27 Şubat 2016 Cumartesi

Kendini bil.
SOCRATES


ADIN OSMAN’MIŞ!
Dursun Ağa,
“Şu kapının yanında oturan kim?” dedi.
Harun Ağa, işaret edilen yere baktı. Bıyıklarını parmakları ile sıvazladı. Çayından bir yudum aldıktan sonra da soruyu cevapladı:
“ Vallahi, sakalı olmasa Vehbi’nin eniştesi diyeceğim amma.”.
Yan masada Derviş vardı, tekti. İstemeyerek de olsa konuşulanları işitebiliyordu. Merak etti. Öksürerek boğazını temizledikten sonra sordu:
“ Vehbi’de kim ola ki?”
Harun Ağa, kendince kasılıp cevap verdi:
“ Kim olacak? Dudu kadının kocasının kayın biraderi.”
Derviş, Harun Ağa’ den oldum olası haz etmezdi.
“ Dudu kadın da kim? Bizim köyden değil herhalde.”
“ Herhalde yani. Üst köyden, Ayfer’in kaynanasının kardeşi...
Derviş, ayağa kalktı, kendi kendine söylenerek uzaklaştı.
“ Sana bir şey soranda kabahat zaten. Bilmem kimin de bilmem kimi. La havle ve la kuvvete…”
Dursun Ağa’nın gözü, kapının yanında oturan sakallıyı bir yerden ısırıyordu.
“Harun, ben bu adamı bir yerden tanıyorum” dedi. Demin Vehbi’nin eniştesine benzettin ama uzaktan yakından alakası yok onun ile. Bir kere bu köyden değil.
“ Bana da öyle gibi geliyor da, satıcı falan mı ola ki ?”
Dursun Ağa, kendi kendi ile konuşur gibi fikir hakkında düşüncesini söyledi:
“Bu saatte satıcı olmaz .” Birkaç saniye düşündü sonra da “ Dur Fazıl’a soralım” dedi. Hemen akabinde de selendi, seslenirken de eline çırptı.
Fazıl, kirli bardakları çalkalıyordu. İşine ara vermeden sesleniş hakkında fikir yürüttü:
“ Çayları mı tazeleyeyim Dursun Dayı? ”
“ O sonra, gelsene buraya bir dakika sen.”
Fazıl, “Emret dayım.“dedi. Demesi ile de elindeki bardakla Dursun Apa’nın yanına seğirtti. Esas duruşa geçti.
Dursun Ağa, gayriihtiyarî Fazıl’ın duruşuna gülümsedi. Fazıl, askerden henüz gelmişti.
“Rahat ” dedi Dursun Ağa gür kaşlarını çatarak. . Fazıl, rahata geçince de söyleyeceğini söyledi: “Bak ne diyeceğim, şu kapının yanında oturan kim?”
Fazıl, bir an için kapıdan yana baktıktan sonra:
“Hangisi dayım?”
“Kapının yanında kaç kişi var Fazıl? Deli etme adamı.”
Kapıdan biri başını uzatıp seslendi:
“ Selamünaleyküm ağalar... Fazıl dışarıdayım, bana çift bardaklı bir çay.”
Fazıl selam vereni sesinden tanıdı. Epeyce yüksek bir sesle:
“ Herkes namına aleykümselâm muhtar emmi” dedi. Ses tonunu biraz düşürdü. Harun Ağa’ya göz kırptı : “Dursun dayıyı halledeyim, hemen.”
Söz, Dursun Ağa’yı kızdırdı:
“ Ne biçim konuşuyorsun sen Fazıl? Halledeyim malledeyim. Tövbe tövbe, zorla adamı günaha koyuyorsun…”
Harun, Ağa Dursun Ağa ile şaklaşmaktan keyif alırdı. Gevrek gevrek gülerek yapmacıktan Fazıl’a kızdı:
“ Evet, yani oğlum, maazallah biri duyar yanlış anlar.”
Durmuş Ağa, suratını olabildiğince buruşturarak: “ Tamam tamam” dedi. “ “Uzatmayın.”
Fazıl’a döndü:
“ Tanıyor musun?
“ Kimi dayı?
Durmuş Ağa , ya sabır, çekti. “ Defol git” demeyi geçirdi içinden bir an ama vazgeçti.
“ Şu kapının yanındaki sakallıyı?”
Fazıl, Durmuş Ağa’nın kulağına eğilip sordu:
. “ Niye sordun Dayı. Hayırdır?”
“ Niye sordumsa sordum. Tanıyor musun tanımıyor musun onu söyle sen.”
“ Valla ne yalan söyleyeyim dayı, tanımıyorum. “
Harun Ağa, lafın uzamasından sıkıldı.
“Yaa, sana zahmet olacak ama Fazıl” dedi. Çaktırmadan, uyandırmadan bir öğrenip gelsene kimmiş?”
“ Lafımı olur emmiler. Siz şu bardağıma mukayyet olun.”
Fazıl, bardağı masanın üzerine bıraktı. Ellerini arkasına bağladı. Ağır ağır hedefe doğru yürümeye başladı.
Dursun Ağa bu adamı bir yerlerden çıkartacağından emindi.
“Hiç tanıdık gelmiyor mu sana Harun Ağa? “
Harun Ağa bir yerden çıkartır gibi olmuştu. Dursun Ağa’ya sokuldu, zor duyulabilecek bir sesle:
“ Bu, Osman olmasın” dedi. Heyecanlandı da: “ Vallahi o. Oturuşundan çıkarttım.”
“ Hangi Osman? “
“ Yaa hangi Osman işte. O Osman, aklına gelen Osman”
Dursun Ağa’nın aşlına bir Osman geldi ise de ihtimal vermedi. Başını birkaç kez yukarı kaldırarak “ Yok canım!” dedi.
“ Vallahi o gibi geliyor bana.
“Ya o nasıl gelsin buraya? Delirdi mi? Kim kabul eder onu buralarda? Tükürükle boğarlar.”
“ Ben onu bunu bilmem, bu o. Bak Fazıl da geliyor, öğrenmiştir çocuk.”
Dursun Ağa, Fazıl’ın yanlarına yaklaşmasıyla atıldı:
“ Kimmiş? Öğrenebildin mi?
“Vallahi dayı, adı Osman’mış galiba.”
Dursun Ağa ile Harun Ağa ile bakıştılar. . Heyecanlandılar.
Dursun Ağa, “ tamam” dedi çaycıya. Sen git.
“ Başka bir emrin dayı?”dedi Fazıl ellerini gereksizce oguşturarak
Dursun Ağa, bir an evvel gitmesi için Fazıl’ın masaya bıraktığı bardağı eline tutuşturarak“ “Yok yok. Sağ ol.” dedi İşine bak sen.”
Dursun Ağa , ağır ağır masanın üzerine de dayanarak oturmakta olduğu sandalyeden kalktı:
“Varalım bakalım yanına bir, gerçekten o mu?” dedi.
Harun Ağa, telaşlandı, kolundan tuttu: Emreder gibi konuşlu:
“Delirdin mi, otur yanına “
“Dur hele bir, merak ettim gerçekten o mu?”
Birden karar değiştirdi Harun. Ağa. Dursun Ağa’nın koluna bıraktı:
“ Hade bakalım öyleyse,” dedi. “Öğren de gel.”
Dursun Ağa, derin bir nefes aldıktan sonra beş büyük adımla adamın yanına vardı:
“ Merhaba, “ dedi tok bir sesle.
“ Merhaba,” dedi adam kendine çeki düzen vererek, yer gösterdi “Buyurun.”
Dursun Ağa, sandalyeyi çekip oturduktan sonra direkt sordu.
“Kimlerdensin?”
Adam, bir an duraksadı. Böyle bir soru beklemiyordu. Dursun Ağa’nın ses tonundan da, gözlerinden de ürkmüştü biraz.
“Buralardan değilim”
“Ya?
-…
“Misafir misin?”
“Öyle sayılır.”
“Adın Osman’mış…”
“Ne olmuş?”
“Gerçekten Osman mısın diye merak ettik de.”
Sakallı adamın sesi gayri ihtiyari yükseldi:
“ Niye ki? On binlerce Osman var bu ülkede.”
Durmuş Ağa’nın de sesi yükseldi:
“Ananın adı Hacer mi?”
Adam, cebinden sigara paketini çıkardı, bir sigara çıkarıp yakacaktı, yasak aklına geldi vazgeçti.
“ Siz beni birine benzettiniz herhalde” dedi “Beş dakika soluklanalım dedik şurada”…
“ Laf oyunu yapma. Ananın adı Hacer’mi?
Masanın yanına, Haldun Ağa da gelmiş, bir elini Dursun Ağa’nın omzuna “ sakin ol” der gibisinden koymuştu. Fazıl yan masadaydı, o tarafa dönmeden kulak kesilmişti konuşulanlara. Dip masada oturan Emin ile Satılmış ayağa kalkmalarına rağmen o tarafa doğru hareketlenmemişlerdi. Muhtar içeride bir şeyler olduğunu sezinlemiş, camdan içeriye bakarak neler olduğunu kestirmeye çalışıyordu.
Adam, çevresine bakındı. İç cebinden nüfus cüzdanını çıkardı. Ana hanesine parmağını koyarak gözüne sokmak istercesine Durmuş Ağa’ya göstererek söylendi:
“ Ne biçim yermiş burası be. Bir bardak çay içelim” dedik.
Nüfus cüzdanını cebine koydu adam. Kalkarken sakallarını sıvazladı. Etrafına bakındı: Dip masadan ayağa kalkanlar oturmuşlardı. Fazıl elinde bir bardak çay olduğu halde biraz ötelerindeydi.
Sakallı adan cebinden bir onluk çıkardı, masaya bırakırken de Fazıl’a herkesin duyacağı bir şekilde seslendi.
“ Üstü kalsın.”

26 Şubat 2016 Cuma

YORGAN GİTTİ KAVGA BİTTİ

Bir peri bir periye
Bir papazla bir pazar günü
Gök bir pire iletmiş
Pire pirelenmiş demiş “ Bu ne iş?”
Dağıtmak için kafayı pire
Gök gözü ile göğe göz atmış
Boyamış göğü, göğü gökçek etmiş
Pisboğaz bir pisi kızmış bu işe
Pireyi veren periyi
Perişan etmek için girişmiş bir işe
Pes etmiş peri çok geçmeden,
On peni vermiş kediye
Pire gurur etmiş bunu
Trene binip gitmiş
Yorgan gitmiş kavga bitmiş.

16 Şubat 2016 Salı


BEYLİK BEYLİKTİR

Bir tezahürat bir alkış
Tebrikler, gözyaşları
Rüyada görsem hayra yormazdım yaşadıklarımı
Ayaklarımı yerden kestiler, onsuzlara aldılar
En büyük sensin dediler,
Bağırdılar çağırdılar
Belliydi, gerisi de gelecekti amma
—Kalk artık sözü ile uyandım…

Rüyada olsa, hülya da olsa
Beylik, beyliktir işte!