30 Ekim 2011 Pazar

AFERİN


Bakma bana öyle Aylin

Demedi vallah bunca yıldır

Bir kez olsun “ aferin” diye bana.

Avukatlığına soyunup şimdi onun

Şımarmanı istememiş olmalı deme sakın

“İltifatın olmadığı yerde maharet olmaz” derler bilirsin

Soğudum vallah billâh, bundan böyle sıradan biri o benim için!

Bir aferin için mi bu deme sakın ola ki ha

Kimlere “ aferin” demedi gözlerimin önünde

Atla deve ummadım ondan ben ondan be Aylin,

Bir “aferin” duymak istedim ağzından

Esirgedi,

Gene de derim, ayağı taşa takılmasın

Mademki bilmiyor kadir kıymetim



Beni anlamadın değil mi?

Senin de canın sağ olsun.

29 Ekim 2011 Cumartesi

SERT KAYAYA ÇARPAN ZAT

Öyle bir sert kayaya çaptı ki
Feleğini şaşırdı
Oysa o onu
Çantada keklik sanmıştı

Ne demiş atalar
Her kuşun eti yenmez
Aklı sıra masumcaydı yaptığı amma
Neye uğradığını şaşırdı hayta

Anasından emdiği süt burnundan geldi de

28 Ekim 2011 Cuma

AKILLI/SIZ ADAM


Gecenin bir vaktinde
Dokundu omzuna biri
Döndü baktı, karşısında
Daha evvel zinhar görmediği
Zil zurna sarhoş biri
Bela aradığı belli idi
Birde, tövbe yarabbi:
“ Lan, bu saate ne arıyon burada’” demez mi?
Müneccim olmaya ne hacet
Bu adama “ Sana ne?” demek
Dibi görünmez kuyuya girmek demekti…

Kabul,
Gereksiz efelenecek kadar akılı biri değilim ben.

27 Ekim 2011 Perşembe

ÇERÇİ İLE SEHA

Bir varmış bir yokmuş. O günlerden birinde cömertlik getirsin diye adı Seha konulan şirin mi şirin bir çocuk varmış. Seha 31 Temmuzda doğmuş, göz açıp kapayıncaya da büyümüş on bir yaşına basmış.
O gün Seha’nın okulda veli toplantısı varmış. Seha bunu daha evvel de yaptığı gibi babasına ve de annesine duyurmamış ama annesi her nasıl oldu ise olmuş veli toplantısı olduğunu öğrenmiş. Son dakikaya kadar da oğluna bu konudan söz etmemiş. Beklentisi şuymuş ki oğlu toplantıyı anımsasın ve kendisine duyursun.
Annesinin bir yere gitmek için hazırlandığını sezen Seha, sormuş:
- Bir yere mi gidiyorsun anne?
Annesi gülümsemiş:
- Veli toplantın var ya bugün.
Seha bozulmuş. Ne diyeceğini bilememiş. Belli belirsiz:
- Veli toplantısı mı, demiş sesinin titremesini sezdirmemeye çalışarak.
- Bugün ayın 24’ü değil mi?
- Bilmem.
Annesi, oğlunu daha fazla sıkıntıya sokmamak için:
- Yirmi dördü, yirmi dördü, demiş. Sen unuttun herhalde.
Seha, suratını buruşturmuş, utanarak başını öne eğmiş. Yanağı da utançtan ve başına geleceklerden kızarmış:
- Her halde, demiş.
Anne ile oğlu arasında bir metre kadar mesafe varmış. Anne oğluna doğru bir adam atmış, onun yanağına bir öpücük kondurduktan sonra,
- Delikten bakmadan kapıyı kimseye açma, demiş. Ben gelmeden de dışarıya çıkma olmaz mı?
Annesi evden ayrıldıktan sonra, her saniye Seha’ya geçmez denilen dakikalar gibi gelmiş. Zaman zaman evi turlamış. Zaman zaman televizyon açmış, zaman zaman teyp açmış zaman zaman bilgisayar açmış ama onların başında oturmak ne mümkün?
Bir aralık okuldan verilen veli toplantı duyurusunu eline almış. Orada veli toplantı saati bile yazılıymış: 10–12
Seha ikide bir saate de bakmaya başlamış. Normalde hızla geçen dakikalar gıdım gıdım ilerliyormuş: 10.30–10.31–10.32…
Saat 12’ye yaklaştıkça Seha’nın yüreği daha hızlı çarpmaya başlamış. İkide bir de pencerenin önüne gidiyor, tülü hafifçe aralıyor annesinin gelip gelmediğine bakıyormuş. Derken, annesini görmüş, görmesi ile de kendisini daha da kötü hissetmiş. Annesinin yanında Serap’ın annesi de varmış çünkü. Serap Seha’nın sınıf arkadaşıymış ve de olumlu manada istisnasız herkesin parmakla gösterdiği bir talebeymiş. Davranışları iyiymiş. Notları da yüksekmiş çünkü ödevlerini zamanında yapar, derslerine imtihan günü teneffüste değil günü gününe çalışırmış.
Seha, derin derin nefes alarak az evvel kapattığı televizyonu açmış. Koltuğa kendine atmış. Çoraplarını çıkartmış. Ayaklarını da sehpanın üzerine uzatmış. Bir taraftan da yıldırım hızı ile olası sorulara ve yükselecek olan sese nasıl cevap vereceğini nasıl mukabele edeceğini aklının erdiğince düşünmüş.
Ve dış kapı açılmış örtülmüş…
Seha da annesini beklemediğini onu gözetlemediğini göstermek istercesine seslenmiş:
- Sen misin anne?
Dışarıdan, sözde soruya jet cevap gelmiş:
- Evet oğlum. Elimi yıkayım geliyorum.
Seha,
-Çöp toplamaktan geliyor sanki, diye söylenmiş. Dışarıdan her gelişte el mi yıkanır.
Ekranda Çelik’in klipi görününce de televizyonun sesini biraz yükseltmiş. Bu arada da annesi içeriye girmiş, Seha’nın tam karşısındaki koltuklardan birine oturmuş.
Seha, annesinin: anne de Seha’nın girizgâh yapmasını beklemeye başlamış:
Saliseler, saniyeler, dakikalar sonrasında Seha, annesine biraz da korkarak sormuş:
- Ne düşünüyorsun?
Seha, annesinden aklının ucundan bile geçmeyen bir cevap almış:
- Babamı.
- Bir şey mi olmuş dedeme?
- Hatırlıyor musun geçen çarşamba gitmiştik.
- Evet.
- İçeriye girdiğimizde soyunup dökünmüş kanepeye uzanmıştı hani.
- …
- O yaşına rağmen bizi görünce toparlandı, hatta bir aralık odadan çıktı giyinip geldi.
- …
- Oysa sen torunusun ben de kızı.
- …
- Niye toparlandı biliyor musun?
Seha, annesine onun istediği ve beklediği şekilde cevap vermek istemiş ama sözlük karıştırma alışkanlığı pek olmadığından kelime hazinesi yetersiz kalmış düşündüklerini tam anlatabilecek cümle kuramamış böyle olunca da tek kelimeyle annesinin sorusuna cevap vermek mecburiyetinde kalmış:
- Niye?
Bu konuşmalar yapılırken Seha’nın ayak tabanları hala annesinin suratına bakıyormuş. Bir taraftan da Seha ,ayak parmaklarını oynatıp duruyormuş.
- Çünkü herkes, kendisine değer verilmesini ister. Toplumun yarattığı değerlerler silsilesi dâhilinde hürmet görmek herkesi mutlu kılar, umursanmazlık ise kim olursa olsun herkesi incitir. Deden bizi görünce toparlandı çünkü bu ona göre bu kendi kelimesi ile ihtiramdı yani saygıydı. Böyle yaparak bizi sevdiğini, bize değer verdiğini, onun için önemli olduğumuzu göstermek istedi.
Annesi bunları söylerken Seha’nın bir kulağı annesindeymiş ama aklı da okuldaki olası konuşmalardaymış. Her an annesinin patlayacağını düşünüyormuş. Annesinin biraz sonra göstereceği tepkinin şiddetini azaltabileceği düşüncesiyle, ayaklarını sehpanın üzerinden indirmiş. Çoraplarını ve pantolonunu giymiş. Güç duyulur bir sesle de olsa “ özür dilerim” demiş, az evvelki koltuğa oturarak beklemeye başlamış. Bir dakika beklemiş, on dakika beklemiş ama annesi toplantı ile ilgili bir şey söylememiş, söylemeye de niyetli gözükmüyormuş. Acaba, annem toplantıya gitmedi mi diye düşünmüş Seha. Öğretmenlerimin hakkımda söyleyeceklerini tahmin ettiğinden toplantıya gitmemiş olabilir mi diye aklından geçirmiş. Ve aklına kendince dâhiyane bir fikir gelmiş.
- Serap’ın notları ne kadar yüksek değil mi anne, demiş. Annesi kim bilir ne kadar gurur duymuştur. Çok övündü mü?
Seha bu sözleri söylerken annesinin yüzüne bakmıyormuş. Annesinden cevap alamayınca merak edip yüzüne bakmış. Annesinin dalıp gittiğini görmüş. Belki de kendisinin söylediğini duymamış bile annesi Biraz da ürkerek, annesinin toplantıya gidip gitmediğini başka bir soru ile öğrenmek istemiş bu sefer de:
- Matematikçi raporluydu, toplantıya geldi mi anne?
Annesi, Seha’nın biraz sesini yükseltmesinin de etkisiyle toparlanmış:
- Geldi geldi, demiş. Tüm öğretmenleriniz katıldı toplantıya.
Seha, matematik öğretmeninin kendisini sevdiğinden ve kendisi hakkında menfi bir şey söylemeyeceğinden adı gibi emin olduğundan sormuş:
- Matematik öğretmenim benim için ne söyledi?
- Senin için de kimse için bir şey söylemedi. Genel konuştu.
- Tüm öğretmenler mi?
-Seha!
Seha, karşısındayken bu şekilde annesinin seslenmesinin arkasından her zaman için bir sürpriz çıkabileceğini bilirmiş. O nedenle adeta nefesini tutmuş. Annesi de onu daha fazla bekletmemiş:
-Biraz dışarı çıkalım mı seninle?
Bu öneri Seha’nın pek canını sıkmış. Gerçi kendisi hiç yaşamamış ailesi modern olan arkadaşlarından pek çoğundan duymuş. Annesi de şimdi onların kervanına katılacakmış. Onu, ya bir parka, ya sessiz bir yere ya bir lokantaya, ya bir yere götürecek onunla konuşacak, sesini yükseltmeden “ Oğlum notların niye bu kadar düşük, öğretmenlerin senden niye bu kadar şikâyet diyecek” sonra da “ yediğinin önde yemediğinin arkada olduğunu vurgulayacak, süpürge yapılan saçlardan bahsedecek, örneklerle raydan çıkan oğluna tekrar raya koymaya çalışacakmış.”
Seha, isteksizde olsa annesinin bu sorusuna olumlu cevap vermiş.
Beş dakika sonra tam dış kapıdan çıkarlarken, Burcan Hanım, seslenmiş. Sesi sertmiş. Belli ki kızgınmış:
- Emine Hanım!
Seha’nın annesinin adı Emine imiş:
- Buyurun Burçin Hanım.
- Benimle gel bakayım.
Emine Hanım, arka bahçeye doğru yürüyen Burcin Hanım’ın peşinden gitmiş. Seha da onları takip etmiş.
Burcin Hanım, arka bahçenin girişinde durmuş, eliyle köpek dışkısını göstermiş:
- İki gündür burada bu, demiş.
Emine Hanım, dışkıya bakmış. Daha bu sabah süpürmüş ama, demek ki atlamış.
- Kusura bakmayın Burcin Hanım, görmemişim, demiş.
- Niye kör müsün? Doğru dürüst yapsan işini, görürsün.
- Alırım sonra…
- Şimdi…
Seha ilk ergenliğin tepkisiyle atılmış:
- Köpek annemin değil ki…
Burcin Hanım, Seha’yı tepeden tırnağa süzmüş. Sonra da hiçbir şey demeden onların yanından ayrılmış, arabasına binmiş gitmiş.
Seha’nın annesinin biraz canı sıkıldıysa da olanlara, oğluna belli ettirmemeye çalışarak:
- Haydi yavrum, demiş Süpürge ile küreği al gel de alıverelim şunu.
Seha sinirini sürdürmüş: “ Git kendin al” diye karşılık vermişse de annesine, annesi bir şey demeden yürüyünce “ annesini yumuşatmak düşüncesi ile” kürek ile süpürgeyi almak için koşmuş ama tam annesinin yanından geçerken, annesi kolundan tutmuş. “ gerek kalmadı getirmiş kadar oldun” manasına öyle bir bakmış ki Seha’ya, Seha bir şey diyememiş. Öylece orada kalmış. Annesinin binaya girişini, süpürge ve kürek ile dışarıya çıkışını, köpek dışkısını alışını kendi ruh halinde izlemiş. Bir taraftan da annesinin az evvelki davranışına tepki olarak “ gitmiyorum, vazgeçtim” diyeceğim kaygısına kapılmış, annesi elini yıkamak için içeri girince ama korktuğu düşündüğü gibi gerçekleşmemiş. Annesi elini kurulayarak gelmiş, oğlunun koluna girmiş yürümeye başlamışlar.
Yarım saat kadar kol kola yürümüşler ana oğul. Tek bir kelime konuşmamışlar. Bu onlar için, birbirlerinin kokularını da alarak, durum değerlendirmesi yapmaları için bir fırsat olmuş. Birbirlerini suçlama yerine, evet ama bunda azıcık da olsa benim de hatam olabilir düşüncesi ile birbirlerini anlamaya çalışmasına vesile olmuş, yürüyüş gayeleri bu olmasa bile.
Bir parkta oturup dondurma da yemişler bu arada.
Havadan sudan sohbet etmişler.
Futbolcu olmayı kafasına koyan yaratılan hoş ortamda annesini biraz olsun sevindirmek için,
- Futbolcu olup çok para kazanacağım ama, önce okuyup bir meslek sahibi olacağım sonra futbolcu olacağım, demiş Seha.
Annesi, okula başlamadan evvel hep “ doktor olacağım” derdin diye gülmüş. Sonra da damdan düşer gibi sormuş:
- Sen hiç beni kitap okurken gördün mü Seha?
Emine Hanım, hiç okula gitmemiş. Okuma yazma kurslarına katılmış birkaç sene önce, heceleyerek de olsa okumayı sökmüş.
Seha:
- Senin okuyamıyorsun ki, demiş.
-Baban okuyabiliyor. . Onu hiç gördüm mü kitap okurken?
Seha bir an düşünmüş.
- Hayır, demiş. Niye soruyorsun ki?
- Dün Nezahat halanlara gitmiştim ya, oraya giderken ne gördüm biliyor musun?
-Ne gördün?
- Bir bilet alayım diye, kırtasiyeye girmiştim, orada bir kadın böyle üç dört yaşındaki oğluna kitap seçtiriyordu
- Nasıl yani. O yaşta okumayı biliyor muymuş çocuk?
- Bende senin gibi düşündüm, sordum yanındaki kadına.
- Eeee
- Bilmiyormuş ama, resimlerine bakarak seçiyormuş. Sonra da evdekiler ona o kitabı okuyorlarmış
Seha, kitap okumaktan haz eden bir talebe değilmiş ama aptal da değilmiş. Kitap sohbetinin “ kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” manasında olduğunu anlamış. Bu durum da keyfini kaçırmış gayriihtiyari boş ver gibisinden ağzını eğmiş, burnunu eğmiş kaşını gözünü oynatmış.
Annesi oğlunun bu davranışını görmüş ama bir şey dememiş.
- Veli toplantısı için okula gitmiştik ya, demiş bir aralık. Serap’ı gördüm.
- Bizim sınıftaki Serap’ı mı?
- Evet.
-O da mı toplantıya gelmiş?
- Yok canım. Annesini getirmiş.
- Tabi dersleri iyi, onun için.
Seha bir şey daha demiş ama parka giren simitçinin sesi Seha’nın sesini bastırmış
-Simitçi, simitlerim var sıcak ve çıtır
Ve hemen ardından başka satıcılar sözleşmiş gibi ardı ardına bağırarak girmeye başlamışlar parka:
- Çanak var çömlek var… Eskilerinizle de değiştiririm
- Limonata geldi, şerbet geldi, su geldi.
- Çekirdekçi burada
- Çerçiciniz şehre indi, atağınıza geldi. Çerçici
Seha buralarda değişik bir parkın olduğunu, bazı zamanlarda pek çok satıcının bir anda buraya geldiklerini özellikle de o an orada olan çocukların isteklerini yerine getirdiğini duymuş ama…
Üst üste satıcılar girince o parkın bu park olduğunu anlamış Seha. Parkta başka çocukların ve insanların olduğunu da o an fark etmiş. Pek çok çocuk satıcıların etrafını çevirmiş. Seha dışındaki çocuklar parka gelen satıcıların özelliklerini biliyorlarmış. Hemen satıcılardan bir şeylerin istemeye başlamışlar:
- Bana bir aslan getirsene.
- Beni Robinson Cruso’nun yanına götür.
- Bu haftaki ödevlerimi benim yerime yapar mısınız?
- Babam beni ve annemi her gün dövüyor, sizde benim yerime onu dövün
Seha, annesini yanında bir süre olanları izlemiş.
Satıcılar, çocukları güldürecek ya da onları hayretler içinde bırakacak bir şeyler yapıyorlarmış, mesela mendilden gül çıkartıyorlarmış, sıkıca bağladıkları bir ipi üfleyerek çözüyorlarmış, çocukların cebinden tavşan çıkarıyorlarmış ama yaptıkları hiçbir zaman çocukların istedikleri değilmiş. Çünkü onlar bu oyunları önceden hazırlıyorlarmış.
Aslında bu satıcılar hem birer çocuk psikologu hem de illüzyonistmişler Oyunla karışık çocukların hayal dünyalarını, beklentilerini, isteklerini, tepkilerini ölçüyorlarmış. Onlara zaman zaman oyunlar arsında onlara hissettirmeden öğütler de veriyorlar bazı olaylar kendi başlarından geçmişler gibi anekdotlar anlatıyorlarmış. Bu eğlenceli dakikalar hem psikologlara hem de çocuklara faydalı oluyormuş.
Kalabalığın ve kahkahaların, hayretlerin iyice arttığı, bazı çocukların üst üste bir şeyleri istediği bazı çocukların ise bir türlü bir şey isteyemediği dakikalarda çerçi birden bağırmış: Çerçi buraya ilk kez geliyormuş.
- Bir dakika susun.
Çerçinin tok sesi bir anda gürültüyü kesmiş. Herkes çerçiye bakmış.
Çerçi, eşeğinin heybesinden içi dolu büyük bir torba çıkartmış ve çocuklara “ bu torbanın içinde sizce ne olabilir.” demiş gür bir sesle.
Çok kitap okuyan kitap okurken de sözlük karıştıran çocukların pek çoğu bunun bir çerçi olduğunu tahmin etmişler ve de tuhafiye mallarından akıllarına gelenleri söylemişler.
Bazı çocuklar ise ki bunlar kelime hazinesi zayıf olanlarmış mel mel bakmışlar.
Bazı çocuklar ise, oradakileri güldürmek için uç sayılabilecek şeyler saymışlar: Kurbağa, nohut, hava…
Çerçi, oradaki çocukların çoğunun talebe olduğunu ve teste endeksli olduklarını bildiğinden:
- Ben size yardımcı olayım demiş ve eklemiş a) çil çil altınlar b) beş tane futbol topu c) çerçi olduğumdan tuhafiye malları, çorap iplik, kazak mazak, çatal iğne d) kitap c) misketi topaç bebek d) hepsinden
Sonra da sözünü bağlamış:
- Sizce hangi şık doğru çocuklar?
Herkes aynı anda bir şeyler söylediğinden kimse bir şey anlamamış
Çerçi:
- Sadece ağustos ayında doğanlar, yanıma gelsin demiş birden. Büyüklerden de kendine doğru yönlenenleri görünce de ilave etmiş:
- Ve on sekiz yaşından büyükler gelmesin.
Çerçi’nin koymuş olduğu kıstaslara orada olanlardan sadece 6’sı uyuyormuş Hepsi heyecanla ve coşkuyla çerçiye yanaşmışlar. Bunlardan biri der Seha imiş.

Çerçi, çocuklardan boy sırasına girmelerini istemiş. Çocuklar hemen boy sırasını girmişler. İlk sırada duran dört yaşındaymış bu nedenle de boyu en kısa olan o imiş. Çerçi:
- Söyle bakalım, demiş. Kuşlarım bana söyledi geçen hafta balkona kuşlar için su bırakacakmışsın sen. Bıraktın mı?
Şevket uzunca bir “ evet” demiş.
Çerçi “aferin o zaman sana” demiş. Benden ne istiyorsun bakayım?
Oradakiler hemen şunu iste bunu iste diye müdahale etmişler. Müdahale bulunanlardan saptayabildiklerini çerçi bahçenin dışına çıkartmış. Onlar bu hafta “hava” alacaklarmış. Bu korku ile diğerleri susmuşlar.
Çerçi tekrar sormuş
- Torbamdan ne çıkartayım sana?
Şevket düşünürken Çerçi elini heybeye daldırmış güzel mi güzel bir uçurtma çıkartmış
- Al bakalım sana güzel bir uçurtma, demiş
Şevket buna çok sevinmiş. Hemen uçurtmasını alıp uçurmak için oradan ayrılmış.
İkinci çocuk, Çerçi’nin sormasına fırsat vermeden:
- Bu hafta odamı hep ben topladım, demiş. İsterseniz anneme de sorabilirsiniz.
Çerçi, el çabukluğu ile oradakilerin şaşkın bakışları içerisinde şapkadan bir güvercin çıkartmış. Ona Esra’nın doğru söyleyip söylemediğini sormuş Sonra da güvercin ona cevap vermiş gibi:
- Tamam, demiş. Madem odasını kendi toplamış, benden ona bir kitap.
Esra kitaba çok sevinmiş. Çığlık bile atmış “ Yaşasın” demiş. Teşekkürler etmiş.
Ve üçüncü sırada Seha varmış. Yani sıra Seha’ya gelmiş. Çerçi, Seha’ya kaşlarını çatarak bakmış:
- Sen yenisin herhalde, demiş.
Seha, biraz ürkek biraz da heyecanlı:
- İlk geliyorum ben, demiş. İlk defa görüyorum sizi. Ben bisiklet istiyorum.
Çerçi:
- Ama biz demiş ilk tanıştıklarımıza ondan çok daha değerli bir şey, veriyoruz.
Seha sevinmiş:
- Tamam, demiş heyecanla.
Çerçi oradaki çocuklara dönmüş:
- İlk tanıştıklarımıza ne veriyoruz çocuklar:
Çocuklar hep bir ağızdan:
- Çok değerli bir şey, demişler.
- Nedir o çok değerli şey?
- Kitap
Kitap kelimesi Seha’nın canını sıkmış. Bu hiç beklemediği bir cevapmış. Bisiklet, top, çikolata, giysi falan varken.
Çerçi,
- Sen kitabı çok değerli bir şey olarak görmüyorsun herhalde, demiş. Suratın ekşidi.
Seha, utanmış “Herhalde görmüyorum” diyememiş. Belli belirsiz:
- Görüyorum, demiş.
Çerçi:
- O zaman demiş, dedikten sonra da elini heybelerden birine sokmuş kalınca bir masal kitabı çıkartmış. “ Bunu sana verelim ve sen de böylece bize katıl” demiş.
Tam kitabı uzatırken, oradakilerin şaşkın bakışları ve alkışları içerisinde çocukların birinden bir tavşan çıkartmış.
Çerçi, oradakilere dönmüş.
- Bu tavşan pek hayra gelmez ama, demiş.
Bu söz orada bulunan herkesi meraklandırmış. Çerçi onları daha da meraklandırmak için tavşanı yanağına yaklaştırarak arkasını dönmüş. Sanki tavşan bir şeyler anlatıyor muş da o da duyduklarına inanamıyormuş gibi bir hava yaratmış:
“ Aaaa…”
“ Yok canım.”
“ İnanmıyorum.”
“ Şimdi vermeyelim mi?”
Herkes neler olduğu hakkında fikir üretiyor fikir üretenlerden bazıları da düşündüklerini yanındakilerle paylaşıyormuş.
Çerçi bir süre sonra, yüzünü oradakilere döndürmüş. Şaşkın şaşkın Seha’ya bakmış.
Elindeki kitabı göstermiş:
- Bu çok değerli şeyi bugün sana verecektim ama bu tavşancık bir şeyler söyledi kafamı karıştırdı demiş. “Bu kitabı almak için sana iftira mı atıyor yoksa söyledikleri doğru mu? “
Seha, ürkerek ve korkarak sormuş:
- Ne söyledi?
- Vallahi ben inanamadım. Sen bu kitabı daha parktan çıkmadan ya parçalarmışsın ya da atarmışsın. Doğru mu?
Seha’nın zaman zaman kitap yırttığı ya da kitap sayfalarından uçak yaptığı bazen de kendisine verilen bir kitabı çöpe attığı olmamış değil ama şimdi nasıl itiraf edecekmiş. Mecburen, zor duyulur bir sesle ” hayır “demiş:
- Ben de inanmadım ama, daha geçen ay, öğretmeninin okuman ve özetini çıkartman için verdiği kitabı sırf okumamak için bilerek otobüste unutmuştum.
Seha, olayı anımsamış, yalan olduğunu bile bile
- Ama ben gerçekten unuttum, demiş
Okumayı çok seven çocuklardan bazıları bu olaya şaşırmışlar.
- Kitap unutulur mu bir yerde, demişler.
- Kitap seven biri bunu yapmaz, demişler.
- O zaman bu çocuk yarın ne yapacak yazık, demişler.
Seha bunları hep duymuş. Bu arada hiç tanımadığı bir çocuk da atılmış:
- Ben bu çocuğu hatırladım, demiş.
Herkes kendisinden yana bakınca da açıklama getirmiş.
- Geçen sene okul biter bitmez bütün kitaplarını çöpe attı. Ben gözlerimle gördüm. Allah bilir hep aynı şeyi yapıyor bu arkadaş. O kitaplardan bile evinde kendine göre küçük bir kitaplık oluşturabilirdi. Ben böyle yapıyorum mesela.
Köşede sessiz sedasız duran bir kız da kendini alamamış lafa karışmış:
- Özür dilerim ama hem bu arkadaşla konuşmak çok sıkıcı
Çerçi,
- Arkadaşın hakkında böyle konuşma demiş.
- Ama ben onun iyiliği için söylüyorum, demiş kız. Konuşurken hep aynı kelimeleri yineleyip duruyor
Çerçi bu cevaba çok şaşırmış gibi yapmış. Beden dili ile de destekleyerek
- Niye öyle oluyor ki? demiş.
Kız, her gün en az yarım saat kitap okuduğundan kelime hazinesi çok zenginmiş. Bu nedenle duygu ve düşüncelerini çok rahat anlatabiliyor, aynı kelimeleri sürekli tekrar etmek zorunda kalmıyormuş. Bu nedenle de niye sorusuna şöyle cevap vermiş:
— Tavşan da söylemiş ya, kitap okumuyor. Böyle olunca da yeni kelimeler öğrenemiyor. Hem bizim kullandığımız kelimelerin anlamlarını da bilmediğinden söylediklerimizi yarım yamalak anlıyor, anlaşamıyoruz. Ne olur o kitabı bana verin. İki günde okur size iade ederim.
Çerçi:
- Gerçekten de kitap okumaktan böylesine nefret ediyorsa delikanlımız bu kitabı ona vermemek lazım belki, demiş.
Tam bu sırada da masal bu ya, eşek anırmış. Çerçi için bu tam aradığı fırsatmış. Oradakilere dönmüş:
- Bir şey söyledi bizimki demiş.
Oradakiler gülüşmüşler.
- Ne söyledi, diyenler olmuş.
- Ne söylediğini bilmek ister misiniz demiş, çerçi verilecek cevabı bilmesine rağmen.
Çoluk çocuk, kadın erkek kız orada bulunan herkes hep bir ağızdan çerçinin sorusuna:
- Evet, demişler.
Çerçi, Seha’yı yanına çağırmış. Kulağına
- Eşeğimim söylediği doğru mu, demiş.
Seha, anlamamış ki eşeğin ne söylediğini. Mecburen susmuş.
- Çerçi bu çocuk var ya bu çocuk üç yıldır bir kez olsun öğretmenine kitap özeti vermedi, dedi.

- Çarşamba günü verecektim ama, demiş Seha Çerçi’nin bile zor duyabileceği bir ses tonu ile.
Çerçi azıcık daha Seha’nın üzerine gitmenin faydalı olacağını düşünmüş. Sadece Seha’nın duyabileceği bir şekilde:
- Gerçekten de eşeğin dediği gibi, bir kere bile mi kitap okuma formu vermedin mi öğretmenine, diye sormuş.
Seha, utanmış tabi. Hayır diyememiş.
- Çarşamba günü verecektim ama. Yemin ediyorum, demiş Çerçi’nin gözleri içine bakarak.
Çerçi, bir an için merak edip sormuş.
- Eviniz de hiç kitap yok mu?
Seha, bu soruya var ya da yok diye cevap verememiş. Eline zaman zaman kitap geçmiş çünkü ama annesi ve babası henüz evlerinde küçük de olsa bir kitaplık oluşturmadıklarından o kitapları ne yaptığını anımsayamamış
- Kütüphaneden yarın alacağım, demiş.
Bu son söz çerçinin hoşuna gitmiş. Hoşuna gitmiş çünkü Seha, bu sözü ile yaptığı yanlışlığın farkında olduğunu göstermiş.
Evet, her anne baba çocukları için evde küçücük de olsa bir kütüphane oluşturmalıymış ama bunu yapamadı ise ya da düşünemedi ise bu vakıa kitap okumamak için bir mazeret olarak gösterilemezmiş. Seha’da bunun farkına varmış.
Sınıflarda, okullarda, semtlerde, şehirlerde var olan ve de ödünç veren pek çok kütüphane varmış
Evde kitap yok ise sınıfta, sınıfta yok ise ilçede ilçede yok ise ilde kitap varmış, yeter ki o kitaba erişmek için gerekli arzu duyulsunmuş.
Çerçi, bir an meraklı gözlerin hala üzerinde olduğunu görmüş. Muhtemeldir ki herkes Çerçi ile Seha’nın ne konuştuğunu ve de çerçinin nasıl bir açıklama getireceğini merak ediyormuş. Çerçi kimsenin beklemediği bir şekilde elindeki kitabı saklayarak:
- Okumuş koşulu ile bu kitabı kime vereyim? demiş.
Orada bulunan herkes en değerli varlıklardan biri olan kitaba sahip olmak istiyorlarmış. O nedenle de, kendilerince bir eda ile de, “ bana, bana verin” demişler.
Çerçi, elleri ile kalabalığı susturmuş. Sonra da
- Kitaba sorayım o zaman, demiş. Kime gitmek isterse ona vereyim. ve gerçekten de elindeki kitaba sormuş “ Söyle bakalım kitap, okunmak için kime gitmek istersin?”
Herkes, çerçinin bu suali üzerine suspus olmuş. Herkes nefesini tutmuş, kitaptan gelecek cevabı beklemeye başlamış.
Bir saniye, beş saniye, on saniye derken Çerçi’nin kitabı bir anda Çerçi’nin el çabukluğu ile adeta uçarak Seha’nın eline varmış. Varmasıyla da itirazlar gelmiş:
“Ama Seha kitap okumuyor.”
“ O bu değerli şeyi hak etmedi.”
“ Fakat bu bir haksızlık! “
“O bunun değerini bilmez, kitaba yazık.”
Çerçi, artan itirazlar üzerine ellerini birbirine vurmuş ve öyle kuvvetli bir ses çıkartmış ki orada bulunan herkes bu sesten ürkmüş, susmuş.
Çerçi’nin de isteği buymuş zaten.
“ Küçük dostlar büyük dostlar “ demiş. “ Seha’nın bu zamana kadar kitap okumaması bundan sonra da okumayacağının kesin bir kanıtı olamaz. Bir fırsat verelim ona.”
İtirazlar sürmüş.
Çerçi, kuvveti kolları ile Seha’yı havaya kaldırmış ve onun kulağına “ Burada bulunanlara öyle bir şey söyle ki, evet buna bir şans daha verelim sonra da sonucu bekleyelim desin burada bulunan herkes.” demiş.
Seha, gözleri ile kalabalığı süzmüş. Onların jest ve mimiklerinden aklından geçenleri okumaya çalışmış kendince de okumuş ama bu okumadan pek de memnun kalmamış.
Ve birden, öğretmeninin yumuşak tatlı sözleri gelmiş usuna “ Kitap okumadığın için sana kızmıyorum ama üzülüyorum ve bir gün seni kitap okurken görürsem çok sevineceğim, çok mutlu olacağım hem kendim için hem de senin için.”
Seha’nın gözleri bir anda kalabalığın içerisinde annesini bakmış bakmış ama gözleri annesinin gözleri ile örtüşmemiş. Annesi kim bilir neden çerçinin kollarındaki oğluna değil uzaklarda bir yere bakıyormuş. Seha o an “şimdi burada öyle bir söz edeyim ki demiş, annemin gözleri parlasın ve bana dönsün.” Bu heyecanla da ağzından şu cümle gayriihtiyarî olarak çıkmış:
“ Yarın öğretmenimi sevindireceğim”
Bir öğretmeni sevindirecek önemli şeylerden birinin “ öğrencilerine verdiği bir vazifenin öğrenci tarafından yapılması “ olduğunu bilenler son cümleyi konuşulanlarla da ilintileyerek:
“ Soracağız ama” demişler.
Seha, kararlı bir şekilde:
- Sorun, demiş.
Çerçi, ortaya çıkan ses gürültüsüne sesini yükselterek son vermiş:
- Haftaya bugün gene buradayız. Hoşça kalın.
Bu bir masal ya, çocuklardan bazılarının canı sıkılmış, bazıları “ bu ne iş” demiş bazıları olanları ve söylenenleri o an unutmuş.
Ve gözler açılmış, kapanmış… Gün olmuş devran dönmüş, zaman akıp gitmiş.
Çerçi toplanan Kalabalılığa a seslenmiş:
- Seha. dün kitap okuma formunu öğretmenine verdi.
Ve o an gökten üç değil beş elma düşmüş:
Biri, bu masal oluşturanın başına
Biri, Seha’ nın öğretmeninin ve onunla iş birliği yapan çerçinin başına
Biri, doğru yolu bulan Seha’nın başına.
Biri güzel ya güzel bir masal değil diyenin başına…
Biri de, anlayanın ve de henüz anlayamayıp da anlamaya çalışanın başına.

18 Ekim 2011 Salı

ŞİİR VE ŞAİR ÜZERİNE BİR MÜTALAA

Sır dolu bir dünya mı şiir
Yoksa gerçeği yansıtan bir ayna mı?

Her okuyan kendine özgü bir mana mı çıkartmalı bir şiirden
Yoksa şiir, okuyanı yok mu etmeli kendinde

Kelimeler mi nüfuz etmeli şiire
Şiir mi ayrışmalı kelimelerden

Sahi,
Hayal dünyası ile mi sarmaş dolaş olmalı şiir
Okurla mı yoksa şairle mi kucaklaşmalı

Şiiri özgür mü bırakmalı da
Şaire mi ket vurmalı,
Yoksa kelimelerin önüne set kurup
Seti aşan kelimelerden şiir mi oluşturmalı

Şiir mi kendini yazanda güzel duygular uyandırmalı
Yoksa okuyan mı şiirden haz almalı

Sahi
Şairin bol olduğu bir ülkede şiir fukarası mı olmalı
Yoksa yoksa
Şiirin bol olduğu bir ülkede bir şair mi olmalı?

16 Ekim 2011 Pazar

ANIMSAYABİLDİNİZ Mİ?

1- Tenis karşılaşmalarının yapıldığı yere ne denir?
K - - - -

2- Havaalanlarında uçakların yanaşarak park ettikler yere ne denir?
A - - - -

3- Türkler Hititlere ne ad verir?
E - - - -

4- Cenup kelimesine bugün ne denilmektedir?
G - - - -

5- S. Freud denilince akla gelen bilim dalı hangisidir?
P - - - - - - -

6- Beyzbol sopasının üzerindeki dikiş sayısı kaçtır?
1- -

7- Beyzbol kaç kişi ile oynanır?
-

8- Eski bir inanışa göre dünya hangi hayvanın boynuzları üzerindedir?
Ö - - -

9- Belgegeçer yerine hangi kelimeyi de kullanmak olanaklıdır?
F - - -
10- Çaydaçıra hangi yörenin bir oyunudur?
E - - - -




Cevaplar: 1- kort 2- Apron 3- Etiler 4- Güney 5- Psikoloji 6-108 7- 9 8- Öküz 9- Faks 10- Elazıg

15 Ekim 2011 Cumartesi

AFERİN ONA

Kader edepsizlerle bir etti onu
Kader deyip, edepsizlerden olabilirdi amma
Eğriyi doğrudan ayırdı garibim,
Edebi edepsizlerden öğrendi,
Gevher oldu,
Aferin ona!

11 Ekim 2011 Salı

DAYAN ve KIŞ

-Bir şey söylesen Haldun...

-Ne söyleyeyim ki Bey...

-Ne bileyim ben, söyle işte bir şeyler; bağır, çağır, hakaret et meselâ...

-Aman Bey.

-Ben sana söylememiş miydim de... Bey ben bu yolu bilmiyorum; gelin bu kışta kıyamette, bu yoldan gitmeyelim dememiş miydim de...

-(Gülümser) Olsun Bey...

-Geride dört çocuğum var benim de ( Duraksar) Dörttü değil mi?

-(Hafifçe kızararak) Öyle Bey.

Öyle mi? Ne biçim öyle deyiş o Haldun.

-...

-Yoksa gene mi?

-İstemedik ama Allah verdi Bey.

-( Sinirlenir) Oh ne alâ be. İkincide de üçüncüde de aynı şeyi söyledin sen...

-Aslında hep bir kızımız olsun istiyoruz da Bey...

-Ne iş be... Bitaraf tutturur oğlan diye, bir taraf tutturur kız diye... Evlâdın oğlanı kızı mı olur be..

( Daha da sinirlenir) Bana ne be.. Ne haliniz varsa görün... Hani besleyebil de elli tane çocuk sahibi ol, yüz tane ol, bana ne...

-...

Soğuk bir kış günü idi... K..........’ya gidiyorlardı...

Kerim Bey iyice büzüldü:
- Vallahi üşümeye başladım ben, dedi. Ve ekledi: ”İster misin bir de kar bastırsın şimd?.”

Şoförün karşılık vermemesi üzerine de sordu:

-Ne dersin çıkıp biraz yürüsek mi Haldun?
-Nereye yürüyeceğiz Bey?

-Elimiz kolumuz bağlı mı duracağız şimdi burada böyle?

-...

-...

Diyorum ki, hani, şu motora...

-Yok Bey, onu silin kafanızdan. O motordan bize hayır yok artık. Yani ben bir şey yapamam.

-(Sesini alabildiğince yükselterek) Sakin sakin konuşma öyle be adam. Kaç kere şu motoru revizyondan geçirelim demedim mi ben sana de. Bağır çağır, ağzına geleni söyle...

-...

-Hem, hem arabanın durumunu bilen sensin. Ben gitmiyorum diyecektin. Çıkmayacaktın yola.

-(Sinirlenir gibi olur) Bir kere demiştim de Bey, bir zamanlar hani, tekrar işe almanız için günlerce kapınızda nöbet tuttum...

-Tamam tamam kes...

-Geçindirmek zorunda olduğum çocuklarım var benim.

-Tamam dedik ya...

Kerim Bey, indi otomobilinden. Paltosunun düğmelerini ilikledi; yakasını kaldırdı. Ellerini cebine soktu, büzüldü...

Şoförün de indiğini görünce:

-Gene de, dedi. “Gene de her şeye rağmen gitmem diyecektin... Mademki arabanın bir halt edeceğini biliyordun ben gitmem diyecektin. Şoför ben değilim ki... Ben gideceğiz dersem bile sen gitmeyeceğiz diyecektin. İcabında, sen gideceksen gitdiyecektin.(Göz ucuyla şoförüne baktı) Al arabanı çek git diyecektin...”

Çömeldi:

-Bütün kabahat senin, dedi.

-Öyle, diye soludu şoför. Çok doğru söylediniz. Bütün kabahat bende.

-...

-...

Kalktı Kerim Bey. Ellerini arkasına koydu, dolanmaya başladı:

-Birkaç gün sonra bir de bakacaklar bir araba, yanı başında donmuş iki adam...

Durdu.

-Haldun, dedi.

Gayri ihtiyari elleriyle önünü kapadı Haldun; toparlandı:

- Buyurun Beyefendi.

-Sağ salim kurtulalım buradan, maaşına yüzde yüz zam yapacağım.

- Sağ olun Bey.

- Ciddi söylüyorum bak...

- Yeteri kadar maaş veriyorsunuz zaten sağ olun...

-Olsun... Atarsın bir köşeye.

-Allah razı olsun Bey, Allah başımızdan eksik etmesin sizi.

-...

-...

-Epeydir senin maaşını arttırmadım herhalde ben.

-Üç sene kadar oldu bey.

-O kadar oldu mu?

-...

- Ama hiç şey yapmadın...

-Yüklüce bir zam yapmıştınız o zaman Bey. Şimdi bile iyi...

-(Hatırladı, gülümsedi...) Şeye gidiyorduk o zaman değil mi? Yolda kalmıştık da kurtulalım maaşını şu kadar edeceğim demiştim...

-Söylediğiniz para büyük paraydı Bey.

-Doğrusu hiç tahmin etmemiştim ama aybaşı olup da...

-...

-Ev, köy sahibi yaptınız beni Bey; sağ olun... Hem... Sustu. Etrafına bakındı:

-Bey, dedi.
Heyecanlanmıştı
- Bey araba.
-Ne?

- Buraya doğru gelen bir araba var.

Etrafına bakındı Kerim Bey:

- Hani nerede?

- Motor sesi işitiyorum...

Kerim Bey sinirlendi:

- Motor sesi işitiyormuş, dedi. Şuna bak...

- Doğdum doğalı ben bu işin içindeyim Bey.

-Korku senin beynine vurdu galiba. Motor sesi duyuyormuş da, buraya doğru gelen bir araba varmış da...

-Etrafına bakındı:

- Başlarım şimdi senin arabandan marabandan. .Yaptığın yetmiyormuş gibi bir de...

-Araba Bey... Bakın dememiş miydim ben size...

Haldun’un işaret ettiği yere baktı Kerim Bey. Gördü arabayı.

-Allah! dedi sevinçle Allah!

Şoförünün yanına koştu:

-Hava biraz ısındı mı? Isındı mı ha?

Gayri ihtiyari güldü şoförü.

- Bilmem ki Bey, dedi.

-Bana ısındı gibi geliyor ama.

-O kadar da soğuk değildi ki Bey.

-Yok canım.

-Belki de bize öyle geldi.

- Bu hava insana dokunmaz be.

-Dokunmaz ya Bey.

-Niye korktun öyleyse ha? Korktun beni de şey yaptın. Kaldıysak kaldık yolda be...

-...

- Haldun be?

-...

- Oh be, oh be, oh!

Davrandı Kerim Bey. Yolu ortaladı. Kaldırdı ellerini havaya:

- Durun durun... Durun lütfen...

Eski model bir pikap, biraz önlerinde durdu.


***

“Öyle bir yol ayrımı ki, mecbursun
Karar vereceksin birinden birine;
Asfalt biri, pembe bulutlar üzerinde...
Çamur ötekisi, girdisi çıktısı da çok
Yetmiyormuş gibi, bir de toz duman üzerinde…”


-Çoğu zaman insan bilemiyor; veriyor bir karar uyguluyor... Sonra da düz bir yola çıkıyor ya da giriyor tozun dumanın içerisine, günlerce aylarca bazen de yıllarca uğraşıyor çıkayım diye.

Konuşkandı pikabın şoförü. Konuşmak için mevzuu bulmakta müşkülat çekmiyor, konudan konuya ustalıkla geçiyordu.

Pikap şoförünün son sözlerini pek sevmişti Haldun:

- Öyle ya, dedi. Çok doğru söyledin. Bilemiyor ki insan gün ne getirecek ya da ne götürecek.

Patronuna döndü:

-Öyle değil mi Bey?

Kerim bey dalıp gitmişti. Beyinlendi:

-Efendim, efendim Haldun. Bir şey mi söyledin?

-Seçilen yolda diyorum, refah içerisinde ilerlemekte var sıkıntıya gark olmakta.

- Yaaa,ya... Hâkikaten öyle. Öteki yoldan gitmiş olsaydık çoktan varmıştık çoktan...

- Öyle değil Bey; hayat yolunda diyorun ben.

-Nasıl yani?

- Yani...

Vazgeçti:

-Haklısınız patron, dedi.”Varırdık çoktan.”

Önüne döndü, gözünü yola dikti...

***

Vites değiştirdi pikabın şoförü. Direksiyona biraz daha sıkı sarıldı:

-Benim ağacım o,dedi. Gerçi buralarda herkes ona benim ağacım der ya.

Az evvel, aracını sağa çekip durdurmuş, ufak bir bidon suyu biraz ötelerindeki bir ağacın dibine götürüp dökmüştü.

- Allah’ın hikmetinden sual olunmuyor, dedi Haldun.

Kerim Bey, anlamlı anlamlı başını salladı.

-Ben böyle yerleri iyi bilirim bizim oralardan... dedi Haldun. Hiçbir şey yetiştiremezsiniz... Ekin bakın hemen kurur; bu topraklar böyledir. Görüyorum ekmişsiniz ama boşa. Kurumuş hepsi...

-Hepsi kurudu evet; daha doğrusu biri hariç hepsi kurudu.

-O da kurur...

-Aslında hoş bir adı varmış bu ağacın ama bir türlü aklımda tutamıyorum. Baktım olacak gibi değil ben de “dayan” ağacı dedim çıktım.

- Dayan ağacı mı?

-Beş seneden beri dayanıyor... Yaşayacağım diyor.

-Ama siz kurutacaksınız herhalde, dedi Kerim Bey. Güldü: “ Bu havada su dökülür mü ağaca?”

- Bu yoldan geçip de bu ağaca uğramayan yoktur... Hele...

Bir kamyon geçti yanlarından. Bir de jeep geçti...

10 Ekim 2011 Pazartesi

BU İŞ BÖYLE

Söyledik ona
Deli olma
Laf cambazıdır, dikkat et dedik
Nasihati onuruna yediremedi her hal
Çıktı karşısına
Darmadağın oldu
Ne yapalım,
Kendi deşen ağlamaz…

9 Ekim 2011 Pazar

KELİME DAĞARCIĞIMIZI ZENGİNLEŞTİRELİM

DÜMEN SUYUNDA GİTMEK: Her şeyde ona (birine) uyarak davranmak
KORKU: Bir tehlike ya da tehlike düşüncesi karşısında duyulan duygu.
KAYGI: Endişe duyulan düşünce, herhangi bir konuda arzu edilene erişilemeyecek gibi bir duyguya kapılma
ŞOK: Beklenmedik bir dutum karşısında ortaya çıkan şaşkınlık durumu
ŞOKE: Birdenbire şaşırmak
BİRGÜN: Öbür gün:
KİŞİLİK: Bir kimseye özgü özellik
SINA: Araba tekerleğinin çemberi, yaşıt
SINAV: Bir kişinin bilgi düzeyini ölçmek için yapılan yoklama, imtihan
SINAMA: Deneme, tecrübe
SINANMAK: Denenmek
OLGU: Edebiyat eserlerinde olayı ya da olayları geliştiren davranış
PERFORMANS: Başarım, bir işte bir kişinin yapabileceği en iyi derece
MONOLOG: bir kişinin kendi kendine yaptığı konuşma
YANLIŞ: Bir kurala, bir ilkeye uymama
YALIN: Sade, temiz, alev
YANILGI: Yanlış davranış
Yanılmak:
NÖTR: Etkisiz, tarafsız
TOY: Tecrübesiz, gençliği dolayısıyla görgüsüz ve beceriksiz olan
YEDİĞİ NANEYE BAK: Yersiz ve gereksiz iş yapma durumu

8 Ekim 2011 Cumartesi

AFERİN ONA!

Kader edepsizlerle bir etti onu
Kader deyip, edepsizlerden olabilirdi amma
Eğriyi doğrudan ayırdı garibim,
Edebi edepsizlerden öğrendi,
Gevher oldu,
Aferin ona!

4 Ekim 2011 Salı

ARİF OLSAYDIK ANLARDIK HERHALDE

Fütur etmemek ne haddimize
Kelam hazretten
Ariftir, bir bildiği vardır herhalde
Vardır da, adımı anmış
Tenzih ederim onu demiş
Mevzu asrilikmiş
İki ayrı zat anlattı
İkisi de hasbıhaline katılmış
Üçüncü bir kişi olsaydı yanımızda
Birinin anlatısında
Çağdışı bulurdu beni muhtemelen, ürperirdi
Ötekisinde
Pes yani, derdi bu kadar çağdaşlık uç
Böyle bir mevzu da
Beni niye tenzih etti
Anlamış değilim.

3 Ekim 2011 Pazartesi

FELSEFE

Hiçbir şey
Her şeyse
Her zaman
Her saattir.
Her gün
Her yılsa
Her an
Bu andır…

Hoş geldin güzel ise
Hoş bulduk muhteşemdir
Gülümseyen bir yüz güven ise
Kahkaha atana ne demeli?

Her şey her şey ise
Birkaç şey
Hiçbir şey de olabilir
Her zaman,
Her şeyde olabilir
Bazı zaman

Dün dünde kaldı,
Gün bugünkü gündür…

***

GÜZEL SÖZ:

Şu dünyayı dolaştım giymedim başıma taç
Ne zengini tok gördüm ne fakiri aç.
Hz. MEVLANA
***
GÜZEL SÖZ:

En yalnız adam kendisiyle geçinemeyendir ( Mark Twain)

2 Ekim 2011 Pazar

HAA !
-…
— Neye şaşırıyorsunuz? Hade arkadaşlar, dut yemiş bülbüller gibi böyle sus pus oturmayalım. Mesela, mesela çok kızdığınız, sevindiğiniz, şaşırdığınız, bu da nasıl oluyor ya dediğiniz bir mevzuu bizimle paylaşın da üzerinde konuşalım. Maksat eskilerin deyişi ile hasbıhal olsun. Haydi eski topraklar, yıllıanmış delikanlılar… Ha, ilk parmak Razman Bey’den. Buyurun Razman Beyciğim.
—Bizim evin önünde küçük bir cadde var. Caddenin hemen girişinde de bir trafik levhası. Anlamı girilmez. Geçen gün üşenmedim saydım, yarım saat içinde 39 araba girdi…
-…
— Şoförlerine dikkat ettim gran tuvaletlisi de vardı, bayanı da, genci de vardı, kıdemlisi de.
- …
— Affınıza sığınarak söylüyorum, girilmez levhasını görmemek için ya kör olmak ya da kör cahil olmak gerekiyor.
-…
— Ki ben, girilmez levhası olduğu için yüz metre öteki yoldan giriş yaparak evime gidiyorum.
-…
— Bunun nesine şaşırdınız ki Razman Bey kardeşim? Bu yaşa gelmişsiniz ilk defa mı şahit oluyorsunuz trafik kurallarına uymamayı yasağı takmamayı maharet sananlara?
— Koskoca girilmez levhasına rağmen bu insanların bu yola girmelerine deli oluyorum.
— Bunun ne sakıncası var ki?
— Hangi birini söyleyeyim sana?
— Hangisini mi? O kadar çok mu?
— Mesela, dokuz yaşındaki torunum soruyor girilmez denilmesine rağmen girenleri görünce: “ Dedecik, sen aptal mısın, manyak mısın, geri zekâlı mısın, ruh hastası mısın, saplantıların mı var?” diyor bana.
—Dede ile öyle konuşulur mu? İşaret parmağını göstererek” hıııııııı” demiyor musun?
-…
— Peki de niye öyle diyor yumurcak?
— Çünkü ben girilmez levhasını gördüğüm için o yola girmiyorum.
— Eee, doğruyu yapıyorsun sen. Girilmez levhası varsa girmemek gerekiyor. Oraya o levha yerleştirildiyse bir geçerli nedeni vardır.
— Attıracaksın şimdi benim tepemi ha!
— Razman Bey, ben seni konuşturmak için söylüyorum kızma.
— Ben şahsına değil, girilmez levhasını kimsenin takmamasına kızıyorum. “Bu insanlar girilmez levhasına rağmen niye giriyorlar dedecik?” diyen toruncuğuma cevap verememe konumuna düştüğüm için kızıyorum. Bak gene sinirlendim, şimdi ağzımdan kötü bir laf çıkacak.
— Aman ha, yakışmaz sana.
— Hatta eski bir komşu var, trafik polisi, o bile giriyor. Yolun girişinde “ tek yön” levhası var, girilmez levhası vaaaaaar.
— Yükseltmeyin sesinizi Razman kardeşim Şekeriniz var, tansiyonunuz var. Hem trafik kurallarına riayet etmeyen ben değilim.
— Düşünüyorum taşınıyorum girilmez levhasına rağmen bu yola güren bu sürücüleri hangi kefeyse koyacağımı bilemiyorum. Bu sorunun bir çözümü olmalı.
— Hangi soruna?
— Bir saattir ne anlatıyorum ben?
— Tamam tamam kızma…
— Yani ya o girilmez levhası oradan kaldırılmalı ya da girenlere “ Hayır ola, girilmez levhasını niye önemsemediniz “ diyerek cezası kesilmeli.
— Haaa!