25 Temmuz 2016 Pazartesi

POĞAÇA



Bir ses ile beyinledi. Uyumuştu, başı da öne düşmüştü. Saniyelik iş.
Başını kaldırdı sesten dolayı. Karşısında on beş, on altı bilemediniz on sekiz yaşında bir kız vardı. . Tatlı tatlı gülümsüyordu. Elinde bir tepsi vardı. Üzerinde de bir tabak, bir su bardağı da çay.
“ Annem poğaça yapıyordu da, burnunuza kokmuştur diye gönderdi.”
Şaşkındı adam. . Kırk yıl düşünse aklıma böyle bir şey gelmezdi de. Donup kalmıştı. Tepkisizliği kızcağızı be yapacağını bir duruma sokmuştu. Elinde tepsi kalakalmıştı zavallıcık. Teşekkür ederek uzanıp alma gibi bir eylemde bulunmadığımdan ötürü anlık bir tereddüdün akabinde biraz yanaştı, üzeri peçete ile kapatılmış plastik tabağı ve çay dolu bardağı tepsiden alarak dikkatli bir şekilde oturmakta olduğu bankın üzerine, yanına bıraktı. Gözlerinin içine bırakarak:
“ Afiyet olsun” dedi.
Kızın arkasından bile bakmadı. Bakamadı. Kendine gelmeye çalışıyordu.
Gevher Bey, kendini biraz toparlayınca, yan tarafına döndü. Peçeteyi kaldırdı. Tabakta üç poğaça vardı ve sıcaktılar. Belli ki yeni yapılmışlardı. Mis gibi de kokuyorlardı. Çay da tertemiz bir bardaktaydı ve tavşankanıydı.
Gevher Bey, ayıp bir şey yapıyormuş gibi etrafına bakındı. Kimse yoktu. Poğaçanın nereden geldiğini tahmin edebilmek için etrafına bakındıysa da netice alamadı. Saat yedi olmuştu, yani yanan elektriklerden de tahmin etmesi de olanaksızdı. Hava sıcak olduğundan da pek çok dairenin balkonlara bakan kapıları açıktı.

Gevher Bey, birkaç kez kalkıp oturdu. Karar veremiyordu. Poğaçalı yiyip çayı içmeli miydi? Onları orada olduğu gibi bırakıp oradan ayrılmalı mıydı? Ya, poğaça ve çayın içine bir şey katmışlarsa. Bu olasılık da aklına geldi, gelince onları oraya getiren kızın tatlı sesini, tatlı gülümsemesini anımsadı, kendi kendine kinayeli “aferin sana Gevher” dedi. “Olgunlaşacaksın da ben de göreceğim.”
Gevher Bey’in babası geçen ayın 17’sinde rahmete kavuşmuştu. Namazında niyazında bir adamdı. Özellikle sabah namazını mutlaka camide kılardı. Onun ölümünden sonra Gevher Bey de babası gibi sabahları camiye gider olmuştu. Geçen hafta cami çıkışında şu anda oturmakta olduğu parkın önünden geçerken kendisini fena hissetmiş parkın içine girerek banklardan birine oturmuştu. Ondan sonraki günde cami çıkışında parka uğramış, bir süre sağına soluna bakındıktan sonra bu bankı gözüne kestirmiş ve yarım saat kadar kalmış, tespih çekmiş geçmiş günleri anımsayarak kâh hüzünlenmiş kâh neşelenmişti. İşte o günden sonra da her cami çıkışında buraya gelip yarım saat kırk beş dakika kadar oturmak âdeti olmuştu. Bu durum ona iyi de gelmeye başlamıştı.
Parkın üst girişinden belediyenin temizlik işçisi girdi. Girer girmez de süpürme işine girişti, suratsız bir hali vardı. Süpürgeyi, birilerini cezalandırmak istercesine kullanıyordu.
Bir köpek koşarak kapının birinden ötekinden çıktı. Arkasından bir köpek daha…
Bir delikanlı, parkın girişinde biraz durdu, parkı mı süzdü, gideceği yere karar verememenin tereddüdünü mü yaşadı belli değil. Bir sigara yaktı. Yürümeye başladı. Gevher Bey'in yanından geçerken:
“ Selamünaleyküm” dedi. “ Günaydın” da dedi.
Gevher bey zor duyulur bir sesle selamı aldı.
“ Aleykümselâm oğlum.”
“ Afiyet olsun.”
“ Buyur al bir tane.”
Delikanlı durdu. Döndü. Poğaçalardan birini aldı, ağzıma attı. Eliyle “ eyvallah” işareti yaparak gitti.
Miyavlayınca kediyi fark etti Gevher Bey. Biraz ilerideki ağacın dibindeydi. Geldiğinden beri mi oradaydı belli değil. Belli olan “ yiyecek” istiyordu. Poğaçanın birini aldı, böldü, kediye atacakken duraksadı. Ya ikramı yapan şu anda kendisine bakıyorsa? Empati kurarak hadiseyi düşündü, ne kadar hoş olmadık bir durumdu. Ama, yarısını ağzına atar yarısını verirse ikramda bulunanın hoşuna bile gidebilirdi. Düşündüğünü gerçekleştirdi. poğaçanın yarısını ağzına attı yarısını kediye. Kedi, poğaçayı kokladı sonra da poğaçayı ağzına alarak oradan uzaklaştı. Beki de yavrusu vardı, ona götürüyordu, ya da kendince bir düşüncesi. Gevher Bey, böyle düşündü, duygulandı gözleri doldu. Bir yerlere gitti. Yapmış olduğu gezinti esnasında da poğaçaları yedi farkında olmadan, çayı da içti. Boşalan çay bardağını aldı ayağa kalktı. Oraya mı bırakıp gitseydi, bankın altına mı koysaydı, yoksa eve götürüp yarın, sahibi gelir alır diye umsa mıydı?
Bankın üzerine bırakmaya karar verdi, Nasıl olsa sahibi görüyordu burayı, kendisinin gittiğini görünce neticeyi görmek için muhakkak ki gelirdi. Tabağın üzerine bardağı kapattı. Ağır adımlarla evin yolunu tuttu.
Evde, karısı “ Allah kabul etsin!” diyerek kapıda karşıladı Gevher Bey'i her zaman olduğu gibi. Gevher Bey de “ Allah razı olsun” dedi. Ayakkabılarını çıkartıp terliklerini giydi. Boy aynası hemen oradaydı. Karşısına geçti. Kendini süzmeye başladı. Önden baktı, arkadan baktı yandan baktı, üzerindekileri çekiştirerek baktı.
Suzan Hanım, salon kapısından içeri girmek üzereyken fark etti kocasının yaptıklarını. Bir anlık tereddütten sonra döndü;
“ Hayrola Gevher” dedi. “ Ne yapıyorsun?”
“ Aynaya baktım da. “
“ Niye? “
“ Ne demek niye? Benim bildiğim aynaya bakılır hanım.”
“ Bakılır da dışarıya çıkmıyorsun ki. Hem senin dışarı çıkarken bile aynaya baktığın vaki değildir.”
Suzan Hanım, kocasına doğru birkaç adım attı:
“ Biri bir şey mi dedi kıyafetine. Sen önce aynaya bak falan mı diyen oldu?”
Gevher Bey, karısına döndü:
“ Benim acınacak bir halim falan mı var Suzan” dedi.
Suzan Hanım’ın beklemediği bir soruydu bu. Hem soruya hem sorunun amacına bir anlam veremedi.
“ Gelirken giderken biri bir şey mi dedi sana?” dedi tekrar. Ses tonu biraz değişmişti. Muamma dolu sözler, tavırlar Suzan Hanım'ı her zaman rahatsız etmişti.
Gevher Bey, salona doğru yürüdü, karısının yanından geçerken onun omzuna dokundu:
“ Anlatırım sonra” dedi.
Suzan Hanım,
“ Haydi” diye karşılık verdi kocasına. “ Elini falan yıka kahvaltı hazır. “
“ Ben kahvaltı yapmayacağım bugün.”
Suzan Hanım, mutfak kapısından içeri girmek üzereydi sözü işittiğinde. Bu da vaki değildi. Durdu, döndü:
“ Kahvaltı yapmayacak mısın?”
Gevher salon koltuklarından birine oturmuştu. Suzan Hanım, onu görebileceği kadar yürüdü. Gevher Bey'de onu gördü:
“ Evet” dedi. Ama bir bardak... Çay içerim diyecekti ondan da vazgeçti.



Suzan, Hanım, rengi solmuş taburesini pek severdi. Geçen yıl ölen görümcesinden hatıraydı. Sağına soluna bakındı, odaları dolaştı, balkonda buldu onu. Dünkü yağmurdan dolayı hala nemliydi ama aldırmadı Eline aldı, salona geçti, kocasının karşısına koydu. Üzerine de oturdu: Başını sallayarak sordu:
“ Ne oldu?”
Gevher Bey, istenilen cevabı anladı ama anlamazlığa geldi:
“ Ne ne oldu?”
“ Giderken böyle değildin.”
“…
“ Ya giderken, ya camide, ya camiden gelirken bir şey olmuş.”
“ ...
“ An-lat...”
Gevher Bey, karısının gözleri içine baktı, gülümsedi:
“ Beni okumaktan, beni biraz olsun benle bırakmaktan hiç vazgeçmeyecek misin?”
“ ...
“ Ruh halimi yürüyüşümden mi anlıyorsun, saçımdan mı anlıyorsun çözemedim ben bu muammayı.”
“...
“ Sen olmasan ben ne ...”
Gevher Bey, sustu. Suzan Hanım’ ın gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Gayri ihtiyari sesini yükseltti.
“ Ne oldu şimdi?”
“...
“ Seni ağlatacak ne söyledim şimdi ben? “
Suzan Hanım, burnunu çekti. Burnunu elinin tersi ile sildi. Gülümsedi. Kocasının,
bu hareketlerine “ ya sabır çekerek” sevgi ile güleceğini iyi biliyordu. Yanılmadığını gördü, ruh hali de değişti. Kocasının sağ elini avuçları içine aldı.
“ Anlat” dedi. “ Ne oldu?”
“ Kahvaltını yaptın mı?”
Suzan Hanım, kocasının elini bıraktı. Ellerini dizlerine koydu:
“ Yaptım. Sen gelmeden tıka pasa, çatlayıncaya patlayıncaya kadar yedim, içtim.”
Gevher Bey'in içine bir sevgi, bir mutluluk, bir neşe geldi: Kalktı:
“ Beni lafa tutma “ dedi. Başıyla mutfağı işaret ederek de sözlerini tamamladı,
“ Masadaki nimetleri kızdıracağız. “ Çay da zift gibi olacak Kalk”
Mutfağa geçtiler. Gevher bey, masaya oturdu. Dilimlenmiş ekmeklerden bir parça kopardı, üzerine yağ sürdü ağzına attı. Suzan Hanım, demlik altına bakıp söylendi:
“ Lafa tuttun beni, hiç su kalmamış çaydanlıkta.”
“ Bir bardak vardır herhalde.” Çay bardağını uzattı: “ Doldur şunu.”
Suzan Hanım:
“ Sen bekleyeceksin” dedi. Kendine bir bardak zar zor çay doldurdu sonra da çaydanlığa su. Oturdu, çayına şeker atacakken kocası müdahale etti:
“ Şekerini attım ben. Karıştırdım da.”
“ Eferin sana” dedi yöresel ağızla“ Suzan Hanım. Çayından bir yudum aldıktan sonra da ekledi: “ Anlat...”
Gevfer Bey, bir şeyi uzun uzun ballandıra ballandıra anlatmaktan haz edenlerden değildi:
“ Camiden gelirken, bir soluklanayım diye her zaman oturduğum parktaki banklardan birine oturmuştum, genç bir kız birkaç poğaça ile büyük bardakta bir çay getirdi. Annesi yapmışmış da, burnuma kokar diye göndermiş...”
“ Yani?”
“ Yanisi manisi yok. Bu kadar işte.”
“ Şimdi banka oturdun.”
“ Evet.”
“ Yanına genç bir kız geldi.”
“ Evet.”
“ Sana üç dört poğaça ile bir bardak çay getirdi.”
“ Aynen öyle.”
Suzan Hanım, bardağından bir yudum çay aldı:
“ Şimdi ne var bunda onu anlayamadım ben.”
“ Anlayamayacak ne var bunda Suzan?
“ Yani, sen geldiğinden beri buna mı bozuk çalıyorsun.”
“ Ne bileyim, bayram değil seyran değil enişte beni niye öptü gibi geldi bana. Çay altı kaynamadı mı daha.”
“ Sen artık yaşlanma moduna girmişsin.
Gevher Bey, kalktı. Çayını doldururken de sordu:
“ O ne kız.”
“ Ne bileyin işte. Duyuyorum televizyonda melevizyonda.”
“ Ya kötü bir şeyse.”
“Orasını bilmem.”
“ Bardağını uzat, senin çayını da doldurayım.”
“ Boşa yanmasın altı. Çaydanlığı getir şuraya.”
Gevher Bey, çay dolu bardağı masanın üzerine bıraktı. Sonra karısının çayın doldurdu. Çaydanlığı da masanın üzerine koydu. Masaya otururken de,
“ Hayır ola?” dedi.
“ Ne hayrolası.”
“ Gözlerin bir başka bakıyo.”
“ Aferin be. “
“ Ne yaptım ki. İlk defa mı çayını dolduruyorum.”
“ Sana demedim.”
Gevher Bey, şaşırdı.
“ Bana demedin mi? Kime dedin öyleyse?”
“ O kıza.”
“ Hangi kıza.”
“ Anasına da bravo. Tanımak isterdim. Osmanlı kadınıymış. Maşallah.”
“ – Hanım sultaaaan. Ne oluyor? Geldi mi gelenler gene. Kime maşallah. Kim Osmanlı kadınıymış?”
