21 Temmuz 2016 Perşembe

GÖZLERİ PARLIYORDU
Gözleri parlıyordu. Görmemek olanaksızdı. Dün akşam olanları unutturmak için kendince yapılması gerekenlerin hepsini yapmıştı. Kırgın değildim aslında. Gösterdiği ilgi hoşuma gitmişti, naz yapıyordum. Atalarımız “ Fazla naz âşık usandırır” demişler. Tepkimi daha fazla sürdürmemin bir manası yoktu.
Güzel, okkalı bir Türk kahvesi yaptım. Kahvemi yapmadan evvel de üzerimdeki pantolonumu çıkarttım etek giydim. Tayfun, beni etekli görmeye pantolonlu görmeyi yeğlerdi de.
Kahveyi uzatırken:
— Buyurun efendim, dedim. Kahveniz.
— Ben yapardım, niye zahmet ettiniz, dedi.
Gayri ihtiyari gülümsedim. Böyle bir şey hiç vuku bulmuş muydu ki?
Karşı koltuğa oturdum. Bacak bacak üstüne attım:
— Hayrola, dedim.
— Nasıl yani, dedi.
Neden böyle söylediğimi anlayamamıştı.
— Çoktan beri seni böyle keyifli görmüyorum, dedim
— Dün neydin bugün nesin mi demek istiyorsun yani?
— Dünü açma gene.
— Dünü açmazsam bugünü anlatamam ki.
— Bak, dün dedin gene sinirlendirdin beni, dedim Affettik, tamam. Niye kaşıyorsun şimdi gene?
Bozuldu. Bir şey söylemedi. Kahveler bitinceye kadar konuşmadık. Verdiğim tepki Tayfun’un keyfini kaçırmıştı.
Fincanlara almak için hareketlendiğimde, zaman zaman çıkardığı o tatlı ses tonu ile:
— Neriman, dedi.
Attığı olumla adıma yanıt vermek için oturdum. Yüzüne bakarak:
— Efendim, dedim.
— Bugün ne yaptım biliyor musun?
— Ne yaptın?
— Gülmeyeceksin.
— Gülmem gülmem.
— Vallahi, ben bugün çok şey yaptım ya.
Öyle değildi ama heyecanlanmış gibi yaptım:
—Ne yaptın anlatsana, dedim.
Ama o heyecanlanır gibi oldu. Bana doğru biraz eğildi
—Dün sana anlatacaktım müsaade buyurmadın, dedi.
Beden dilimle, seni dinliyorum dedim ses çıkartmadan.
—Dün Salim geldi.
Çıkartamadım:
— Hangi Salim?
—Var ya hani canım, şeyin oğlu, hay Allah neydi onun adı ya.
Tayfun’un bu tür sözlerine alışıktım. Sinirlendiğimi belli etmemeye çalışarak, şaka ile karışık:
— Doğru dürüst anlatsana şunu Tayfun, dedim. “Bir sürü şey anlatıyorsun hiçbir şey anlaşılmıyor. .Sırayla anlatsana.”
— Dur canım kızma öyle, tamam, dedi.
— Bugünden bahsediyordun düne geçtin, dedim suratımı asarak.
Özrünü biliyordu ama gene de kendini haklı çıkartmaya çalıştı:
— Ama birbirleri ile ilintili.
—Tamam da daldan dala atlayınca olaylar arsında rabıta kuramıyorum.
İçimden gururunu okşamak geldi.
— Ben senin kadar zeki değilim ki, dedim.
İfadem, beklediğim tepki ile geri döndü:
—Tamam hayatım kızma. Baştan alıyorum.
İtiraz ettim:
—Hayır, baştan alma. Bugünü anlat.
— Tamam da dünü anlatmazsam, bugünü anlayamazsın.
Bugün bende de gariplik olmalıydı. Alındım. Ciddi ciddi:
—Niye, ben salak mıyım, dedim.
Tırstı birden:
-Tamam, taman, dedi. Ve devam etti : “ Bugün Sevtap Hanım’a gittim.”
Tanıdığım üç tane Sevtap Hanım vardı. Böyle olunca da mecburen sordum:
— Hangi Sevtap Hanım’a?
Beni sinir eden huyu yine ortaya çıktı:
—Ya işte, bak ama şimdi anlayacaksın. Oysa dünü anlatsaydım.
Aklıma birden o Sevtap geldi:
—O Sevtap Hanım, dedim
Aklıma gelen Sevtap Hanım’dan başka bir Sevtap Hanım’ın aklıma gelemeyeceğini düşünmüş olmalı ki, vurgulayarak:
—Evet o Sevtap Hanım, dedi.
Dalgamı geçmek için “ Hangi Sevtap Hanım’ı kastettim” demek içimden gelmedi. Biraz da sert, sordum:
—Niye acaba?
Söyleyeceklerinin altından çapanoğlu çıkartabileceğim endişesiyle belki, kızacağımı bile bile bir kez daha düne dönmek istedi ama müsaade etmedim:
—Bırak dünü münü şimdi, dedim. “Niye gittin Sevtap hanıma?”
Korkacak bir şey olmadığını ifade etmek istercesine:
—İnan, eski deflerleri açmak için değil hayatım, dedi.
— Onu tahmin edebiliyorum da, dedim.
— Birden aklıma geldi, dedi.
“Birden aklına geldi demek,” demedim.
Hakikaten sinirlenmiştim. Ne zaman sinirlensem hızlı hızlı parmak uçlarımı vücudumun bir yerlerine vurup vurup çekerdim. Gene öyle yapıyordum. Tayfun’da fark etmişti durumu. Yanıma gelip oturdu:
— Ama durumu bilsen çok güleceksin, dedi.
- …
— Ama inan bazı şeylerin değişmesine vesile olacak bu ziyaretim, dedi,
- …
— Olumlu yönde tabii ki, diye de ekledi.
- …
— Böyle susarsan şevkim kayboluyor. Bir şey söyle. Lütfen…
- …
— Anlatınca , iyi ki gitmişsin, aferin sana diyeceksin.
- …
—Yemin ederim.
- …
—Anlatayım mı?
Parmak uçlarımın hareketleri hâlâ sinirli olduğumu gösteriyordu. Beni tanıyan Tayfun için vaziyet “ Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” idi. Sussa infilak edebilirdim, konuşmaya çabalamak için çaba sarf etse infilak edebilirdim, usulca ortamdan ayrılsa infilak edebilirdim.
En sevimli halini takınarak konuşmayı yeğledi:
—Dün kuzen Salim gelmiş bizim daireye. Malum kuyruk hiç eksik olmaz burada. Yani ben de tesadüfen kuyruktayken gördüm onu.
- …
— Ve bir kez daha senin ile izdivaç yaptığım için kendimi kutladım.
Niye, diye sormamı bekledi ama sormadım.
O da kendi kendine konuşur gibi sürdürdü sözlerini:
—Yani onu orada kuyrukta görünce kendimi çok kötü hissettim.
Ses tonundan, mimiklerinden, jestlerinden sözlerindeki samimiyeti, en azından son dört kelimesi için, anlaşılıyordu. Ne demek istediğini idrak etmiştim haddizatında. Birden sürtüşmememizi unuttum, teselli etmeye çalıştım:
— Canım, rahatsız etmek istememiştir seni, dedim.
Söylediğimi duymamış gibi sürdürdü konuşmasını:
—Kapımı çalıp bir “ merhaba” deseydi benim ile kahve içinceye kadar ben onun işini hallettirirdim. Yani, çaktırmadan takip ettim o kuyruktan o kuyruğa saatlerce gitti geldi, birkaç kez benim odamın kapısının önünden geçti ve kafasını uzatıp merhaba Tayfun demedi.
-…
— Beni adam yerine koymadı.
Gözlerini dolu görünce kendime hâkim olamadım.
— Öküz altında buzağı arama Tayfun, dedim.
Kızdım da:
- Madem gördün, sen merhaba deseydin, davet etseydin odana. O utansaydı.
— O da hiç aklıma gelmedi
Yakalamıştım, teselli edebileceğim bir noktayı:
-Bak gördün mü onun da aklına gelmemiştir. Bunda can sıkacak ne var, dedim. Ve ekledim, “ Rahatsız etmek istememiş de olabilir.”
Aslında canı fena sıkılmıştı. Dünkü olayın ilk kez gerçekleşmediğini
—Ama geçen günde Murat oralardaydı. Oda kapımı çalmadı, sözü ile anladım.
Ve… İnsanoğlu garip yaratıktır diye boşa dememişler. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
—Ben kime ne yaptım be Neriman? dedi sesi titreyek.
Gerçekten bu olay onu bu kadar etkilemiş miydi yoksa yaşadığı bu olay dolu bir bardağa düşen son damlarlın vuku bulduğu bir taşmamıydı anlayamadım. Gözlerimin içerisine çaresizliğin verdiği ile baklı.
—Yani, düşünebiliyor musun Neriman? dedi. Eş dost iş yerime kadar geliyor ve hiçbiri kapıdan olsun merhaba demiyor bana. Ben bu kadar kötü bir adam mıyım ?
Birden bilgiçliğim tuttu, vardır öyle hâllerim,
— O zaman suçu biraz da kendinde arayacaksın, dedim.
Beni duymamış gibi sürdürdü sözlerini:
— Ben kime ne ederim. Kimin tavuğuna kış demişim şimdiye kadar?
—Valla orasını bilmem.
—Fakat inan çok gücüme gitti, Selim’in kapımın önümden geçip merhaba dememesini, havsalam almıyor. Yani babasını ben öldürmedim, kara denizde gemilerini ben batırmadım, uzattığı eli hiç geri itmedim.
—Sen ona hiç elini azattın mı Tayfun?
Düşünerek sarf ettiğim bir cümle olmamıştı bu. Bir şey mi söylemek istiyorsun gibisinden suratıma baktı.
—Canı rahmet istedi, babaannemin bir sözü vardır; nedir bilir misin, dedim.
- …
—Canım babaannen bazen dizinin dibine oturtur, bir taraftan saçlarımı okşar bir taraftan da nasihat ederdi.
Bir anda normalleşti. Alayla karışık;
—Hepimizin olduğu gibi senin de bir kulağından girer öteki kulağından çıkardı tabi, dedi.
Güldüm:
—Yoyo, hiç de öyle değil, dedim. “Yeri geldiğinde anımsanıyorum, çok da işime yarıyor. Bak mesela az evvel şikâyet ettiğin, seni üzen, seni kahreden, içki masasına oturtturan sorununun çözüm formülü babaannemin şu sözünde olabilir mi acaba?”
Geç bu masalları havasında,
—Söyle bakalım, dedi.
—Biri seni beş kere arıyorsa sen de onu bir kere ara.
—Yani.
—Birden aklıma geldi, bir söz vardır” anımsamazsan anımsamazlar.”
—Başka
—Karşındakini adam yerine koymazsan, o da seni adam yerine koymayabilir. Dikkat et koymaz demedim, koymayabilir dedim, kişilikle ilgili bir şey.
Sinirlenir gibi oldu:
—Ne demek şimdi yani bu? Ben onları adam yerine koymuyor muyum?
—Ben şöyle ya da böyle demiyorum hayatım. Laf lafı açıyor. Aranmayı seviyorsun da aramaktan pek haz etmiyorsun sen.
—Kusura bakma hiç de öyle değil. Yani insanları olur olmaz zamanda rahatsız etmeyi sevmiyorum ben.
— Dengeleyemiyor olabilir misin acaba? Ne dersin?
—Bakıyorum da psikologluğa soyundun gene.

Kalktım. Lüzumsuz bir mütalaa olarak yorumladım Tayfun’un son tümcesini. . Birden Emine aklıma geldi. Nice zamandır sesi soluğu çıkmıyordu. Telefonun başına gittim. Elime ahizeyi aldım. Numarasını “ yanlış hatırlamıyorumdur” inşallah diyerekten çevirdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder