26 Nisan 2019 Cuma



KERATA
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ben annemin beşiğini şıngır mıngır sallarken Kaf Dağı'nın tepesindeki koruda yaşayan bir yavru sincap varmış. Bir gün yuvasında çok bunalmış. Annesinin, sıkı sıkı tembihlemesine rağmen, annesinin sözünü kulak ardı etmiş, yuvasından çıkmış, çıkmakla da kalmamış atlaya zıplaya epeyce bir uzaklaşmış evinden. Sonra da yolunu kaybetmiş, korku her yanını sarmış. Bu korku ile elinde olmadan bir süre ağlamış. Bu ağlama ona iyi gelmiş. Rahatlamış. Alıcı gözü ile etrafına bakınmış. Biraz ileride yuvasının önünde oturmakta olan "kaz"ı görmüş. Heyecanla onun yanına gitmiş. Yuvamı kaybettim, deyip yardım isteyeceğine, sanki oralarda oturuyormuş da kendisi ile kırk yıllık dostmuş da gibi: " Kaz teyze!"demiş." Canım sıkılıyor, bu gece seninle kalabilir miyim?" Kaz, sincabı tepeden tırnağa süzdükten sonra, buz gibi bir sesle " Hayır" demiş. " Kalamazsın."
— Ama niye?
— Çünkü bu gece yanımda kimseyi istemiyorum.
Küçük sincap "Fakat ben kayboldum ve de ne yapacağımı bilemiyorum." dese kazın onunla ilgilenebileceğini, belki de yardım edebileceğini biliyorsa da böyle yapmamış işte. Aslında kaz, sincabın bir sorunu olduğunu hissetmemiş değil ama onu deşmek de istememiş. Olası bir gelişmeye meydan vermemek için de yuvasına girip kapısını kapatmış.
Sincap yavrusu, birkaç dakika orada kaldıktan sonra ağır adımlarla ve de yapmış olduğu yanlışlığın acısını yüreğinin derinliklerinde hissede hissede oradan ayrılmış. Epeyce bir süre yürüdükten sonra, büyükçe bir kavak ağacının altına oturmuş. Çaresizlik içerisinde bir süre önce yaptığı gibi tekrar ağlamaya başlamış. Kavak ağacı dayanamamış sincabın akıttığı gözyaşlarına. Orta şiddette sallanmış. Üst dallarında eşekarılarının yuvaları varmış. Arılardan biri, kavak ağacına sormuş:
— Ne oluyor?
Kavak ağacı:
— Korkma, demiş. “Yok bir şey.”
— Niye sallanıyorsun öyleyse?"
— Aşağıya baksana bir!
— Niye ki?
— Bak hele bir sen.
Eşekarısı, başını yuvasından çıkarıp aşağıya bakmış, dikkatini çeken bir şey olmayınca da,
— Baktım, baktım da göremedim bir şey. Ne vardı desene, demiş.
— Küçücük bir sincap.
— Küçücük bir sincap mı? Ben niye göremedim.
— Az evvel ağlayıp duruyordu dibimde. Aşağıya inip bir bakabilir misin?
Eşekarısı, keyfi kaçsa da kavağın ricasını geri çevirmemiş "Tamam." demiş. "Bir bakayım" Vızlayarak aşağıya inmiş. Hakikaten de kavak ağacının tam dibinde minicik bir sincap yavrusu burnunu çeke çeke oturuyormuş. Titriyormuş da. Eşek arısı birkaç saniye bekledikten sonra:
— Hayrola? demiş
Sincap, eşekarısını görünce kendisini sokacağını düşünüp daha bir korkmuş. Sesi titreyerek:
— Ben bir şey yapmadım, demiş. " Ağlamamdan rahatsız olduysanız hemen giderim. Hem gidiyorum bile bakın."
Sincap bu sözleri söylerken yerinden de kalkmış. Eşekarısı, elinde olmadan gülümsemiş. Anlamış ki kulaktan duyma şeylerle sincap yavrusu kendisinden korkuyor. Bir an "iyice korkutayım şunu " diye aklından geçirdiyse de vicdanı buna müsaade etmemiş. Sesine tatlı bir tını vermeye çalışarak:
— Dur, dur hele bir, demiş.
Uçarak sincabın önüne geçmiş. Sincabın korkusu daha da artmış. Yalvarır gibi konuşmuş:
— Yemin ederim ki ben bir şey yapmadım.
—Sana bir şey yaptın diyen oldu mu? Anlat bakayım, bu saatte niye buradasın, niçin ağlıyorsun?
— Uyandırdım mı sizi? Özür dilerim.
— Bırak şimdi beni uyandırıp uyandırmamayı? Mesele nedir?
Kavak ağacı, yavru sincabın epeyce bir korktuğunu anlayınca eşekarısından, dallarında gezinip duran uç uç böceklerinden en mülayimini de onların yanına göndermiş. Sincap, uç uç böceğini yanlarında görünce biraz rahatlamış Sevinmiş de. Uç uç böceğine, gülümseyerek:
-Hoş geldiniz, demiş.
Eşekarısı, bir sincaba bakmış, bir uç uç böceğine bakmış. Sincap aynı sincapmış. Az evvel kendine "hoş geldin" demediği için bozulmuş. Tam gidecekken, “Ben çok korkuyorum." deyince sincap, yuvasına çıkmaktan vazgeçmiş. Uç uç böceğinden önce davranarak sormuş:
— Korkuyor musun? Niçin?
— Ben kayboldum.
— Nasıl yani?
— Kayboldum işte.
Eşekarısı, şimdiye kadar hiç kaybolmadığından şaşırmış:
— Niye?
— Gezmeye çıkmıştım. Çok uzaklaşmışım evden. Kayboldum?
Uç uç böceğinin içi acımış. Kanatlarını çırparak:
— Vah vah! deyip iç geçirmiş. Sonra da azarlar gibi eklemiş " Anne baba sözü dinlemezsen böyle olur işte. İnsanlar boşa dememiş, bir musibet bin nasihatten iyidir diye.
Sincap, çok meraklıymış. Bilmediklerini öğrenmek ister, soru sormaktan da hiç ama hiç çekinmezmiş. Bir an için içinde bulunduğu durumu unutup uç uç böceğine sormuş:
— Musibet ne demek?
Uç uç böceği küçük sincabın bu derece heyecanlanmasına bir mana vermeye çalışarak musibetin ne anlama geldiğini açıklamış:
— Musibet, sıkıntı veren şey, demektir.
Eşekarısı sohbetten dışlandığını düşünmüş. Sincaba dönerek:
— Şu anda yırtıcı bir hayvanın karnında da olabilirdin sen, demiş.” Yat kalk dua et.”
Küçük sincap saf saf sormuş:
— Kime?
Küçük sincabın bu kadar saf olması uç uç böceğine hoş gelmiş. Kendini tutamamış, ona bir buse kondurmuş. Devamında da:
— Eşekarısı çok şanslı olduğunu söylemek istiyor, deyip eklemiş "Evden uzaklaşma diye annen baban nasihatte bulunmadı mı hiç?"
Cevabı eşekarası vermiş:
— Bulunmuştur da, bu yaramazın bir kulağından girip öteki kulağından çıkmıştır.
Sincap, yaptığı hatanın sonuçlarının neler olabileceğinin yavaş yavaş başlamış. Eşekarısına dönüp:
— Bir daha yapmam, demiş.
Uç uç böceği küçük sincabın minik yüreğinin atışını duyar gibi olmuş. Tatlı tatlı gülümseyerek sormuş:
— Ailen nerede oturuyor senin?
Sincapçık bir uç uç böceğine bir eşek arısına bakmış. Sonra da,
— Bilmiyorum, demiş.
— Oturduğun yeri bilmiyor musun? diye hayretle sormuş eşekarısı
— Bilmiyorum?
Uç uç böceği araya girmiş:
— Peki, annen kim? Annenin adı ne?
Küçük Sincap cevap vermemiş.
— Bilmiyor musun?
— Hayır.
Eşekarısı ile uç uç böceği göz göze gelmişler. Eşekarısı, bir umut:
— Babanın adı ne peki? diye sormuş.
Sincap bu sorunun cevabına da bir şey diyememiş. Boş boş bakmış.
Eşekarısı bu sefer alaylı sormuş:
—Senin adın ne?
Sincaba şimdiye kadar hiç kimse adı ile hitap etmemiş. Kendisine bir ad konulmuş mu, sincap bunu da bilememiş. Suskun kalmış.
Uç uc böceği sincaba yardımcı olabilmek amacıyla,
— Annen baban seni ne diye çağırırlar? Sana, ne der hısım akraban sincap kardeş? demiş.
Küçük sincap başını öne eğmiş. Zor duyulur bir sesle soruya cevap vermiş:
— Babam koçum annem kuzum, dedem de, İki gözüm der.
Uç uç böceği gülmekle ağlamak arasında gidip gelmiş. Sonra da eşekarısına dönüp: “Sana bir zahmet, sincaplar diyarına git de bir bak. Yana yakıla bu keratayı arıyorlardır şimdi.” demiş.
Emir kipi ile dile getirilen bu istek eşekarısının hoşuna gitmemiş. Hoşnutsuzluğunu sert bir üslupla ifade etmiş:
— Orası çok uzak. Hem sen niye gitmiyorsun? Senin de kanatların var. Hem nasıl olsa arar bulurlar. Beklesin burada. Hem bana ne, ben mi kaybol dedim. Cezasını çeksin.
Uç uç böceği eşekarısının sözlerine karşılık verip ortamı germektense susmayı tercih etmiş. Böyle olunca da eşek arası meraklanıp sormuş:
— Niye sustun?
Uç uç böceği:
— Birden dört yıl önce yaşadıklarımız hatırıma geldi de, deyip eşekarısını daha da meraklandırmış:
— Ne olmuştu ki dört yıl önce?
— Hatırlasana, şu sincabın yerinde, yaptığı çirkinliklerden haydi ben biraz yumuşatıp yaramazlıklardan diyeyim, çirkinliklerden ötürü cezalandırılmış sonra da ne halin varsa gör denilerekten fırlatılıvermiş bir eşekarısı vardı.
Eşekarası gayri ihtiyari dört sene evvele gidip o anı anımsamış. Sinirlenmiş de:
—Yaptığın iyiliği başıma mı kakıyorsun şimdi?
— Hayır da...
Küçük sincap araya girmiş:
— Durun, demiş. “Benim için kavga etmeyin. Hem özür dilerim sizleri rahatsız ettiğim için. Bakın, kaz teyzeye de kızmıyorum artık. Tercihini beni evine almamak yönünde kullandı. Bu onun hakkıydı, hakkını böyle kullandı diye kızılamaz ki.”
Konuşulanları dikkatle takip eden kavak ağacı, araya girme gereği hissetmiş artık. Dallarından birini eğmiş, gür yapraklar ile sincabı okşayarak:
— Vay, neler de biliyorsun sen. Ne güzel de şeyler söylüyorsun, demiş.
Güzel söz sincabın gururunu okşamış, sevindirmiş onu. Niçin burada olduğunu unutmuş: Heyecanla,
—Tabi... İlk öfkem, ilk korkum geçti. Mantıklı düşünmeye başladım. Ailem öğretti bunu bana, demiş.
— Başka ne öğretti ailen sana?
— İyiliklerin karşılık beklemeden yapılması gerektiğini öğretti. Birde şey öğretti.
— Ne öğretti?
— İyilik yapan, iyilik yapılandan daha çok mutlu olurmuş her zaman.
Kavak ağacının aklına birden insanların kullandığı kızım sana söylüyorum gelinim sen anla sözü gelmiş. Bakalım eşekarısı bundan bir mana çıkartabilecek mi diyerek eşekarısı ile göz teması kurup,
— Bu güzel şeyleri bilmek, güzel şeyler yapmak için kâfi gelmiyor herhalde arı kardeş, sen ne dersin? demiş.
Eşekarısı, hafifçe kızarmış kendince bazı sözcükleri yan yana getirerek aklından geçenleri ifade etmeye çalışmış:
— Bu taş bana atıldı ama neyse…
Küçük sincabın aklı uç uc böceğinin az evvel sarf ettiği kelimeye takılmış. O kelimenin ne anlama geldiğini çok merak ediyormuş. Kendini daha fazla dizginleyememiş, sormuş:
— Kelata ne demek?
Uç uç böceği pek bir şey anlamadığından sincabın bu sözünden, sormuş:
—Ne kelatası?
—Az evvel beni göstererek, bu kelatayı arıyorlardır dedin ya!
Uç uc böceği sözünü hatırlamış “ ilahi” der gibisinden başını sallamış iki yana. Sincaba gülen gözleri ile sokulmuş:
-Kelata değil o demiş. “Kerata”
— Ne demek?
—Kerata sensin...
—Nasıl yani? Benim adım kerata mı?
— Sevimli küçük çocuklara kerata denir. Sen de çok küçük, çok sevimli, çok şeker olduğun için olduğun için kerata dedim ben sana.
Eşekarısı uç uç böceği ile sincap arasındaki bu sıcaklığı kıskanmış, birkaç kez sincabın üzerlerinde uçtuktan sonra küçük sincabın hemen yanındaki tümseğin üzerine konarak ona şöyle demiş:
— Adını bilmiyorsun, annenin babanın adını bilmiyorsun. Bir de yetmezmiş gibi sokağa çıkıp kayboluyorsun ki bu evinin yerini de bilmediğini gösteriyor. Senin bildiğin bir şey yok mu?
Küçük sincap soruyu önemsemiş, bir şey bilip bilmediğini düşünmüş. Bir şey biliyormuş. Coşkuyla,
— Var, demiş.
Eşekarısı da gayri ihtiyari heyecanla sormuş:
— Ne?
Küçük sincap, ön ayakları üzerinde dikleşmiş. Bu onun için kendimle gurur duyuyorum demekmiş. Derin bir nefes almış. Ve oradaki herkesi şaşırtan bir ses tonu ile bir şiir okumuş.
O pasta niyetine oynadığımız çamurlar
Patlattığımız gün
Yenisini aldığımız o toplar
Ağladığımızda bize çikolata veren
O tontoş amcalar ne güzeldi

Okuldaki ilk heyecanımız
Annemizin gitmemesi için ağladıklarımız
Hele o ilkyazı yazışımız
Ne güzeldi
Ne güzeldi o mazideki anılarımız
Şiir bitince uç uç böceği hayranlıkla alkışlamış minik tavşanı. “ Bravo!” demiş. Kavak ağacı da tüm yapraklarını oynatarak beğenisini ortaya koymuş. Ama eşek arısı, hasedinden dudak büküp,
— Bu ne demiş?
—Şiir
—Şiir?
— Adı da “ Ne Güzel”
— Eee…
— Esranur Daşpınar yazmış.
— Annenin adını bilmiyorsun babanın adını bilmiyorsun bilmem kimin şiirini biliyorsun. Pes yani.
— Ama şiir bu!
Eşekarısı, tam bir şey daha diyecekmiş sincaba ama uç ucu böceği yumuşak bir şekilde” Hevesini kırma yavrucağın.” deyince susmuş. Sonra da, “ Ben bir bakayım şunun annesine babasına ” deyip oradan ayrılmış.
Eşekarısının biraz sonra küçük sincabın anne ve babasını getireceğini bilen elmalar da daha fazla beklemeden gökten düşmüşler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder