27 Haziran 2021 Pazar


 

BİR SINAV ÖNCESİ KLASİĞİ DAHA

Dün akşamki  haberleri  İzleyenler arasında  kahkahalarla gülenler de oldu, üzülenler de. Grup halin de izleyenler  arasında dakikalarca  konuyu tartışanlar oldu. Dün yaşanan hadise bugün belki de onların başına gelecek.

Malum dün üniversiteye giriş imtihanı vardı. Ve ilk olmayan bir uygulama yine uygulandı. Daha önce bildirilen saatte kapılar kapandı, içeriye kimse alınmadı. Alınmadı da televizyonlar da gösterdi. Kan ter içinde saniyeler kala sınav binasına gelenler mi dersiniz. İçeriye alınmadığı için yalvar yakar olanlar mı  dersiniz, ayılıp bayılanlar mı dersiniz? Ailesi ile beraber görevliye gözyaşları içinde iki senedir bu sınava hazırlanıyoruz lütfen Allah rızası için  diyenler mi dersiniz.

Yaşanan hadiseyi anlamak da, izah etmek de zor. Bu sınav madem senin (sizin)için çok önemli niçin geç kalıyorsun(nuz)? Bunun nedenleri arasında şunlar   da olabilir:

1- Nasıl olsa yetişirim. Erken gitmeye hacet yok, düşüncesi

2- Bütün uyarılara rağmen imtihan merkezini daha önce gidip görmemek, oraya nasıl ulaşılacağı hakkında fikir sahibi olmamak.

3-  Gireceği okulu başka bir okul ile karıştırmak ve önce sınavın yapılacağı okula değil de “ şuydu herhalde” dediği okula gitmek

4- Trafiğin sıkışabileceğini, yolda istenmeyen bir hadisenin yaşanabileceğini  ve gecikmeler olabileceğini hesaba katmamak.

5- Evde şu ya da bu sebepten bir gerginlik yaşanacağı ve bunun evden çıkmayı geciktireceği.

6- Vurdumduymazlık

Sebep ne olursa olsun, üzücü bir hadise. Daha da üzücü olan şu olacak, bugün de pek çok talebe ve ailenin de başına aynı şey gelecek. Çünkü bizler her şeyi son dakikalara bırakırız ve de yaşadıklarımızdan ya da başkalarının yaşadıklarından gerekli dersleri çıkartmayız.

25 Haziran 2021 Cuma

 

YALAN

Yalan yalanı getirdi

Yetmedi,

Yalanının faizi de yalanına eklendi

Yalan devam etti iş işin içinden çıkılmaz hale geldi

Aklı başına geldi,zoru başardı, yalanı bıraktı

Aferin ona!

23 Haziran 2021 Çarşamba

 


KERATA

Bir varmış bir yokmuş Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ben anamın beşiğini şıngır mıngır sallarken Kaf Dağı'nın tepesinde yaşayan bir yavru kaplumbağacık varmış. Bir gün yuvasında çok bunalmış. Annesinin sıkı sıkı tembihine rağmen, yuvasından çıkmış, çıkmakla da kalmamış atlaya zıplaya epeyce bir uzaklaşmış evinden. Sonra da yolunu kaybetmiş, müthiş bir korku her yanını sarmış. Bu korku ile bir süre elinde olmadan ağlamış. Bu ağlama ona iyi gelmiş. Biraz rahatlamış, alıcı gözü ile etrafına bakmasını sağlamış. İleride yuvasının önünde oturmakta olan "kaz"ı görmüş. Heyecanla yanına varmış. Yuvamı kaybettim, deyip yardım isteyeceğine, sanki oralarda oturuyormuş da kendisi ile kırk yıllık dostmuş gibi: " Kaz teyze "demiş." Canım sıkılıyor, bu gece seninle kalabilir miyim?" Kaz, tepeden tırnağa küçük kaplumbağayı süzmüş. Sonra da buz gibi bir sesle " Hayır" demiş. " Kalamazsın." " Ama niye?" " Çünkü bu gece yanımda kimseyi istemiyorum." Küçük kaplumbağa "Ama ben kayboldum ve de ne yapacağımı bilemiyorum" dese kazın onunla ilgilenebileceğini, kendisine belki de yardım edebileceğini biliyormuş ama onun böyle söylemesine masalı kurgulayan müsaade etmemiş. Aslında kaz, kaplumbağanın bazı sorunları olduğunu hissetmiş. Onu açmak için ona bazı sorular sormaya da niyetlenmiş ama keyfi pek de yerinde olmadığından bunu yapmak içinden gelmemiş. Ve bir an evvel kaplumbağayı kendisinden uzaklaştırmak için, yuvasına girmiş, kapısını da kapatmış. Kaplumbağa yavrusu, birkaç dakika orada kaldıktan sonra ağır adımlarla ve de yapmış olduğu yanlışlığın acısını yüreğinin derinliklerinde hissede hissede oradan ayrılmış. Epeyce bir süre yürüdükten sonra, büyükçe bir söğüt altının dibine oturmuş, ne yapacağını bilememezliğin çaresizliği içinde içini çeke çeke ağlamaya başlamış. Söğüt ağacı dayanamamış kaplumbağanın ağlamasına. Orta şiddette sallanmış. Üst dallarında eşek arılarının yuvaları varmış. İşçi arılarından biri, kraliçe arının istemi ile Söğüt ağacına: "Ne oluyor?" demiş Söğüt ağacı: "Korkma" demiş." Yok bir şey." " Niye sallanıyorsun öyleyse?" " Aşağıya baksana bir." " Niye ki?" " Bak hele bir sen." Eşek arısı, başını yuvasından çıkartıp bakmış aşağıya: " Baktım, baktım da göremedim bir şey. Ne vardı desene." " Küçücük bir kaplumbağa." " Küçücük bir kaplumbağa mı? Nerede? Hani?" " Az evvel ağlayıp duruyordu dibimde. Aşağıya inip bir bakabilir misin? Eşek arısı, keyfi kaçsa da söğüdün ricasını geri çevirmemiş "Tamam." demiş. "Bir bakayım" Yuvasından çıkıp, vızıldayarak aşağıya inmiş. Gerçekten de söğüt ağacının tam dibinde miniminicik bir kaplumbağa burnunu çeke çeke oturuyormuş. Titriyormuş da. Eşek arısı sormuş: "Hayrola?" Kaplumbağa, eşek arısını görünce daha bir korkmuş. Korkmuş çünkü eşek arıları hakkında kötü şeyler duymuş, sesi titreyerek. "Ben bir şey yapmadım." demiş." Ağlamamdan rahatsız olduysanız hemen giderim. Hem gidiyorum bile bakın." dedikten sonra kalkmış birkaç adım da gitmiş. Eşek arısı, elinde olmadan gülümsemiş. Anlamış ki kulaktan duyma şeylerle kaplumbağacık kendinden korkuyor. Bir an için "iyice korkutayım " diye aklından geçirdiyse de vicdanı buna el vermemiş. " Dur, dur hele bir" demiş. Uçmuş, önüne konarak kaplumbağanın yolunu kesmiş. Kaplumbağacık, küçücükmüş. Korkusu daha da artmış. " Yemin ederim ki ben bir şey yapmadım." demiş. " Sana bir şey yaptın diyen oldu mu?" "Anlat bakayım, bu saatte niye buradasın, niçin ağlıyorsun?" " Uyandırdım mı sizi? Özür dilerim." " Bırak şimdi beni uyandırıp uyandırmamayı? Mesele nedir?" Söğüt ağacı yavru kaplumbağanın bayağı bir korktuğunu anlayınca eşek arısından, dallarında gezinip duran uç uç böceklerinden en mülayimini de onların yanına göndermiş. Kaplumbağa, uç uç böceğini yanlarında görünce rahatlamış biraz. . Kendini daha güvende hissetmiş. Uç uç böceğine gülümseyerek:
" Hoş geldiniz" demiş.

Eşek arısı, bir kaplumbağaya bakmış, bir uç uç böceğine. Kaplumbağa aynı kaplumbağaymış. Az evvel kendine "hoş geldin" demediği için bozulmuş. Tam gidecekken, "Ben çok korkuyorum," deyince orta yere kaplumbağa, yuvasına çıkmaktan vazgeçerek sormuş: " Korkuyor musun? Niçin? " " Ben kayboldum." Eşek arısı, " Kayıp mı oldun?" , " Nasıl?" gibi mantıklı bir cümle ile karşılık vereceğine kaplumbağanın sözüne, insanların zaman zaman yaptığı gibi karşısındakinin son sözü ile ilgili alakasız bir cümle kurmuş. Bunun farkına da varmış ve de rahatsız olmuş ama kaç para, söz ağızdan çıkmış bir kere: " Sahi sen ne arıyorsun bu saatte, burada?" " Kayboldum dedim ya." "Anladık da niye?" "Gezmeye çıkmıştım, çok uzaklaşmışım evden, kayboldum? Uç uç böceği, araya girerek: "Ah, ah! " diye iç geçirmiş. "Atalar boşa dememiş , bir musibet bin nasihatten iyidir diye. Kaplumbağacık, çok meraklıymış. Bilmediklerini öğrenmek ister, soru sormaktan da hiç ama hiç çekinmezmiş: " Musibet ne demek?" "Musibet, sıkıntı veren şey, demek demiş uç uç böceği. Şu anda yırtıcı bir hayvanın karnında da olabilirdin sen. "Ama ben bilemedim." "Evden uzaklaşma diye annen baban nasihatte bulunmadı mı hiç?" Eşek arısı tatlı sert sesi ile: "Bulunmuştur da, bu yaramazın bir kulağından girip öteki kulağından çıkmıştır." demiş.Kaplumbağacık, yaptığı hatanın sonuçlarının neler olabileceğinin yeni yeni farkına varmaya başlamış: "Bir daha yapmam." "Ailen nerede oturuyor?" demiş uç uç böceği. "Bilmiyorum?" "Oturduğun yerin adını bilmiyor musun?" demiş eşek arası. "Bilmiyorum?" "Annenin adı ne?" demiş uç uç böceği. "Anne." "Oh ne güzel. Babanın adı da babadır mutlaka." demiş dalga geçerek uç uç böceği. "Evet." Uç uç böceği, birden sinirleniş. Sesini yükselterek: "Sen kendi adını da bilmiyorsundur korkarım. Adın ne?" "... "Annen baban seni ne diye çağırırlar?" "... "Sana, ne der hısım akraban?" "Babam koçum der, annem de kuzum der." "Eeeee?" "Dedem, iki gözüm der." Uç uç böceği elinde olmadan gülmüş. Gülmüş çünkü meseleyi bütün çıplaklığıyla anlamış. Eşek arısına dönmüş: "Sana bir zahmet" demiş." Kaplumbağalar diyarına git de bir haber ver. Yana yakıla bu keratayı arıyorlardır şimdi." Bu öneri eşek arısının pek hoşuna gitmemiş: "Orası çok uzak." demiş. "Hem sen niye gitmiyorsun. Senin de kanatların var. Hem nasıl olsa arar bulurlar. Beklesin burada. Hem bana ne, ben mi kaybol dedim. Cezasını çeksin." "... "Niye sustun?" "Birden dört yıl önce yaşadıklarımız hatırıma geldi de?" "Ne olmuştu ki?" "Hatırlasana, şu kaplumbağacığın yerinde yaptığı çirkinliklerden ötürü cezalandırılmış sonra da ne halin varsa gör denilerekten fırlatılıvermiş bir eşek arısı vardı. " "Yaptığın iyiliği başıma mı kakıyorsun?" "Hayır da..." Küçük kaplumbağacık, araya girmiş:"Durun,"demiş. ."Benim için kavga etmeyin. Hem özür dilerim sizleri rahatsız ettiğim için. Bakın, kaz teyzeye de kızmıyorum artık. Tercihini beni evine almamak yönünde kullandı. Bu onun hakkıydı, hakkını böyle kullandı diye kızılamaz ki." Konuşulanları alt dallarından biri ile dikkatle takip eden söğüt ağacı, araya girme gereği hissetmiş. Kaplumbağaya: "Vay, nelerde biliyorsun sen. Ne güzel de şeyler söylüyorsun?" demiş. Söz, kaplumbağanın gururunu okşamış Niçin burada olduğunu unutmuş:"Tabi... İlk öfkem, ilk korkum geçti. Mantıklı düşünmeye başladım. Ailem öğretti bunu bana." demiş. Söğüt ağacı, dallarından birine kaplumbağaya iyice yaklaştırarak sormuş: "Başka ne öğretti?" "İyiliklerin karşılık beklemeden yapılması gerektiğini öğretti. Birde şey öğretti." "Ne öğretti?" "İyilik yapan, iyilik yapılandan daha çok mutlu olurmuş her zaman." " Bu güzel şeyleri bilmek, güzel şeyler yapmak için kâfi gelmiyor herhalde ama. "Bana taş attın ama yani bazen yolunu şaşırıyor kaplumbağa da olsa. Uç uç abi..." " Söyle..." "Kelata ne demek?" " Ne kelatası?" "Dedin ya, beni kastederek bu kelatayı arıyorlardır diye." " Kelata değil o. Kerata." " Ne demek kerata..." " Kerata sensin..." "... " Nasıl yani?" Uç uç böceğinin " Şöyle yani" sinden sonra laf lafı açmış, laf arıların yaşamları boyunca hiç uyumadıklarına kadar bile ulaşmış; , saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalamış, eşek arısı anne kaplumbağa ile baba kaplumbağayı bulup getirmiş. Gökten de üç elma düşmüş, biri yaşadığı olaydan gerekli dersi çıkartan kaplumbağacığın başına, birinin bir yarısı eşek arasının bir yarısı da uç uç böceğinin başına düşmüş. Son kalanda yüzlerce parçaya bölünmüş, Her bir parçası da bu masalı okuyup da keşke benim de başıma düşse diyenlerin başına düşmüş.. Ama söğüt ağacının başına elma parçacıklarından biri bile düşmemiş. Çünkü...

15 Haziran 2021 Salı

 

MOR NİNE

 

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, aylar ayları günler günleri takip etmiş Mor ninenin köye,  köyüne gitme vakti gelmiş. Her yıl olduğu gibi  haziranın  on üçünde sabah ezanı okunurken  dedesinin dedesinden kalan otomobiline binip yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş yollar aşmış ilk mola yerine varmış.  

O anda da yıllarca görmediği sevdiğine kavuşan bir insanın sevinç ve mutluluğunu yaşayan  birinin duyduğu heyecanı duymaya hazırlanırken meye uğradığını şaşırmış.. Tepesinden adeta kaynar sular dökülmüş.  Başı dönmüş. Gözlerinden yaşlar boşalmış. Belli ki kendisi gibi suyu gören pek çok kişi kısa bir mola vermek için burara uğramış, yemiş içmiş sonra da pisliklerini bırakıp buradan ayrılmışlar..  Bunların sayısı birken iki iki iken beş olmuş burada küçük bir çöp dağı oluşmuş.. Bu çöplerden bir kısmı da sağa sola dağılmış mide bulandırıcı bir görünüm almış. Ortaya yayılan çöp kokusu kır çiçeklerinin kokularını bastırmış

Mor Nine bir süre elleri belinde gözleri dolu dolu, içi acıyarak  orada durduktan sonra oradan ayrılmak için hareketliği anda irkilmiş. Tiz bir ses kendisine sesleniyormuş:

Mor Nine sağına soluna bakınmış, kimseyi görememiş. “ Allah Allah, hayırdır inşallah “ demiş. “ Rüzgarın sesi hakikat gibi herhalde.”

Mor nine Tekrar etrafına bakındıktan sonra birkaç atmasıyla  aynı ses ,

-Lütfen beni de götürün, burada ölmek istemiyorum, demiş

Mor Nine yine durmuş.  Korkarak tekrar etrafına dahi dikkatli bakmış. Aynı ses bu sefer Mor Nineye yardımcı olmuş.

-Sağ tarafınızdaki çöğ yığınını altında kaldım. Susuzluktan ölmek üzereyim, nefes de alamıyorum. Bana yardım etmezseniz birkaç saate kadar öleceğim. Lütfen beni kurtarın sonra da köyünüze götürün. Bahçenizin bir köşesine dikin, pişman olmazsınız.

Mor Nine kısa bir tereddütten sonra söylenen yeri burnunu kapatarak eşelemiş. Eşelemiş. Çöplerin altında yaşama yeni yeni adım atan küçücük bir karpuz fidesi varmış. Ezildiği, susuz kaldığı, ölmek üzere olduğu her halinden belli oluyormuş.

Karpuz fidesi:

-Sağ olun, sağ olun Mor Nine, demiş. Bugünlerde sizin geleceğini, beni kurtaracağınız biliyordum. Bu inançla ölüme direndim.

Mor Nine,  karpuz fidesinin adını bilmesini şaşırmış ama ona nasıl cevap vereceğini bilememiş. Özenle fideyi oradan çıkarmış. Şimdi bir an önce onu köyle götürmek bahçesine ekmek için acele etmek istemiyormuş. Onun için adeta koşarak arabasına binmiş, arabayı tam çalıştırırken karpuz fidesi tekrar konuşmuş:

-Gidiyor muyuz?

-Evet,. Bir an evvel seni köye götürüp tedaviye  almak istiyorum.

Fide,  çöpleri işaret ederek:

-Burayı böyle pislik içinde mi bırakacaksınız.

-       

-Temizlemeyecek misiniz?

-Ben kirletmedim ki. Geçen yıl ben buradan ayrılırken  hiç kirletmemiş olmama rağmen yine de mıntıka temizliği yaptım, tertemizdi bıraktım buraya. Kirletenler gelsin temizlesin.

- Sen bunun gerçekleşeceğine inanıyor musun?

Nihayetinde Mor Nine’de bir insanmış. Birden öfkelenmiş, sesini yükseltmiş:

-Elin pisliğini ben mi temizleyeceğim?

Fide, susmuş. Mor Nine sormuş:

-Ne oldu, niye bir şey söylemiyorsun

-Siz söyleyeceğinizi söylediniz, ben ne söyleyeyim ki?

Mor Nine,  söylenmiş:

-Yaşamım hep sorumsuz ve duyarsız insanların pisliklerini temizlemekle geçti, öf be.

Fide, Mor Nine’nin cümlesini nasıl bitireceğini tahmin etiğinden sözünü kesmiş:

-Temizleyecek misin?

Mor Nine, arabasından inmiş. Eline birkaç poşet almış,  Söylene söylene

Geri dönmüş tam çöpleri temizlemeye başlamışken genç bir adam ile geç bir kadın yanlarına yanına gelmiş. Mor Nine onların çevreyi kirletenlere müstahak oldukları sözleri söyleyeceğini ve ona yardım edeceğini düşünerek sevinmiş ama hiç de öyle olmamış.

-Hala senin gibi antika insanlar var ha, demiş genç adam. “Mıntıka temizliği yapıyorsun ha. Yap yap ninem yap.” demiş genç adam

Genç kadın da” Kolay gelsin sana Nine, iyi temizlemeler “demiş. Genç adamın kolundan tutmuş. “Bunlar eski kafa şekeri m “ demiş

Genç adam ile genç kadın gülüşerek oradan ayrılmışlar Arabalarına binmişler. Genç adamın Mor Nine’ye söyleyeceği bir şey daha varmış. Camı açarak onu da söylemiş:

- Yaa ebe, sen temizliyorsun ama dönüştü de ben ve arkadaşlarımla burada mola vereceğiz.  Kirleteceğiz buraları. Onları da bizim adımıza temizlersin artık, şimdiden ellerinden öperiz.

 Mor Nine arabaları İle hızla oradan uzaklaşan gençleri gözden kayboluncaya kadar izledikten sonra “ ya bismillah” deyip kolları sıvamış, Çevreyi tertemiz etmiş, kır çiçeklerinin kokusu burnuna gelince de tüm yorgunluğu geçmiş akabinde de arabasına binip köyünün yolunu tutmuş. Az gitmiş uz gitmiş uz gitmiş tepeler dağlar aşmış köyüne ulaşmış hiç vakit yitirmeden de karpuz fidesini küçük bahçesinin en güzel yerine ekmiş. Karpuz fidesi kendisine yapılan bu iyiliğin altında kalmak istememiş. Çarçabuk büyümüş, çiçekler açmış, kan kırmızısı baldan tatlı meyveler vermiş. Mor Nine parası olanlara bu karpuzları satmış, parası olmayanlara “ afiyet olsun, bal şeker olsun diyerek hediye emiş. Gökten   elmalar düşmüş, bir Mor Nine’nin başına  birleri bu karpuzu  yiyenlerin başına birileri de bu masalı okuyanların başına. Ve onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

7 Haziran 2021 Pazartesi

 

 

AYIPLI SÖZ

Öyle bir bağırdı ki anne, yer yerinden oynadı sandı herkes, sesini binada duymayan kalmadı.

Küçük çocuk ne yapacağını şaşırdı. Beti benzi kül  gibi oldu. Eli ayağı boşaldı.

Anne, hışımla küçük çocuğun üzerine yürüdü. Kollarından tuttu, sarstı:

-Çabuk söyle bana nerden duydun bu kelimeyi sen? Kim söyledi? dedi.

Anne  mürekkep yalamamış değildi. Lise mezunuydu. Küçük çocuk, sesi titreyerek annesine cevap verdi. Kelimeyi kimden duyduğunu söyledi. Söyleyen aynı yaşlarda bir çocuktu.

Anne,

-Bir daha o çocukla konuşmayacaksın, yanına bile yaklaşmayacaksın, görürsem duyarsan Allah yarattı demem, kemiklerini kırarım, dedi.

Küçük çocuk, başını olur manasına salladı. “ Konuşmam “ dedi.

-Çabuk odana çık, dedi annesi ve devam etti sözlerine: “Bir hafta sana bilgisayar yok, oyun yok, telefon yok, cezalısın.

Küçük çocuk, koşarak , gözyaşı dökerek odasına koştu.

Annenin annesi oturduğu koltuktan seyretti olanları ,  olaya müdahil olmadı. Torunu odasına gidince de kızına sert çıktı:

-Ne yaptığını sanıyorsun sen kızım?

Anne, annesine döndü. Biraz sakinleşmiş gibiydi. Elleri arkasında  salonun içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu.

Durdu:

-Ne sorduğunu, ağzından çıkan kelimeyi duydun değil mi anne? …….  ne demek, dedi. Düşünebiliyor musun……… ne demek diye sordu bana. Bu yaştaki bir çocuğun  soracağı  soru mu bu? Sen olsan çıldırmaz mısın? Ağzı süt kokuyor daha .

Anneannenin yaşı seksenin üzerindeydi

-Tamam da yavrum dedi.

Sözünün devamını bir an getiremedi. Düşündü, toparladı. Sonra da kızına eli ile gel işareti yaptı. Anne, hırsından ağlamak üzereydi.

Aneanne  yanına gelen kızını yanına oturttu, elinden tuttu:

-Bak yavrım dedi, dokuz çocuk büyüttüm, ben . Ben seni anlıyorum. Bu yaşta bir çocuğun ( aneanne kendini tutamadı güldü) böyle bir soru sorması her anne babayı şoke eder. Ne söyleyeceklerini  bilemezler de...n

- ne “de”si anne ya.  Ne söylediğini duydun……..  ne demekmiş. Ne demekse ne demek. Büyüyünce öğrenirsin. Tövbe tövbe. Kusura bakma anne ya. Senin yanında… Çok özür dilerim.

- Bak güzel kızım, çocuk bu. Bir yerlerden duymuş. Ne olduğunu merak etmiş. Etmiş de senin vereceğin tepki  bu mu olmalıydı?

- Ne yapacaktım anne? Dizimin dibine oturtup başını okşaya okşaya  onun  ne olduğunu mu anlatmalıydım. Tövbe tövbe.

- Yavrum, ben ne anlatmak istiyorum sen ne anlıyorsun.

Anne, elinde olmadan sesini yükseltti:

-Lafı uzatma da anlat anne sen de. Nutuk dinleyecek durumda değilim, kusura bakma, dedi.

Anneanne,

-Benim yerime başka bir anne olsaydı  bu sözünün üzerine burayı terk ederdi kızım, ama ben bunu yapmayacağım. Beni dinlersen iki çift laf edeceğim yok dinlemem dersen ağzıma fermuar çekip oturacağım.

Anne, annesini istemeden kırdığı için üzüldü.özür diledi.

-Tamam benim tepkimi doğru bulmadın sen de, dedi ve ilave etti “Sen benim yerime olsaydın ne yapardın anne?Tepkin ne olurdu?”

- Senin gibi avazım çıktığı kadar bağırıp çocuğumun üzerine yürümezdim.

- Anne çıldıtırtnak mı istiyorsun sen beni. Kocaman kadınım sorduğu soruyu ben bile telaffuz edemiyorum. Anlamak istemiyorsun sen beni.

- Bu yaştaki bir çocuğun  böyle bir soru sorması elbette insanı şoke eder ama verilecek tepki seninki gibi olmamalı diye düşünüyorum ben.

-…

-Çocuğun ödünü patlattın verdiğin tepki ile. Bu çocuk belki de bir daha hiç bir şey paylaşmayacak seninle.. Oysa çocuk olsun, genç olsun ailesiyle her şeyi paylaşabilmeli.  Onların vereceği tepkiden korkarsa paylaşmaz, paylaşmazsa da  yanlış yollara sapabilir, saptırılabilir yanlış bilgilerle.

Anne bir an duraksadı. Annesinin gözleri içine baktı ve sordu:

-Tepkim çok mu sert  oldu?

-…

-Fakat ben onun iyiliği için yaptım bunu.

-…

-Sen olsaydın ne yapardın ki?

-…

-Kendimi dizginler, bu konuyu yarın konuşsak olur mu acaba derdim mesela,

-Yarın olunca da sorarsa?

-İlk şoku atlatıktan sonra sen zaten şey yapardın. Onun yaşına uygun sözcükler bularak birkaç cümle kurar onun merakını giderirdin.

-Mesela anne.

- Evladım, mesela  deme   bana. Onu da sen bul. Benim söylemek istediğim başka bir şey. Sen onu anlamak istemiyorsun

-...

- Çocuk o sözü duymuş bir yerden. Merak etmiş. Gidip sarı çizmeli Mehmet Ağa’ya mı sorsaydı? Senin yerine babası olsaydı burada ya da başkası ona soracaktı. Anne olarak bağırıp çağırarak onu susturmak, merakını gidermemek sorunu halletti mi sanıyorsun? Şimdi o kafasında neler  kuruyordur? Benim korkum bir daha senin o halini görmemek için sana bir daha hiçbir soru sormayacak, seninle bir şey paylaşmayacak, başına kötü şeyler gelecek.

- Öf be anne ağzından yel alsın. Çocuktur, unutur gider.

- O ses tonun, beden dilin hiç de unutulacak gibi değildi.

Ortamda  bir sessizlik oldu. Anne oturduğu yerden kalktı. Bir bardak su içti. Sonra yine annesinin yanına gitti. Onun kahverengi gözleri içine bakarak, yalvaran bir ses tonu ile:

-Ya tamam kantarın topunu kaçırdım da  anne, dedi.” Şimdi ne yapmalıyım onu söyle bana.”

Annesi,biraz düşündü.Biraz daha düşündü. Biraz biraz daha düşündü. Kızının  sabrı taştı, yüksek bir ses tonu ile:

-Hadisene anne ya, dedi. “Söylesene bir şey. Akıl ver bana.”

Annesi, iç geçirerek oturduğu yerden kalktı. Kızının gözlerinin içine bakarak tane tane onun son söylediği cümlelere karşılık verdi, akabinde de  “ Ben odama gidiyorum şimdi, biraz uzanıp  dinleneceğim.”diyerek salondan ayrıldı.

-Olur olmaz yerde sesini yükseltenlerden hiç haz etmem ben Sabırsız insanlardan da haz etmem. Son söyleyeceğini ilk söyleyenlerden de haz etmem. Herkesin aklı kendisine,  istenmediği sürece kimseye  akıl da vermem. Hata yapmak insanlara mahsustur, hata yapmamaya çalışırım yaparsam da ağzımın ucu ile değil ağzımı doldura doldura içten özür dilerim. Özür dilemek  küçülmek değil  erdemliktir.

                             BİTTİ

 

 

5 Haziran 2021 Cumartesi

 ÖKÜZÜN ALTINDA BUZAĞI ARAMAK

Bazı insanlar vardır, sürekli öküzün altında buzağı ararlar.
Bilinen bir öykücüktür:
Adamın biri, " Bugün de hava pek bulutlu" demiş, yanındaki arkadaşı alınmış...
- Sen bana ördek mi demek istiyorsun?
- Haydaaa, bu da nereden çıktı şimdi?
- Ne demek nereden çıktı?
- ...
- Hava bulutlu demedin mi?
- Dedim.
- Bulut demek yağmur demek.
- Eee!
- Yağmur yağınca ne olur?
- Ne olur?
- Sağda solda gölcükler oluşur.
- Eee!
- Gölcüklerde de kazlar ördekler yüzer
- Yani
- Sen bana ördek dedin.

Fıkranın sözle örtüşüp örtüşmediğini tartışmak isteyenler olur mu bilinmez ama bazı insanların " öküzün altında buzağı arayarak" hem kendilerine hem de karşısındaki insanlara zarar verdiği de bir hakikattir.
Öküzün altında buzağı aramanın manası şu:" Olmayacak sebeplerle birini suçlamak, alakasız söz ve davranışlardan şüphelenerek söz ya da davranışlardan değişik anlamlar çıkartmak, olmayacak şeyleri bahane göstermek ve de karşısındakini yani muhatabını zor duruma düşürmek..."

Çevremizde sürekli olarak " Öküz altında buzağı arayan insanlar mevcuttur. " Böyle insanlar zaman içerisinde hem dostlarını kaybederler hem de kendiler ile beraber başkalarına sıkıntı verirler. Kimi insanlar da vardır karınları geniştir. Bırakın öküz altında buzağı aramayı, alenen söylenenlerden, şahit olduklarından bile bambaşka bir mana çıkartırlar, hiç üzerlerine alınmazlar.
Hangisi doğru? Sürekli öküzün altında buzağı aramak mı yoksa çok çok geniş karınlı olmak mı? Sahi dünyada doğru diye bir şey var mı?
Ayhan'a göre doğru olan bir şey Suna'ya göre yanlış olabilir mi?
" Doğru" nun en kabul gören açıklaması " yasa ve ahlaka uygun olandır ki her ikisi de pek çok süzgeçten geçtikten sonra ortaya çıkan son durumdur.
Öküzün altında buzağı aramayı huy edinenler hem kendilerini hem de çevrelerindekini rahatsız ederler. Belki de kendileri rahatsız olmazlar da bir ilişkiyi nihayetlendirmek, var olan bir olguyu bozmak, havayı germek için öküzün altında buzağı arayarak olası gelişmelerden kendilerini kurtarmaya, kendilerini haklı çıkartmaya delil uydurma gayretidir uğraş:
- Ekmeklikte taze ekmek varken sofraya bayat ekmek getirdin. Ne ola?
- Vallahi değil, elime o geldi dikkat bile etmedim.
- Bilmez miyim etmezsin...
İşte öküzün altında buzağı arayan biri. Keyifler kaçtı.

***
- Konuşurken suratıma bile bakmadı.
Evet bir an için bakmadı ama bakmamasının gayesi onun düşündüğü gibi değil. Gözü gayri ihtiyari birine takıldı, onu takip etti.
İşte o da öküzün altında buzağı aradı, ilişkiler soğuyacak. Değdi mi?

***

- Ucuz diye o elbiseyi aldı bana.
Gerçekten ucuz olduğu için o elbiseyi aldırtmış olabilir ama ona çok yakışmıştı. Ucuz olduğu için değil yakıştığı için onu alması için ısrar etti.
Gel de öküz altında buzağı arayan ona, bunu izah et şimdi.

***

Velhasıl, her konuda olduğu gibi burada da tüm mesele ölçüyü tutturup tutturamamaktan geçiyor galiba... Birde gerçekten alıngan olduğu ıçin mi öküzün altında buzağı mı arıyor yoksa öküzün altında buzağı arayarak yapmak isteyip de yapamadığı bir şey için karşısındakine suç isnat edip kendisini temize çıkartmak mı? Bu ayırımı yapmak da hiç kuşku yok ki olaya maruz kalana kalıyor...

***
- Sen beni aşağıladın.
- Seni aşağıladım mı?
- Evet, onurumu kırdın.
- Nasıl yani?
- Çayı önce Munis Bey'e verdin. Oysa önce bana ikram etmen gerekiyordu.

Evet, çayın kendisinden önce Munis Bey'e verildiği için onurunun kırıldığını söyleyen gerçekten öküzün altında buzağı arayarak alınganlık mı yapıyor, yoksa kavga çıkarmak belki de bir ilişkiyi bitirmek için bahane mi arıyor?

 

 

4 Haziran 2021 Cuma

 

BABANIN KİTAP SEVGİSİ

Baba, dedi çocuk kitap alacağım on lira verir misin?

Kızdı babası, dedi

 Geçen sene aldık ya bir tane yine ne kitabı bu böyle?

Çocuk anlatmaya çalıştı, babası tıktı sözü ağzına

Para yok şimdi dedi olunca veririm alırsın

Sonra da bir alışveriş mağazasına girdi baba” iki paket sigara aldı

İki çift de ayakkabı hem de en pahalısından, bir şişe de içki.

 

BİR BARDAK ÇAY

Bağdaş kurup oturdu dantelli sedire 

Gülen bir yüz bir bardak çay verdi eline 

Tadına vara vara yudum yudum içti

Tüm yorgunluğu yok oldu, hayat bu işte be!

2 Haziran 2021 Çarşamba

 

                  DOKTORUM BENİM  

                   Canı burnundaydı,

                   Olasılıkları anlattı doktoruna,

                   “Doğrudur” dedi doktoru

                   Olabilir hepsi, olasıdır

                   Düşündüklerinin tasdiki hoş etti onu,

                   Öncekiler de olamaz dememişlerdi ama

                   Trilyonda bir olasılık demişlerdi,

                   Ve eklemişlerdi, takma kafana,

                   Dert etme kendine...

 

                   ***

                   Dert etme kendine dememiş miydi kendine?

                   ***

                   Olumlu bir tümceye eklenen üç sözcük

                   Ama, lakin, fakat

                   Kibarcası, iyi güzel de keşke...

                   ***

                 

                  “A” için sorunu  komik olabilirdi ama

                   Onun için bundan büyük bir dert olamazdı

                   Dördüncü doktoru bir başka dinledi onu

                   Sorunun basit demedi,

                   Serdi çarşafı, dök dedi içindekileri

        

                   İşte o anladı beni, dinledi beni ” tamam ” dedi,