15 Nisan 2010 Perşembe

REVANİLİ ŞİİR
Bir çivi benden
Bir çivi senden olursa
Düzeltilebilir belki demişsin benim için
Mersi desem kızarsın şimdi
Türkçesi varken, niye “mersi” ki dersin
Thank you desem “üffff” dersin
Çivileriniz hazırsa
Akşama kahvehanedeyim elimde revani olacak

6 Nisan 2010 Salı

….......................... HİKAYE …....................................
SANCI
Bir sabretti iki sabretti, sabrı tükendi, kocasına , biraz da sesini yükselterek:
Ne dönüp duruyorsun yatakta Akif, dedi. Uyku tutmadıysa kalk, salona falana git.
Akif Bey, cevap vermedi . Yavaşça kalktı. Terliklerini giydi. Salona geçti. Salon perdesini aralayıp dışarıya baktı.
Nevruz Hanım'ın canı sıkıldı. Uykusu da kaçtı. Kendi kendine söylenerekten yataktan kalktı.. Kapıyı örtmeden dışarı çıkmıştı kocası. Dışarı çıktı. Salon elektrikleri yanık değildi. Işığı yaktı, etrafına bakındı. Kocası pencerenin önünde dışarıya bakıyordu. Bir şey demedi. Koltuklardan birine oturdu. Kocasının, özüre bab bir şeyler söylemesini birkaç dakika bekledi olmadı. Bunun üzerine kocasının yanına gitti, koluna girdi.
Beraberce ikili kanepeye oturdular. Nevruz Hanın, kocasının elini tutup sıktı:
Proplem ne hayatım, dedi. Kaç gündür hep böyle.
Akif Bey, cevap vemedi. Nevruz Hanım aklına ilk gelen olasılıkları sıraladı:
İşlerin mi bozuldu, ekonomik kriz dedikleri şey seni de mi vurdu?

Kızın meselesi mi?

Kefil olduğun o adam mı borçlarını ödemiyor?

Bir sağlık sorunun falan mı ortaya çıktı?

Nevruz Hanım, kocasının başından tuttu, göğsüne dayadı.
Bir şey var. Ben senin karın değil miyim?

Başka bir kadın mı?

… girdin de çıkamıyor musun?

Nevruz Hanım sinirlendi. Ayağa kalktı. Ellerini iki yana açarak:
Öyleyse ne. Bir şey söyle...
Akif Bey, asabının doruk yaptığı anlarda birkaç kez burnunun ucuna hızı hızlı elini sürterdi. Öyle yaptı:
Sizin köyde hiç tanıdık kaldı mı?
Pardon, anlayamadım.
Yaa senin bir halanın mı dayının mı bir akrabası vardı köyde. Hala orada mı acaba?
Orada, emecen mi?
..
Bir anlatsan proplemi?
Orada mı, bir bilgin var mı?
Kocasının ses tonu, Nevruz Hanım'ı etkiledi. Ses tonunu düşürerek:
Ne bileyim ben Akif. Hem görsem tanımam, hem de yıllar geçti aradan, öldü mü kaldı mı? Hem bayram değil seyran değil nereden çıktı bu?
Yaa, hani diyorum ki, bizim köye bir inse de bir baksa Dudu orada mı? Haaa, olur mu?
Dudu da kim Akif?

Nevruz Hanım'ın gözleri kocasının yüzündeydi. Onun mimikleri “ Dudu'da kim?” cümlesinin ona acı verdiğini hissetti.Ona söyletmemek için zihnini zorladı. Anımsadı. Dudu
Sabahattin Hala'nın kızıydı. Kızıydı da onu bu dakikalarda niye hatırlaması gerektiğin çıkartamadı..
Aklına geldi, sordu:
Nereden usuna geldi şimdi o?
Akif Bey'in tam aradığı soruydu bu. Konuştu:
Hatırlıyor musun bilmem, yıl başından birkaç gün sonraydı. Geç vakit nefes nefese geldi... “ Abi dedi orada bir göz odalı bir ev var. Satılıkmış. Kurban olayım onu bana al.
Çocuklarımla oraya yerleşirim, borcunu da sana elime geçtikçe öderim. “ dedi. Hatırladın mı?
Hatırlar gibi oldu.
- Nasıl heyecanlıydı. Sevinçliydi de... Alıvereceğimden emindi... Kaça demiştim de, kaç demişti hatırlamıyorum ama, cebimdeki parayı çıkarıp versem birazını bu fazla diye iade ederdi.
Ufff Akif... Kaç yıl geçti aradan.
Akif Bey'in beyni karısının söylediklerini algılamadı. Bir garip gülümsedi:
Hatırlıyor musun Nevruz, kar yağıyordu vakit de epeyce ilerlemişti ve sen ve ben onu uğurlamıştık ben, yarın uğrar hallederim demiştim, sen de bu saatte bu havada bir yere gidemezsin de dememiştin, Akif, Dudu'yu evine bırak da...
Nevruz Hanım, konuşmadan sıkıldı:
Yarından tezi yok sen bir akıl doktoruna git, dedi.
Kocasının bir şey demesine olanak bırarakmadan da salondan ayrıldı, yatak odasına geçti, yattı.
Akif Bey, konuşmak istiyordu. İçindekilerini boşaltıp rahatlamak. Karısının arkasından odaya gitti. Yatağın kenarına ilişip seslendi:
Navruz.
Cevap vermesine olanak bırakmadan sözünün ardını getirdi:
Başımdan savmak için yarın bir aralık ben uğrar bakarım demiştim.

Kendine hakim olamadı, ağlamaklı sürdürdü konuşmasını:
Hatırlıyor msun kapıdan çıkarken Abi o camiden in hemen solda bir ev var orada oturuyom. Camı kırık ama, taktıracam elime biraz para geçince... tanırsın, demişti. Gözlerini sildi Akif Bey. Karısı da yataktan doğrulmuş yatağın ortasına bağdaş kurup oturmuştu. Devam etti: Aslında bir aralık uğrayıp bakmak istemedim de değil ama, olmadı işte. Oda demedi ki unutmuştur falan filan bir hatırlatayım...
Nevuz Hanım, kocasının durumuna üzüldü:
- Hayatım nereden aklına geldi şimdi bunlar. Yıllar geçti. Sokakta karşılaşsanız vallahi o seni tanımaz sen onu tanımazsın.
Allah kahretsin, ne bileyim işte. Yani onun yerine başka birisi olsa, suratımın tam ortasına tükürür “ Annem bir lafın üzerine anılarla dolu babadan kalma evi senin için sattı.” derdi.
Senin sinirlerin bozulmuş belli. Haydi şimdi yat, yarın şöyle salim kafa ile mütalaa yapar yapılabilecek bir şey varsa yaparız ha.
Sen uyu. Ben biraz kitap okuyayım, belki kafam dağılır.
Akif Bey, yavaşça odadan çıktı, çıkarken de yatak odasının ışığını söndürdü.
Salona çıktı. Kitaplığa yöneldi ise de masanın üzerindeki gazeteye ilişti gözü. Fırsat bulup okuyamamıştı. Masanın yanına gitti, sandalyeye ilişti gazeteyi eline aldı. Gölbaşı'nda yakalanan ve silah dolu olduğu iddia eden gazete haberini okumaya başladı. Yarısına gelince sıkıldı. Gazeteyi bıraktı elinden. Mutfağa gitti. Bir fincan sallama çay yaptı. Mutfaktaki radyoyu açtı. Zeki Müren'den bir parça çalıyordu.. Zeki Müren'i pek severdi. Bir kaç yudum çay, Zeki Müren'den bir sanat müziği şarkısı iyi geldi. Tekrar salona geçti. Eline bir kitap aldı, üçlü kanepeye uzandı. Okumaya başladı.
Ezan okunmaya başlayınca kitabı kapattı. Sabahın sessizliğinde ezan sesi pek etkileyici geldi kendine. Ezan bitince kalktı, soğuk su ile elini yüzünü yıkadı. Cep telefonundan kalkınca okusun diye bir mesaj yazdı oğluna.
Oyalanayım diye yabancı kanallarından birini açtı. Bir film vardı. Yabancı dili yoktu. Olayların akışından nelerin olup bittiğini anlamaya çalışmak için gayret sarfetti, bunu yaparken de emeline oluştu. Kafası dağıldı.
Kapı zili belli belirsiz çalınca beyinledi. Oğlu gelmişti. Koşup kapıyı açtı: Serhat , merdivenleri hızlı hızlı çıkmıştı:
Hayır ola baba, dedi. Ne oldu?
Yok bir şey.
Ne bileyim.
İşe giderken uğra beni de al, dedim. Kaygılanma diye de diye de not düştüm.
Akif Bey'in sesi sert çıkmıştı. Sesini daha da sertleştirdi:
Ölüyorım koş mu, dedim. Bilseydim bir taksiye atlar giderdim.
Serhat , babasının bu tavrına bir anlam veremedi. Alttan aldı:
Tamam da baba, dedi yani merak ettim gene de. Sen olsaydın merak etmez miydin ki?
Tamam tamam uzatma,
Hala kapıdaydılar.
İçereri gir bende hazırlanayım çıkarız.
Akif Bey, hr zaman sabahtan giyeceklerini akşamdan hazırladı. Dün de öyle yapmıştı. O nedenle çarçabuk hazırlandı.Salona geçince:
Umarım arabayı uzağa park etmedin, dedi.
Yok yok, bahçeye bıraktım. Senin arabayı göremedim. Tamirde falan mı?
Hade çıkalım.
Çıktıları. Akif Bey, asansörden korkardı. Merdivenlerden aşağı indiler. Serhat'ın arabasının yanına kadar konuşmadan yürüdüler. Serhat babası için kapıyı açtı.
Serhat, arabayı çalıştırırken Akif Bey,
Temriz' e uğrayacağım giderken, dedi. O taraftan git olmaz mı, dedi.
Serhat:
Tamam baba, dedi. Ve ekledi: “ Pastaneden bir şeyler alayım mı sana, giderken atıştırırsın.”
Akif Bey'in birden canı çekti.
Sıcaksa olur, dedi. Aşağıdaki pastahaneden ama
Olur. Vallahi arasıra tam bizim oradan buraya geliyorum bir şeyler almak için.
Ve, bizim için de bir şeyler alıp bu da size baba demiyorsun.
Aşk olsun baba. O nasıl söz!
Yalan mı. Hiç gördük mü. Eee ne demişler “Baba oğluna bağ bağışlamış da oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş.”
Eee yani baba. Sabah sabah kırdın beni.
Neyse sonra konuşuruz bunu. Babasının babasını tanırım ben onun. Hakikaten çok nezihler... Üç nesil ne demek?
Belki daha evvellisi de vardır.
Bilmem.
Pastahanenin önüne gelmişlerdi. Serhat, arabayı park ederken sordu:
Ne alayım baba?
Sıcaksa al bana.
Sıcaktır sıcaktır. Hele hele bu saatte.
İşte bilmem, sıcaksa iki kesekağıdı doldur.
İki kesekağıdı mı?
Ben veririm parasını. Merak etme.
Akif Bey'in sesi gene sert çıkmıştı. Az evvelki şaka ile karışık sözleri kaybolmuştu. Serhat, birden bire gene böyle sertleşmesine şaştı ama bir şey demedi. Arabadan indi. Müşteriler vardı pastanede. Sırası gelince Tercih yapmadan, tezgahtara,
Sıcaklardan şöyle iki büyük paket yap, dedi. İki üç çeşit de bir torbaya meyve suyu...
Hemen beyefendi, dedi tezgehtar. Serhat yabancısı değildi zaten. Evvelkilere benzer bir şeyler hazırlayıp uzattı.
Elleri dolu, arabaya döndü Sehat.
Sıcak sıcak, mi s gibi baba, dedi. Paketlerden birini açtı. “ Buyrun babacığım. Meyve suyu da aldım. Portakal, limonata, vişne, hangisinden istersin?”
Akif Bey, bir şey söylemedi. Uzatılan paketlerden bir açma aldı, bir de vişne suyu.
Serhat da bir şey alacaktı ama, babasından “ Diresksiyon başında bir şey yenmez.” fırçasını yememek için almadı. Babasının da, “ Sen de bir şey atıştır da öyle hareket et.” deme havası olmadığını hissettiğinden arabayı çalıştırdı, hareket ettirdi.
Trafik yoğun değildi. Araba hızlı seyir ediyordu. İkisi de daldı gitti.Yirmi dakika kadar sonra Akif Bey:
Kaç zamandır dedeni görüyorum rüyamda dedi. Mezarlığa gir de dedene bir fatiha okuyalım.
Tamam baba, dedi Sehat. Mezarlık kıpısındaydılar. Kapı henüz açık değildi ama, kapıda bir güvenlik görevlisi vardı. Sinyal verip kapıya yöneldi, görevli kapıyı açtı başı ile selam verdi.
Serhat on metre kadar gitti, yol dörde ayrılıyordu, sordu:
Ne taraftan gideceğiz baba.
Akif Bey, ilgisiz cevapladı soruyu. Sesi de sertçe çıkmıştı:
Dedenin mezarına.
Tamam da ne taraftan?
Akif Bey'in yüzü gerildi:
Ne demek ne taraftan? . Sen dedenin mezarının nerede olduğunu bilmiyor musun şimdi?
Hayır, nereden bileyim ki...
Akif Bey, sesini daha da yükseltti. Yüzü de kıpkırmızı olmuştu. Sesi de titredi:
- Sarı çizmeli Mehmet Ağa'nın demiyorum ulan ,dedenin mezarını diyorum.
Serhat, “ ulan “ sözü ile irkildi. Kendini kaybetti. Gayriihtiyari o da sesini yükseltti:
Bilmiyorum... Ben doğmadan ölmüş adam.

Bir kere olsun elimizden tutup getirdinmi ki de şimdi hesap soruyorsun?
….
Hem, sen biliyor musun baba?
Akif Bey, acı ile yüzünü buruşturdu. Oğlunun yüzüne uzun uzun baktı.
Bu soruyu da bana sordun ya, yazıklar olsun sana, dedi. Ve ekledi: “Diyelim ki ben elinden tutup getirmedim, bu senin deden, bu adam şöyle şöyle biriydi demedim,
ben böyle, böyle hayırsızım evladım , bu mazaret mi?
Banasının sarfettiği” ulan- yazıklar olsun sana-hayırsız evlat ” sözlerini yaşamı boyunca belki de babasından hiç duymamıştı Serhat. İçinden” Sakin ol Serhat” dedi. “ Özür dile, yumuşat havayı.”
Özür diledi. Birkaç saniye bekledi. Cevabın gelmesi bir tarafa sözün kesilmesini hayra yordu. Sordu:
- Ne taraftan gideyim baba?
Akif Bey, alacağını almış göreceğini görmüş, bir gerçekle yüzleşmişti.
Arabanın kapısını açtı:
Hade dedi, sen geri dön. Sesi yumuşamıştı. “ Ben biraz dolaşacağım burada.”
Ama...
Haydi Serdar. Sen toz ol. Biraz buada kalacağım.
Burada bekleyeyim.
Ben bir taksiye atlar gelerim.
Serdar, babasının ses tonundan, ısrarın bir mana taşımayacağını hatta ters tepki verceğini anladı. Buna rağmen, bir şey söylemeye niyetlendi, Akif Bey, kapıyı kapattı. Güle güle anlamında el salladı.
Serhat'ın yapacağı bir şey yoktu. Babasının birkaç metre de olsa uzaklaşmasını bekledi sonra da aracı ile u dönüşü yapıp mezarlık kapısına yöneldi.

2 Nisan 2010 Cuma

YÜRÜK SEMAİ
“Yürük semai “ de ne ola demeseydi
Bunlardan hiçbiri olmayacaktı,
Yuf borusu çalınmayacaktı
Ben “ Nasipten öte yol yok.” demeyecektim
Tanınmış şair ile tanınmamış şair
Şiir kelimeleri için sözlüğe bakılır mı bakılmaz mı
Tartışmasına girmeyeceklerdi.
“Yürük semai” de ne ola ki demeseydi
Aperatif almayacaktı sarı saçlı o kadın
Canı sıkılanlar olacaktı belki ama
Sahi,
Taş plaktaki “ Yürük samai değil mi?” diyen kimdi?