12 Mayıs 2016 Perşembe


LEMAN TEYZE
Adam yer verdi, " Buyurun teyze" dedi.
Laman Hanım, sözün kendisine olduğuna anladı ama algılamak istemedi. Bir ümitle etrafına bakındı. Kendisi dışında hiçbir bayan olmamasına rağmen herhalde, adamcağız teyze dediği anda teyze dediği kişi kapıdan çıkmak üzereydi ve de çıktı diye düşündü.
Bankadaydılar.
En uçtaki koltukta oturmakta olan adam, yanında oturmakta olan yaşlı adama bir şeyler söyledikten sonra, duymadı ya da fark etmedi herhalde diye düşünerek Laman Hanım'ın yanına gitti. Biraz mahcup, biraz mutlu, biraz centilmen, kalkmış olduğu sandalyeyi göstererek:
-Buyur teyze dedi. Ayakta kalmayın sıra çok.
Leman Hanım buz oldu. Her şey açıktı işte. Arkasındaki kalorifer peteğine yaslanarak da düşmekten kurtuldu.
Adam, art niyetsiz, kendisine yer gösteriyordu. Israrcıydı da:
-Buyur Teyze.
Leman Hanım boğulacak gibi oldu. Bu sözü elbette duyacaktı, belki da zaman zaman çoluktan çocuktan da duymuştu ama orta yaşta bir adamdan, duymaya henüz hazır değildi.
Bir gayretle:
- Teşekkür ederim, dedi.” Çok naziksiniz.”
Ayakları birbirine dolaşarak dışarıya çıktı.
Bir dolmuş belirdi önünde. Durdu. Birileri indi. İş yerinin hemen önünden geçerdi dolmuş. Attı kendisini içerisine. Orta sıralardan biri boştu. Oturdu. Dolmuş gene durdu. Biri bindi. Genç bir adamdı binen. Hemen Leman Hanım'ın arkasındaki koltuğun kenarına ilişti. Belli ki birkaç durak sonra inecekti. Ceplerini karışırdı. Beş lira buldu. Leman Hanım'a uzattı:
- Size zahmet teyze, şunu uzatır mısınız?
Bu kötü bir rüya olmalıydı. Haydi, az evvelki, bankada yaşanan bir talihsizlikti ama ya bu? Kavilleştirip kendisine bir kamera şakası mı yapmak istemişlerdi ne?
Genç adam, şoföre doğru uzanmaya ihtiyaç duymuyordu. Az evvelki sözü duymamış olsa gerek diye düşündü belki, Leman Hanım'ın omzuna art niyetsiz dokunarak:
-Teyze uzatır mısınız?
Leman Hanım, döndü.
-Uzatamam amca, diye bağırdı.
Yolcular şaşırıp Leman Hanım'a baktılar.
Leman Hanım, burnundan soluyordu.
-Açar mısın kapıyı şoför bey, dedi.
Kırmızı ışık yanmış, dolmuş durmuştu.
Şoför kapıyı açtı. Leman Hanım indi. Şoför, Leman Hanım'ın ücretini vermediğini hatırladı.
— Bayan ücret, dedi ama Leman Hanım çoktan uzaklaşmıştı.
Şoför, herkesin duyacağı şekilde söylendi:
-Kılık kıyafetine bakan da bir şey sanır. Para vermemek için ne artistlik yaptı be!
***
Leman Hanım bir an soluklandı. Gülümseyip kendine moral vermeye çalıştı. Şansı da yaver gitti. Düzgün giyimli bir bey, kendisinden belki birkaç yaşta büyük, farkında olmadan daracık kaldırımın tam ortasında durmuş bulunan Leman Hanım'a:
- Müsaade eder misiniz hanımefendi, deyip yol istedi.
Leman Hanım, müsaade buyuran adamla göz göze geldi, gülümsedi:
- Affederseniz, dedi. Kenara çekildi.
Adam geçince ağır adımlarla yürümeye başladı Leman Hanım. Birkaç metre sonra da kaldırım genişledi. Biraz ileride S...alışveriş mağazası vardı. Oraya gitti. Biraz dolaşıp kafa dağıtmaktı amacı. Merkeze girince lavabosuna geçti. Lavabonun boş olmasından da istifade ederek dakikalarca yüzünü baktı. " Teyze" sözünün de itmesi ile görmek istemediklerini gördü.
Keyfi kaçmıştı. Asistanı Nurcan Hanım'ı aradı. Kendisini arayıp soran olup olmadığını öğrendi."Biraz işlerim var, bugün gelmeyeceğim" dedi. Ve de ekledi" Çok acil bir durum olmazsa beni rahatsız etme."
Mağazada öylesine dolaşmaya başladı ama kafası dağıtamıyordu. " Teyze, teyze " sözü kulaklarında davul sesi gibi patlıyordu.
Bijuteri reyonuna bakarken, biri seslendi:
- Ne o kız, ne arıyorsun burada?
Hatice Hanım idi seslenen.
Kucaklaştılar, öpüştüler.
Hatice Hanım, tepeden tırnağa süzdükten sonra Leman Hanım'ı:
- Kızım, herkes yaşlanıyor sen gençleşiyorsun, dedi. Ve ekledi: " Uygunsan şurada bir Türk kahvesi içelim. İki de laf ederiz."
— Ama teyze demeyeceksin.
—Teyze demeyecek miyim?
—Evet.
—Kusura bakma ama espriyi anlayamadım kız.
Başından geçenleri anlatacaktı, vazgeçti.
" Leman Teyze" diyecek ilk arkadaşının kalbini kırmaktan korktu belki
Alışveriş mağazasından çıkmadan daha, bir fırsat yaratıp Hatice Hanım'ın ona anlatacaklarını
birkaç arkadaşına ileteceğinden adı gibi emindi. Hatice Hanım'ın arkadaşlarının çoğu aynı zamanda Leman Hanım'ın da arkadaşıydı. Zaten ilk etapta Hatice Hanın, ortak arkadaşlarından birine "teyze" olayını anlatırdı.
Alışveriş merkezinin kahvesine girerlerken Hatice Hanım sordu:
-Kız, teyze demeyeceksin demekle ne demek istedin?
Leman Hanım, konunun açılmasından korktu:
- Daha sen orada mısın, dedi şakaya vurarak.
Hatice Hanım tahmin etti:
-Yoksa ilk teyzeleri duymaya mı başladın kız?
Birer kahve söylediler.
Hatice Hanım, sandalyesini Leman Hanım'a doğru yaklaştırdı.
— Teyze mi diyorlar artık sana.
- ...
— Canın ona mı sıkıldı?
- ...
— Kız sen kaç yaşına bastın?
— Öf be Hatice. Sen çiğnersin de çiğnersin şimdi bunu.
— Anladım.
— Neyi anladın?
Kahveler geldi.
Hatice Hanım, kahve ile gelen sudan bir yudum alırken onu gördü teyze hadisesini o an için unuttu. . Kaşı ile de gözü ile de destekleyerek, Leman Hanım'a biraz sokularak alçak sesle:
-Şu girişteki adama baksana, dedi.
— Niye?
— Bırak şimdi niyesini miyesini. Bir bak.
— Bakmayacağım.
Hatice Hanım, Leman Hanım'ı dürtükledi:
-Tam senin tipin kız. Bir bak.
— Niye bakayım elin adamına durup dururken? Deli misin ne?
. Kahvesinden bir yudum aldı Hatice Hanın:
- İddiasına var mısın, dedi kendinden emin.
— Ne iddiası?
— Geçen gün gördüğümüz o kürk var ya. Sen kazanırsam o kürkü ben sana alacağım. Ben kazanırsam bana bir ayakkabı yok yok ayakkabıdan da vazgeçtim bir terlik al yeter sen. Bak bu kadar da ödün sana. Var mısın iddiasına?
— Ne iddiası şimdi ya? Hem biraz yavaş konuş. Etrafımızdakiler bize bakıyorlar.
— İddia lafını duydular ya ondan bakıyorlardır. Aldırma yani. Var mısın iddiasına?
— Ne iddiası sabah sabah Hatice?
— Ne sabahı öğlen oldu neredeyse kız. Hem, bozuk plak gibi ne iddiası ne iddiası deyip durma. Var mısın yok musun onu söyle?
— Valla kusura kalma ama hiç havamda değilim.
— Ben de havaya gir diye ısrar ediyorum.
Hatice Hanım, kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra
- Ne olduğunu tahmin ettin o zaman, dedi.
Kahve fincanı Leman Hanım'ın elindeydi ama bir yudum bile almamıştı hala. Almaya da niyeti yok gibi gözülüyordu. Masanın üzerine bırakırken:
- Hade kahveni iç de çıkalım, dedi.
— Dur ya. Altımız bile ısınmadı daha. Hem ben bir şeyler de yiyeceğim.
— O zaman kahveyi niye içtin ki? Benim bildiğim önce bir şeyler yenir sonra kahve içilir.
Leman Hanım'ın sert serzenişine, manalı
- Biz de teyze olunca öyle yaparız, diye karşılık verdi Hatice Hanım.
— İyi ki bir şey dedik be Hatice, dedi Leman Hanım. "Şey bulmuş gibi atladın üzerine."
— Gel, girişteki masada oturan adama bir bak. Söz, bir daha teyze meyze demeyeceğim.
— Bakmayacağım.
— Ölür müsün baksan?
— Sesini yükseltme, millet de başka bit şey anlayacak.
Hatice Hanım, fincandaki kahveden bir yudum daha aldı sonra fincanı salladı salladı, sallarken de
- Bir falıma bakarsın artık dedi.
Leman Hanım " olmaz " demedi.
Hatice Hanım fncanı kapattı, kapattığı anda da garsonu yanı başında gördü:
- Fala bakmak yasak efendim.
Hatice Hanım, sesten yana döndü. Başını hafifçe kaldırarak garsonun gözleri içine baktı,
azarlar gibi ya da iyi ki yetiştin ya da sen bizimi gözlüyordun der gibi:
- Biliyoruz herhalde, dedi.












10 Mayıs 2016 Salı


BİR TÜRKÜ SÖYLEYECEĞİM
Grup kendi kendine oluşmuştu.
Yatsı namazından hemen sonra, caminin hemen altındaki küçük parkta buluşuyorlar hal yerenliği ediyorlardı. Zaman içerisinde cami cemaatinden olmayanlardan bazıları da aralarına dâhil olmuştu.
Tarık Bey:
—Selamünaleyküm ağalar, dedi.
—Aleykümselâm, dediler.
—Termosta çay getirdim sizlere bugün. Plastik bardak da var.
Elindeki torbayı yavaşça yere bıraktı Tarık Bey, fötr şapkasını da hafifçe geri itti.
Mahir Bey neşelilerdendi:
— Oh oh, dedi, ellerini ovuşturdu “Gel şöyle yanıma.”
Kemal Bey, tanısın tanımasın hitap ettiği herkese “ hocam” derdi,
—Bizi mahcup ediyorsun Tarık hocam. Hep eli kolu dolu geliyorsun böyle.
Hep değildi ama ara sıra ikramlık bir şeyler getirdiği olurdu Tarık Bey’in. Mahcup olur gibi oldu:
—Aman efendim, lafımı olur.
—Sıraya koyalım bunu.
Mesut bey, kımıldanarak itiraz etti.
—İlkokul mu da burası sıraya koyacağız. Bugün onun içinden gelir, öteki gün benim içinden gelir, bir başkasının içinden gelmez; yemek içmek için gelmiyoruz ki buraya
Mahir bey, torbadan termosu ve bardakları çıkarmıştı İlk çayı doldururken lafa karıştı:
—Aynı akşam hepimizin içinden gelirse ne olacak? Diyelim ki yarın akşam sözleşmiş gibi hepimiz çikolatalı pasta getirdik. Farzımuhal diyorum hani.
Kemal Bey, doldurulan ilk bardağı almak için uzanırken,
—Dağıtırız, dedi. Bakın…
Çevredeki insanları işaret edecekti… Kendilerinden başka kimse. Manasızca, durumun
anlaşılmasından korktu, lâfı değiştirdi: “Havalar da pek güzel gidiyor maşallah!”
Mahir Bey, bir an Kemal Bey’in ismini anımsayamadı
—Hayrola ağa kız istemeye mi geldik, dedi.
Mahir Bey’in ses tonu kulaklara hoş geldi, gülüştüler Mahir Bey’e “ İlahi” diyen de oldu “ Ne herifsin be” diyen de
Gruptan ilk ayrılan her zaman olduğu gibi Servet Bey oldu. Onun evi ötekilere göre uzaktı. Yaşça da en büyükleriydi. Vakit geçsin diye geze geze buraya gelir gruba katılır sonra da ağır ağır evine giderdi. Geçtiği sokaklar da tekin değildi pek.
Çocukluğundan kalma bir alışkanlıkla tenha sokaklara girimce ya da canı pek bunalımca türkü söylerdi. Sesi güzeldi. Müzik kulağı da vardı.
Bir hafta kadar evvel 2.sokak girişinde birdenbire aklına eski bir türkü gelmiş, belli belirsiz tekrar ederek epeyce bir yürümüştü:” Can maral can evleri yakın yârim/ vay lele le çık sallan bakım yârim/can maral can uzun boyan göz değer/ Vay lele le hamayıl takın yârim…”
O günden bugüne 2.sokak girişine gelince bu türküyü yineleniyordu. Bu yaşa rağmen yılların bu türküsünü anımsayabilmesi moralini yükseltmişti. Bunun için de söylüyordu. Burada bu türküyü söylemezse aklından çıkıvereceğinden de endişe ediyordu her nedense.
Dün olduğu gibi, evvelsi gün de olduğu gibi türkü bitmek üzere iken gözü yine ona takıldı Yine, yıkık dökük bir evin giriş merdivenlerinde öylece oturuyordu. Yine başını elleri arasına almıştı.
Yaşlı mıydı genç miydi karanlıkta pek seçilmiyordu ama oradaydı işte... Evvelsi günden de önce orada mıydı acaba? Başka biri görmüş de yorumlamış olabilir miydi?
Servet Bey, yanına gidip iki çift laf etsem mi acaba diye düşündü, düşününce de heyecanlandı. Göz ucuyla da onu gözetleyerek ağır adımlarla onunla aynı hizaya kadar geldi ama onun kendisine baktığını göremedi. Görseydi, en azından bir “ Allah’ın selamını verip” tepkisini sınayacaktı.
“Servet oğlum, yarın da görürsen mutlaka bir merhaba de. Belki bir yardımım dokunur” dedi kendi kendine Servet Bey. Teşbihini çıkardı, ellerini arkaya bağladı biraz da hızlandı.
Servet Bey’in burnuna birden bir içki kokusu geldi. İrkildi. Kokunun kaynağını öğrenmek için durmuştu ki, yanı başında biri belirdi.
—Saat kaç olmuş babalık? Bir baksana saatin varsa, dedi.
Servet Bey, oldum olası sarhoşlardan haz etmezdi. Soru sorana bakmamaya çalışarak, köstekli saatini çıkardı, yanında taşıdığı el feneri ile baktı, söyledi.
— Eyvallah dedi sarhoş adam. Sonra da ekledi “ Nereden geliyon nereye gidiyon bu saatte?”
— Parkta biraz oturduk da, eve gidiyorum oğlum.
— Sonra?
Sarhoşlardan korkardı da Servet Bey. Bir an evvel oradan uzaklaşmak için:
— Haydi, iyi geceler sana, hoşça kal, dedi.
Sarhoş adam, bir an sendeledi, Servet Bey’in kolundan tutup düşmekten kurtuldu
— Adın ne senin dede?
Servet Bey, adını söylemedi. “ Hoşça kal” de gibisinden bir işaret yapıp yürüdü. Birkaç adım attı. Müdahale yapılmayınca da adımlarını hızlandırdı. Birkaç bina ötede yer alan binaların birinin kapısının önünde oturanlar vardı. Çay içiyorlardı. Servet Bey rahatladı. Evine de pek bir şey kalmamıştı zaten.
“ Can maral- evleri yakın yârim.”
Servet Bey’den ter boşandı Sarhoş adan, az evvel söylediği türküden dili dolana dolana sözcükler söylüyor arkasından geliyordu.
Sarhoş adan, bir anda Servet Bey’in önüne geçti Servet Bey’i durdurdu. . Çay içenler arasında kadınlar da vardı. Onları işaret ederek:
— Yüreğin yetiyorsa bu kadınlara da laf atsana, dedi.
Çay içenler şaşırdı. Servet Bey’in beti benzi attı.
Sarhoş adam, Servet Bey’in kollarından tutup kaldırdı, topluluğun önüne götürüp koydu: Topluluğa döndü:
—Bu mahallenin namusunu da mı ben koruyacağım, dedi. Beş parmağını açarak, geldikleri yer işaret etti :” Haftalardır can maral falan filan ” deyerek, tespih çekerek, bıyık bükerek gözleri görmeyen, kulakları duymayan Yeliz Ana’yı rahatsız ediyor bu utanmaz herif.”
Melih, delikanlı geçinenlerdendi. Yeliz Ana’nın adını bile duymamış olmasına rağmen, ayağa fırlayıp haykırdı:
— Yeliz Ana’yı rahatsız mı ediyor, teneşire el sallayan bu kart horoz?
Gruptakilerden biri Melih’in halasıydı, suratını buruşturarak Melih’in kolundan yapışıp azarladı:
— Otur oturduğun yerde.
Yan evin balkonundaki Murat Bey hem sinirlendi hem de endişelendi. Yüksek sesle oradakileri uyarma ihtiyacı hissetti:
—Cezasını siz vermeye kalkmayın. Polise haber verin. Maşa varken elinizi ateşe sürmeyin.
Bazı evlerin elektrikleri yandı, bazı evlerin pencerelerinde balkonlarında insanlar belirdi.
Birkaç cümle ile birinin lafa karışması, hazır kıta gibi bazı insanların bir anda balkonlara, pencerelere çıkması sarhoş adamı şaşırttı. İçkinin verdiği etkiyle de keyiflendirdi.
Servet Bey’in kalbi sıkıştı. Beti benzi de attı.
Sarhoş adan, derin bir nefes aldı. Tuzsuz Deli Bekir’e öykünerek bir harekette bulundu, bir şeyler daha söylemek için ağzını açtı ama midesi müsaade etmedi, midesindekilerden bir kısmını Servet Bey’in üzerine bir kısmını sokağın ortasına boşalttı.
Meraklılardan ağzını kapatarak gülenler oldu, iğrenerek kaçanlar oldu, Servet Bey’in talihsizliğine üzülenler olduğu gibi, kendi haline şükredenler olmadı değil.
Sarhoş Adam, elinin tersi ile ağzını sildi. Birkaç kere öksürdü. Gözlerini kırpıştırdı. Sonra, Servet Bey’in omzuna birkaç kere dokundu hoşça kal gibisinden bir harekette bulundu. Yalpaya yalpalaya yürüyerek oradan uzaklaşırken de bir türkü tutturdu kendince:
“ Ben gidiyorum baylere
Hem baylere baylere
Benden selam söyleyin
Ah beni soran beylere…”

9 Mayıs 2016 Pazartesi


ADIN OSMAN’MIŞ!

Dursun Bey:
“Şu kapının yanında oturan kim?” dedi.
Harun, işaret edilen yere baktı. Bıyıklarını parmakları ile sıvazladı. Çayından bir yudum aldıktan sonra da soruyu cevapladı:
“ Vallahi, sakalı olmasa Vehbi’nin eniştesi diyeceğim ama.”.
Yan masada Derviş vardı. Tek oturuyordu.. İstemeyerek de olsa konuşulanlara kulak misafiri oluyordu. Merak etti. Öksürerek boğazını temizledikten sonra:
“ Vehbi’de kim ola ki?” dedi.
Harun, kendince kasılıp cevap verdi:
“ Kim olacak, Dudu kadının kocasının kayın biraderi.”
Derviş, Harun Bey' den zaten haz etmezdi, sesini yükselterek:
“ Dudu kadın da kim? Bizim köyden değil herhalde.”
“ Herhalde yani. Üst köyden, Ayfer’in kaynanasının kardeşi...
Derviş, ayağa kalktı, kendi kendine söylenerek uzaklaştı.
“Sana bir şey soranda kabahat zaten. Bilmem kimin de bilmem kimi. La havle ve la kuvvete…”
Dursun Bey’in gözü, kapının yanında oturan sakallıyı bir yerden ısırıyordu.
“Harun, ben bu adamı bir yerden tanıyorum” dedi. Demin Vehbi’nin eniştesine benzettin ama uzaktan yakından alakası yok onun ile. Bir kere, bu köyden değil.
“ Bana da öyle gibi geliyor da, satıcı falan mı ola ki ?”
Dursun Bey, kendi ile konuşur gibi fikir hakkındaki düşüncesini söyledi:
“Bu saatte satıcı olmaz .” Birkaç saniye düşündü sonra da “ Dur Fazıl’a soralım” dedi. Hemen akabinde de selendi, seslenirken de eline çırptı.
Fazıl, kirli bardakları çalkalıyordu. İşine ara vermeden sesleniş hakkında fikir yürüttü:
“ Çayları mı tazeleyeyim Dursun Dayı? ”
“ O sonra, gelsene buraya bir dakika sen.”
Fazıl, “Emret dayım.“dedi. Demesi ile de elindeki bardakla Dursun Bey'in yanına seğirtti. Esas duruşa geçti.
Dursun Bey, gayriihtiyarî Fazıl’ın duruşuna gülümsedi. Fazıl, askerden henüz gelmişti.
“ Rahat …” dedi Dursun Bey. Fazıl, rahata geçince de söyleyeceğini söyledi: “ Bak ne diyeceğim, şu kapının yanında oturan kim?”
Fazıl, kaşlarını çatarak bir an için kapıdan yana baktıktan sonra:
“ Hangisi dayım?”
“ Kapının yanında kaç kişi var Fazıl? Deli etme adamı.
Kapıdan biri başını uzattı:
“ Selamünaleyküm ağalar... Fazıl dışarıdayım, bana çift bardaklı bir çay.”
Fazıl selam vereni sesinden tanıdı. Epeyce yüksek sesle:
“ Herkes namına aleykümselâm muhtar emmi” dedi. Ses tonunu biraz düşürdü. Harun’a göz kırptı : “Dursun dayıyı halledeyim, hemen.”
Söz, Dursun Bey'i kızdırdı:
“ Ne biçim konuşuyorsun bazen Fazıl.” dedi. “ Halledeyim malledeyim.”
Harun, Dursun Bey’le şaklaşmaktan keyif alırdı. Yapmacıktan Fazıl’a kızdı.
“ Evet, yani oğlum, maazallah biri duyar yanlış anlar.”
Durmuş Bey, suratını olabildiğince buruşturarak: “ Tamam tamam” dedi. “ Uzatmayın.
Fazıl’a döndü:
“Tanıyor musun?
“ Kimi dayı?
Durmuş Bey, ya sabır, çekti. “ Defol git” demeyi geçirdi içinden bir an ama vazgeçti.
“ Şu kapının yanındaki sakallıyı?”
Fazıl, Durmuş Bey'in kulağına doğru eğildi.
. “Niye sordun Dayı. Hayırdır?”
“ Niye sordumsa sordum. Tanıyor musun tanımıyor musun?”
“ Valla ne yalan söyleyeyim dayı, tanımıyorum. “
Harun, lafın uzamasından sıkıldı.
“Yaa, sana zahmet olacak ama Fazıl” dedi. Çaktırmadan, uyandırmadan bir öğrenip gelsene kimmiş?”
“ Lafımı olur emmiler. Siz şu bardağıma mukayyet olun.”
Fazıl, bardağı masanın üzerine bıraktı. Ellerini arkasına bağladı. Ağır ağır ocağa gitti, Muhtar’ın çayını doldururken…
Dursun bey, bu adamı bir yerlerden çıkartacağından emindi.
“Hiç tanıdık gelmiyor mu sana Harun? “
Harun bir yerden çıkartır gibi olmuştu. Dursun Bey’e sokuldu, zor duyulabilecek bir sesle:
“Bu, Osman olmasın” dedi. Heyecanlandı da: “ Vallahi o. Oturuşundan çıkarttım.”
“ Hangi Osman?
“ Yaa hangi Osman işte. O Osman, aklına gelen Osman”
“ Yok canım.”
“ Vallahi o. “
“Ya o nasıl gelsin buraya. Delirdi mi, kim kabul eder onu buralarda. Tükürükle boğarlar.”
“ Ben onu bunu bilmem, bu o. Bak Fazıl da geliyor, öğrenmiştir çocuk.”
Dursun Bey, Fazıl’ın yanlarına yaklaşmasıyla atıldı.”
“Kimmiş? Öğrenebildin mi?
“Vallahi dayı, adı Osman’mış galiba.
Dursun Bey Harun Bey ile göz göze geldi. Heyecanı arttı. Kaygısı da…
Dursun Bey, “ tamam” dedi çaycıya. Sen git.
“ Başka bir emrin dayı?”
Dursun Bey, bir an evvel gitmesi için Fazıl’ın masaya bıraktığı bardağı da eline tutuşturarak“ “Yok yok. Sağ ol.” dedi İşine bak sen.”
Dursun Bey, ağır ağır masanın üzerine de dayanarak oturmakta olduğu sandalyeden kalktı:
“Varalım bakalım yanına bir, gerçekten o mu?” dedi.
Harun, telaşlandı, kolundan tuttu:
“ Delirdin mi, otur yanına “
“ Dur hele bir, merak ettim gerçekten o mu?”
Birden karar değiştirdi Harun. Dursun Bey’in koluna bıraktı:
“ Hade bakalım öyleyse,” dedi. “Öğren de gel.”
Dursun Bey, derin bir nefes aldıktan sonra beş büyük adımla adamın yanına vardı:
“ Merhaba, “ dedi
“ Merhaba,” dedi adam kendine çeki düzen vererek, yer gösterdi “Buyurun.”
Dursun bey, sandalyeyi çekip oturduktan sonra direkt sordu.
“Kimlerdensin?”
Adam, bir an duraksadı. Böyle bir soru beklemiyordu. Dursun Bey’in ses tonundan da, gözlerinden de ürkmüştü biraz.
“ Buralardan değilim”
“Ya?
-…
“ Misafir misin?”
“ Öyle sayılır.”
“Adın Osman’mış…”
“Ne olmuş?”
“Gerçekten Osman mısın diye merak ettik de.”
Sakallı adamın sesi gayri ihtiyari yükseldi:
“ Niye ki? On binlerce Osman var bu ülkede. Kabahat mı?
Durmuş Bey’in de sesi yükseldi:
“Ananın adı Hacer mi?”
Adam, cebinden sigara paketini çıkardı, bir sigara çıkarıp yakacaktı, yasak aklına geldi vazgeçti.
“Siz beni birine benzettiniz herhalde, dedi Beş dakika soluklanalım dedik şurada…
“ Laf oyunu yapma. Ananın adı Hacer’mi?
Masanın yanına, Haldun yanaştı. Fazıl yanaştı, dip masada oturan Emin ile Satılmış ayağa kalktılar, Muhtar, kapıdan kafasına uzattı.
Adam, çevresine bakındı. İç cebinden nüfus cüzdanını çıkardı. Ana hanesine parmağını koyarak gözüne sokmak istercesine Durmuş Bey’e gösterip söylendi:
“ Ne biçim yermiş burası be. Bir bardak çay içelim” dedik.
Nüfus cüzdanını cebine koydu. Etrafına bakındı: Dip masadan ayağa kalkanlar oturmuşlardı. Fazıl ocağına giderken, Haldun da hemen yanındaki sandalyelerden birine oturmuştu. Muhtar’ın canının sıkıldığı yüzünden anlaşılıyordu. Dursun Bey, rahatsız oldu durumdan. Kapıya yöneldi. Sakallı da cebinden bir onluk çıkardı, masaya bırakırken de Fazıl’a herkesin duyacağı bir şekilde seslendi.
“ Üzeri kalsın!”

2 Mayıs 2016 Pazartesi


BABAANNE DERDİ

Kötü başladı güne yine
Miskin mislin oturdu yerinde
Baktı olacak gibi değil
Azarladı kendini,
Kendine gel Fırtına, dedi
Kaktı, elini yüzünü yıkadı
Bir bardak da çay yaptı
Amiyane olacak amma
Motor hırlamaya başladı
Azıcık daha gaza ihtiyacı vardı
Ütülü pantolonunu indirdi askıdan
Teme de bir gömlek aldı
Yumuşatıcı kokan
Melisa’yı aradı sonra
Biraz çıkalım mı, dedi
Boş attı dolu tuttu aslında
Olur diyeceği tuttu Melisa’nın
İşte bu dedi Fırtına
Babaannesi ne derdi,
Otur otur ile oğlan güvey
Kız gelin olmaz
Kımıldan biraz.