30 Ocak 2019 Çarşamba



KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI–43- (SON BÖLÜM)

—Avlu kapısının ağzında tel var, dedi.” İstersen, çıkarken
girerken büküverir benim gibi de kedi köpek girmesin.”
Gayri ihtiyari gülümsedim.
— Olur, dedim.
Ellerimi belime dayadım. Derin derin soluk alıp verdim. Sağıma soluma, önüme arkama baktım.
Az evvel avluda kurmakta olan bir armut ağacı var dedim ya. Onun yanına gittim. Hemen orada bir de çeşme vardı. Musluğu açtım. Elimi yüzümü yıkadım. Su iyi geldi.
Tekrar kırık dökük eve baktım. Gözlerimi göğe diktim. Ağzımı burnumu kaşımı gözümü garip garip oynattım. Kendi kendime sorduğum” Bu ne Hüsnü? Ne yapacaksın bu evi sen? “Sualine karşılık bulmaya çalışıyordum.
Bir filmde mi izledim, bir kitapta mı okudum, rüyamda mı gördüm, biri anlattı da kafamda mı canlandırdım ya da başka bir şey bilmiyorum- şu anda bir psikologun, bir psikiyatrisin yanında olsam hemen çocukluğuma gitmek ister-.
Birden, içimde bir şeyler kıpırdadı. Heyecanlandım. Bayağı heyecanlandım. Fakat bu heyecan sözcüklerle ifade edemeyeceğim geleceğe yönelik güzel ve de zararsız bir heyecandı.
Derin derin birkaç kez nefes aldıktan sonra kolları sıvadım.
Aman Allahım bu ne heyecan bu ne şevk bu ne enerjiydi.
Sabaha kadar uğraş vererek o evi baştan sonra boyadım. Evet evet kendim boyadım. Gördüklerimden, bildiklerimden duyduklarımdan hareket ederek bu yaşa kadar eline fırça almamış biri olarak evi boyadım.
Eskilerin sedir adı verdikleri gerektiğinde yatma gerektiğinde oturma yeri olarak kullandıkları yeri kendim yaptım. Üzerine de eskiciden aldığım bir kilimi serdim.
En ucuzundan bir çaydanlığı yanında kocaman bir çay kupasını, şekeri ve de bir küçük paket çayı cep telefonumu satarak aldım.
Taşları büyük bir tespihi de pazarlık ederek bir sokak satıcınsan temin ettim.
Şu anda hissettiklerimi anlatmam hakikaten olanaksız. En güzel sözcüklerle anlatmayı becerebilsem bile bazılarının anlaması olanaksız.
Saat 04.32
Ayaklarımda çorap yok. Ayak parmaklarımı oynatıp duruyorum. Bir elimde çay dolu büyük bir kupa bir elimde tespih. Ve ben bir sedirde bağdaş kurmuş oturuyorum.
Ben, Karpuzu Hüsnü’nün karısının kocası Hüsnü’yüm.

29 Ocak 2019 Salı


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI -42-

Bizi ayıranlardan biri:
—Sizi birisine benzetti herhalde, dedi. “Sıkmayın canınızı.”
Zoraki gülümsedim. Meraklı biri olmalıydı. Sordu:
— Eskiden karpuzcu muydunuz?
—Yaptık bir aralık, dedim.
—O zaman başka, dedi.
Ses tonu kinayeliydi.
—İki karpuz seçiverseydiniz de bulaştırmasaydınız üzerinize
keşke.
Cevap vermedim. Karıma döndüm O,hiç tepkisiz
oturuyordu hala yerinde. Yanına gittim. Karım, donuk bir sesle:
— Dışarıda konuşalım mı? dedi.
—Tamam da dedim, “Müsaade edersen bir elimi yüzümü
yıkayayım.”
Başıyla olur verdi ama ben düşündüğümü yapmaktan vaz geçtim.

Onun isteği üzerine hemen o mahalde bulunan küçük bir parkın bir bankına oturduk. Hiç sözünü kesmeden onu dinledim.
Bir dostun bir kızı varmış. Avukatmış. Uzun süredir işsizmiş. Annesi bir süre benim yanımda çalışması için ricada bulunmuş.
Benim durumu söylemedin mi diye soracaktım ama sözleri buna mani oldu.
Birkaç büyük şirketin avukatlığını almanızı sağlayacak dedi. Dahası da varmış. Onu da söyledi:
— Kızının maaşını da ona vermeniz için şey yapacak.
Son sözler neden bilmem içimi acıttı. Kötü etti beni. Kalktım. “ yarın bir görüşelim.” dedim.
Bu sözümden “ olur manasını çıkartmış olmalı ki o da kalktı. “ Teşekkür ederim” dedi.
İnsanoğlu garip bir varlık. Son cümleleri hakikaten beni etkiledi. Onuruma dokundu. Bir süre amaçsızca yürüdüm, sonra da babamın mezarına gittim. Bir süre orada kaldım. Sonra da Nevinlere gittim.
Beni tanıdılar. Sıcak karşıladılar.
Çaylarını içtim.
Oradan ayrıldıktan bir süre sonra küçük bir avlu içinde yıkık dökük bir ev dikkatimi çekti. Camları da kırıktı. Boştu da. Avlu girişinin kapısında da kırık olmayan son derece kötü bir yazı ile yazılmış bir ilan vardı: kiralık
Ürkek adımlarla avludan içeriye girdim. Avuç içi kadar bir yerdi. Yarısı kurumuş bir armut ağacı vardı. Evin kapısı açıktı. Birkaç kez orta yere seslendim cevap alamayınca, ne yalan söyleyeyim, biraz da ürkerek içeriye girdim. Ev pislik içindeydi. Sağını solunu örümcekler bağlamıştı. Belli ki çoktan beri boştu.
İçeride yaşlı bir adam vardı. Ben o seslenecekken o bir şeyler olduğunu hissedip geri döndü. Beni görünce:
— Buyur, dedi.
— Sen mi bakıyorsun? diye sordum.
Başını salladı.
Sordum:
— Kaça buranın kirası amca?
Tepeden tırnağa süzdükten sonra beni,
— İki odası var dedi.” Mutfağı da var.”
— Kirası kaça kirası?
— Helâsı da var. Suyu avluda.
— Kirası?
— Kirasını üçer aylık peşin isterim. Vermeyince kulağından tutar
kapının önüne bırakırım.
—Tamam da amcacığım kaç para istiyon kirasına?
Şapkasını çıkardı. Biraz düşündü
—Sana üç yüz olur dedi. “Ama kirasını peşin isterim ona göre.”
Cebimde biraz para vardı. Çıkardım saydım. Tamı tamına altı
aylık kira parası vardı. Adama uzattım:
—Burada altı aylık kira dedim. “Ver anahtarı.”
Parayı ağır ağır saydı.
— Anahtar kapıda dedi. Benim evde hemen yanda. Bişeye e
hacet duyarsan hani.
— Sağ ol, dedim.
— Hayırlı olsun, dedi.
Kapıdan çıkarken,



KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI–43-

—Avlu kapısının ağzında tel var, dedi.” İstersen, çıkarken
girerken büküverir benim gibi de kedi köpek girmesin.”
Gayri ihtiyari gülümsedim.
— Olur, dedim.
Ellerimi belime dayadım. Derin derin soluk alıp verdim. Sağıma soluma, önüme arkama baktım.
Az evvel avluda kurmakta olan bir armut ağacı var dedim ya. Onun yanına gittim. Hemen orada bir de çeşme vardı. Musluğu açtım. Elimi yüzümü yıkadım. Su iyi geldi.
Tekrar kırık dökük eve baktım. Gözlerimi göğe diktim. Ağzımı burnumu kaşımı gözümü garip garip oynattım. Kendi kendime sorduğum” Bu ne Hüsnü? Ne yapacaksın bu evi sen? “Sualine karşılık bulmaya çalışıyordum.
Bir filmde mi izledim, bir kitapta mı okudum, rüyamda mı gördüm, biri anlattı da kafamda mı canlandırdım ya da başka bir şey bilmiyorum- şu anda bir psikologun, bir psikiyatrisin yanında olsam hemen çocukluğuma gitmek ister-.
Birden, içimde bir şeyler kıpırdadı. Heyecanlandım. Bayağı heyecanlandım. Fakat bu heyecan sözcüklerle ifade edemeyeceğim geleceğe yönelik güzel ve de zararsız bir heyecandı.
Derin derin birkaç kez nefes aldıktan sonra kolları sıvadım.
Aman Allahım bu ne heyecan bu ne şevk bu ne enerjiydi.
Sabaha kadar uğraş vererek o evi baştan sonra boyadım. Evet evet kendim boyadım. Gördüklerimden, bildiklerimden duyduklarımdan hareket ederek bu yaşa kadar eline fırça almamış biri olarak evi boyadım.
Eskilerin sedir adı verdikleri gerektiğinde yatma gerektiğinde oturma yeri olarak kullandıkları yeri kendim yaptım. Üzerine de eskiciden aldığım bir kilimi serdim.
En ucuzundan bir çaydanlığı yanında kocaman bir çay kupasını, şekeri ve de bir küçük paket çayı cep telefonumu satarak aldım.
Taşları büyük bir tespihi de pazarlık ederek bir sokak satıcınsan temin ettim.
Şu anda hissettiklerimi anlatmam hakikaten olanaksız. En güzel sözcüklerle anlatmayı becerebilsem bile bazılarının anlaması olanaksız.
Saat 04.32
Ayaklarımda çorap yok. Ayak parmaklarımı oynatıp duruyorum. Bir elimde çay dolu büyük bir kupa bir elimde tespih. Ve ben bir sedirde bağdaş kurmuş oturuyorum.
Ben, Karpuzu Hüsnü’nün karısının kocası Hüsnü’yüm.