembe

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI


13 BÖLÜM

Bu hali ruhiye yi yaşayan birkaç kişi tanıyorum. Onlarla dalga geçirdim. Bu ne menem şeymiş böyle.

Vazgeçtiyse sorun değil de.

Ama ya, eniştem gelmeden bir duş alayım deyip de banyoya girdiyse mesela, ve de ayağı kayıp düştüyse şu anda beyin kanaması varsa ve acilen doktora gitmesi gerekiyorsa…

Yoksa bu oyunu oynayıp beni tuzağa mı düşürecekler?

Evet evet bu da bir olasılık. Ablası orada. Kapı açılmadı. Beni meraklandıracaklar.

Kapıyı kırıp içeri girince de, sonuçlarını tahmin etmek için avukat olmak bile gerekmez.

Öf, gel de çık işin işinden.

Telefona bir kez daha sarıldm. Evet, telefon çalıyor, çalıyor da açan yok. Ev telefonunu arayacağım ama geçen ay kapattığını biliyorum Neymiş efendim cep telefonu varken ev telefonuna ne hacetmiş… Boşuna masrafmış. Tasarruf ettiği şeye bak.

Başımı kaldırıp bakıyorum. Işığı yanıyor. Perdeler kapalı. Koşuyorum, alttan bir kere zile basıyorum cevap yok. Çıldırmamak elde değil.

Çilingir çağırsam… Babamın oğlunun evi değil ki. Elin kapısı çilingirle açtırılır mı.. En iyisi polisi durumdan haberdar etmek. Ölür mölürse Allah korusun, keşkeler fayda getirmez.

Birden, telefonum mesaj iletisi verdi. Gecenin bu saatinde. Baktım, mesaj baldızdan.

“ Ya enişte birden çok özel bir misafirim geldi. Kapıyı açamıyorum. Kusura kalma.”

“ Allah senin…Hem özel misafir de ne demek? Böyle olmuş olsa bile bunu bana duyurmanın manası ne şimdi ?”

Baldızın evini penceresine bir kez daha baktım. Bir de saatime baktım.

Sıkıntı içerisinde başımı sallaya sallaya oradan uzaklaşırken, başıma gelenler diye düşünüyordum.

-Hay senin de karpuzunun da Allah belasını vermesin.”

Cep telefonum elimde. Bir mesaj daha geldi. Gene baldızdan. Fırça da sıkıştırmış araya

- Şu anda banyoda. Ne olur arama, az evvelki zillerinden zor kurtardım zaten. Banyoda olmasaydı sen de ben de hapı yutardık. Allah korudu.

Mesaja bak. Lafa bak. Ciddi mi söylüyor, söylüyorsa bu ne cüret? Benimle kafayı mı buluyor? Tövbe yarabbi. Nereye çekersen çek.

Yok yok bugün, bu gece benim imtihan günüm. Suçlu telefonmuş gibi kaldırdım yerle fırlatacakken kendime telkini verdim.

- Ne yapıyorsun karpuzcu Hüsnü. Öfke ile kalkan zarar ile oturur. Pire için yorgan yakılır mı?

İlk defa bu dakikalarda kendim için Karpuzcu Hüsnü diyorum ne alakaysa. Kızgınlıktan… Düşünün ne haldeyim.

Farkında olmadan bir parkın yanına erişmişim. O an ne kadar yorgun olduğumu hissettim. Parktan içeri girdim. Banklardan birine oturdum. Beş on dakika dinlenip kendime gelmek için Başımı geriye attım, gözlerimi yumdum.

Uyuyakalmışım.

Zil zurna sarhoş bir adamın dürtüklemesi ile uyandım. Dili ağzının içinde zar zor dönüyordu adamın:

- Ne arıyorsun lan burada? Dedi.

Silkinip kendime geldim. Sarhoştan deli bile korkmuş derler.

- Oturmuştum uyuyakalmışım, dedim. Af ederseniz.

Birden elime sarıldı.

- Ne haddime amca, dedi. Ben kimim ki…

Görebildiğim kadarıyla. otuz yaşlarında ya vardı ya yoktu. Genç yani. Zavallı! Bu yaşta bu halde olmak.

Zorla elimi öptü:

- Bu saatte burada ne arıyorsun, dedi. İçkili miçkili de değilsin benim gibi.

Cebinden bir el feneri çıkardı, üzerime tuttu. Tepeden tırnağa süzdü:

- Benceğiz gibi serseri merseri de değilsin, dedi. Derdin ne?

Bu kadar görmüş geçirmişlik var. Adam, sarhoş marhoş ama kötü biri değil belli. Korkum gitti biraz. Zararsız.

- Boş ver, dedim.

Yanıma ilişti.. Sigara paketini çıkardı. Uzattı:

- Sağ ol, dedim. İçmiyorum.

- Ben yaksam mahsuru var mı dayı, dedi.

Az evvel amcaydık, şimdi dayı olduk.

Sigarayı ağzına aldı. Ateşi yakmak üzereyken.

- Şunun kimseye faydası yok dedim. Bırak. İçkiden bile zararlı derler.

Birden neye uğradığımı şaşırdım. Hay dilim tutulsaydı da söylemez olsaydım. Birden ayağa fırladı. Gözlerini gözlerimi dikti. Gayri ihtiyari sindim. İçimden “ Sana ne elin adamının sigarasından migarasından Hüsnü ” dedim. Göz ucuyla çevreyi de süzüyorum ama gecenin bu saatinde. Park cadde üzerinde de değil.

Gözleri hala gözlerimde. Ya sinirden titriyor ya karanlığın da etkisinden bana geliyor.

Korka korka:

- İçebilirsin dedim. Beni yanlış anladın. Bana dokunmaz.

Cevap vermedi. Burnundan soluyordu işte. Elini de dişlerini sıkarak cebine attı. Şimdi ben sana gösteririm der gibi der gibisinden başını sallamaya başladı.

Devamı var…

Güzel Söz:

İnsanların var oluş amacı sadece mutluluk olsaydı Allah ona diğer varlıklardan farklı olarak bir de akıl vermezdi. ( Kant)

12 Aralık 2012 Çarşamba

ÇOCUK AKLI İŞTE


Kim tutar artık beni

Ben, keşfedilmemiş bir fevkalbeşermişim

Aferin aldım koskocaman öğretmenimden dün

Şiirimin, kapıyı çalan sen miydin, dizesinde

Tecahül-i arif sanatı varmış

Sevgiliye hitap etmişim amma

Bildiğimi de bilmemelikten gelmişim

Farkında değilim

Meğer ben neymişim?


Mademki ben bir fevkalbeşerim

Mademki şiirimde sanat da var

Mademki şairim deyip salınan da

Dokuz ay on günlük, ben de öyle

Mademki farkına da varıldım artık

Aferin ile tescillendim de hocamdan

Kim tutar artık beni,

Şiirinde sanat var mı buba,

Şiiri herkes yazar

Sen, sanatın kadar konuş!

11 Aralık 2012 Salı

Güzel Sözler:

Ne kadar bilirsen bil söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.( Hz. Mevlana)
Ne aradığını bilmeyen bulduğunu anlayamaz. ( Hz. Mevlana)

Yalan dörtnala gider, hakikat adım adım yürür, fakat gene de vaktinde yetişir. ( Japon Atasözü)

Herkes öğrenmek ister, kimse bilginin bedelini ödemek istemez. ( Juvenal)

Ders alınmış başarısızlıklar, başarı demektir ( Malcolm Forbes)

Kendi sorumluluğunuzu tümüyle aldığınız ve mazereti bıraktığınız gün, zirveye doğru hareket ettiğiniz gündür.( O.J.Simpson)

Kuru pantolon ile balık tutulmaz ( Cervantes)

Kim gülüyorsa, başkasına gülüyordur

Kim ağlıyorsa, kendisine ağlıyordur.

( Hint Atasözü )

10 Aralık 2012 Pazartesi


TAKILMIŞ KALMIŞ GÖZLERİM ADAMA


Takılmış kalmış gözlerim adama

Araya adamlar koymuştu iş için

Zengindi, açmıştı kesenin ağzını

Beşe iki koyup yarım hisse alacaktım

Birden yan çizmeye başladı,

Belli ki

Başıma konan devlet kuş uçmak üzeriydi,

Caydı…
Olur, cayar cayar da nedeni merak ettim

Araya adamlar koydum

Şuydu buydu derken, bir akşam:

Aradı telefonla:

“ Yarın dörtte bürondayım “ dedi

Sevindim

“ Okey mi demek oluyor bu? “dedim

Yanıtı kinayeli oldu

“ Yarın bakarız dedi, okey den anlamam ama

Belki tamam belki devam”

Türkçe aşığıymış,

İngilizce Türkçe karışı dilim mi bozdu bu işi ne?
Saat tam dörtte çaldı kapı

Sımsıcak karşıladım

Oturur oturmaz koltuğuna

Çikolatayı verdim eline

Ve ekledim “ çay, kahve, likör, ne içeriz…
Suratı asıldı gene birden

Bir an yüzüme baktı boş boş

Daha iki çift laf etmemiştik

Neye bozuldu bu derken

Kalktı:

-Kusura bakmayın Haydar Bey, dedi

Bu iş olmayacak

Dedim:

- Fakat niye?
Canlıları ve de çiçekleri sever tüyosunu alınca birinden

İlk geliş öncesi,

Nadide birkaç çiçek almıştım büroma,

İlgilenmişti, keyiflenmişti…

Şimdi algılıyorum,

İkinci gelişinde gözleri hep çiçeklerde olmuştu

Su vermediğimden yaprakları solmuştu,

Laf da dokundurmuştu aslında giderken:

- Bir arkadaş seyahatte, çiçekleri sulamam için anahtarını verdi de…
Medeni insanlarız,

Uzattık ellerimizi kapıda karşılıklı

- Saplık olsun, dedim dostluğumuz baki olur inşallah

Gülümsedi

- İkisi kurumuş çiçeklerden ama, dedi ve yutkundu

Kapının yanındakine bir bardak su verirseniz o canlanır o canlanır belki.

***

GÜZEL SÖZ:
Eğer hayal edebileceğin bir şeyse yapabilirsin. ( Walt Disney)

9 Aralık 2012 Pazar


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI
12.BÖLÜM



Birden araba durdu.

- Ne oluyor? Dedim.

- Verdiğiniz adres burası, dedi Şoför.

Hakikaten de öyleydi. Ne kadar daldıysam.

Taksimetrenin yazdığı ücreti ödedim. İnerken, tüm kızgınlığıma rağmen:

- İyi geceler, dedim.

Kapıyı yavaşca örtüm. Birkaç metre uzaklaşmıştım ki adam kapıyı açmış sesleniyor.

- Karpuz sergin tarafta. Yolum düşerse…

Daha fazla tahammül edilir mi:?

- Cehennemin dibinde dedim.

Neden bilmem, yani, duydu da tepkimi mazur mu gördü, yoksa duymadı da nasıl olsa bir şey söylemiştir ne şiş yansın ne kebap cinsinden bir şey mi söyleyeyim dedi.

- Canın sağ olsun.

Karşılık vermedim ama gayri ihtiyari eyvallah gibisinde el salladım.

Baldızın ışığı yanıyordu. Beni bekliyordu belli. Adımlarımı hjızlandırdım, kapıya vardım, dış kapının girişinden, daire ziline dokundum. Bekledim. Açılmadı. Bir kez daha dokundum, gene açılmadı. Yanlış bir zile basmış olabilirim paniğini yaşadım bir an. Bu saatte tanımadığın birinin ziline basmak, Allah korusun.

İyice yanaşarak kontrol ettim, yanlışlık yoktu. 22 numaralı dairenin ziline basıyordum. Bir kez daha bastım, bir kez daha bastım, uzun uzun bastım. Daire zili mi bozuktu acaba?

Şans işte, hemen ilerimde bir taksi durdu. Genç bir bayan indi. Benden tarafa geldi.

- İyi geceler, dedi.

Koskoca site. Kim kimi tanır.

- Anahtarı almayı unutmuşum da çıkarken dedim. Evdekilerde uyuyakaldı herhalde.

Gözleri ile şöyle bir süzdü beni. Kılık kıyafetim düzgünceydi.

Olur böyle şeyler der gibisinden başını salladı, kapıyı açtı.

- Teşekkür ederim, dedim.

Asansörün kapısını da açacaktım ama belki rahatsız olur düşüncesi ile, merdivenlere yöneldim. İkişer ikişer basamakları atladım. Nefes nefese baldızın dairesinin kapısının önüne vardım. Zile bastım. Zil çalıyordu. Zil çalıyordu da açan maçan yok. Kapıyı tıklattım. İçerde de kim olduğumdan emin olmadığı için kapıyı açmakta tereddüt mü gösteriyor acaba diye düşünerek, ağzımı kapıya yanaştırdım:

- Benim baldız, dedim. Enişten Hüsnü.

Karşılık yok. Bir daha bastım zile, bir daha

Dedim ya, baldız biraz değişik bir kız. Muhtemelen fikrini değiştirdi, ya da fikrini değiştirecek bir şey oldu. Kapıyı açmamaya karar verdi. La havle çekerek aşağı indim. Dış kapıyı yavaşça kapattım, iyice örtülüp kilitlenmemsi içinde kendimce bildiğim bir yöntemi uyguladım.

“ Ya başına bir şey gelmişse.”

Aklıma gelen bu düşünce bir anda beni buz gibi terletti.

Ya başına bir şey geldiyse, şu anda acil olarak yardıma gereksinimi varsa...





8 Aralık 2012 Cumartesi


KELİME DAĞARCIĞIMIZI ZENGİNLEŞTİRELİM…
ŞEMS: Güneş

ŞEM: Mum, balmumu, gümüş

BİTARAF: Tarafsız, yansız

NAME: Mektup, bir kimsenin geçmişi

BİNAEN: Dayanarak, - den dolayı

MANZUM: Şiir biçimde yazılmış

MENSUR: Düz yazı

HASBELKADER: Tesadüfen, rastlantı

MİLİS: Savaşta orduya yardımcı olmak gayesi ile toplanan halk gücü

BİVEFA: Sevgisine bağlı olmayan, vefasız

MÜCEHHEZ: Donanmış

BİNAENALEYH: Bundan dolayı, bunun üzerine

MÜCEHHEZ OLMAK: Kendinde bulundurmak

KELAM: Söz

HEMAN: Hemen

ALENEN: Açık açık, gizlemeden

İKRAR ETMEK: Kabul etmek, açıkça söylemek

ALLAH MANDA ŞİFALIĞI VERSİN: Çok veya ağır yemek yiyenler için söylenen bir söz

***
İTİRAF
Bivefa dedim, iftiraydı

İnsanız hata edeceğiz

Manzumu mensura yeğlemesi

Etmişti beni deli

Aleyhinde edecek bir kelam da bulamayınca

Bivefa dedim ona, hafif gibi geldi bana amma

Kimler varmış meğer dost meclisinde

Kaşla göz arasında duyurmuşlar heman

Gönül koymuş, ikrar etti alenen alo deyip


Ama oda, iki gündür de aramıyordu ki!

7 Aralık 2012 Cuma




BUNA DA ALIŞTIK YA!

Biri geldi bir gün bizim diyara

Çalar oldu kapıları

Gece gündüz, sabah akşam

Olur olmaz demeden

Ivır zıvır ile zırt pırt
Her önlem çaresiz kaldı

Vazgeçiremedik huyundan

Gün gün zırt pırtlarını kanıksadık

Ivır zıvırlarında da hoş şeyler bulmaya başladık

Zart zurtunu da sevdik zamanla

Alıştık be

Demek ki

İnsanoğlu böyle bir şey işte!

5 Aralık 2012 Çarşamba


BİR MASAL BÖYLE BİTTİ

Sihir oluştu

Tenzih edilenin siniri yatıştı

Sehven de olsa güldü bazıları

Masal dünyasının ışıkları yandı,

Görülmesi gerekenler değil görülmek istenenler görüldü

Ali de Veli de Fatma da Ayşe de işitmek istediklerini işitti

Ortalık yumuşadı, asılan suratlarda gülücükler oluştu

Şans oyunlarında paralar birikti, hayaller kuruldu

Bir rüya başladı bir masalla

Hülya rüyaya eşlik etti

Soğukkanlı insanlar sıcakkanlı insanlarla ortaklık kurdu

Sarı Çizmeli Mehmet Ağanın kime yazdığını bilmediği mektup

Çalar saatinin “ kalk artık” uyarısı ile nihayete erdi.

****
GÜZEL SÖZ:

Dört şey insanın ruhunu bozar: Hırs, korku, tenbellik ve borç. ( Gray Anderson)



4 Aralık 2012 Salı

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI


11.BÖLÜM

Sözde bir şeyler konuştuk. Tek bir cümlesi, tek bir kelimesi bile aklımda kalmadı. Belki biraz sonra anımsayacağım…

Oluyor bu bende bazen. Konuştuklarım ya da konuşulanlar aklımdan çıkıp gidiyor ve sonra bir bakıyorum bazen tamamı bazen bir kısmı, bazen bir cümlesi ya da kelimesi aklıma geliveriyor hiç ummadığım bir anda.
Muhsin Amca, otelden ayrıldıktan sonra ben de otelden çıktım. Epeyce bir süre yürüdüm. Hiçbir şey düşünmedim. Adeta beynimi dondurdum. Belki de pek çok şey düşündüm de farkında değilim… Baldız Binnaz deli dolu değişik bir kız. Günü gününe saati saatine uymaz. Yıllardır tek başına yaşıyor. Annesi ve hanım dâhil kimseye gidip gelmiyor. Yolda izde karşılaşırsak sarılıp öpüşüyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse bazen o bazen de ben görmemezlikten de geliyoruz. Birbirimizi ne kadar sevdiğimizi anlayın artık.

Birden onun telefonunu anımsadım. Cep telefonumu çıkarttım. Vakit de epeyce geç olmuş ama hani içimden geldi aramak. Ters ve şiddetli bir tepki görme pahasını da göze alarak, inşallah uyumamıştır ya da bir misafiri falan yoktur temennisini de içimden geçirerek aradım.

Allah’ın sevgili kuluymuşum. Hoş bir sesle açtı telefonu: Alo der demez ben,

- Vay enişte, merhaba, dedi.

Biri demiş de benim mi aklımda kalmış yoksa ben mi öyle düşünüyorum sevabı ile günahı ile: olasılıkların sonu gelmez, iyi için de kötü için de…

- Merhaba Binnaz, dedim. Rahatsız etmiyorum inşallah bu saatte.

- Vallahi sıkıntıdan patlıyorum enişte, dedi. Haydi, atla gel.

Bu kadar olur derler ya bu kadar olur. Körün istediği bir göz, Allah verir iki göz.

- Tamam, dedim. Saate baktım, mütalaada bulundum.” Yarım saate kalmaz oradayım.”

- Okey, dedi.

Keyfim bir an için kaçtı. Bir şey demeden telefonu kapattım gayri ihtiyari.

” Tamam ” varken “ oldu” varken okey deyenlere sinir oluyorum ama yapacak da bir şey yok. Son günlerde de moderatör çıktı başımıza. Sunucuyu kendilerine yakıştıramayanlar maderatör diyor. Sanıyorlar ki moderatör onlara erişilmez bir hava verecek.

Telefon ile konuşurken Farkına varmadan ara sokakla sapmışım. Sağıma soluma baktım taksi falan yok.

Kıza da yarım saate kalmaz gelirim dedim. Otele dönüp arabamı almaya kalksam…

Dedim ya kısmet geliyor üst üste. Hemen birkaç metre ötemde bir taksi durdu. İki kişi indi taksiden. Koştum taksiye doğru, koşarken de bağırdım:

- Taksi!

İnenler duydu sesimi. Hareketlerinden “ müşteri” anlamında bir işaret yaptıklarını anladım.

Şoför mahalli kapısı kapanmadan yetiştim.

- Boş mu, dedim alışkanlık gereği.

- Boş Hüsnü abi, dedi. Buyur.

Beni tanımıştı. Arabaya binince,

“ Nerden beni tanıyorsun” der gibisinden de

- Merhaba, dedim.

- Merhaba, dedi.

Sordum da:

- Nerden tanışıyoruz?

- Alt sokaktaki duraktanım ben. Siz de Karpuzcu Hüsnü.

Ne yalan söyleyeyim bozuldum birden. Karpuzcu Hüsnü değil Avukat Hüsnü diyecekken ekledi.

- Geçen gece de sizi otele bırakmıştım.

- Tesadüf işte, dedim.

- Aslında ben sizin Mevlit amcanızı iyi tanırım dedi. Benim kayınçonun karısının bir akrabası onların gelini.

Mevlit amcamın beni nasıl bulduğu anlaşıldı. Demek ki laf lafı açtı, taksici beni adını unuttuğum otele bıraktığını söyledi.

- Karpuz işleri nasıl gidiyor, dayı.

Hiç beklemediğim bir söz idi bu. Bir an nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Hani istisnalar hariç saygı ile “ Avukat Bey” hitabına alışmışım.

Adam benden yaşlıca. Dayı sözünde bir art niyet belli. Yoksa benimle dalga mı geçmek istedi.

- Nasıl gitsin işte yeğenim, dedim. İyi.

- İyi de dedi, karıyı kaçırmışsın ama.

Cevap vermedim.

Adam, felsefe yapmak için yaratılmış(!). Devam etti:

- Katırdan inip eşeğe binmek gibi bir şey oldu herhalde ona.

Susmaya devam etim.

- Avukat Hüsnü Bey’in karısı nerede, Karpuzcu Hüsnü’nün karısı…

Susmamı sürdürdüm.

- Avukatlığı tamamen bıraktın mı?

- …

- Karpuzcu mu oldun artık?

- …

- Kışında pırasa işine falan girersin sen

- …

- Akıl vermek gibi olmasın ama, pırasa işine falan girersen karı hiç dönmez sana. Pırasacı Hüsnü.

İmtihanın bin türlü şekli var derler. Bu da böyle bir şey olsa gerek. Tepkimi ölçmek için bir an için suratıma baktığını görünce şoförün aklı sıra yaptığı espriye, güler gibi yaptım.

- Aradık bulduk dedim. Artık pırasacı Hüsnü mü derler, turpçu Hüsnü derler.
DEVAMI VAR.

3 Aralık 2012 Pazartesi

DİKİZ AYNASI


Yel değirmeni ne ki,

Dikiz aynasıyla kavgam

Filozof forsunu dikmemiş olsaydım gönderime

Olmasaydı tasavvuf felsefesi içimde

Akşama onunla olur muyum bilmem?

O,
Düşmanım desem değil

Sevdiğim desem değil

Benim mi hacmim ondan büyük

Onun hacmi mi benden

Deliriyor muyum olgunlaşıyor muyum bilmem amma

Kavgam dikiz aynasıyla.


Garibim,

Bula bula beni mi buldun deme

Haşpa dedirttirme bana, bak

Gözlerim bir yolda, bir sende

Zaman eskidi

Ben eskidi.


Aman Allah’ ım, oda ne

Çalışmaya başladı silecekler

Boşa mı desem

Gözlerimin feri mi parlasa

Geçip giden trenler mi yansam

Biraz sonra gelecek olan

O, o trene yapışıp

Kompartımanında bir yer mi bulsam.
Kavgam dikiz aynasıyla

1 Aralık 2012 Cumartesi


REVANİLİ ŞİİR


Bir çivi benden

Bir çivi senden olursa

Düzeltilebilir belki demişsin benim için

Mersi desem kızarsın şimdi

Türkçesi varken, niye “mersi” ki dersin

Thamk you desem “üf” çekersin

Çivileriniz hazırsa

Akşama kahvehanedeyim elimde revani olacak






KONUŞMALI ŞİİR


Başladık oynamaya,

Bir kelime ondan

Anında yanıt benden

Soru ondan

Yanıt benden; düşünmeden, derken

Samimi ve içten...

- Deden.

- Gurur

- Çok mu gururluydu?

- Kimsenin gururuyla oynama derdi laf açılırsa

- Ninen

- İnanç

- Çok mu inançlıydı?

- Sen sen ol, kimsenin inancıyla dalga geçme derdi.

- Nasihat

- Tecrübeler kulak ardı edilmemeli.

- Öyle mi yaptın?

- ...

- ...

- Sana bir nasihat da bulunayım mı?

- Nasihat almaktan haz etmem ama; söyle hade...

- Sen sen ol, kimsenin guruyla oynama kimsenin inancıyla da alay etme.