31 Aralık 2020 Perşembe

  

BİR TÜRKÜ SÖYLEYECEĞİM

Grup kendi kendine oluşmuştu.

Yatsı namazından hemen sonra, caminin hemen altındaki küçük parkta buluşuyorlar hal yerenliği ediyorlardı. Zaman içerisinde cami cemaatinden olmayanlardan bazıları da aralarına dâhil olmuştu.

Tarık Bey:

—Selamünaleyküm ağalar, dedi.

—Aleykümselâm, dediler.

—Termosta çay getirdim sizlere bugün. Plastik bardak da var.

Elindeki torbayı yavaşça yere bırakan Tarık Bey, fötr şapkasını da hafifçe geri itti.

Mahir Bey neşelilerdendi:

— Oh oh, dedi, ellerini ovuşturdu “Gel şöyle yanıma.”

Kemal Bey, tanısın tanımasın hitap ettiği herkese “ hocam” derdi,

—Bizi mahcup ediyorsun Tarık hocam. Hep eli kolu dolu geliyorsun böyle.

Hep değildi ama ara sıra ikramlık bir şeyler getirdiği olurdu Tarık Bey’in. Mahcup olur gibi oldu:

—Aman efendim, lafımı olur.

—Sıraya koyalım bunu.

Mesut bey, kımıldanarak itiraz etti.

—İlkokul mu da burası sıraya koyacağız. Bugün onun içinden gelir, öteki gün benim içinden gelir, bir başkasının içinden gelmez; yemek içmek için gelmiyoruz ki buraya

Mahir bey, torbadan termosu ve bardakları çıkarmıştı İlk çayı doldururken lafa karıştı:

—Aynı akşam hepimizin içinden gelirse ne olacak? Diyelim ki yarın akşam sözleşmiş gibi hepimiz çikolatalı pasta getirdik. Farzımuhal diyorum hani.

Kemal Bey, doldurulan ilk bardağı almak için uzanırken,

—Dağıtırız, dedi. Bakın…

Çevredeki insanları işaret edecekti… Kendilerinden başka kimse.  Manasızca, durumun

anlaşılmasından korktu, lâfı değiştirdi: “Havalar da pek güzel gidiyor maşallah!”

Mahir Bey, bir an Kemal Bey’in ismini anımsayamadı

—Hayrola ağa kız istemeye mi geldik, dedi.

Mahir Bey’in ses tonu kulaklara hoş geldi, gülüştüler Mahir Bey’e “ İlahi” diyen de oldu “ Ne herifsin be” diyen de

Gruptan ilk ayrılan her zaman olduğu gibi Servet Bey oldu. Onun evi ötekilere göre uzaktı.  Yaşça da en büyükleriydi.  Vakit geçsin diye geze geze buraya gelir gruba katılır sonra da ağır ağır evine giderdi. Geçtiği sokaklar da tekin değildi pek.

Çocukluğundan kalma bir alışkanlıkla tenha sokaklara girimce ya da canı pek bunalımca türkü söylerdi. Sesi güzeldi. Müzik kulağı da vardı.

Bir hafta kadar evvel 2.sokak girişinde birdenbire aklına eski bir türkü gelmiş,  belli belirsiz tekrar ederek epeyce bir yürümüştü:” Can maral can evleri yakın yârim/ vay lele le çık sallan bakım yârim/can maral can uzun boyan göz değer/ Vay lele le hamayıl takın yârim…”

O günden bugüne 2.sokak girişine gelince bu türküyü yineleniyordu. Bu yaşa rağmen yılların bu türküsünü anımsayabilmesi moralini yükseltmişti. Bunun için de söylüyordu. Burada bu türküyü söylemezse aklından çıkıvereceğinden de endişe ediyordu her nedense.

Dün olduğu gibi, evvelsi gün de olduğu gibi türkü bitmek üzere iken gözü yine ona takıldı Yine,  yıkık dökük bir evin giriş merdivenlerinde öylece oturuyordu. Yine başını elleri arasına almıştı.

Yaşlı mıydı genç miydi karanlıkta pek seçilmiyordu ama oradaydı işte... Evvelsi günden de önce orada mıydı acaba? Başka biri görmüş de yorumlamış olabilir miydi?

Servet Bey, yanına gidip iki çift laf etsem mi acaba diye düşündü, düşününce de heyecanlandı. Göz ucuyla da onu gözetleyerek ağır adımlarla onunla aynı hizaya kadar geldi ama onun kendisine baktığını göremedi. Görseydi, en azından bir “ Allah’ın selamını verip” tepkisini sınayacaktı.

“Servet oğlum, yarın da görürsen mutlaka bir merhaba de. Belki bir yardımım dokunur” dedi kendi kendine Servet Bey.  Teşbihini çıkardı, ellerini arkaya bağladı biraz da hızlandı.

Servet Bey’in burnuna birden bir içki kokusu geldi. İrkildi. Kokunun kaynağını öğrenmek için durmuştu ki, yanı başında biri belirdi.

—Saat kaç olmuş babalık? Bir baksana saatin varsa, dedi.

Servet Bey, oldum olası sarhoşlardan haz etmezdi. Soru sorana bakmamaya çalışarak, köstekli saatini çıkardı, yanında taşıdığı el feneri ile baktı, söyledi.

— Eyvallah dedi sarhoş adam. Sonra da ekledi “ Nereden geliyon nereye gidiyon bu saatte?”

— Parkta biraz oturduk da, eve gidiyorum oğlum.

—      Sonra?

      Sarhoşlardan korkardı da Servet Bey. Bir an evvel oradan uzaklaşmak için:

—      Haydi, iyi geceler sana, hoşça kal, dedi.

Sarhoş adam, bir an sendeledi, Servet Bey’in kolundan tutup düşmekten kurtuldu

—      Adın ne senin dede?

Servet Bey, adını söylemedi. “ Hoşça kal” de gibisinden bir işaret yapıp yürüdü. Birkaç adım attı. Müdahale yapılmayınca da adımlarını hızlandırdı. Birkaç bina ötede yer alan binaların birinin kapısının önünde oturanlar vardı. Çay içiyorlardı. Servet Bey rahatladı. Evine de pek bir şey kalmamıştı zaten.

“ Can maral- evleri yakın yârim.”

Servet Bey’den ter boşandı Sarhoş adan, az evvel söylediği türküden dili dolana dolana sözcükler söylüyor arkasından geliyordu.

Sarhoş adan, bir anda Servet Bey’in önüne geçti Servet Bey’i durdurdu. . Çay içenler arasında kadınlar da vardı.  Onları işaret ederek:

      — Yüreğin yetiyorsa bu kadınlara da laf atsana, dedi.

       Çay içenler şaşırdı. Servet Bey’in beti benzi attı.

  Sarhoş adam, Servet Bey’in kollarından tutup kaldırdı, topluluğun önüne götürüp koydu: Topluluğa döndü:

      —Bu mahallenin namusunu da mı ben koruyacağım, dedi.  Beş parmağını açarak, geldikleri yer işaret etti :” Haftalardır can maral falan filan ” deyerek, tespih çekerek, bıyık bükerek gözleri görmeyen, kulakları duymayan Yeliz Ana’yı rahatsız ediyor bu utanmaz herif.”

     Melih, delikanlı geçinenlerdendi. Yeliz Ana’nın adını bile duymamış olmasına rağmen, ayağa fırlayıp haykırdı:

— Yeliz Ana’yı rahatsız mı ediyor, teneşire el sallayan bu kart horoz?

Gruptakilerden biri Melih’in halasıydı, suratını buruşturarak Melih’in kolundan yapışıp azarladı:

— Otur oturduğun yerde.

Yan evin balkonundaki Murat Bey hem sinirlendi hem de endişelendi. Yüksek sesle oradakileri uyarma ihtiyacı hissetti:

—Cezasını siz vermeye kalkmayın. Polise haber verin. Maşa varken elinizi ateşe sürmeyin. 

Bazı evlerin elektrikleri yandı, bazı evlerin pencerelerinde balkonlarında insanlar belirdi.

Birkaç cümle ile birinin lafa karışması, hazır kıta gibi bazı insanların bir anda balkonlara, pencerelere çıkması sarhoş adamı şaşırttı. İçkinin verdiği etkiyle de keyiflendirdi.

Servet Bey’in kalbi sıkıştı. Beti benzi de attı.

Sarhoş adan, derin bir nefes aldı. Tuzsuz Deli Bekir’e öykünerek bir harekette bulundu, bir şeyler daha söylemek için ağzını açtı ama midesi müsaade etmedi, midesindekilerden bir kısmını Servet Bey’in üzerine bir kısmını sokağın ortasına boşalttı.

Meraklılardan ağzını kapatarak gülenler oldu, iğrenerek kaçanlar oldu, Servet Bey’in talihsizliğine üzülenler olduğu gibi, kendi haline şükredenler olmadı değil.

Sarhoş Adam, elinin tersi ile ağzını sildi. Birkaç kere öksürdü. Gözlerini kırpıştırdı. Sonra, Servet Bey’in omzuna birkaç kere dokundu hoşça kal gibisinden bir harekette bulundu. Yalpaya yalpalaya yürüyerek oradan uzaklaşırken de bir türkü tutturdu kendince:

“ Ben gidiyorum baylere

   Hem baylere baylere

   Benden selam söyleyin

    Ah beni soran beylere

26 Aralık 2020 Cumartesi

 


ŞOK

Arayıp da bulamayacağı bir olay oldu. Üzerinde dahi durulmayacak bir şey için sesini yükseltti. Amacı nişanlısına hava atmaktı.  Okay, sesi yüksek çıkan münakaşayı kazanır savına  yürekten inananlardandı.

       Sezgin Bey arabası ile önünü kesen  ve dahi arabasından inerek yanına gelerek kükreyen “ Ehliyeti kasaptan mı aldın lan?” diye bağıran Okay’a baktı.  Bir an için ne yapacağını bilemediyse de saniyeler içerisinde toparlandı.  Belli ki karşısında belasını isteyen biri vardı, ya sabır çekti.“ Hayırdır? Ne oldu?” gibi sorular sormadı, bir hata yapmış gibi,  “ Çok özür dilerim . Biraz dalgınım da!” dedi.

       Okay , sesini daha da yükselterek,

     -Ne özürü ö……, dedi Yap hatayı sonra özür. Olmaz öyle şey.”

        Sezgin Bey tahmin yürüttü:  Bir önceki trafik ışıklarında kırmızı yandığı için beklediği bir anda , hızla gelen bir araba korna çalarak arkasında durmuş,  sürücüsü “       Ne duruyorsun yürüsene”  der gibisinden el kol hareketlerinde bulunmuş bu arada da yeşil ışık yanmasından ötürü Sezgin Bey hareket etmişti. Muhtemelen bu adam o adamdı.

       Okay’ın  nişanlısı  otomobilden indi. Yanlarına geldi. “ Haydi hayatım geç kalacağız. Boş ver” dedi. Okay’ın kolundan tutup çekti.

       Okay, yanındaki kadını umursamadan,  Sezgin Bey’e  küfür etti bununla da yetinmedi, “ “Şükret ki yetişmem gerekli bir yer var yoksa seni doğduğuna pişman ederdim”  deyip onu tehdit etti, akabinde de arabasına binip arabayı çalıştırdı.  Korna çalarak hızlı bir şekilde uzaklaşırken de çirkin bir küfür daha salladı ,” Böyleleri ancak bundan anlar şekerim” dedi nişanlısından  yanağından bir makas aldı.

       Küfürler ve tavır Okay’ın nişanlısının midesini bulandırdı,” Böyle bir adamla ben yapamam” diye düşündü ondan ayrılma kararı aldı.

19 Aralık 2020 Cumartesi

 

 

PÖH ÖRDEK

Bir varmış bir yokmuş. Eğri çayın kenarında yaşayan Murat adlı bir adam varmış. Birilerine küstüğü için memleketinde, önce yaşama küsmüş sonra da sılasını terk ederek R. beldesine gelmiş, çadır kurup yerleşmiş. Daha sonra da buraya, su yaşam olduğundan, nereden geldikleri belli olamayan bir kaç aile daha gelmiş.. Böylece de burada 15-20 nüfuslu minicik bir mahalle oluşmuş. Sonradan gelenler, Murat kendilerine ilgi göstermeyince, hoş geldiniz demeyince, biz bari doğrusunu yapalım deyip Murat’a ilgi göstermeye çalışmışlar, ona sıcak davranmışlar, ikramda bulunmuşlar, konuşmaya çalışmışlar fakat nafile.. Her ne kadar Murat onlara kötü bir söz söylememiş, olumsuz yanıt vermemiş ama sıcak da davranmamış doğrusu. Hele hele “ Kimin kimsen yok mu senin?” sorusu ile karşılaşınca yanıt vermek istemediğini açık seçik hissettirmiş

Murat yine bir sabah evinin önündeki söğüt ağacının altına oturmuş bacaklarını uzatmış, gözleri uzaklarda bir yere dikmiş.

Biraz ötedeki su biriktintisinin üzerinde birkaç ördek varmış. Yüzüyorlarmış. Murat'ın gözleri zaman zaman onlara kaysa da onları görmüyormuş.

Ördeklerden Pöh, yanında yüzen ördeğe bir şey söyledikten sonra sudan çıkmış. İki yana sallana sallana yürüyerek Murat’ın yanına gitmiş.

Karşısına geçip oturmuş. Gözlerini gözlerine dikmiş. Epeyce bir süre onun” Ne var, ne bakıyorsun öyle?” demesini beklemiş. Beklemiş ama boş... Böyle boş boş bekleme ile bu işin olmayacağını kanaat getirip , kuyruğu ile Murat’ı dürtmüş.

Dürtülmenin etkisiyle Murat kendine gelip irkilmiş. Ördeği görmüş. Hiddetle, ona bir tekme vurabilirmiş ama, o kadar ve o kadar mutsuzmuş ki bunu yapmayı bile canı çekmemiş. Başını iki yana sallayıp ördeğin duyacağı bir şekilde ” Ya sabır Allah!” demiş.

Ördek , Murat’la konuşmaya kararlıymış. Olası tepkileri de göze alarak:

- Hayrola, demiş. Karadeniz’de gemilerin mi battı?

Murat, değişik bir duyguya kapılmış o an. Konuşmak istemiş. Bu şaşırtıcı bir durummuş aslında. Çünkü Murat bir aydır bırakın biri ile kendisi ile bile konuşmamış.

- Gemilerim batsa bundan iyi. Verirsin paraları yenisini yaptırırsın.

- Ne oldu ki?

- Hangi birini anlatayım be ördek.

- Birinden başla. Dinlerim.

- Dinleyince ne olacak?

- Ördek bir kaç paydak adım atıp Murat'a biraz daha yaklaşmış.

- Bilmem ki, önce bir dinleyim de...

- Kimler dinlemedi beni be ördek. Teker patladı ya, yol gösteren çok oluyor.

- Ben sadece dinleyeceğim. Yol mol göstermeyeceğim. Akıl dersen bende yok ki sana vereyim.

- Murat dakikası dakikasına uymayan bir adam olmuş. Birden kızmış. Doğrulur gibi olmuş ama doğrulmamış. Sesini yükselterek:

- Ve acıyacaksın bana, demiş. Yükselen bir ses tonu ile de devam etmş, “ Kimsenin bana acımasını istemem ben.”

Ördek, tüylerini kabartmış. gagası ile tüylerini düzeltmiş:

Ben de istemem kimsenin bana acımasını ama, Fırat ister. Onun için de ben ona hep acırım.

- Ne demek yani şimdi bu. Fırat kim?

-Hiç, laf olsun torba dolsun diye söyledim.

- …

- Ne o, niye baktın ki öyle?

- Belanı benden mi arıyorsun diye.

- Dün gece senin söylediklerini işittim. Ağladım, kahroldum, yüreğim parçalandı, uyumadım sabaha kadar.

Murat, şaşırmış bu sözlere. Dün gece bir aralık bahçeye çıkınca çam ağacının dibine oturmuşmuş da içi geçmişmiş. O zaman sayıklamış olabilirim diye aklına gelmiş. Küplere binip “ Nerede dinledin? Utanmadın mı? Bu yaptığın ayıp değil mi? Sen beni mi izliyorsun uzaktan uzağa terbiyesiz. ?” dememiş.

- Sen gene kuvvetli adammışsın. Senin yerine ben olsam daha da perişan olurdum, demiş ördek. 

- Sen gene kuvvetli adammışsın” sözleri hoşuna gitmiş Murat'ın. Ördeğin, “Ben senin yerine olsam perişan olurdum, sözleri de...” Ve yumuşamış biraz.

- Ne yapacaksın hayat böyle işte. Kimine kavun veriyor kimine kelek, demiş.

- Çok mağdur olmuşsun anladığım kadarıyla.

-Mahvettiler beni.

- Sanırım, seni bu hale düşürdükleri için perişandırlar şimdi ha, ne dersin?

Murat, ördeğin biraz önce sarfettiği sözlerde biraz alay, biraz acıma hissetmiş hissetmiş ama ördeğin nereye varacağını da merak ettğinden sohbeti kesebilecek bir söz söylemek istememiş.

Ayaklarını bedenine doğru çekmiş, gözlerinden birini, gözüne bie şey kaçmış gibi ovuşturmuş sonra da kendi kendine söylenir gibi,

- Bana yaptıklarını her fırsatta anımsatacağım, saniye bile huzur bulamayacaklar, demiş Pöh'e.

- Senin dünyadan koptuğunu düşünüp düşünüp kahrolacaklarını düşünüyorsun. Onları cezalandırdığını düşünüyorsun yani.

Murat, bu sözler üzerine Pöh ördeğin ağzında bir bakla olduğuna yüzde yüz kanaat getirmiş. Düşüncelerini tam olarak yansıtacak kelimeler düşünmüş, bulamamış. Bulamamış çünkü kitap okumaktan pek de haz etmediğinden kelime hazinesi pek zayıfmış Murat'ın İköğretim öğretmenleri Murat'a iki kelimeyi bir araya getiremiyorsun, söylenenleri doğru ne anlıyorsun ne de düşündüklerini doğru anlatabiliyorsun biraz kitap oku demişler demesine de sık sık, bu sözler onun bir kulağından girmiş bir kulağından çıkmış.hep Şu anda da onun sıkıntısını çekiyormuş doğrusu. Duygularını ifade edebilecek kelime bulamayınca da mecburen yavan bir cümle kurmuş.

- Ne demek istiyorsun yani?

- Senin böyle , ne bileyim kendini salıvermen onları pek enterese etmeyebilir diye düşünüyorum ben.

- Nasıl yani? Ne demek istiyorsun sen? Ben burada böyleyken onlar orada keyif mi çatıyorlar? Bu dağ başında inzivaya çekilmem vicdanlarını rahatsız etmiyor mu?

- Ne desem boş be Murat. Ben böyle düşünüyorum.

-Murat, gözlerini Pöh ördeğin gözlerini dikmiş bir süre. Değişik bir ses tonu ile biraz da kibar olmayan bir ifade ile demiş ki ördeğe :

- Bana bir şey mi söylemek istiyorsun sen Ördek bozuntusu?

- Sürekli olarak, ah şöyle yapsaydım, vah böyle yapsaydım deyip gözyaşı döküyorsun da.

- Yaşamayan bilmez.

Murat sıkılmış sohbetten. Ayağa kalmış. Gözlerini koca koca açarak:

- Sen kimsin? diye kükremiş.

- Ördek bozuntusu...

- Madem sürekli ah vah çektiğimi biliyorsun , niçin ah vah çektiğimi de bilirsin sen.

- Biliyorum.

- O zaman niye ukalalık ediyorsun?

- Olmaması gerekli bazı şeyler olmuş Murat diyeceğim, ördek kafanla bana akıl mı veriyorsun diyeceksen?

- Eeeee...

Ördek Pöh de ayağa kalkmış. Silkinmiş. Bir, gölcükteki ördeklere, bir Murat'a, bir gölçükteki ördeklere bir Murat'a baktıktan sonra da :

- - Kaç gündür banyo yapmıyorsun sen? deyivermiş.

- ...

-  Buraya geleli üç-beş yıl oldu sen. O günden bugüne bir kez olsun yıkandın mı?

- …

Ördek Pöh’e annesi “ her şeyi tadında bırakması gerektiğini” çok iyi öğretmiş. Ördek Pöh, gözlerinden, jest ve mimiklerinden Murat’a yeni soruların sorulmaması gerektiğini, üzerine daha fazla gidilmemesi gerektiğini anlamış. Ama ona, ona göre bir şey daha denilmesi gerekiyormuş. Bu son derece mühimmiş Pöh ördeğe göre. Riskliymiş ama bazen de bazı risklerin göze alınmasının gerekliliğini de öğrenmiş büyüklerinden Pöh ördek ve söyleyeceğini de söylemiş:

- Seni bir yere götüreyim mi?

Murat, söz ile değil de beden dili ile bu soruya , soru ile karşılık vermiş. Beden dili ile “Nereye?” dediğini Murat'ın ,Pöh ördek anlamış. Ve,

- Götür dersen annemi çağıracağım, demiş.

- Murat, annenin niye bu işe karıştırıldığını anlayamamış:

- O niye?

-Ben seni oraya kadar taşıyamam. Annem ile beraber götürüp göstereceğiz.

-Kimi ya da neyi, ya da kimleri, neleri?

Pöh ördek, götürüp göstereceği gidecekleri yeri ve görecekleri yeri soğuk kanlılıkla söylemiş. Tahmin ettiği gibi de Murat 'da bedensel değişikler anında gerçekleşmiş.

Masal bu. Masalda her şey mantıklı olur mu?

Pöh ördek, Murat' ta oluşan stresi ve stresin getirdiklerini normal bulmuş. Murat'ın şu anda gaza ya da desteğe ihtiyacı olduğunu hissetmiş.

- Bazen, bazı şeyleri görüp kabullenmek gerekir, demiş.

 Murat, “ hade “ sözüne itaat etmeye hazırmış o an. Ördek de bu durumu saptamış

kafasını bir an için göle çevirmiş annesi ile göz göze gelmiş. Annesi saatini gösteriyormuş. Söylemeye çalıştığı: “ Haydi artık bağla şunu, gideceksek gidelim, gitmeyeceksek gitmeyelimmiş.” Yani, Pöh Ördek  macera olsun diye burada değilmiş. Yaptığından ve yapacağı konuşmalardan annesi haberdarmış. Büyük bir olasılıkla annesi zaman zaman Pöh ördeği ve Murat'ı şu ana kadar gözlemiş.

Pöh Ördek, annesine kendi dilleri ile “anladım” işaretini yaptıktan sonra ,

- Menteşe kapanır birileri içinde kalır birileri dışında kalrr, demiş hemen akabinde de eklemiş,“Yaşın bu hakikati bilecek ve de kabullenecek kadar ileri.”

Murat, yıllar evvel taa çocukluğunda özellikle de çok çile çekmiş babaannesinden sık sık duyarmış bu sözü. Gerçi rahmetli babaannesi bunun anlamını ona anlatmış anlatmasına ama, Murat'ın hafızasından silinmiş zamanla. Pöh ördeğe, bu ne demekti dememek için zihnini zorlamış, sözün anlamını anımsamaya çalışmış. Bunu tahmin eden pöh ördek ona yardımcı olmak için bir cümle daha söylemiş:

- Kapılar kapanınca kapı içinde kalanların da kapı dışında kalanların da mutlulukları da kendilerinedir mutsuzlukları da, ilk ayak budur.

- İkinci ayak?

- Teferruat ve olasılık.

Sürekli olumsuz şeyler düşündüğü için belki de sağlıklı düşünme yeteneği dumura uğrayan Murat anlaşılması pek de kolay olmayan Pöh ördeğin sözlerine söz olarak karşılık verememiş gene , sadece “ al da yorumla” dercesine başını uzun uzun ve yavaş yavaş bir aşağı bir yukarı sallamış birkaç kez.

Ve birden gökten üç elma düşmüş. Biri pöh öerdeğin başına, biri pöh ördeği iyi yetiştiren annesinin başına biri de biraz sonra hayata minnacık da olsa yaşama ve insanlara daha positif bakmaya başlayacak olan Murat'ın başına.

Ve, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...

 **********************

 

 

BİR VESVESE BİR VESVESE

Boşa dememiş atalar

Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme diye

Bir vesvese bir vesvese şimdi Derya’da

Yemeden içmeden kesildi, hayatı  da zehir oldu

Ah be Ertuğrul

Fol yok yumurta yokken ortada

Yaptın yapacağını yine!

11 Aralık 2020 Cuma

Şiir az sözcükle çok şey anlatma sanatıdır. *** GÜLMEK Öyle bir güldü ki/ Herkesi güldürdü/ Gülmek gülenlere iyi geldi/ Güldüren de mutlu oldu/ Aferin ona!

5 Aralık 2020 Cumartesi

BİR SAPTAMA Bu sabah tanımadığı/ Belki de tanıyıp da görmediği/ Ya da görmek istemediği bir kişi Günaydın dedi./ Günaydına günaydın demeyecek kadar sa şey bir kişi değildi/ o da gülümseyerk günaydın dedi/ Bu günaydın ona da iyi geldi/ günü iyi geçtİ.