29 Nisan 2019 Pazartesi




BİR YAZAR BÖYLE DOĞDU
İdealist genç öğretmen, kitapta okuduklarını, hocalarının derste kendilerine anlattıklarını talebelerine uygulamasına rağmen bir türlü düşlediği başarıyı yakalayamıyordu. Beyle olunca da zaman zaman sinirden ağlayacak hale bile geliyordu.
Yine bir gün çocuklar yapılacak çalışmayı öğrenince ağızlarını eğdiler, burunlarını eğdiler, ofladılar pufladılar kalpleri kadar temiz kâğıtları kirletmeden öğretmenlerine verdiler.
Öğrenciler İşin kolayını bulmuşlardı,
- Niye bir şey yazmıyorsun?
- İlham gelmiyor ki öğretmenim.
Suzan öğretmen istiyordu ki öğrencileri çok okusun, çok düşünsün, hayal etsin, düşündüklerini ve hayal ettiklerini sözlü ya da yazılı olarak anlatabilsin.
Suzan Öğretmen, okul çıkışında evine dönerken emekli Arzu Öğretmen’i gördü. Her zaman olduğu gibi park banklarından birine oturmuş, bir taraftan çayını yudumluyor bir taraftan da kitabını okuyordu. Yanında kimse yoktu. Arzu Öğretmen yaşı yüze merdiven dayanmış bir aksakaldı.
Suzan Öğretmen, Arzu öğretmenin elimi öptü, kendini tanıttı, deneyimlerinden yararlanıp tavsiyelerini almak istediğini söyledi. Arzu Öğretmen bundan çok mutlu oldu, Epeyce bir süre onunla sohbet etti, Deneyimlerini aktardı, hatta onu akşam yemeğine aldı. Bu iki yıl sürecek bir dostluğun başlangıcı oldu.
Suzan Öğretmen, ertesi günkü sınıfa bir değişik gerdi. Adımları sert suratı asıktı. Sudan bir şeyi bahane etti, gürledi, bağırdı çağırdı hatta bir aralık elini masaya bile vurdu. Normalde on on beş dakikada ders işleyecek duruma gelen sınıf birkaç dakika içinde sütliman oldu. Suzan Öğretmeni bu durum çok üzdü. Bu konuyu yarın çocuklarla bir kez daha konuşmalı değişmeleri gerektiğini onlara izah etmeliyim diye düşündü.
Suzan Öğretmen her sıraya bir masal kitabı dağıttı, “Bu kitap ders bitinceye kadar okunmuş olacak “dedi. Kitaplar okundu. Oysa birkaç gün önce bugünkü kitaptan daha az sayfalı bir kitap iki ders saatinde okunamamıştı. Suzan Öğretmen buna da üzüldü.
Ve sonra, Suzan Öğretmen kitapta yer alan “Biraz Masal Biraz Hikâye” isimli masalın bazı yerlerini çıkarttı, buralara sizler bir şeyler yazacaksınız, dedi ve ekledi.” Az evvel ilham aradı, bir toplantısı varmış kesinlikler buraya uğrayamayacak, boş yere beklemeyin.”
Çocuklarla bu çalışmayı daha evvel de yaptığından Suzan Öğretmen, öğrenciler ne yapacaklarını biliyorlardı. Gerçi bundan evvelki çalışmaların hiçbirinde arzu edilen netice alınamamıştı ama o günlü Suzan Öğretmen de bugünkü Suzan Öğretmen değildi. O günkü Suzan Öğretmen gerçek Suzan Öğretmen idi.
Üretilen yapıtlardan çoğunu çok beğendi Suzan Öğretmen. Bazılarını biraz daha çok beğendi. Onlardan altısının yazanları ile bizzat görüştü. Bunlardan dördü çok sevindi, sevinmekle kaldı. Biri, zaman zaman öğretmeninin önerilerini hatırladı, kâğıdı kalemi eline aldı, bir şeyler de yazdı. Devamı gelmediğinden söndü gitti. Müzeyyen’in yazdıkları fevkaladenin fevkinde değildi ama kötü de değildi. Zaman zaman bir şeyler yakalamıştı. İyi niyet çalışma ile örtüştürülebilirse güzel şeyler vücuda getirilebilirdi. Suzan Öğretmen Müzeyyen’i bunun için seçmişti.
Müzeyyen çok yazdı, çok okudu, gün gün kendini geliştirdi, gün geldi saygı ile anılan takdir edilen bir yazar oldu. Müzeyyen’in o günkü çalışması şöyleydi:
Bir varmış bir yokmuş. Pek çok ülkenin de var olmadığı bir gezegende hakiki adı bile unutulan ama "Meselâ Ülkesi" olarak bilinen bir yerleşim yeri varmış. Adının nereden geldiğini bilen de yokmuş.
Meselâ Ülkesi’nin bir evinde soğuk bir kış günü bir evde bir bebek dünyaya gelmiş. Adını Meselâ koymuşlar. Günler haftaları, haftalar ayları aylar yılları kovalamış Meselâ bebek büyümüş yetişkin bir insan olmuş.
Bir gün bir öğle yemeği sonrasında Meselâ, annesi Selvi Kadın’a:
- Anne, demiş. “Ben evlenip yuva kurmak istiyorum Babamla konuş, o da olur verirse bana uygun bir eş bulmak için kolları sıva.”
Anne, bu muştuya sevinmiş. ”Tamam, babanla akşam konuşurum." dediyse de akşamı bekleyememiş. Kaşla göz arasında kocasını aramış, durumu ilettikten sonra da onun "olur" ya da "olmaz" demesine olanak vermeden " Tamam değil mi? ” deyivermiş.
Baba Servet Ağa, önce " Sen benim yerime "tamam" diyorsun zaten" diyerek serzenişte bulunmuş sonra da karısının bir şey söylemesine olanak bırakmadan " Sonra konuşuruz bu meseleyi.” deyip telefonu kapatmış.
Servet Ağa’nın bu tavrı ister istemez keyfini kaçırmış Selvi Kadın’ın. Biraz da kendine kızmış. “Keşke sadece durumu anlatsaydım da sonra “ Sen bu konuda ne düşünüyorsun kocacığım? ”diye sorsaydım diye söylenmiş. " Tamam değil mi demem, herifi adam yerine koymamak gibi oldu”

Göz açıp kapayıncaya kadar akşam olmuş. Servet Ağa eve gelmemiş. Selvi Kadın ne yapacağın şaşarmış. Bu durum kulaktan kulağa yayılmış ev eş dost, hısım akraba, konu komşu ve meraklılar tarafından doldurulmuş. Her kafadan bir ses çıkmaya, bir yorum yapılmaya başlanmış.
Mahallenin görmüş geçirmiş Kara Sakallı Dede’si ile zevcesi ak eşarplı nine de gelince de halk söylemi ile takım tamam olmuş. Herkes susmuş. Kara Sakallı Dede gösterilen hürmetten hoşnut kalmış. Yapılan ikramlardan mutlu olmuş. İkramları tatmış. Getirene, götürene, emeği geçenlerin geçmişlerine dua etmiş sonra da Selvi Kadın’a dönerek şöyle demiş:
- Anlat bakalım olanları. Ne oldu?
Evdekilerden bazıları evin kadınının anlatmasına olanak bırakmamışlar. Alelacele, bazen tek bazen topluca olup bitenleri duydukları kadarıyla, bildikleri kadarıyla aktarmışlar. Kara Sakallı Dede, meseleyi anlatmak isteyenlere kızmamış. Sözlerini kesmemiş. Onların söyledikleri bitince tekrar Selvi Kadın’a dönmüş:
- Birde senden dinleyeyim bakalım, demiş.
Olanları anlatanlardan bazıları bu duruma bozulmuşlar. Surat asmışlar. İçlerinden biri bununla da yetinmemiş, ses tonunu yükselterek rahatsızlığını dile getirmiş:
- Aynen bizim anlattığımız gibi olmuş olay. Bize inanmıyor musunuz dede?
Kara Sakallı Dede, kırlaşmış sakallını sıvazlayarak, ak saçlarında parmaklarını dolaştırarak soruyu yöneltene yumuşak bir ses tonu ile tatlı sert karşılık vermiş:
- Sana inanıyorum da, niçin ilk ağızdan dinlememe müsaade etmiyorsunuz onu anlayamıyorum.
— Biz anlattık ama. Bize ne nakledildiyse biz de size naklettik.
— Muhakkak ki öyledir, lakin evin hanımı burada. Allah'a binlerce şükür ki olanları da anlatabilecek durumda. İlk ağız ikinci ağızdan iyidir her zaman.
Mekânda soğuk bir rüzgâr esmiş. Selvi Kadın anlatmış, Kâra Sakallı Dede dinlemiş. Sözler bitince az evvel duygularını ifade eden kadın, kendini tutamamış Kara Sakallı Dede’ye dönerek:
- Yalan mı söylemişiz dede? diye sormuş.
— Estağfurullah Öyle bir şey söylemedim ben kızım. Böyle ortamlarda sakin olmak gerekir diye şey yaptım.
Orada bulunan erkeklerden biri araya girip külhanbeyi edasıyla konuşmuş:
- Nedir bu olayın sırrı Kara Sakallı Dede? Adam sır oldu yahu.
Kata Sakallı Dede, başını sallamış.
Başka biri, pos bıyıklı biri, araya girmiş:
- Bir yerde yığılıp kalmıştır belki diye ayakyollarına bile baktım ben. Adam yer yarıldı yerin dibine girdi sanki.
Kara Sakallı Dede, ilk değerlendirmesini yapmış. Eşine yanaşmış. Etrafındakilerin duyamayacağı bir şekilde ona bir şeyler söylemiş, onun söylediklerini zaman zaman başını sallayarak zaman zaman “evet, evet “” diyerek dinlemiş. Sonra da
- Güvenlik güçlerine haber verildi mi? diye sormuş.
Hiç kimseden “ evet” karşılığını alamayan Kara Sakallı Dede Duran’a bakmış:
Duran, mesajı almış önünü iliklemiş, saygıyla eğilmiş ve hemen oradan ayrılmış.
Oradakilerden biri, yanındakine dönmüş, Kara Sakallı Dede’nin de duyabileceği bir şekilde ukalaca,
- Bunu biz de yapardık ama varsa yoksa Duran. Neden acaba? demiş.
Söylenen kinayeli söz, herkes tarafından duyulmuş. Odada daha evvel birkaç kez olduğu gibi soğuk bir hava esmiş Bazıları gelecek karşılığı merak etmiş.
Kara Sakallı Dede, sessiz kalmak istemiş istemesine de hemen yanında oturanlardan biri ona doğru biraz eğilip onu kışkırtmaya çalışmış:
- Şu terbiyesize bir şey söylemeyecek misin Kara Sakallı Dede? Ağzının payını ver ki nerede ne konuşacağını öğrensin kara cahil.
Oradakilerin en uzun boylusu, Kara Sakallı Dede’nin hemen yanındaymış. Kaygılanmış. Bununla da yetinmeyerek dedeyi sözlü uyarma gereği duymuş:
— Bu hep böyle, muhatap almaya değmez.
— Muhatap almaya değmez olur mu? Susturmasan başkaları da kuvvet alır bundan, demiş sözü duyanlardan biri. “ Mecliste nasıl konuşulacağını bilmeyenler artar. Başımıza taş yağar. Görgünün iyice kazınmasını mı istiyorsunuz memleketten?”
Kara Sakallı Dede, zaman zaman yaptığı gibi yoruma açık konuşmuş,
- Siz de pişeceksiniz.
Ortam oluşmuş, sorular sorulmuş cevaplar alınmış:
- Verilmedi mi karakola daha haber?
— Gitti ya Duran.
—Verildi verildi!
—Karakol ne yapacak? Çocuk değil ki yitik
-Çocuk yapar mı onun yaptığını?
—Sırra kadem bastı.
—Ayı mayı yemediyse, kurt murt parçalamadıysa çıkar şimdi bir yerden.
—Ayyy “ kurdu murdu” da nereden çıkarttın? Ağzını hayra aç. Hem bizim buralarda yok ki bunlar.
Son cümleyi sarf eden, ayak ayak üzerine atmış, Kara Sakallı Dede’ye dönerek laubalice,
- Hayır konuşalım hayır gelsin başımıza değil mi dedem ,demiş. Dedem sözcüğünü yayarak söylemiş.
— Elbette Şahin. Doğru olan budur evladım.
— Sen ne düşünürsünüz bu konuda dedem?
— Ne diyeyim. Siz ne biliyorsanız ben de onu biliyorum. Şu aşamada yapabileceğimiz bir şey varsa " baş göz üstüne" diyeceğiz.
— Elimiz kolumuz bağlı bekleyecek miyiz böyle? Sen ihtiyarsın bize bir akıl ver.
Son söze, ihtiyar sözüne, ters ters bakarak tepki koyanlar da olmuş duymazlıktan gelerek ya da ukalalığı önemsemeyerek fikrini söyleyenler de:
— Evet ya Kara Sakallı Dede, bir şey söyle de bize yapalım.
— Koskoca herif. Uçtu havaya sanki.
— Kaçırmış ya da öldürmüş olmasınlar!
— Etme Kartal. Kim ne etsin onu?
— Ne demek kim ne etsin? Başka bir şey ortada kaldı mı ortada. Var mı başka bir olabilirlik? Allah daha çok versin. Gözümüzde yok ama ağamız da hali vakti fena değil hani.
— Bakın olabilir bu. Geçen gün çarşı önünde birileri ile tartışıyordu.
— Gördünüz mü ya! Kimdi usta?
— Buralı değillerdi. Ben atın üzerindeydim, durup konuşamadım da, bayağı tartışıyorlardı.
Tartışmışlar sözü Selvi Kadın’ı telaşlandırmış. Kendine hâkim olamayarak ağlamaya başlamış. Dövünmeye de başlamış Saniyeler içinde de bir senaryo bile yazmış.
—Evet evet kesin onlar kaçırdı kocamı. Aman Allah’ım ben ne yapayım şimdi de nerelere gideyim ben? Ya öldürdülerse, ya bir şey ettilerse adama?
Kara Sakallı Dede, güven veren sesi ile ve de tane tane konuşarak yatıştırmaya çalışmış anneyi:
- Dur hele kızım, sakin ol. Senin bey ölçüyü kaçırmaz tartışsa da.
— Başka ne olacak ki kurban olduğum Kara Sakallı Dedem? İşte görmüşler. Kaçırdılar mutlak.
Ve tam bu anda da açık duran kapıdan içeriye Şaka girmiş. Şaka dik yürür, tok konuşurmuş. Herkes gibi kendine has özellikleri varmış. Kimine göre küçülmüş büyümüş kimine göre büyümüş küçülmüş. Kimi benimle konuşurken dalga geçiyor dermiş, kimi kendine benzemediğinden onun aklını kendi aklıyla kıyaslarmış. Zaman olur ufacık bir şeyden alınır, için için ağlayarak yürekleri dağlarken kimi zaman da olmayacak şeyler için kahkahalarla ortalığı çınlatarak acı içinde olanları bile tebessüm ettirirmiş. Çocukla çocuk, gençle genç, yaşlıyla yaşlı olabilirmiş. Konuşurken rol mü yaptığına yoksa samimi mi olduğuna karar veremeyenlerin sayısı hiç de az değilmiş. Şaka, şahsına münhasır biriymiş.
Şaka, kapıda dikleşebildiği kadar dikleşmiş, ellerini beline dayayıp seslenmiş:
- Selvi Ana, Selvi Ana kız. Neredeysen çık bir şey diyeceğim sana.
Selvi Kadın, burnundan soluyarak söylenmiş:
- Gözlerim yolda biz de seni bekliyorduk,
- Kocanla barıştık biz.
— İyi ettiniz, aferin size. Bunu mu demeye geldin bana Şaka?
— Birde şey diyecektim. Az evvel senin kocayı gördüm. Gördüğüm kadarıyla telaşen de var ama söylememi ister misin?
— Sonra söylersin Şaka. Haydi, git şimdi.
— Sonra söylemesine sonra söylerim de, söylersen Meselâ’nın şeyi yaparım seni dedi. Böyle bir fırsatı da kaçırmak için insanın deli olması gerekir.
Yeniyetme gençlerden biri dayanamayıp sormuş:
- Mesela’nın neyi yapacakmış seni akıllı çocuk?
— O şimdilik ben de kalsın da.
— Haydi Şaka, meraklandım bak.
—Israr etme. Bu aşamada ağzınla kuş tutsan alamazsın ağzımdan bunun cevabını benden.
Saka’nın gelişi ve sözleri ortamı yumuşatmış, dağıtmış. Herkes yanındakine kendince bir şeyler söylemeye başlamış.
Kartal, Saka’yı pek severmiş. Onunla zaman zaman şakalaşır, zaman zaman kızdırırmış. Her durumda da onun söylediklerine pek gülermiş. Bulunduğu köşeden kendisini fark ettirmek için ellerini de sallayarak pürneşeli bir halde Şaka’ya seslenmiş:
- Gene ne diyorsun Şaka Çavuş?
Canı burnunda olan Selvi Kadın’ın öfke dozu iyice artmış, yanlış anlaşılabilecek cümleleri ağzından dökmüş:
- Eğlence arayanlar dışarı çıksın. Burası düğün evi mi? Ne bu böyle?
Sözler, Şaka hariç herkesi buz etmiş. Şaka kalabalığı yararak, Selvi Kadın’a yaklaşmış, sahnede rolünü oynayan aktör misali hitap etmiş:
- Senin adam sana bir haber gönderdiydi de onu haber verecektim ben sana.
— Adam yok. Adam gitti
- Benim kaşık düşmanına söyle, beni merak etmesin, Allah kısmet ederse sabaha varmaz dönerim, dedi. Az evvel sonra söylersin dedin ama unutma diye tembihledi. Kusura kalma, söylemesem olmazdı.
— Aferin sana. Git artık sen haydi.
— Meselâ’ya şey yapacağım seni demeseydi söylemezdim bak.
Misafirlerden Vasıf, Saka’ya tahammül edemeyenlerdenmiş..Eliyle kapıyı işaret ederek bağırmış:
— Atın şunu dışarıya, bir de bununla mı uğraşacağız.
Şaka’nın yanında duran cüsseli genç üzerine vazifeymiş gibi Vasıf’ın sözünü emir telakki etmiş. Saka’nın kolundan tutup kapıya doğru sertçe itmiş:
- Haydi yürü, çık dışarı…
Kara Sakallı Dede, Şaka’nın dediklerini duyabildiği kadarıyla değerlendirmiş. Olaya müdahale etmiş:
— Durun hele bir. Bir dinleyelim Şaka oğlumuzu.
Vasıf, haddini aşarak dedeye karşı sesini yükseltmiş:
- Nesini dinleyeceğiz bunun Dede? Nasıl biri olduğunu bilmeyen mi var içimizde? Herkesin içinde bir kurt, öfke tepede.
Kara Sakallı Dede, Vasıf’ın ukalaca karşılığına hoşça cevap vermiş:
— Beli ki bir söyleyeceği var çocuğun. Bir dinleyelim hele aklını karıştırmadan. Anlamaya çalışalım ne demek istediğini.
Şaka, Vasıf’a dönmüş, işte bu kadar der gibi bir işaret yapmış sonra da Kara Sakallı Dede’nin karşısına geçip ceketinin önünü düğmelemiş, esas duruşa geçip şöyle söylemiş:
— Buyurunuz efendim. Emrinize amadeyim
— Sen söyle bakayım bana Şaka. Ne zaman gördün sen şeyi?
— Akşamüzeri gördüm. Kesin ve net. Yalansız ve dolansız.
— Nerede gördün evladım? Vakit epeyce oldu bak.
— Al yeleli boz bir atın üzerindeydi. Yanında da bizim Garabaş vardı.
Ve birden bir şey olmuş bu anda. Herkes neye uğradığını şaşırmış. Bazılarının beti benzi atmış. Bazıları iliklerine kadar titremiş. Korku ile yutkunanlar olmuş. Bir kez, iki kez üç kez uzun uzun, keskin keskin ulumuş bir köpek. Yıllardır kimse böyle bir köpek ulumasına şahit olmamış Mesela Ülkesi’nde
Uluma kesilince yorumlar gelmiş:
Delta Hanım, yanındaki kadının kulağına eğilip:
— Bu uluma hayra alamet değil, demiş.
Yaşlı kadınlardan biri yanındaki kadının kulağına fısıldamış:
— Şuraya geldiğimden beri sol kulağım çınlıyor. Allah vermesin ama bu adam öldürüldü.
Bulut Bey, yanındakini dürtüp, kendinden tarafa dönmesini sağlamış:
— Sen de kimseye söyleme ama geçen akşam rahmetli babasını gördüm rüyamda. Kolundan tuttu çeke çeke götürdü. Benin karıya da şuraya yaz bu adam bugün yarın öteki dünyaya gider dedim
Şehmuz, komplo teorileri üretmeye epeydir merak sarmış. Bir kolunu sağındakinin boynuna, bir kolundakini solundakinin boynuna atmış, onları azıcık kendine doğru çekmiş, kaşı gözü ile Selvi Kadın’ı işaret ederek onlara şöyle demiş:
— Kocam kocam diye gözyaşı döküyor ama epeydir bozukmuş araları duyduğuma göre. Eski yavuklusu da gurbetten dönmüş onunla el ele verip şey yapmış olmasınlar zavallı adama. Çaktırmadan evin sağına soluna bir göz atasak mı, ne dersiniz? Köpekler bir şeyler sezinlemiş olabilirler belki.
Dünden beri yağmur ha yağdı ha yağacakmış. Vakti gelmiş, gök gürlemiş. Korkanlar olmuş. Rüzgâr da şiddetini arttırınca bazıları ne yapacağını iyice şaşırmış. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi hiç kimsenin beklemediği bir anda kapı hızla açılınca bazılarının yüreği hoplamış. Kapıda göğsü körük gibi inip inip kalkan bir adamınFethi’nin heyecan dolu sözleri herkesi telaşlandırmış, ayaklandırmış.
—Dostlar, Servet Ağa’yı bizim oğlan görmüş. Dört adam Servet Ağayı traktörden indirip ahıra sokmuş. Hepsinin eli böğründe olduğundan, silahlılardır diye oğlan içeri girememiş. Haydi koşun. Bişey yapmadan yetişelim, demiş. “Koşun!”
İki kişi hariç herkes Fethi’nin peşinden odayı terk etmişler.
Şaka’nın orada kalması küçük Tayfur için sürpriz olmuş. Hayretle sormuş
— Sen niye gitmedin yardıma Şaka abi?
— Fethi’yi tanırım ben, “Pireyi deve yapmayı, yangına da körükle gitmeyi severi Hem hem gördüm ben onu. Kaçırılmadı ki.
—Yani ne demek istiyorsun Şaka abi?
Kendisine “ abi” denilmesi Şaka’yı çok mutlu etmiş. Önce adını sormuş sonra yanaklarından öpmüş çocuğun. Sonra da sorusuna cevap vermiş:
— Bu şu demek, benim söylediklerimi sorgulamayan bu insanların onun peşine düşmeden önce pireyi deve yapmaktan, yangına körükle gitmekten, biri de bin yapmaktan hoşlanan bu adamı biraz sorgulamaları gerekirdi. Akılları başlarına gelsin.
Tayfur, sağ kolunu kaldırmış, avucunu açmış:
— Profesör gibi konuştun be Şaka abi, demiş. Çak
Şaka “çak” sözünden bir şey anlamamış. Gülmüş. Başını iki yana sallayarak:
—Sen niye gitmedin onlarla? demiş.
Soru Tayfur’un keyfini kaçırmış Cebinden bir kâğıt çıkartmış. “ Burada bir şiir var, yarına kadar ezberlemem gerekiyor.” deyip iç geçirmiş. “ Eve gidip onu çalışacağım.”
Şaka, el çırpmış:
— Haydi bir oku, demiş.”Ben şiiri çok severim.”
Tayfur, hiç nazlanmamış. Hatta kâğıdı Şaka’ya uzatmış. “ Belki de ezberledim” demiş. “ Sen bir bakar mısın?”
Şaka, okuma yazma bilmemesine rağmen kâğıdı almış.
—Şiir kimin?
— Benim.
— Şairini soruyorum. Yazanını. Yoksa sen mi yazdın? Şairi sen misin?
— Ben yazmadım. Esranur Daşpınar’ yazmış. Adı da Gün. Okuyayım mı?
Şaka, altın dişlerini göstererek ” Tabi oku.” emiş Tayfur da sınıftaymış gibi heyecanlanarak dizeleri art arda sıralamaya başlamış
“ Kötü bir gün olacağını
Düşünmeyeceksin sabahleyin
Belki de bugün
Dinecek gözyaşların
***
Önce, unutamayacağını zannedeceksin
Sonra, yavaş yavaş alışacak benliğin
Ardından, mutlu olmaya başlayacaksın
Anlayacaksın, işte bu senin kaderin
***
Kadersizliğe inanmamalı insan
Her ne olursa olsun
Tüm kötülüklere nazaran
İyi olmayı bilmeli insan “
Tayfur, şiirin tamamını hiç şaşırmadan ezbere okumuş. Buna kendisi bile şaşırmış Evet, biraz çalışmış çalışmasına da…
Bütün bunlar olup biterken, Fethi’nin gazı ile onun peşine düşenler ahırının önüne yolda buldukları taşları, sopaları da ellerine alarak varmışlar. Varmışlar ama hiç de düşündükleri gibi bir manzarayla karşılaşmamışlar. Servet Ağa ile yanında bulunan kişiler, tavşankanı çay demlemişler, bir taraftan içiyorlar bir taraftan da kahkahalar eşliğinde sohbet ediyorlarmış.
Kargaşa bitip ortalık durulunca her şey anlaşılmış. Olup bitenlerden bazılarını maddeler halinde sıralamak da masalı kurgulayana kalmış:
1- Servet Ağa ahırını satılığa çıkartmış. Yanında bulunanlarda alıcılarmış.
2- Servet Ağa, , bir ay önce karısına” Ahıra alıcı çıktı deyip bugünün tarihini vermiş, görüşmek için oraya gideceğim işten çıkınca, merak etme demiş.
3- Servet Ağa ahıra giderken Şaka ile karşılaşmış. Hanımının unutma olasılığına karşı Şaka’dan haber göndermiş. . Salvi Kadın Şaka’yı dinleseymiş onun söylediklerinden unuttuğunu hatırlayabilirmiş.
4- Fethi’nin oğlu, Servet Ağa ile misafirlerini sadece ahıra girerlerken görmüş.

Olaylar yaşanır biter.
Kırk akıllıya ve kırk deliye sorulsa yetmiş dokuzu, yaşanılanlardan daha önemli olan bu yaşanılanlardan gerekli çıkarım ya da çıkarımları çıkartılıp çıkartılmağımdır der.
Gökten bir sürü elma düşmüş üç gruba ayrılmış.
Birinci gruptakiler birer birer bu masalın konusunu bulanların başlarına düşmüş
İkinci gruptakiler bu masalın ana fikrini bulanların başlarına düşmüş.
Üçüncü gruptakiler ana fikrin iletisinin doğruluğumu kayıtsız şartsız kabul etmeyip önce akıl ve mantık süzgecinden geçirerek eğrilerini doğrularından ayırt edebilerin başlarına düşmüş.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder