24 Mayıs 2010 Pazartesi

SÜRE UZATIMLARI İLE İLGİ BİR MÜTALAA
Son günlerde, ki Türkiyemizde her zaman oluyor, bazı müraacatlarda son başvuru tarihi uzatılıyor. Amaç da söyleniyor ama, bu pek çok mağduriyeti beraberinde de getiriyor. Nasıl mı?
Mesela LYS...
Üniversitelere alınacak öğrenci sayısı belli.
Ve bu sınavlara nasıl başvurulacağı, son başvuru tarihi günlerce, aylarca önceden belirlenmiş...Başvuru yapılabilmesi için nelerin gerektiği de... Yani, bu sınavlara başvuracaklar, nelerin yapılacığını, en son ne zaman başvurmaları gerektiğini biliyorlar
Diyelim ki “A” kişisi işin gereğini yapıyor, gününde başvuruyor ilgili yere.. Belki birilerinden ezile büzüle izin alıyor, belki borç para temin ediyor. belki kuyrukta bekliyor. Belki trafik canavarına kurban olma riskini de göze alarak bir yerlerden bir yerlere gidiyor.
“B” kişisi ise sebebi ne olursa olsun , başvurusunu yapmıyor.
Ve bir açıklama yapılıyor süre bitiminde : …. sınavına başvurma..... tarihine kadar uzatıldı.
A kişisine yazık değil mi şimdi?
Gelin olayın mütalaasını yapalım.
Alınacak insan sayısı diyelim ki 100
Nüracaat da... 99
Arz , talepten fazla olduğundan büyük bir olasılıkla, işin gereğini yapanların tümü muratlarına erecekler. Yani üniversiteye girecek.( Gazetelerin yazdığına göre erteleme gerekçelerinden biri de bu kadar müracaatla üniversite kontenjanlarını doldurmak zor olacak.)
Ve bir açıklama, süre uzatıldı. Niye? Zamanında işin gereğini yapanlara yazık değil mi şimdi?
Süre uzatımı ile birlikte üniversiteye alınacak öğrenci sayısı artacak mı? Hayır...
Alınacak kişi sayısı aynı kalacak ama müracaatçı sayısı belki bin yüze çıkacak, belki iki bin yüz elliye. Bu kaçınılmaz son... ( Sayı elbette bunlardan misli misli fazla da bizimki sözün gelişi)
Ve büyük bir olasılıkla gününde müracaat edenlerden bazıları, sırf süre uzatıldığı için üniversiteye giremeyecek. Süre uzatılmasaydı gireceklerdi belki de. Şimdi, bu kişilere yazık değil mi? Yapılması gerekeni zamanında yaptığı için cezalandırılmış olmuyorlar mı dolaylı yoldan.
Şartlar, “A “kişisi için değişik “B” kişisi için değişik miydi ki olayın farkına varıldı ve de bir haksızlık giderilmeye çalışıldı süre uzatılarak. Değil... A kişisi düşünmüş taşınmış hesabını kitabını yapmış zamanında müracaat etmiş, B kişisi de düşünmüş taşınmış hesabını kitabını yapmış müracaat etmemeyi uygun bulmuş. B kategorisinden bir kişi bile süre uzatıldığı için başvursa A kişisinin yerine geçecek belki. Elbette ki sözümüz B kişisine değil , kendisine bir fırsat verilmiş o da değerlendirmiş. Öyle ya da böyle ama... Süre uzatılması işin gereğini yapan pek çok kişinin mağdur olmasına sebep olacak...
Süre uzatılması hakikaten bir sorun. Doğal bir afet ya da herkesin hak vereceği beklenmedik bir durum ortaya çıkmadığı sürece bu erteleme işinden vazgeçmeli artık. İnsanımız alıştırılmış pek çok şeyde, mesela vergide son günü hatta son saatte bekliyor. Beklentisi, süre uzatımı... Şöyle bir düşününüz o kadar çok ki. O kadar çok şeyin süresi, son anda uzatılıyor ki. Evet, bu bazılarını rahatlatıyor belki, bazılarına yeni bir imkan tanıyor, tanıyor da görevini zamanında yapanı mağdur etmiyor mu? Süre uzatımının, affın getirisi kadar, bazen getirisinden de çok götürüsü yok mu? Süre uzatımı beklentisi, af beklentisi toplum düzenini olumsuz etkilemiyor mu? İnsanlarımızın “ Nasılsa süre gene uzatılır, nasıl olsa af çıkar” düşüncesi ile kurallara uyma hassasiyetlerinde zayıflamaya yol açmıyor mu? Görevlerinde titiz olma konusunda onları gevşetmiyor mu?
Bir şeyi düzeltmek için bazı kararlar almak elbette güzel, güzel de bu güzellik alınacak bir kararın birileri için güzellik olurken diğerleri için sıkıntı oluşturmaması koşulu ile güzel. Unutulmamlalı ki her süre uzatımının ,her affın mağdurları mutlaka vadır. Böyle bir kararı alırken bir defa değil, defalarca düşünmekte de fayda vardır.

18 Mayıs 2010 Salı

REZZAK'LA BABASI FİİLLER ÜZERİNE KONUŞUYOR
Yavrum ne bu surat?
Yarın yazılı var.
Varsa çalış. Ben mi senin yerine ders çalışacağım?
Çalışıyorum ama olmuyor ki.
Derste dinleseydin olurdu. Öğretmeniniz anlatmadı mı?
Öğretmenimiz bir şey anlatmıyor ki...
Yani bir arpa boyu yol katedemedik bu konuda...
Nasıl yani?
Biz de öğretmenlerimiz için ya bir şey anlatmıyor derdik ya da anlatamıyor.Maşallah sizde de aynı şey... Yani hiçbir şey değişmemiş bu konuda.

Konu ne?
Fiiller.
Eeee pes yani. Fiilleri de mi bilmiyorsun Rezzak?
Sen biliyor musun?
Her halde yani.
Fiil nedir?
Fiil eeee, fiil eylemdir. Bizim zamanımızda aslında fiile fiil derlerdi şimdi eylem diyorlar.
Fiile Türkmen Türkleri işlik, Uygur Türleri de peil derler yanlış anımsamıyorsam.. Kırgız Türkleri de eyleme etiş der.
Tamam da baba fiil nedir?
Evladım bir saattir ne anlatıyorum. Eyleme fiil denir işte.
Yarın imtihanda fiil nedir derse öğretmen ve de ben de eylem dersem, o da madem öyle işte böyle der sıfırı basar. İş, oluş, hareket , durum, süreç bildiren kelimelere fiil denir akıllım. Mesela bak buradaki “akıllım”fiil değildir ama yüklemdir.
Benim bildiğim, fiiller ve fiilimsiler cümlede yüklem olur.
Kazın ayağı öyle değil işte. İsimler de, ek- fiil dediğimiz ekleri alarak yüklem oluyor.
Mesela “ akıl” isim mi fiil mi yaaa.
Yaaa mı? Babaya yaaa denir mi ?
Yaaa özür dilerim ağzımdan kaçtı.
Sonra konucağız bunu seninle. Ağzından mı kaçtı burnundan mı kaçtı: Neyse, ne sormuştun sen?
Akıl kelimesi isim mi fiil mi demiştim?
Elbette ki fiil?
Bilemedin işte. O bir şeyin ismi. Sonuna – mek ya da – mak getir...
Akıl-mak...
Akılmak ne demek?
Akılmak, anlamsız bir kelime benim bildiğim.
Haa işte. İsimlerin sonuna – mek/-mak getirince o kelime anlamsız olur. Ama fiilin sonuna getirebiliyoruz.
Yok canım!
Vallahi baba. Mesela bak çalış-mak ; otur-mak, yeşillen-mek, acık-mak.. Bunlar fiilin mastar şekli.
Hatırlar gibi oldum şimdi, şey, eee çalışmakın sonundaki “mek”i “kaldırırsak çalış olur, Hilal dersini çalıştı. Neyi çalıştı Hilal? Dersini. Yani nesnesi var, oluş fiili.
Hepsini unutmuşsun sen baba yaa. Nesne alan fiiller oluş değil iş fiilidir. Oluş fiilinde bir durumdan başka bir duruma zorunlu geçiş vardır. Yani biz istesek de istemesesek de o olur. Mesela biz istesek de istemesek de acıkırız. Onun için acıkmak oluş fiilidir mesela. Nesne de almaz.
Niye almasın ki? Nesne kimi ya da neyi sorusuna cevap vermez mi? Neyi acıktı? Karnı.
Nesnesi var.
Oradaki karnı, nesne değil özne. Huriye'nin karnı acıktı. Huriye'nin karnı tamlama ve ikisi birlikte özne.
O zaman “ oturmak” da durum fiili.
Bak bunu bildin, aferin. Durumumuzu bildirdiği için durum fiili. İstemeseydik oturmazdık değil mi?. Durum fiilinde bizim istememiz ya da istemememiz lazım. Onlar da nesne almaz.
Tabi ya. Mümin masayı oturdu olmaz. Böyle olunca da olmak fiili nesne almamış oluyor. Yaaa, yavrum okuldayken hep çekimli fiil lafını duyardım. Çekimli fiil ne demek? Uyumak çekimli bir fiil mi mesela?
Haaaaaayır. Uyumak “uyu” fiilinin adı. Hatta cümle içinde isim gibi kullanılır. Uyumaya gitti deriz. Bunlara fiilimsi denir. Fiile benzer ama çekimli fiil de değildir. Otla otsu gibi bir şey.
Çekimli fiil?
Şimdi ben bunu sana nasıl anlatayım.” uyumak” ın mastar ekini atalım geriye “uyu” kalsın.
Haaaa...
Sonuna bir kip eki getirelim. Kip eki de zaman bildiren ek. Mesela duyulan geçmiş zaman eki hangisi?
“ -di” ekiydi yanlış anımsamıyorsam.
Yanlış anımsıyorsun. Duyulan geçmiş zaman eki – miş. Şimdi “ uyu” ya bu eki getirelim. Uyu-muş. İşte bu bir çekimli fiil. Bunun sonuna şahış eki de getirebiliriz tabi. Uyumuşum. Kim uyumuş? Ben uyumuşum. Bir de burada tek kip eki var. Böyle fiillere basit zamanlı fiil diyoruz.
Başka zamanlı fiil de mi var?
Bir fiilde iki tane kip eki varsa böyle fiilere de birleşik zamanlı fiil denir. Buradaki ikinci kip eki ek-fiildir.
Ek- fiil isimlere gelir dedin. Onları yüklem yapar dedin.
İşte ek- fiilin iki görevi var. Birisi isim soylu kelimelere gelir onları yüklem yapar, bir de basit zamanlı fiillere gelir onları birleşik zamanlı fiil yapar.
Mesela
“Benim babam sincap gibiydi. bir zamanlar.” cümlesinin yüklemi “ gibiydi” dir. Gibi kelimesi malum fiil değil. Ek-fiil almış, yüklem olmuş. Gibi idi. İyelik ekleri de isimlere gelerek onları yüklem yapabilir. Çalışkan-ım gibi. Geniş zaman anlamı vardır bunlarda. -dir eki de böyle. Babam güzel-dir. Mesela.
Benim bildiğim ek-fiiler ayrı da yazılabilir. Bu bir yanlışlık mı?
Olur mu ya. Ayrı da yazılabalir: Bu güzel bir meyveymiş (meyve imiş).
Vallahi anladım bunu be. Birleşik zamanda ek fiil nasıl oluyor kuzucuğum.
Şöyle oluyor: Farzımahal, anlattı. Basit zamanlı çekimli bir fiil. Bilinen geçmiş zaman. Buna ya -di eki getiriyoruz buna hikaye diyoruz, ya-miş eki getiriyoruz buna rivayet diyoruz ya-se eki getiriyoruz buna da şart diyoruz. Anlattıydı.
Bunu nasıl adlandıracağız?
Önce ilk kip ekinin adını söyleyeceğiz sonra da işte rivayet mi şart mı yoksa hikaye mi olduğunu ona ekleyeceğiz. Mesela yazılıdan doksan dokuz almışmış dediğimizde
“al- mış- mış”ın adı duyulan geçmiş zamanın rivayeti, “al-mış-sa”nın adı duyulan (öğrenilen)geçmiş zamanın şartı...
Haaaaaa. Vallaha hocanın anlatamadıklarını sen anlattın. Oğlum, cahilliğime ver, ek-eylemin olumsuzu nasıl yapılıyordu?
Ek- eylemin olumsuzu, isimler cümleleri için “ değil” kelimesi ile, fiil cümleleri için ise “-me/-ma ya da -mez/-maz” eki ile yapılır. Mesela, isim cümleleri için “ Benim babam, benim babam...
Evet, senin baban.
Benim babam... şey değildir.
Ne değildir?
Öff baba ya.... Kedi gibi değildir mesela.
Bana bak...
Ama güzel bir şey dedim. Kedi gibi şey değilsin işte... Aklıma o geldi.
Aslan gibi deseydin.
Aslan gibi değil mi deseydim. Ek fiilin olumsunu konuşuyoruz.
Haaaa, doğru. Aslan gibi değil diyecektin değil mi?
Teşbihte hata olmaz demez misin sen baba? Hem sen. ? Kızma... Alış bunlara.
Başlayacağım şimdi ukala ukala konuşmana...Hem benden öğrendiğini bana satma. Neyse, o zaman çalışmıştı... duyulan geçmiş zamanın hikayesi oluyor. Birleşik zaman oluyor aynı zamanda. Olımsuzu da çalışmamıştı...
Aferin baba.
Senden de aferin aldım ya, ölsem de gam yemem artık. Ya, Rezzak...
Baba, Rezzak'tan başka ad bulamadınız mı bana koskoca Türkiye'de.
Konumuz bu değil. Şey ya, fiiller yapı bakımından kaça ayrılır?
Üçe.
Birincisi basit anımsadığım kadarıyla. Yapım eki almamış olması gerekir ama çekim eki alabilir basitler. Başka kelime ile de birleşmemiş olacak tabii.
Evet.
Yapım eki aldıysa türemiş olur. Koş ya da koştu basit.. Gözle, türemiş çünkü isimden fiil olmuş: göz-le
Aferin. Olacak baba hade...
Birleşikte iki kelime olacak da, onu da biliyorum da, kurallı birleşik fiiillerde çakıyorum ben
Argo yok baba. Hıııı. Diline biber süreceğim.
Şimdi yeterlilik fiili var. Mesela koş-a- bilirim. Yani ben koşmaya yeterliyim. Doğru mu?
Doğru vallahi baba.
Koş-u-ver tezlik. Olumsuzu da koş-u- ver- me... Yani birdenbire, tez zamanda. Evet mi?
Heeee.
Sürerliliği de anımsar gibiyim... koş-a-dur.... yani bir işe başla onu sürdür manasında...
Oooo, sen neymişsin peder bey.
Oğlum, tepemi attırma benim. Peder meder. Ben senin baban mıyım, arkadaşın mıyım?

Yaklaşma fiili de, olmamış da olacak gibi olmuş, olmasına ramak kalmış. Mesela uyu-y-a- yazdı.
Diyelim ki, nöbetteymiş ama bir aralık uyuma aşamasına gelmiş de uyumamış Düş-e-yazdım gibi.
Aaaaaaaaaaa, baba.
Ne var, ne oldu. Niye bağırıyorsun?
Ben bunları biliyormuşum aslında ya!..

14 Mayıs 2010 Cuma

…................................HİKAYE …...............................................
AKİF BEY VE ÇOCUK
Akif bey, bir süre gözlerini semaya dikerek durdu. Hatırlamaya çalışıyordu babasının mezarını. Sağına soluna berisine ilerisine baktı. Babasının defnedildiği yerde dikkati çeken bir yer var olup olmadığını hatırlanaya çalışıyordu.
Olmadı. Anımsayamadı. “ Ya Allah kerim!” düşüncesi ile ağır ağır yürümeye başladı. Zaman zaman bazı mezarların başında durdu , mezar taşlarında yazılanları okudu. Doğum tarihi...Ölüm tarihi... Adı soyadı. Ruhuna Fatiha.... Memleketinin adı... Bazılarında ilginç şeyler yazılıydı onları okudu. Epeyce bir gitti.
Selamunaleyküm amca.
Kendine geldi. Selam verene baktı.
Aleykümselam, dedi.
Yakınların mıydı?
Kim?
Neredeyse bir saattir takıldın kaldın da. Bir şu mezara bir şu mezara bakıyorsun da?
Akif Bey, meseleyi anladı:
Haaa, dedi. Yani bakılmayacak gibi mi?
Nasıl yani?
Mezarlardan birinin taşını gösterdi. Sordu:
Garibim kaç yaşında ölmüş?
Kaç yaşında mı ölmüş.
Baktı. İçi burkuldu.
Canıııım, dedi. Doğduğu gün ölmüş. Kader işte...
Bir de şuna bak. Bu kaç yaşında ölmüş?
Bu... Hemen hesaplayamadı. Biraz düşündü, gene olmadı. Cebinden çıkardığı kalem ile eline kabirdekinin doğum tarihini yazdı ölüm tarihini yazdı. İşlem tamam olunca sonucu söyledi .Yüz on dört. Vay be.... Maşallah.
Ne garip tesadüf değil mi? Yanyana düşmüşler.
Yani...Sen kaç yaşındasın amca?
Akif Bey, böyle bir soru beklemiyordu. Soruyu soranı tepeden tırnağa süzdü.
Kaç görünüyorum, dedi. Cevabı almadan da ekledi: “ Niye böyle bir soru sordun ki?”
Hiiiiç. Birden aklıma geldi. Yaşını söylemeyenlerden misin?
...
Hem sorması ayıp olmasın ama sabahın bu saatinde ne işin var burada senin?
Niye ki? Gelemem mi?
Kızma amcacığım. Hani moralin bozulur diye şey dedim.
Akif Bey, normalde hazırcevap bir adam değildi. Espri yeteneği de yoktu. Bir istisnayı gerçekleştirdi:
Yani şimdi sen bana, buraya temelli gelmene az mı kaldı diyorsun?
Estağfurullah amca. Daha gençsin sen. Acelen ne?
Az evvel yaşın kaç derken, yaşın kemale ermiş artık imasını yapıyordun.
Yok amca, deli misin? Ekmeğini ben mi veriyorum?
Ekmeğini ben mi veriyorum?
….
Ekmeğimi sen verseydin yeter artık mı diyecektin yani?
Offf amca. Sen de her şeyi ters anlıyorsun? Su getireyim mi ? Döker misin?
Yok yok. Bunlar benim değil. Öyle gezerken gözüm takıldı.
Sen kimi ziyarete geldin?
Hiiiç?
Bu saatte hiç olur mu be amca. Karına mı?
Ağzından yel alsın dur.
Manitana mı?
Sabah sabah!
Şaka yaptım amcacığım kızma.
Kolunda “ görevli” kolluğu olan adam, ceketini düğmesini ilikledi:
Yanlış bir şey ettiysek kusura kalma amca, dedi. Yani seni bu saatte böyle görüncü, hani nasıl deyim kafanı dağıtmak istedim belki. Kusura kalmadın değil mi?
Yok yok.
Yapabileceğim bir şey var mı? Şimdi telefondan falan ararlar.
Yok Sağ ol.
Bak varsa, öteki taraftaki arkadaşları çağırayım:
Öteki tarftaki arkadaşlara “ Alın gidin mi bu adamı cehenneme diyeceksin.”
Estağfurullah amca. O ne biçim söz. Öteki taraf derken 2. nolu kapıdaki arkadaşları şey yaptım. Ben burada yalnızım, orada beş altı arkadaş var.
Niye herkes orada?
Burası eskidi. Orası yeni daha.
Yani buradakiler unutuldu mu artık?
Bayram seyran dışında kırk yılda bir.
Akif Beyi derin bir iç geçirdi. “ Hayat!” dedi. Ve akabinde başı ile, biraz da sohbetten sıkıldığından, başı ile kapıyı işaret ederek:
Arayan marayan olur dedin. Daha fazla tutmayayım ben seni.
Haklısın amca. Ben gideyim, dedi görevli. Elini hafifçe başına doğru götürerek hoşça kal dedi, görev yerine doğru yürüdü. On beş metre kadar ilerlemişti ki Akif Bey, seslendi:
Oğlum!... Oğluuuuum.
Görevli durdu. Döndü:
Bana mı seslendin dayı?
Buralarda taksi bulunur mu? Bulunursan buraya bir taksi göndersen.
Bu saatte bakayım ben, yoldan geçen olursa çevireyim bir tane.
Hay yaşa. Sana zahmet olacak.
Ama bu saatte epeyce bir zaman geçmeyebilir de.Senin şansına.
Benim şansıma kaldıysak....
Ama dur ya, ilerideki taksi durağında bir arkadaş var benim. Murtaza...Onu arayayım oradan bir araba çağırayım senin için.
Tamam, ben şu bankta oturayım.
Görevli görev yerine dönerken cep telefonunu çıkardı. Akif Bey'de birkaç metre ötesindeki banka doğru yürümeye başladı. Nereden çıktığını farkedemediği bir çocuk elinde küçük bir süpürge ve pet şişede su ile yanında belirdi:
Su lazım mı ? Mezarını da temizlerim.
Çocuk altı-yedi yaşındadı. Akif Bey, çocuğu süzdükten sonra sordu:
Benim mezarım yok daha, dedi.
Çocuk anlamadı. Anlamadığı göstermek k için de bir filmde gördüğü bir davramışta bulundu. Suratını buruşturarak çenesini kaşıdı.Akif Bey'de görmüştü aynı filmi. Çocuğun davranışı sempatik geldi. Gayriihtiyari gülümsedi. Etrafına bakındı. Sonra da çocuğa :
Şu alttan dördümcü mezar var, hade ona döküver, dedi.
Çocuk Akif Bey'in gösterdiği yere baktı. Emin olmak için düşündüğünü doğrultmak istedi.
Selvi ağacının bu tarafındaki değil mi abi?
Ağabey sözü hoşuna gitti Akif'in Bey'in. Gülümsedi.
Evet evet o, dedi. Hade bakalım.
Çocuk koşarak gitti, suyu döktü geldi.
Ama abi, dedi gelince de. Çok kurumuş. Bir daha getirip dökeyim mi?
Çocuğun ikinci kez ağabey demesi Akif Bey'in moralini de düzeltti. Kendisine ağabeyi denilmeyeli yıllar olmuştu. İlk ağabey alışkanlıktan olabilirdi belki ama ikinci kez yinelenmesi sözün ilk gençlik çağındaki bir çocuktan hala ağabey denilebilecek yaşta olduğunun bir göstergesiydi sanki.
Çoktan beri yurt dışında olduğumdan uğrayamadım. Malum yağmur da yağmıyor epeydir. Hade bir şişe daha getir de dök. Etraflarını da bir süpür ha.
Akif Bey, henüz sözünü bitirmeden çocuk koştu.
Akif Bey, gözlerini oğuşturdu. Ne zaman içinde anlam veremediği bir garip hissetse öyle yapardı. “Çoktan beri yurt dışındaymış” yalanı...
Köstekli saatini yelek cebinden çıkartıp baktı. Babasından yadigardı. Ona da babasından kalmıştı. Babasının mezarını bulabilse idi, onun başı ucunda çıkartıp bakacak, bir anlamda “bak hatıranı saklıyorum” diyecekti.
Tamam abi, suyu döktüm. Etrafını da süpürdüm. İstersen gdip bakabilirsin...
Çocuk görevini tamamlamıştı. Kibar bir duruşla Akif Bey'in karşısındaydı. Emeğinin karşılığını bekliyordu.
Akif Bey,
Sağ ol, evladım., dedi.
Cüzdanını çıkartmak için elini ceketinin iç cebine attı. Cüzdan yoktu. Dünkü cekette kalmıştı cüzdan. Ayağa kalktı, pantolonun ceplerini karıştırdı. Hiçbirinde beş para bile yoktu. Canı sıkıldı. Cocuğun yüzüne baktı.
Evladım dedi, kusura bakma ne olur. Hiç para almamışım yanıma.
Çocuk, belli belirsiz gülümsedi. Ceplerinde para aradığını görmüştü Akif Bey'in. Zor duyulur bir sesle:
Olsun, dedi. Oradan ayrılmaya hazırlanırken de ekledi: “ İyi günler.”
Hakkını helal et ama, olmaz mı?
Çocuk ,
Tamam, dedi,. Ama sen de anne ve babama bir fatiha oku...
Niye?
“Niye” ye şaşırdı çocuk. Akif Bey de toparladı.
Annen baban.... dedi. Gerisini getirmedi. Düşündüğünün gerçek olamayacağını , söyler ise gerçekleşebileceği gibi bir duyguya kapıldı. Çocuk yardımcı oldu.
İkisi de öldü de...
Akif Bey'in içi acıdı. Cocuğu tepeden tırnağa bir başka süzdü.
Sen kiminle kalıyorsun şimdi?
Dedemle.
İyi bari. Deden ne iş yapıyor.
Dedem yatalak. Kalkamıyor.
Akif Bey yere yığılıverecek gibi hissetti kendini. Son bir gayretle banka oturdu.
İleride bir yerde bir araba durdu. Birkaç insan indi arabadan. Çocuk da, “iyi günler...” diyerek oraya doğru koştu.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

O NE DER? BU NE DER?
O ne der bu ne dercilerden misiniz? Cevabınız “ Nasıl yani ise?” şıklandıralım.
a) evet b) bazen c) her zaman d) hayır e) gerektiğinde
Akıl yol göstereci olduğundan çoğunuz “b ya da e “şıkkını işaretlediniz. İşaretlediniz de, hakikat öyle mi ?
Tek başına yaşama gibi bir alternatifi olmadığına göre insanın, klasik söylemle, insan sosyal bir varlık olduğundan, başkaları ile yaşamak mecburiyetindedir. Böyle olunca da onların, yani başkalarının sözlerini ve davranışlarını, telkinlerini kulak ardı etme lüksleri yoktur. Yoktur da nereye kadar? Hem, kimdir bu başkaları dediğimiz: akrabalar, arkadaşlar, komşular, hemşehriler, vatandaşlar...
Evet, biz istesek de istemesek de bizim söylemlerimize “ o başkaları” bir şeyler der.. Biz de onların bir şeyler söylememesi için ( olumsuz manada tabii) , alabileceğimiz önlemleri alırız. Ama bu önlemler kişiyi sıkboğaz edecek kertede ise, ki çoğu kez öyledir, yandı gülüm keten helvası olur.
Elin ağzı torba değil ki dikesin. Herkes ağzına ve aklına gelen her şeyi söyleyebilir; önemli olan aklın dediğine kulak verebilmektir. “O ne derseye bu ne derseye” fazla takılınırsa hele hele bu takıntı ya da bu korku ile çocuklarımız da sıkboğaz edilirse şu bilinmelidir ki hem biz hem de o çocuklar yaşamdan alabilecekleri keyfi yeteri kadar alamaz duruma düşebiliriz.
Hoca Nasretin'e atfedilen hoş bir fkra vardır. Değişik sözler ile anlatılır. Bu hoş nükteli hikayecik , sayfalarca yazılmış bir yazının verebileceğinden daha fazlasını verebilir:
“ Hoca bir gün torunu ile beraber dağdan inerken köyüne , eşeğine torununu bindirir.Bir süre sonra bir grup köylü ile karşılaşırlar. Köylülerden biri, kendisini tutamaz, torunu topa tutar, ayıplar torunu “Yeni yetişen nesilde utanma da saygı da kalmadı.” der. “Koca herifi yürütmek de ne oluyor!” Çocuk utanır, Hoca da yanlış yaptım galiba ben, diye düşünür.
Akabinde, Hoca torununu eşekten indirir ve de eşeğe kendisi. biner. Biner de bir süre sonra başka insanlarla karşılaşır doğal olarak. Onlar da, Hoca'ya yüklenirler. Onu acımasızlıkla suçlarlar. Küçücük çocuğun yürütülmesini kabullenmek istemediklerini ifade ederler. Sözleri ile Hoca'yı yerin dibine batırırlar.
Hoca ne yapsın, “demek ki “der “böyle de yapmamalıdım”. “Ne yapmalıydım? Torunu da kucağıma almalıydım.” Öyle de yapar. Biraz gittikten sonra başka köylülerle karşılaşır. Köylülerin ifadesi ile, köylüler gördüklerine inanamazlar. Bu ne acımasızlıktır... Zavallı bir eşeğe hem dede hem de torun birlikte binmektedir. Kızarlar... Beden dilleri ile hadiseyi kınarlar. Hoca'da torun da “yer yarılsa da yerin dibine girsek” diyecek durumuna düşerler. Ve de oradan ayrılır ayrılmaz da ikisi birlikte merkepten inerler. Çocuk önde, eşeğin yuları Hoca'nın elinde, eşek de en arkada. Herkes sağ herkes selamet.
Bir süre sonra, gene bir grup köylü ile karşılaşır Hoca ile torunu. Takdir bekleyen Hoca'ya “Bu ne hal?” derler ,bir garip gülerler: “ Seni akılısız bilirdik ama bu kadarını da yakıştıramazdık doğrusu.” ; “ İlahi Hoca, biriniz bari binin şu eşeğe yahu”
Bu fıkradan sonra sözü fazla uzatmak şık kaçmaz. Başkaları ne der düşüncesi ile aklımıza ve mantığımıza uygun gelen, gereksinim duyulduğunda da açıklamasını yapabileceğimiz davranışlardan sırf başkaları ne der diye imtinada bulunmak ileride pişmanlıklara yol açabilir. Çünkü, siz ne yaparsanız yapın, siz ne söylerseniz söyleyin kaçınılmaz son olarak mutlaka birileri menfi, bazan da kasıtlı ve art niyetli olarak, bir şeyler söyleyecektir. Önemli olan sizin, ihtiyaç duyulması halinde icraat ya da sözlerinize mantıkla çelişmeyen cevaplar verip veremeyeceğinizdir.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

SEVGİMİ İMBİKTEN GEÇİRECEĞİM
Dayancım son merhalesine geldi
Sevgimi imbikten geçireceğim
Tahammülümün bittiği için
Kızacak mıyım kendime bilmem ama;
Kadir bilmez diyeceklerinden
Adım gibi eminim.
Lâkin;
İlişkimizin böyle devam etmesi
Felâketimiz olacaktır, bundan korkarım.

7 Mayıs 2010 Cuma

SÖZCÜKLERLE DANS
Dans etmeye geleceğim evinize
Sözcüklerle dans etmeye
Bir kolumda herkesçe bilinen bir kelime
Bir kolumda bilmem hangi lügatin
Hangi sayfasının hangi satırına
Hangi gerekçe ile terk ediliveren olacak.
Gerçek anlamlılarla vals edeceğim
Yan anlamlılarla kamaştıracağım gözlerinizi
Karşıtları kaynaştıracağım karşınızda
Anlamdaşlarını verebilirseniz sizden alacağım
Sesteşleri kitapların sararan yapraklarından.
Belleğime katacağım her söz
Yenileyecek her hücremi daha canlı dans için.
Her koyun kendi bacağından asılırmış
Sen yüz sözcükle sarmaş dolaş olabilirsin hanende
Ama beni bana bırak,
Binlercesi ile halay çekeyim, horon tepeyim…

6 Mayıs 2010 Perşembe

YÜREĞİN KIRIŞMASI
İki kişi arasında olana ne karışırsın ki?
Ne bulduysa buldu onda
Kahyası mısın gönlünün
Doğru tek değil ki hem
Senden talebi de yok
Senin göremediğini görmüş, sevmiş
Senin duyamadığını duymuş, sevmiş
Üstelik;
Ben sevdim sen de sev demiyor ki
Sen ne dersin ki ikide bir :
Ne buluyorsun onda?

5 Mayıs 2010 Çarşamba

KELİME HAZİNEMİZİ ZENGİNLEŞTİRELİM
payitaht
Başkent
iltifat
Birinin hatırını sorma
belat
Döşenmiş taş.
murad almak
Mesut olmak.
Acem
İranlı
itibar
Saygınlık
telif
Uzlaştırma, kitap yazma
tezkire
Divan şairlerinin hayatını ve eserlerini değerlendiren yapıt, küçük sepet, kiraz ağacının kabuğundan yapılan mızrap.
zeyl
Ayırma, ek.
müderris
Medreselerde, büyük camilerde ders veren kişi
medrese
Esk. Fakülte, ders görülen yer.
saraç
Deri vb. ürünlerden çanta, bavul gibi eşyalar yaoan kimse
şakayık
Bir çeit süs bilgisi, çiçeklri türlü renkte olur.
zade
Evlat, oğul
encümen
Alt kurul
şuara
Esk. şairler
unvan
San
kaside
On beş beyitte oluşan ve büyükleri övmek için yazılan, bütün dizelerin ikinci dizesinin ilk beyit ile kafiyeli olduğu bir divan edebiyatı şiir türü.
edeb
Ar, utanma, terbiye, güzel ahlak.
bezm
Dost toplantısı
sahn
Avlu, cami vb. Yerlerde halkın toplanması için yapılan üstü kubbeli yer
fariza
görev
ibda
Divan edebiyatına göre, güzel bir buluş, esk. Yoktan var etme, yaratma
cefir
Ok koyulan kap, mahfaza.
yazın
Edebiyat
iltifat
Birine güler yüz gösterme, iyilik etme, lütfetmek
yekdiğer
Bir başkası
iadeten
Geri vermek üzere
maiyet
Üst görevi yanında bulunan alt kademedekiler.
mülazim
Bir kimseye bağlı gibi olan.
nazire
Benzer, örnek, başka bir şiire örnek olarak o şiirin ölçü ve kafiyesine uygun(aynı) yazılan şiir
nüsha
Aynı, dergi ve gazete vb.nde sayı
terakki
İlerleme, yükselme
bazı
Bir ekmeklik hamur yumağı
Bostan korkuluğu
Kendisinden çekinilmeyen güçsüz kimse
muhalif
Bir tutuama, görüşe karşı olan.
Suya sabuna dokunmamak
Davranışlarını kimseyi incitmeyecek şekilde ayar etmek
garaz
Maksat, amaç
himmet
Yardım, iyi davranma
gevher
Cevher, bir şeyin özü
baki
sürekli
Mır mır
Mırıldanma sesi
aferin
Esk. Öğrencilere verilen beğenme kağıdı

4 Mayıs 2010 Salı

GÜZEL SÖZLER
Alışkanlıklar bırakılmazsa zamanla ihtiyaç halini alırlar.
CAMPELL
***
Gerçeği aklın ışığı ile ara.
RENE DESSCARTES ( Röne Dekart )
***
Aşk gözle değil ruhla görülür.
WİLLİAM SHAKESPEARE (VİLYIM ŞEKSPİR)
***
Başkalarının bizi kızdıran tarafları kendimizi anlamamıza yol açar.
CARLS GUSTAV JUNG
***
Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görür
MASLOW
***
İyi yontulmuş taşlar, harca lüzum kalmadan kendiliklerinden birleşirler.
ÇİÇERO
***
Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak.
KONFİÇYÜS
***
Şiir benim içinde bir amaç değil, tutkudur.
EDGAR ALLAN POE
***
İki günü eşit olan ziyandadır.
Hz. MUHAMMED
***
İnsanın kendini feth etmesi zaferlerin en büyüğüdür.
EFLATUN
***
Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir.
TOLSTOY
***
Çok yazan değil, güzel yazan yaşar.
CENAP ŞEHABETTİN
***
Gençlerin aynada göremediklerini, yaşlılar bir tuğla parçasında okurlar.
MEVLANA
***
Sağlık bir beden değil, bir kafa meselesidir.
M. B. EDDY

3 Mayıs 2010 Pazartesi

MASAL
Bir sedirde didon sakallı saka F.
Bir sedirde top sakallı kostak H.
Yanlarında da kirli sakal antika F
Lakayt Fevzi de derler, eyvallah'
Karşılarında patroniçeleri keçe Emine
Keçi kılından yapılmış şalı üzerinde gene
Ben diyeyim lime lime
Sen de şahrem şahrem
Mirasmış ebesinden ninesinden
Önemli günlerde giyer, eyvallah!
O gün kültürlerini ölçecekmiş aklı sıra
“Tarh nedir” diyecekmiş
Aklına geldi gene, dedi, tövbe yarabbi...
Didon Sakallı “ çıkartmadır ” dedi
Top Sakal, vergi ile ilgili bir şey amma dedi, anımsayamadım
Tepesi attı kirli sakalın, radikal kararlar aldı o an
Sıra gelince ona
Tokat gibi verdi yanıtını: “Bilmiyorum Saciye...”
Kostak kostak yürümesi zıddına gidermiş zaten
İşten atacakmış da bahane ararmış
Bilmiyorum Saciye demesi neyse de
Bıyık altından gülüşü
Bardağı taşıran son damla oldu
Tahammül etmem olanaksız artık ona
İlişiğini kesin kapı dışarı edin demiş.
Bilirsiniz taş fırın erkeğiyim derdi
İdare ederlerdi arkadaşları ve de karısı
İşten kovulduğunun günün akşamı
Vurdu yumruğumu masaya kirli sakallı
Dedi, Saciye 'ye:
“Karıcığım, işten atabilirsin beni amma
Tardiye yazmaktan alıkoyamazsın .asla!”

2 Mayıs 2010 Pazar

“HAYIR” DEME TEMRİNİ
Ağaç yaş iken eğilir diye güzel bir atasözümüz vardır.
Pek çok kişiden şu serzenişi duyarsınz, “ Başıma ne geliyorsa “ hayır “diyememekten geliyor.”
Hakikaten de pek çok insan “ hayır “ kelimesini kullanmakta zorluk çeker. Bunun neticesinde de mutsuz olur, mağdur olur.Bunu da zaman zaman yana yakıla ifade eder.
Bir araştırmaya göre insanlar öğrendiklerinin yüzde yetmişten fazlasını ilk yedi yaşında öğreniyorlarmış. Psikologların ve psikiyatristlerin tez zamanda hastalarına “ çocukluğuna inelim” demelerinin sebebi bu olsa gerek.
Çocuklarımıza “hayır” diyebilmeliyiz. Onların da bu kelimeyi gerekli gördüklerinde kullanmalarını, kullanabilmelerini sağlamalıyız.” Hayır “ diyebilmelerine ve de hayır işitmelerini sağlayabilmek için de ortam hazırlamalıyız. Bunun olağan olduğunu onlara kavratmalıyız.
Arapça kökenli bir kelimedir “ hayır.” Hem “ olmaz” anlamındadır. Hem de “yardım”.
Bu bakımdan kullanırken çok dikkat etmek gerekir. Söylenmesi çok da kolay değildir ama , söylenmesi de gereklidir yeri geldiğinde. Bunun için olsa gerek deneyimli insanlar “ hayırda hayır vardır” sözünü dilimize sokmuşlardır. Burada, biraz da “ hayır” sözünü işitenin “ hayır” diyenin halinden anlaması dileği vardır şüphesiz.
Bir şeyi istemiyorsak endirekt yollardan değil de direkt olarak hayır demek karşınızdaki için de faydalı olabilir belki, usulüne uygun söylenirse...
Hayır demeyi becerebilmeliyiz. Beceremiyorsak tez zamanda aşama aşama hayır diyebilme aşamasına gelme temrinlerine başlamalıyız.
“Hayır” ı işiten elbette bundan hoşlanmayacaktır.. Üzülecektir muhakkak ki. Kırılacaktır, size belki de: “ Vay be!” diyecektir muhtemelen. Demek öyle... Siz de “ hayır” dediğiniz için içinizde bir eziklik hissedeceksiniz tabii ama “hayır” denilmesi gerektiği bir yerde de sırf karşınızdakini kırmamak için hayır demezseniz sonuçları pek de keyif verici olmayabilecektir her iki taraf için de.
“Hayır” denilmesi gerekiyorsa “hayır “ diyebilme cesaretini gösterebilmeliyiz. Bize, hayır denilmesine de alışmalıyız. Hayır diyene küsmemeliyiz. Hatta bazılarımızın yaptığı gibi defterden silmemeliyiz “ hayır” diyeni. Bunları, ileride yaşamamaları için de çocuklarımıza hayır demenin de hayır işitmenin de olağan olduğunu öğretmeliyiz. Eğer bunu yaparsak ilerleyen yaş dilimlerinde yaşamın onlar için daha kolay olabileceğini düşünmek perşembenin gelişini çarşambadan bilmek değildir.
Şöyle bir düşününüz... Size hayır diyemediği için, evet de diyemediği için her konu açıldığında bin dereden su getiren birini... Siz umutlusunuz, o çaresiz. Siz ilerinizi net göremiyorsunuz; o ruhsal bunalıma giriyor , doluya koyuyor almıyor boşa koyuyor dolmuyor.. İyice tıkanıncaya kadar da , hayır demiyecek ama eninde sonunda o hayırı diyecek. Akıp giden zamana, olmaz diyememenin streseine ve stresin kaybettittirdiklerine ne olacak?
Zamanında, gerektiğinde çok kolay bir şekilde “ hayır” demeye alıştırılsaydı , sizce daha iyi olmaz mıydı hayır ddemekte zorlanan o kişi? İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü kara sözü ile “ hayır” sözü özdeştirilmeseydi onun gözünde, bazı şeyler daha kolay gerçekleştirilmeyecek miydi?
İnsan olarak bir insanın bir başka insanın bir istemine muhakkak ki “ evet” demesi hoş” hayır” demesi ise nahoştur. Sırf hayır dememek için evet demek ise olayın ya da istencenin ölçüsüne göre, hade, telafisi imkansız şeyler yaratır demeyelim ama, sorunlar hasıl edebilir. Çocuklarımızın ileride daha rahat etmesini istiyorsak gerektiğinde “ hayır” diyebilmeli, “ hayır” dedirtmeli, “ hayır” sözcüğünü sarfetmenin ya da işitmenin ilişkileri sekteye uğratacak bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmaması gerktiğini beyinlerine nakş etmeliyiz.
Hiç şüphe yok ki her şeyde olduğu gibi burada da işin tadını kaçırmamak lazım. Sırf hayır demek için hayır dememek kadar hayır denilmemesi gerekli bir yerde de hayır dememek lazım.
Bunun da ölçüsünü iyi tutturmak lazım... Daha da önemelisi “hayır” demeye de“hayır” işitmeye de alışmak lazım.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

GINA İLE BEZENMEK
“Ey arkadaş!”dedi davudi sesli biri,
Döndüm baktım; tanımadığım biri
Bir kağıt parçası uzattı gözüme sokarcasına, dedi:
“Buraya bir şiir yaz çabuk. İçinde de -halef- olsun ha”
Battaldım, eğitimliydim hayat mektebinden de
İnsana hürmetsizlik yazmazdı kitabımızda evelallah
“ Emrin olur “dedim
Böyle bir insanla tartışmak belaya davetiye çıkartmak olurdu,
O anda efelelenmenin anlamı da yoktu.
Belli, değişik arayışlardan hazetmeyenlerdensin;
Böyle de şiir mi olur diyenlerdensin!