“ Sana poğaça getiren kız diyorum.”
“ ...
“ O saatte kalkmış, giyinmiş. Hade onları geçelim, “ Deli misin anne, elin herifine “ dememiş, senin tavrına bozulmamış...
“ Allah hayrını versin be Suzan. Ben ne görüyorum sen ne görüyorsun.”
“ Valla bir oğlum olsa bu kızı gözüm kapalı alırım.”
Gevher Bey, uzun uzun karısının yüzüne baktı.
Suzan Hanım, artık yenmeyeceği açık olan tabakları bir kenara topladı:
“ Niye öyle suratıma bakıp duruyorsun. Beğenirsen alacak mısın?
“ Samimi söyle, hiç içine kurt murt düşmedi mi?”
“ Ne kurdu düşecek ki?”
“ Vallahi mi düşmedi?”
“ Ne oldu ki?”
“ Ne oldu diyorsan düşmemiş belli de...
Gevher Bey, boşalan çay bardağını karısına doğru uzattı:
“ Şuna bir bardak çay daha doldursana. Biraz açık koy ama...”
Suzan Hanım, bardağı aldı çayı doldurdu. Kocasının önüne iterken sordu:
“ İçime kurt düşürecek bir şey mi yaptın?”
Gevher Bey, çayından bir yudum aldıktan sonra:
“ Ne bileyim hani, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmüş gibi olmayayım ama,
“...
“ Kıskanırsın falan diye düşünmüştüm hani.”
“ Kıskanmak mı, niye?”
“ Poğaça falan gönderildi ya. Hani ne bileyim aklına başka bir şey falan gelir diye düşünmüştüm.”
Suzan Hanım, anladı. Gevrek gevrek güldü:
“ Talibin varsa, bir dakika durmayabilirsin. Geç onları artık.”
Gevher Bey, çay bardağını eline aldı. İyice soğuduğu belliydi, bardakta kalanı bir dikişte içti:
“ Yani, senin gözünde miadımı doldurdum mu?
“ Neye sayarsan say.”
“ O zaman benim için de aynı şey geçerli bak. Bak, ilk sen söyledin ona göre. Kadın bana göz möz koyduysa karışmam. “
“...
“ Bakma öyle bana hiç. Madem beni gözden çıkarttın.
“ Bak hele...
“ Bak helesi melesi yok. Sen kendin dedin, alan varsa git demeye getirdin.”
“ Maşallah bakıyorum dünden razısın ama kendi kendini kandırma, kim ne etsin bu yaştan sonra seni. Benden başka senin kahrını çeken olur mu be adam?”
“ Senin kahrını çeken olur mu?”
“ Valla doğruyu söylemek gerekirse senin de benim de olmaz. “
“ Şimdi ben ne yapacağım onu söyle sen?
“ Neyi ne yapacaksın?
“ Yarın namaz çıkışında o banka oturacak mıyım? Ne bileyim alıştıydım, iyi de oluyordu. Hay Allah hayrını versin be kadın, nereden çıkardın şu poğaçayı.
“ Atalar boşa dememiş… İyilik de yaramıyor insana.
“ Hayır, otursam bir türlü oturmasam bir türlü…”
“ …
“ Niye büyüttün sen bu kadar bu işi.
“ Bana acımış falan olabilir mi?”
Suzan Hanım sinirlendi, sesini yükselterek:
“ Yani kadın şu söylediklerini duysa yemin eder bir daha kimseye bir şey vermemeye. İçinden gelmiş vermiş. Ne olmuş yani.
“ Ama bayram değil seyran… Ya bana acıdı.”
“ Ya da sana göz koydu. Bak birkaç gün git, mutlaka yanına gelecek, şundan bundan konuşarak evli mi bekâr mı olduğunu öğrenecek.”
“ Öyle mi dersin?”
“ Bekârım de…”
“…
“ Ya da yok yok, karımla aram iyi değil de. Boşanacağız de.
“…
“ Biraz gönlünü eğlendirirsin sonra da karım benden boşanmıyor dersin, olur biter.”
“ …
“ Ne bakıyorsun öyle bön bön…”
“ Sen bunları ciddi mi söylüyorsun?”
“ Haydi, kalk sofradan. Benim kafamın tasını arttırma. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül aziym…
Gevher Bey, ağzıyla eline fermuar çekti, bu sohbeti daha fazla sürdürmenin iyi olmadığını düşünerek; kalktı:
“ Yardım edeyim mi sofranı toplamana” dedi. Karısı ile göz göze geldi. Karısının gözleri, “ Biraz daha burada kalırsan, birkaç kelime daha edersen. tadından yenmez olacak şimdi der gibiydi.” Anladı; ayaklarının ucuna basaraktan mutfaktan ayrılıp salona geçti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder