26 Mayıs 2021 Çarşamba

 

BİLMECE GİBİ ŞİİR

Hep sonrasına baktı

Baktı, amma velâkin kılını kıpırdatmadı

Geçmişi bırakmadı, geleceğe başlamadı

Hep yerinde saydı, hep yerinde saydı.

 

24 Mayıs 2021 Pazartesi

  

            TÜRKÜ BENİN ÖZÜM

 

         Nicelerini gördük biz

         Burun  kıvırırlardı

         Türkülere de türkü dinleyenlere de

         Saza, davula zurnayı da tulumu da.

         Onlar için müzik, hafif olacak, yabancı olacak

 

         Metal olacak, rap olacak, rep olacaktı

         Kanın deli aktığı o malum çağlarda

 

         Gün geçecek devran dönecek yine

         Yaşlar otuz olacak, elli olacak

         Deyişler söylenecek türküler dinlenilecek

         Gözler dolacak

         Hasret giderilecek Anadolu’ya

         Duygular türkülerle dolup taşacak.

         Ah o türküler, özüm türküler

23 Mayıs 2021 Pazar

 

SON PİŞMANLIK

Çok şaşırdı, çok da sevindi

Olmuş armut gibi eline düştü sandı

Keşke,  bu işte bir iş de olabilir deseydi

Deseydi ve düşünseydi de oltaya düşmeseydi.

22 Mayıs 2021 Cumartesi

 


         BİR BABANIN HİKAYESİ        

           Mutsuz gibi idi

         Amacına erişemiyordu bir türlü

         Dertleşmeye ihtiyacı vardı,

         Gafur'u denk geldi, altı yaşındaydı Gafur, anlattı

         Ukala çocuk; babası yaşındaki adama dedi:

         “Metotun yanlış olmasın emmi?” 

 

         Sıfırlandı moral  adamda,

         Ne parkta oturabildi her zaman olduğu gibi

         Ne de bir şey içebildi bir yerde

         Patlayacak biri de denk gelmeyince yolda

         Eve gitmek kaçınılmaz oldu.

 

         Anahtarla açtı kapıyı girdi içeriye baba

         Hanım mutfaktaydı, hol ışığı yanık

         Salonda televizyon, kendi oynar kendi seyreder

         Oğlanın odasındaki tüm ampuller görev başında

        

         Oğlan teftişe gitmiş olsa gerek, yok ortada

         Kız uykuda, bilgisayar mesaide

         La havle çekerek ceketini çıkartırken salonda baba

         Elektrik faturasını gördü masada

         Aldı baktı geçen ayınkinden değildi çok

         Vaziyet bu iken 

         Az evvelki yaşlı kadın geldi gözlerinin önüne

         Otobüs durağında

         Kucağında engelli  bir delikanlı

         Hastaneden çıkmıştı bekliyordu bir otobüs

         Cebinde evine gidecek bir taksi parası vardı belki de

         O parayla o  beş kuruşun hesabını yaparak

         Belli bir süre geçinmek zorundaydı.

 

        

         Anlamsız bir keyifsizlik vardı adamda

         Keyfi iyice kaçtı anımsayınca duraktaki  o kadını

         Son damla bardaktaydı

         Bardak doluydu

         Kaçınılmazdı taşması...

         Yıkıp dökmeden


         Tamiri imkânsız adımlar atmadan

         Vurmalıydı yumruğunu masaya...

 

         İlk adımı atmak sonuca erişmekten daha zordur.

         Sen seni bil sen seni,

         Sen seni bilmezsen

         Keser döner sap döner

         Gün gelir hesap döner misali

         Topladı tüm faturaları

         Topladı tüm aileyi

         Ailenin bir arada olduğu bir günde

         Oğluna kızına sen sen demedi

         Baktı karısının gözleri içine

         Kızım sana söylüyorum

         Gelinim sen anla misali

         Bu faturalar düşecek dedi,

         Kızına döndü:

         Bu sene bu okul bitecek dedi

         Oğluna döndü kükredi:

         Yarından tezi yok

         Akşam yemeğinde sofrada olacaksın...

 

        Zaman zaman hep derdi adamcağız bunları

         Belki gönlü bunu isterdi,

         Tamam tamam merak etme dedi karısı

         Bitecek babacığım dedi kız

         Dışarının yemekleri pek iyi olmuyor zaten dedi oğlan

        

         Adam, söyleyeceklerini söyledi, kalktı masadan

         Kadın, bu adam da her gün çekilmez oluyor dedi,

         Bu demekti ki çocukların gözünde:

         Bakmayın bu adamın dediklerine.

        

21 Mayıs 2021 Cuma

     BİR ÇUVAL ALTIN

Bir varmış bir yokmuş. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken Kaf dağındaki beldelerin birinde üç gün tellal çıkmış. Mevsim Dede, elmaları için üç günlüğüne bekçilik yapacak birini arıyormuş Üç gün için görevi üstlenecek kişiye tamı tamına da 100 altın verecekmiş.

Duyuruyu öğrenenler çok sevinmişler, işlerimi güçlerini bırakıp Mevsim Dede’ye gitmişler ama Mevsim Dede’nin şartları varmış. On bin dört yüz üç elmasından biri bile zayi olursa para verilmeyecek ve de o kişi on sene Mevsim Dede’mn yanında karın tokluğuna çalışacakmış.

Bu duruma, işe talip olanlar kızmış, duyanlar da şaşmış kalmış.

Mevsim Dede, aradığı elemanı bulamayınca ne yapacağını kara kara düşünmeye başlamış. Başka alternatifler de her ne hikmetse aklına gelmiyormuş. Tam ümidini yitirmekte olduğu bir gün küçük bir çocuk Mevsim Dede’nin kapısını çalmış

—Ben şartlarınız kabul ediyorum, demiş.

Mevsim Dede canının çok sıkkın olmasına rağmen bu cesarete çok gülmüş. Sonra da çocuğun kulağından tutup  “ Gel bakayım” demiş. Çocuk, Mevsim Dede’nin gülmesinin ardından da kulağına yapışılmasından korkmuş ama belli de etmemiş.

Biraz yürüdükten sonra üç köpeğin yanına varmışlar. Bunlar Mevsim Dede’nin köpekleriymiş. Sahibini gören köpekler havlayarak ileri atılmışlar ama bağlı olduklarından bir şey yapamamışlar.

Mevsim Dede küçük çocuğa dönmüş:

—Elmalarımdan bir elma bile eksilirse seni bu köpeklere yem ederim, demiş. Bu da kabul mü?

Çocuğun beti benzi atmış. Yutkunmuş. Köpeklere gözlerine kısarak bakmış. Tüm cesaretini toplayarak:

—Tamam, demiş.

Mevsim Dede buna da çok şaşırmış.

— Cesaretini takdir ettim ama bir şartım daha var demiş. Bunu da yaparsan elma bahçemi üç günlüğüne sana teslim edeceğim.

Küçük çocuk buna da tamam demiş. Mevsim Dede de o malum şartlarını söylemiş.

O akşam küçük çocuk, annesinin dizi dibine oturarak her şeyi tek tek ne bir eksik ne bir fazla anlatmış. Annesi olumlu ya da olumsuz hiçbir şey dememiş. Sadece oğlunun elini tutmuş, sıkmış. Küçük çocuk bunun “ Ne diyeyim hayırlısı ne ise o olsun” demek olduğunu anlamış   “ inşallah ” deyip başını sallamış.

Küçük çocuk ertesi gün tan ağarmadan kalkmış. Banyosunu yapmış, giyinmiş. Mevsim Dede’nin isteğini yerine getirmek için fazla vakti yokmuş. İlk olarak, o dakikalarda tarlasında çalışarak alın teri ile nafakasını çıkartmaya çaba sarf eden Keramet Dayı’ya gitmek istemiş. Dışarı çıkmış bir de ne görsün, Keramet Dayı’nın eşeği kapıda bekliyor.

Eşek:

— Adım Zırva, demiş. Keramet Dayı’ya gitmek istiyorsan gel götüreyim seni. Küçük çocuk, peki deyip eşeğe binmiş. Göz açıp kapayıncaya kadar da Keramet Dayı’nın tarlasına varmışlar.

Küçük çocuğun anlattıklarını dinleyen ve onun yardım talebini alan Keramet Dayı,

— Sana yardım etmeyi çok isterim ama evladım benim değil yüz, bir altınım bile yok, demiş.

 Çocuk da

—   Ama akıllısınız ve deneyimlisiniz. Bana akıl verip yol gösterebilirsiniz, diye karşılık vermiş.

Keramet Dede’nin ilk önerisi de ikinci önerisi de çocuğun hoşuna gitmemiş. Yapmayı düşündüğü şeyi söylemiş, Keramet Dayı da “ tamam” demiş. “ Bir dene bakalım. Benim görebildiğim kadarıyla denemekte bir sakıca yok.”

         Keramet Dayı’dan alacağını alan çocuk düşündüğünü gerçekleştirmek için vakit kaybetmeden kolları sıvamış.

 Göz açıp kapayıncaya kadar akşam olmuş. Keramet Dayı toparlanırken küçük çocuk gelmiş. Keramet Dayı daha bir şey sormadan: “ Bir altın bile toplayamadım” demiş. “Kapı kapı dolaştım ama kimse değil yüz altın bir altın bile vermedi.”

Keramet Dayı:

—Tüm evleri dolaştın mı, diye sormuş

Çocuk, iç geçirerek “ evet” demiş ama Keramet Dayı’nın bildiği bir şey varmış.

Keramet Dayı, ses tonumu biraz değiştirerek cevabı onaylattırmak istemiş:

—Bir ev bile atlamadığından eminsin değil mi?

Çocuk, evet yerine

— Zaten kimse bir şey vermedi, demiş.

Keramet Dayı, az evvelki sorusunu küçük çocuğun gözleri içerinse bakarak tekrar etmiş.

Çocuk, biraz düşünmüş sonra,

— Bizim evin yanında yaşlı bir nine var ama o zaten veremez. Onun yemeğini bile biz veriyoruz. Evinde de doğru dürüst bir şey yok, demiş.

Keramet Dayı, küçük çocuğun omzuna sevgi emaresi olarak dokunup:

— Ama demiş “ O şu anda çok üzgün olabilir.”

— Niye?

— Burası o kadar büyük bir yer değil. Küçük bir çocuk ev ev dolaşıp yardım istiyor diye duyduysa kendisine uğranılmaması onu kırmış olabilir.

— Ama onun parasının da altının da olmadığını ben biliyorum.

— O başka o başla.

— Birde ona mı uğrayıp sorsaydım keşke?

— Onu atlaman onu üzmüş olabilir.

Küçük çocuk pek bir şey anlamamış ama Keramet Dayı’nın bir bildiği olsa gerek deyip:

—Tamam o zaman, demiş. “Şimdi giderken ona da uğrarım ondan da altın isterim.”

Gerçekten de küçük çocuk eve dönerken bahsettiği nineye de uğramış, olup bitenleri anlatmış ve demiş ki:

—Varsa bana yüz altın yoksa birkaç altın o da yoksa satıp altına çevirebilmem için bir şeyler verebilir misiniz? Elmaları tam teslim edince borcumu hemen öderim.

         Nine, güzlüklerini çıkarmış.  Gözlük camlarını silmiş. Bu arada küçük çocuk da “ Bende altın ne arar, benimle dalga mı geçiyorsun sen? ” diye bağıracağını düşünerek korkuyormuş ama çok şaşırtıcı bir şey olmuş. Nine

—Mevsim Dede’ye git, yarın öğle köy kahvesinin önünde altınları vereceğini söyle. Başka da bir şey sakın ola ki söyleme” demiş

Küçük çocuk “ tamam” deyip oradan ayrılmış Mevsim Dede’ye haberi vermek için koşmaya başlamış. Tam kahvehanenin önünden geçerken Mevsim Dede’yi masalardan birinde çay içerken görmüş. Yanına yanaşmış. “ Yarın öğlen altınları buraya getireceğim. “demiş demesi ile birlikte de kahvehanedekilerin şaşkın bakışları arasında orada bulunanların soru sorulmasına olanak bırakmadan oradan uzaklaşmış.

       Altınların öğle üzeri kahvehanenin önünde olacağı haberini ertesi günü öğleye kadar herkes duymuş.  Çoluk çocuk kadın kız herkes ertesi günü öğleye doğru kahvehanenin etrafını hınca hınç doldurup beklemeye koyulmuşlar.  Derken köşede sırtında bir çuval olduğu halde nine belirmiş. Ninenin yanında da küçük çocuk varmış. Merak iyice artmış, nefesler tutulmuş

Nine, kalabalığı görünce çok sevinmiş. Onları ortalayıp durmuş ve demiş ki:

— Çocuklarım, bu çuvalın içi altınla dolu. Dedelerden ebelerden bana kaldı ama benim bırakabileceğim kimsem yok. O nedenle ben de bu altınları sizlere bırakmaya karar verdim. Şimdi hepinize üçer altın dağıtacağım. Helâlı hoş olsun.

Herkes bu habere çok sevinmiş, altınlar dağıtılmaya başlayınca sevinçleri daha da artmış.

         Göz açıp kapayıncaya kadar altınlar dağıtılmış. Mevsim Dede’de  üç altın verilmiş.  Tesadüfen Mevsim Dede’ye üç altını lükçük çocuk vermiş. Mevsim Dede de ona şöyle demiş:

— Ben yüz altın isterim. Benim yüz altımım nerede?

Herkes gibi mime de Mevsim Dede’nin dediğini duymuş, duyunca da kalabalığa dönerek şöyle demiş:

—Yaşlılık işte. Çocuğun altınlarını da yanlışlıkla çuvala koyuvermişim.  Ama bu çocuğun da altına ihtiyacı var, sebebini de hepiniz biliyorsunuz.

  Ve sonra, cebimden bir kese çıkartıp hemen oradaki bir ağacın dalına asmış,

—Ben inanıyorum sizler buradan geçerken bu keseye birer altın atacak ve de bu çocuğun ihtiyacını gidereceksiniz, deyip ilk altını keseye koymuş sonra da oradan uzaklaşmış.

Altınları alan halk tarafından yüz altın bu keseye atılmış mı, kesedeki altın sayısı yüzü bulmadıysa nine tarafından yüze tamamlanmış mı bilinmez ama ninenin altınları masal icabı sihirliymiş. Her zaman olduğu gibi aç gözlülük yapanların, almayı bildiği halde vermeyi bilmeyenlerin altınları birkaç saat içinde teneke parçasına dönüşmüş, aç gözlü olamayanların iki altını da yaptıkları iyilik oranında gün gün artmış. İyilik yapanlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine

20 Mayıs 2021 Perşembe

 AHMET ÇATLAYACAK ÖĞRETMENİM

Bir varmış bir yokmuş. Develer tellal pireler berber iken, tilkiler kargaların ağızlarından düşürdükleri peynirlerini yerken  ben de  annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken Ayça  Öğretmen’in  kadayıflarım dediği  çocukları  incir çekirdeğini bile doldurmayan sebepten birbirlerine girmişler sonra da onlardan bir grup meseleyi halletmesi için  biricik öğretmenlerinin yanına koşuşmuşlar. Hepsinin öğretmenlerine söyleyeceği bir şey varmış. Çoğu zaman olduğu hep bir ağızdan ağızdan konuşmaya başlayınca  Ayca Öğretmen, kendini öğrencilerinden biraz uzaklaştırmış sonra da,

-Teker teker, demiş. Her zamanki tatlı sesli ile.

 Özge atılmış:

- Ayaz ayıp ayıp şeyler söylüyor bana öğretmenim.

Sıla, Özge’ye destek vermiş:

-Evet öğretmenim ben de duydum. Annesine söyleyin de ağzına biber sürsün.Bizim ahlakımızı bozuyor ahlaksız çocuk.

Hüseyin,Ayaz’ın kankasıymış. Özge’ye yaklaşma girişimleri hep başarısız olduğundan Özge’yi zor durumda bırakmak için lafa karışmış:

-Öğretmenim Özge’de Ayaz’a Ayaz Ayşe’yi seviyor diyor.O da demesin.

Hemen yanı başlarında bir grup veli varmış. Merve Hanım’ın , Ayşe’si de bu mektepteymiş. Ayaz Ayşe’yi cümlesinden Korkmuş, heyecanlanmış . Hüseyin’în yanına koşmuş, böğründen dürterek sormuş:

-Hangi Ayşe’yi seviyormuş. Benim kızı mı?Kırarım onun bacaklarını

Hüseyin, şaşkın şaşkın kadına bakıp sormuş:

-Senin kız kim teyze?

.Ayça  Öğretmen, Merve Hanım’a bakıp gülümsemiş:

-Yok hanımefendi, demiş. Sizin kızdan  değil bizim sınıftaki Ayşe’den bahsediyor Merak etmeyin siz.

Merve Hanım, Ayça  Öğretmen’e çıkışmış:

-Hoca Hanım, bunlar daha bacak kadar  çocuk. Ne sevgisi bu?.

Velilerden biri, kızlardan birine sokulup sormuş:

-Ayşe de Hüseyin’i seviyor. mu?

Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Soru sorulan öğrenci de dedikoduya meraklıymış:

-Yok, demiş. Ayşe kantinde çalışan Yavuz abiye aşık ama Yavuz abi güvenlikçi ablayı seviyor..

Velilerden Selim, sinirlenmiş. Öğretmeni azarlamaya kalkmış:

-Hoca , hoca.Siz nasıl bir öğretmensiniz?. Böyle abuk sabuk konuşmalara niçin müsaade ediyorsunuz?. Vuramıyor musunuz ağızlarına iki şaplak? O onu seviyor muş da  bu bunu bilmem ne yapıyormuş da….Bunun için mi geliyor çocuklar buraya.Bunları mı öğretiyorsunuz siz bu çocuklara?

Tam o srada oradan Zeynep Hanım ile oğlu Furkan geçmekteymiş.Zeynep Hanım, Furkan’ı dürterek Ayça Öğretmen’i göstermiş:

-Bak bide öğrtemen olacam diyorsun.Şu kadın buraya geidiğinde tıpkı benim gibi eti butu yerindeydi.İki yüz kilo vardı maşallah. Şimdi bak  bir deri bir kemik kaldı. Ne hale koydu çocuklar kadını.

- Boşuna çeneni yorma anne. Hem kadım, ister dört yüz kilo olur ister elli kilo.Kendi tercihi.

-Oğlum vıcır vıcır şunlarla uğraşılr mı? Hem puanın tıpa da yetiyor.

- Seninle çıktığıma pişman etme beni.

-Yavrum ben, senin iyiliğin için. Bak ben diyorum kaz kanadı sen diyorsun keçi boynuzu.

Çocuklardan Beyza, cinmiş.Anne ile oğlunun  duyacağı şekilde öğretmenine sormuş

-Öğretmenim ben diyorum kaz kanadı sen diyorsun keçi boynuzu ne demek?

Ayça  Öğretmen, Beyza’nın sorusuna vereceği cevabı ötelemiş. Kollarını açıp öğrencilerini “ Sonra konuşuruz bunları” diyerek sınıflarına yönlendirmiş.  Kendisi de öğretmenler odasına çıkmış. Bir bardak çay doldurmuş. Eline bir kitap almış. Tam okumaya başlamış ki, kapı açılmış öğrencilerinden biri, her zaman pireyi deve yapmakla ünlenen  Ova içeriye girmiş:

-Öğretmenim koşun, demiş. Ahmet ya patlayacak ya çatlayacak biraz sonra.Yine sınıfın altını üstüne getirecek.

Azra Öğretmen, okumakta olduğu Keloğlan masalını masanın üzerine bırakarak konuşmuş

-Epeyce zamandır iyiydi. Düzelttiydik. Yine ne oldu ki?

Oya, gözlerini koca koca açmış.

-Öğretmenim siz hala Keloğlan masalı mı okuyorsunuz?

Ayça Öğretmen,

-Ben masal okumasını severim, demiş gülümseyerek:

-Ama siz çocuk değilsiniz ki. Değilsiniz değil mi?

Oya son cümlesini o kadar içten sormuş ki, öğretmeni gülerek başını sallamaktan kendini alıkoyamamış. Oya’nın saçlarını karıştırarak,

-Sen beni öldüreceksin kız, demiş.

Sonra da sorularını ardı ardına sıralamış:

-Ahmet’e ne oldu gene? Niye patlayacak? Ne yaptınız oğlana?

-Öğretmenim bu sefer siz bir şey yaptınız vallaha.

Öğretmen meraklanmış:

-Ben mi bir şey yaptım?. Ne yaptım ki? Ne yaptım ben? Ben sıftan çıkarken bir şey yoktu hem

Oya tam cevap verecekken, koşarak Murat gelmiş  Nefes nefese,

-Öğretmenim Ahmet sağa sola dalaşmaya başladı.Ha patladı ha patlayacak.. Gelin bir şey yapın Anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirecek gene. Gene kıskançlık krizi tuttu.

Öğretmen, Murat’ı yanına çağırmış. Eline omuzuna koymuş:

-Yine  üzerine üzerine gittiniz  değil mi? Bir türlü olduğu gibi kabul edemediniz be çocuklar.? Neyi kıskandı yine?

-Öğretmenim vallahi biz bir şey yapmadık.Siz sınıftan çıkınca çnce oflayıp puflamaya sonra da gittikçe gerilmeye başladı. Huyunu biliyorsunuz yarşmayı kzanamadığını alıştıra alıştıra söyleyecektiniz.

Oya, sınıftaymış gibi parmak kaldırarak araya girmiş:

-Evet Öğretmenim. Ahmet birinci olacağından emindi. Sonucu öğrenince şoke oldu. Siz birinci gelen şiiri okusaydınız bari.

Murat,  Oya’yı öğretmenine çaktırmadan itmiş:

-Ukala. Öğretmene aklıl mı veriyorsun? Gıcık.Çok bilmiş.

- Yüreğin varsa yüksek sesle söylesene bunlara.


-Ben bunları öğretmene değil sana söylüyorum.


-Öğretmenin sözleri ir kulağından girip ötekinden çıkıyor. Öğretmenimiz böyle sözler  söylemeyin demiyor mu?


Ayça Öğretmen, tam, “ Ne fısıldaşıyorsunuz? ”diyecekken öğretmenler odasının kapısı tekrar açılmış:

Sacide içeriye girmiş.

Veysel Öğretmen’in gür bir sesi varmış. Onu tanıyan tüm öğrenciler ondan çok korkarmış. Veysel Öğretmen bunun nedenini bir türlü çözememişse de zaman zaman bunun keyfini çıkarmıyor da değilmiş. Sacide’yi biraz korkutmak istemiş. Çözmekte olduğu bulmacadan gözlerini ayırmış. Sertçe:

-Buraya gel bakayım, demiş.

Sacide korkmuş. Önce kendi öğretmenine bakmış. Sonra Veysel Öğretmene. Bacakları titreyerek yanına yanaşmış. Beti benzi kül gibi olmuş. Veysel Öğretmen, Sacide’m,n çok ama çok korktuğunu anlayınca kıyamamış, üzerine gitme düşüncesinden vazgeçmiş. Sacide’nin özenle örülmüş saçlarına hayranlıkla bakmış.

-Ne güzel saçlar bunlar. Annen mi ördü? demiş.

Sacide bir an öğretmeni ile göz göze geldikten sonra başını öne düşürmüş.Veysel öğretmenin sorusunu ağlamaklı cevaplamış:

-Benim annem yok artık. Annem öldü.

Veysel Öğretmen yılların yaşam tecrübesine rağmen söyleyecek birkaç kelime bulamamış. Bir yutkunmuş. İki yutkunmuş.

Kısa bir sessizlik olmuş öğretmenler odasında.

Murat, öğretmenine dönerek:

-Biz gidelim mi öğretmenim, demiş.

Oya, Murat’ın kulağına eğilmiş:

-Öğretmen Keloğlan masalı okuyor. Allah bilir Cin Ali de okuyordur, demiş. Ama sınıfa söyleme

Murat, Oya’yı dürtmüş:

-Sen söyle demi.İspiyoncu.Hem ayıp mı Keloğlan okumak.

Oya, elini sallayarak, öffflemiş:

-Benim arkamdan niye koşup geldin ki?

Öğretmen, öğrencilerini dışarıya çıkarmak için ayağa kalkmış. Onlara sınıfa gitmelerini söylemiş. Sonra da Veysel Öğretmen’e dönerek şöyle demiş:

-Veysel Öğretmenim siz yılların öğretmenisiniz. Kim bilir neler yaşadınız. Çocukların şimdi patlayacak dedikleri Ahmet’le ilgili bana yardımcı olabilirseniz çok sevinirim.

Veysel Öğretmen Ayça öğretmenin Ahmet ile ilgili anlattıklarını can kulağıyla dinlemiş. Sonra da,

-Müsaade edersen yarınki  son  dersine gireyim, demiş.

Göz açıp kapayınca kadar bir zamanda yarın olmuş, Son ders saati gelmiş.. Ayça Öğretmenin saate bakıp durması öğrencilerin de dikkatini çekmiş. Tam onlardan biri bunun nedenini sormak için parmak kaldırmış ki kapı çalmış. Sınıfa iki adam bir kadın girmiş. Adamlardan biri Veysel Öğretmenmiş. Üçünün de  ellerinde  birer davul varmış. Bu işe çocuklar da Ayça Öğretmen  de çok şaşırmıişar Meraklanmışlar da….

Veysel Öğretmen, damdan düşer gibi

-Çocuklar, bilirim sizler beni sevmessiniz,Benden korkarsınız. Derin dondurucudan daha soğuk bir öğretimdir, iticiyimdir. Şimdiye kadar böyle olmam bundan böyle de böyle olmamı gerektirmez. Ben değişmeye karar verdim. Belki bazılarınız kırkından sonra azanı teneşir paklar diye içinizden geçireceksiniz ama beni biraz tanırsanız beni biraz sevebilirsiniz diye düşündüm. Başlamak bitirmenin yarısıdır demişler. Uşakşar, ben davul çalarım. demiş ve bir parça çalmış Öğrencilerden bazıları kıkır kıkır gülmüş, bazıları kulaklarını kapatmış, bazıları ne olup bittiğini anlamaya çalışmış. Şevval, Semih’e dönmüş:

-Veysel  Hoca, keçileri de kaçırmış. İyi ki onun sınıfında değil demiş.

Ayça Öğretmen, Şevval’in söylediğini duymuş. Ders verircesine bakmış. Şevval’e. Şevval utanmıış, başını öne düşürmüş.

Veysel Öğretmen, aldığı tek tük alkıştan sonra bayan arkadaşını işaret ederek:

-Çocuklar, demiş. Azize Hanım’da davul çalar demiş ama “ davul çalar”ı karşısındakilerie hissettirecek şekilde vurgulamış

Azize Hanım, davulu çalmış, sınıfta alkışlamayan kalmamış.

Çocuklardan biri, kaygı dolu bir sesle aklına geleni paylaşmak istemiş:

-Valla yarın Veysel Öğretmen bizim katta nöbetçi. Kendisini bu kadın kadar alkışlamadık diye anamızdan emdiği sütü burnumuzdan getirecek demiş. Ben yarın gelmem okula.

Esra, sağa sola dönmeden doğru bildiğini söylermiş her zman.Arkadaşına cevbı şöyle olmuş.

-Azize Hanım, Veysel Öğretmenden daha güzel çaldı, alkışın da çoğunu aldı. Ne var bunda?

Veysel Öğretmen, el çırpıp kendi aralarında konuşan birkaç öğrenciyi susturduktan sonra, işaret parmağını Davulcu Ahmet’e doğru uzatmış:

-Arkadaşlar,  ben bu herifi çok seviyorum demiş ve eklemiş:” Çok seviyorum çünkü davulu benden daha iyi çalıyor. Davulu bundan dinledikten sonra, kendi kendime ,”Bükemediğin bileği öp Veysel”, dedim,. Bu yenilgiyi kabul etmek değildi, Bu yarışmadan çekilmek de değildi. Bu ,kıskançlığa son vermekti, Bu daha çok çalışmak demekti. Bu tatlı bir rekabet demekti. Ahmet davulda beni geçti, bende zurnada Ahmet’i geçtim.”

Son sözler sınıfı dağıtmış. Çocuklar gülüşmüş.

Savaş, sesli gülerek:

-Siz de zurna mı çalıyorsun öğretmenim, demiş.

Veysel Öğretmen:

-Vallahi inanmayacaksınız ama çalıyorum demiş. Davulcu  Ahmet’ten de iyi çalıyorum.

Sema, parmak kaldırıp ayağa fırlamış:

-Zurna ne öğretmenim? demiş

Barış:

-Zurnanın zırt dediği delik ar ya oradaki delik sensin işte.

Ayça Öğretmen, çocukların şımarmaya başlamasından rahatsız olmuş. “ Çocuklar’ Misafirlerimiz var görüyorsunuz, ayıp oluyor” demiş.

Davulcu Ahmet de tokmağı ile davuluna dokunmaya başlayarak Ayça Öğretmne yardımcı olmuş. Sınıf susmuş.Davulcu Ahmet bir parça çalmış.. Herkesin ağzı hayranlıktan bir karış açılmış.

Kübra, Melisa’ya dönüp:

-Kızlar boşuna davulcuya varmıyor, ne güzel çalıyor demiş. İleride ben de davulcuya varırım belki.

Birden, Veysel Öğretmen ellerini çırparak on beş saniye kadar kuvvetli bir alkış oluşturmuş sonra da iki elini havaya kaldırarak ve sözcükleri hızlı hızlı söyleyerek şöyle demiş:

-Elimde ödüllü bir şiir var, anneler gününde bu şiiri okuyarak alkış bombardımanın tutulmak isteten vr mı?

Anında bir öğrenciden, Ahnet’ten  cevap gelmiş:

-Ben, ben okurum.

Sırma, önündeki arkadaşını dürtüklemiş:


-Gene neye atladı bu ya. Kaçırdım

Arkadaşı, dudak bükmüş:

-Okunacak bir şiir mi varmış ne. Onu okumak istiyor.

Veysel Öğretmen, Ahmet’e gel işareti yapmış. Ahmet koşarak öğretmenin yanına varmış.Veysel Öğretmen, cebinden Yaren Daşpınar ödüllü şiirini çıkartmış. Ahmet’e uzatmış:

-Arkadaşların alkışlarıyla olur verirse bu şiiri sana okutacağım, demiş.

Ahmet:

-Öğretmenim ben çok güzel okurum ama arkadaşlar beni kısındıkları için alkışlamazlar, demiş. Düşüncesini Ayça Öğretmen’e onaylattırmak istemiş:

-Benii  alkışlamazlar değil  mi öğretmenim?

Ayça Öğretmen, bence tam öyle değil diyecekken , Veysel Öğretmen,Ahmet’e sorma gereği duymuş:

-Niye öyle düşündün ki?.

-Beni kıskanıyorlar hep. Bu sınıfın bir numarasıyım ben.

Sınıfta bir tepki uğultusu konuşmuş.Parrmaklar kalkmış.Veysel Öğretmen, çocuklara söz vermemiş.

-Haydi oku, bakalım diyerek Anneler Günü için yazılı şiiri okuması ,ç,n Ahmet’e uzatmış.

Ahmet, kaşlarını açarak şiire bir göz atmış sonra da okumuş.


ANNEMİZ VAR YANIMIZDA


Gönülleri bir çiçek bahçesi


Annen sana vermiş en güzel yeri


Onun kıymetini çok iyi bilmemli


Hayatımızın parçası anneler çok önemli


 

Sıcacık kucağı ve nefesi


Hayata sıkıca bağlar seni


Uçurumdan biri tutmuş gibi sanki


Zor anımızda bile sevgi dolu gelir sesi


 

Ev işleri biter gece yarısında


Anneler evlatları için hala ayakta


O sevgi dolu yürek var ya


Değişilmez dünyalara!


Yaralanırsak koşar annemiz buraya


İlaca bile gerek yok, annemiz vardır yanımızda


Bir öpücük bir sarılış verdiği anda


Yeniden doğar, geliriz dünyaya.


Kucağında uyuduğu anda


Sevgi dolu hayallere uçarsın onunla


Uyanmak gelmez içinden asla


Çünkü annemiz vardır yanımızda.



Azıcık uzak olsak ona


İçimizde bir hasret kalır sonra


Dayanılmaz hale gelince


Dayanamayız koşarız ona


 

Sormaya gerek yok, annem her şeyde


Kalbimin yüreğimin en güzel köşesinde


Hiçbir şey onu almaya cesaret edemez bile


Melek annem, kalbimdeki en güzel yerde.


                                                        Yaren Daşpınar


Ayça Öğretmenin çocukları, yiğidi öldür hakkını ver sözünü kanıtlamak istercesine, şiiri çok güzel seslendiren Ahmet’i alkışlamışlar. Birkaç cılız alkış bekleyen Ahmet bu işe çok şaşırmış. Koltukları kabarmış. Tabu anda da Sacide

yerinden kalkıp sert ve kararlı adımlarla Ayça Öğretmen’in yanına gelmiş. Sesinin titremesine engel olmaya çalışarak:

-Bu şiiri ben okumak istiyorum, demiş.

Sınıf bu duruma çok şaşırmış. Gözler Ahmet’e çevrilmiş. Ahmet’in hele hele bu kadar alkıştan sonra öğretmenin daha bir şey demeden, bağırıp çağıracağını, ,kıyameti kopartacağını  daha da ileri giderek Sacide’ye “ pişmiş aşaniye su katıyorsun” diyerek şidder uygulamaya kalkacağını  tahmin etmişlerse de beklenmedik bir şey olmuş.Ahmet, Sacide’ye yanaşmış:

-Okuyabilecek misin? diye sormuş.

-Müsaade edersen okumak istiyorum, demiş Sacide.”Okuyabilirim. Annem daha yeni öldü, belki ağlamaya başlarım ama olsun.Okurum.”

Ayça Öğretmen, gözyaşlarını sınıfından gizlemeye çalışmayarak Saçlde’ye sarılmış, saçlarından öpmüş, tüm sınıfta ayağa kalkarak Sacide’yi sevgiyle,colkuyla alkışlamış. Gözlerinden yaşlar akan da, dalgasını geçen de olmuş.

O günden sonra da Ahmet, kıskanma huyundan vazgeçmemiş ama kıskançlıktan çatlayacak duruma da hiç gelmemiş.

Gökten üç elma düşmüş, biri Sacide’nin biri Veysel Öğretmen’in biri de Ahmet’in başına.


Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.



19 Mayıs 2021 Çarşamba

 LEMAN TEYZE

Adam yer verdi, " Buyurun teyze" dedi.
Laman Hanım, sözün kendisine olduğuna anladı ama algılamak istemedi. Bir ümitle etrafına bakındı. Kendisi dışında hiçbir bayan olmamasına rağmen herhalde, adamcağız teyze dediği anda teyze dediği kişi kapıdan çıkmak üzereydi ve de çıktı diye düşündü.
Bankada idiler:
En uçtaki koltukta oturmakta olan adam, yanında oturmakta olan yaşlı adama bir şeyler söyledikten sonra, duymadı ya da fark etmedi herhalde diye düşünerek Laman Hanım'ın yanına gitti. Biraz mahcup, biraz mutlu, biraz centilmen, kalkmış olduğu sandalyeyi göstererek:
-Buyur teyze dedi. Ayakta kalmayın sıra çok.
Leman Hanım buz oldu. Her şey açıktı işte. Arkasındaki kalorifer peteğine yaslanarak da düşmekten kurtuldu.
Adam, art niyetsiz, kendisine yer gösteriyordu. Israrcıydı da:
-Buyur Teyze.
Leman Hanım boğulacak gibi oldu. Bu sözü elbette duyacaktı, belki da zaman zaman çoluktan çocuktan da duymuştu ama orta yaşta bir adamdan, duymaya henüz hazır değildi.
Bir gayretle:
- Teşekkür ederim, dedi.” Çok naziksiniz.”
Ayakları birbirine dolaşarak dışarıya çıktı.
Bir dolmuş belirdi önünde. Durdu. Birileri indi. İş yerinin hemen önünden geçerdi dolmuş. Attı kendisini içerisine. Orta sıralardan biri boştu. Oturdu. Dolmuş gene durdu. Biri bindi. Genç bir adamdı binen. Hemen Leman Hanım'ın arkasındaki koltuğun kenarına ilişti. Belli ki birkaç durak sonra inecekti. Ceplerini karışırdı. Beş lira buldu. Leman Hanım'a uzattı:
- Size zahmet teyze, şunu uzatır mısınız?
Bu kötü bir rüya olmalıydı. Haydi, az evvelki, bankada yaşanan bir talihsizlikti ama ya bu? Kavilleştirip kendisine bir kamera şakası mı yapmak istemişlerdi ne?
Genç adam, şoföre doğru uzanmaya ihtiyaç duymuyordu. Az evvelki sözü duymamış olsa gerek diye düşündü belki, Leman Hanım'ın omzuna art niyetsiz dokunarak:
-Teyze uzatır mısınız?
Leman Hanım, döndü.
-Uzatamam amca, diye bağırdı.
Yolcular şaşırıp Leman Hanım'a baktılar.
Leman Hanım, burnundan soluyordu.
-Açar mısın kapıyı şoför bey, dedi.
Kırmızı ışık yanmış, dolmuş durmuştu.
Şoför kapıyı açtı. Leman Hanım indi. Şoför, Leman Hanım'ın ücretini vermediğini hatırladı.
— Bayan ücret, dedi ama Leman Hanım çoktan uzaklaşmıştı.
Şoför, herkesin duyacağı şekilde söylendi:
-Kılık kıyafetine bakan da bir şey sanır. Para vermemek için ne artistlik yaptı be!

***
Leman Hanım bir an soluklandı. Gülümseyip kendine moral vermeye çalıştı. Şansı da yaver gitti. Düzgün giyimli bir bey, kendisinden belki birkaç yaşta büyük, farkında olmadan daracık kaldırımın tam ortasında durmuş bulunan Leman Hanım'a:
- Müsaade eder misiniz hanımefendi, deyip yol istedi.
Leman Hanım, müsaade buyuran adamla göz göze geldi, gülümsedi:
- Affederseniz, dedi. Kenara çekildi.
Adam geçince ağır adımlarla yürümeye başladı Leman Hanım. Birkaç metre sonra da kaldırım genişledi. Biraz ileride S...alışveriş mağazası vardı. Oraya gitti. Biraz dolaşıp kafa dağıtmaktı amacı. Merkeze girince lavabosuna geçti. Lavabonun boş olmasından da istifade ederek dakikalarca yüzünü baktı. " Teyze" sözünün de itmesi ile görmek istemediklerini gördü.
Keyfi kaçmıştı. Asistanı Nurcan Hanım'ı aradı. Kendisini arayıp soran olup olmadığını öğrendi."Biraz işlerim var, bugün gelmeyeceğim" dedi. Ve de ekledi" Çok acil bir durum olmazsa beni rahatsız etme."
Mağazada öylesine dolaşmaya başladı ama kafası dağıtamıyordu. " Teyze, teyze " sözü kulaklarında davul sesi gibi patlıyordu.
Bijuteri reyonuna bakarken, biri seslendi:
- Ne o kız, ne arıyorsun burada?
Hatice Hanım idi seslenen.
Kucaklaştılar, öpüştüler.
Hatice Hanım, tepeden tırnağa süzdükten sonra Leman Hanım'ı:
- Kızım, herkes yaşlanıyor sen gençleşiyorsun, dedi. Ve ekledi: " Uygunsan şurada bir Türk kahvesi içelim. İki de laf ederiz."
— Ama teyze demeyeceksin.
—Teyze demeyecek miyim?
—Evet.
—Kusura bakma ama espriyi anlayamadım kız.
Başından geçenleri anlatacaktı, vazgeçti.
" Leman Teyze" diyecek ilk arkadaşının kalbini kırmaktan korktu belki
Alışveriş mağazasından çıkmadan daha, bir fırsat yaratıp Hatice Hanım'ın ona anlatacaklarını
birkaç arkadaşına ileteceğinden adı gibi emindi. Hatice Hanım'ın arkadaşlarının çoğu aynı zamanda Leman Hanım'ın da arkadaşıydı. Zaten ilk etapta Hatice Hanın, ortak arkadaşlarından birine "teyze" olayını anlatırdı.
Alışveriş merkezinin kahvesine girerlerken Hatice Hanım sordu:
-Kız, teyze demeyeceksin demekle ne demek istedin?
Leman Hanım, konunun açılmasından korktu:
- Daha sen orada mısın, dedi şakaya vurarak.
Hatice Hanım tahmin etti:
-Yoksa ilk teyzeleri duymaya mı başladın kız?
Birer kahve söylediler.
Hatice Hanım, sandalyesini Leman Hanım'a doğru yaklaştırdı.
— Teyze mi diyorlar artık sana.
- ...
— Canın ona mı sıkıldı?
- ...
— Kız sen kaç yaşına bastın?
— Öf be Hatice. Sen çiğnersin de çiğnersin şimdi bunu.
— Anladım.
— Neyi anladın?
Kahveler geldi.
Hatice Hanım, kahve ile gelen sudan bir yudum alırken onu gördü teyze hadisesini o an için unuttu. . Kaşı ile de gözü ile de destekleyerek, Leman Hanım'a biraz sokularak alçak sesle:
-Şu girişteki adama baksana, dedi.
— Niye?
— Bırak şimdi niyesini miyesini. Bir bak.
— Bakmayacağım.
Hatice Hanım, Leman Hanım'ı dürtükledi:
-Tam senin tipin kız. Bir bak.
— Niye bakayım elin adamına durup dururken? Deli misin ne?
. Kahvesinden bir yudum aldı Hatice Hanın:
- İddiasına var mısın, dedi kendinden emin.
— Ne iddiası?
— Geçen gün gördüğümüz o kürk var ya. Sen kazanırsam o kürkü ben sana alacağım. Ben kazanırsam bana bir ayakkabı yok yok ayakkabıdan da vazgeçtim bir terlik al yeter sen. Bak bu kadar da ödün sana. Var mısın iddiasına?
— Ne iddiası şimdi ya? Hem biraz yavaş konuş. Etrafımızdakiler bize bakıyorlar.
— İddia lafını duydular ya ondan bakıyorlardır. Aldırma yani. Var mısın iddiasına?
— Ne iddiası sabah sabah Hatice?
— Ne sabahı öğlen oldu neredeyse kız. Hem, bozuk plak gibi ne iddiası ne iddiası deyip durma. Var mısın yok musun onu söyle?
— Valla kusura kalma ama hiç havamda değilim.
— Ben de havaya gir diye ısrar ediyorum.
Hatice Hanım, kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra
- Ne olduğunu tahmin ettin o zaman, dedi.
Kahve fincanı Leman Hanım'ın elindeydi ama bir yudum bile almamıştı hala. Almaya da niyeti yok gibi gözülüyordu. Masanın üzerine bırakırken:
- Hade kahveni iç de çıkalım, dedi.
— Dur ya. Altımız bile ısınmadı daha. Hem ben bir şeyler de yiyeceğim.
— O zaman kahveyi niye içtin ki? Benim bildiğim önce bir şeyler yenir sonra kahve içilir.
Leman Hanım'ın sert serzenişine, manalı
- Biz de teyze olunca öyle yaparız, diye karşılık verdi Hatice Hanım.
— İyi ki bir şey dedik be Hatice, dedi Leman Hanım. "Şey bulmuş gibi atladın üzerine."
— Gel, girişteki masada oturan adama bir bak. Söz, bir daha teyze meyze demeyeceğim.
— Bakmayacağım.
— Ölür müsün baksan?
— Sesini yükseltme, millet de başka bit şey anlayacak.
Hatice Hanım, fincandaki kahveden bir yudum daha aldı sonra fincanı salladı salladı, sallarken de
- Bir falıma bakarsın artık dedi.
Leman Hanım " olmaz " demedi.
Hatice Hanım fncanı kapattı, kapattığı anda da garsonu yanı başında gördü:
- Fala bakmak yasak efendim.
Hatice Hanım, sesten yana döndü. Başını hafifçe kaldırarak garsonun gözleri içine baktı,
azarlar gibi ya da iyi ki yetiştin ya da sen bizimi gözlüyordun der gibi:
- Biliyoruz herhalde, dedi

18 Mayıs 2021 Salı

 

DÜŞÜNDÜRÜCÜ BİR HADİSE

Gözle görülür bir artış oldu satışta

Ürünler aynı üründü, fiyatları da aynıydı

Eskiden ürünlerin de dükkânın da adı Türkçe idi,

Türkçe yerine İngilizce yapınca isimleri… Yazık ki ne yazık!

                                                        

17 Mayıs 2021 Pazartesi

 

 

BİLMECE GİBİ ŞİİR

Hep sonrasına baktı

Baktı, amma velakin kılını kıpırdatmadı

Geçmişi bırakmadı, geleceğe başlamadı

Hep yerinde saydı, hep yerinde saydı.

15 Mayıs 2021 Cumartesi

 

 

BİR BARDAK ÇAY

Bağdaş kurup oturdu dantelli sedire 

Gülen bir yüz bir bardak  çay verdi eline 

Tadına vara vara yudum yudum içti

Tüm yorgunluğu yok oldu, hayat bu işte!

 

 

BEŞİKTAŞ

Kara kartal demişler

Gönül vermişler

Siyah-Beyaz ‘ı  görenler

13 Mayıs 2021 Perşembe

 

        ŞÜKÜR ALLAH SABIR ALLAH

 

            Bayram geldi geldi  yine

            Bayram bizim neyimize

            Garip kaldık biz bu köyde 

            Dağ da benim; ben dağım 

 

            Dede, baba, ana, koca  

            Bırakıp gittiler ora 

            Zaten yoktur bir gardaşım

            Evlat da   hayırsız orada

 

            Şükür çekmek bize kaldı

            Şükür Allah sabır Allah

            Vardır bir bildiğin belli

            Şükür Allah sabır Allah

 

            Şükür ettik ediyoruz

            Geleceği bekliyoruz 

            Gayret bizden takdir senden

            İsyan çıkmaz bizim dilden

            Şükür Allah sabır Allah.

 

 

12 Mayıs 2021 Çarşamba

 

TERTEMİZ BİR KENDİN İSTE


Gel,

Tertemiz bir dünyadan önce

Bir ev iste ak pak

Bir yüz iste

Kırıştırılmamış bir defter yaprağı

Karalanmamış bir kitap

Ve

Tükürülmemiş bir sokak iste

İlk adımın yavruna olsun da

Küfrünü alkışlama onun

Hoşgörün temizliğine olsun

Gel istersen dostum

Tertemiz bir dünyadan önce

Tertemiz bir kendin iste.

11 Mayıs 2021 Salı

 

 

KARIŞIK ŞİİR

 

 

Boşa dememişler bellemenin yaşı yok

İtiraf etti işte

Bildi bileli kendini

Sıfıra sıfır elde var sıfırmış her konuda

Dönmüş durmuş yaşamı boyunca

Bir arpa boyu yol kat edememiş

Sıfıra sıfır elde var sıfır

Bir şey eksik de ne?

 

Saçı ağartmış değirmende

Bel de bükülmeye başlamış hafiften

Baston da yardım umar olmuş artık

Göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş ömür

Ama, onun kitabında

Yazmazmış yok diye bir şey

Hak ne ederse iyi eder,

Bakalım ne eder?

 

Dün, hindi gibi düşünen çocuk

Acıtmış içini

Dayanamamış, gitmiş, sormuş

— Hayırdır bu ne iş

  Bu yaşta gemilerini mi batırdın Karadeniz’de uşak…

 

Anlamış mı anlatmış mı bir şeyler çocuk

Anlamamış pek

Çıkmış aklından da

Bir sorunu mu varmış

Yoksa bir projesi mi ne

İyi düşünüp iyi karar verirse

Meseleyi halletmiş demekmiş

Akıl sorsaymış uşak

Verecekmiş cevabını bolca amma

Zamane çocuğu işte

Aklı ne etsin?

 

Bizimkinin kafasına bugün dank etmiş,

Köftehorun dedikleri,

Meseleyi döküvermiş önüne sanki

Sorguya çekmiş çaktırmadan

Suallerine cevap aramış

Sorun “Neymiş de

Sorunu “Nasıl, nerede ve ne zaman” halledebilirmiş de

Bu sorunu “Neden?” halletmeliymiş de

Sorunu halletmek için Kim ya da kimlerle iş birliği yapabilirmiş de

“Mişini muşunu”  sevsinler.

 

Önünde bir sorun vardı belli

 Çocuk oyuncağı görüyordu sanki

Kestirip atacaktı bugün yarın da,

Keratanın çaktırmadan söylediği sorular takılmıştı aklına

Ne?

Ne zaman?

Nasıl?

Nerede?

Neden?

Kim ya da kimlerle?

10 Mayıs 2021 Pazartesi

 

 

AŞK

Bir pazar öğlesi idi

Gözler bir başka baktı ona

Gönül bir başka gördü

Oysa yürüyüşü aynı yürüyüştü onun

Gülüşü aynı gülüştü

Fazla söze ne hacet

Bakmak görmek başka, gönül başka

9 Mayıs 2021 Pazar

 

SUSMAK İYİ GELDİ

Biri

Bir şiir yazıver dedi birine

Bir şiir yazdı o biri

Bir şiir yaz diyen

Tenkit etmeye başladı şiiri

Nezaket kurallarını da aştı

Çizmeyi de geçti

Şiiri yazan dedi

Ben mi istedim şiir yazmayı

Şiir yazan köpürdü birden

Ben çizmeyi aşamam

Haddimi aşıp şiir yazamam deseydin dedi

Şiiri yazan hem suçlu hem güçlü dedi sustu

Şiir yazan da ayıp ettik dedi sükût eyledi

Sudan bir sebepten ötürü uzasaydı tartışma

Felaket kapıdaydı beki de

Susmak ikisine de iyi geldi.

                  

8 Mayıs 2021 Cumartesi

 


 

SİNİR BOZUCU BİR CÜMLE

Zaman zaman atasözleri sözlüğüne bakmamızda büyük faydalar var. Malum, atasözleri yılların birikimin imbikten geçirerek en kısa ve en etkileyici şekilde ifade edilmesidir.

“Dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış.” sözüne, itiraz eden olabilir mi?

İnsanlar muhtelif sebeplerden ötürü bir birlerine küser. Bu tek taraflı olabileceği gibi karşılıklı da olabilir. Eğer karşılıklı ise küsme sebebi az çok bellidir. Ya karşılıklı değilse? Örneği somutlaştırırsak Güngör, Yıldız’a küsmüş ise Yıldız bu küskünlüğün sebebini bilebilir mi? Şimdi diyeceksiniz ki

“ Bir şey olmuştur muhakkak, o da tahmin etsin. Peki, bu tahmin ya yanlışsa ne olacak?

Bu konuda bir de küsen tarafın kullandığı sinir bozucu bir cümle var, İşte size bu sinir bozucu cümlenin de kullanıldığı olası bir konuşmadan bir bölüm:

-          Hayırdır? Suratın beş karış.

-        Yok bir şey.

-         -Var var. Yoksa sen bana küstün mü?

-         -Evet, sana küstüm.

-         Ne oldu ki?

-         Sen bilirsin.

-         Yaa, söylemezsen ben nereden bileyim?

-         Bilirsin!

-         Vallahi bilmiyorum. Söylersen belki…

-         Söylemeyeceğim. Sen bil

    Bir sebepten bir kişiye küsülmüşse ve o kişi bunun gerçek sebebini bilmiyorsa onu bundan haberdar etmekte yarar var.

Bu durumda da “ Ne oldu. niye küstün? ‘sualine verilecek cevap da ‘ Niye küstüğümü sen bilirsin( düşün bu) olmamalı herhalde.’