27 Kasım 2018 Salı

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI- 38- Yanağımdan bir makas aldı-

—Yok yok canım, dedi. “Acil değil.”
Öğretmenim, küçücük bir çocukmuş gibi yanağımdan bir makas
aldı. Gülümsedi.
—Ne zaman uygunsan o zaman gelirim ben, dedi.
Telefonumu kapatırken:
— Şu akıllı telefonlar ne nimet be hocam, dedim. “Ben
programıma baktım.
Bir kâğıda randevu verdiğim günü ve saati ve adresimi yazdım. Kağıdı hocama uzatırken,
—Buraya yazdım hocam, dedim. Sizce de münasipse.
Gözlüğünü taktı. Okudu. Düşündü.
— Sağ ol, dedi. Ben on yıllık her şeyi toplar gelirim sana.
Artık bana bir yol gösterirsin.
Kalktım.
— Sözü mü olur hocam, dedim. “Yarım saat sonra çok mühim
bir toplantım var da. Müsaade ederseniz ben gideyim.
Hocamın elini öptüm. Hesabı ödeyip hızlı adımlarla oradan
uzaklaştım.
Bir süre sonra ısrarla çalınan bir korna asabımı bozdu. Adamın biri yolun kenarına park etmiş sürekli korna çalıyordu. Belli ki yan taraftaki binalardan birinde oturan birini çağıyordu. Oraya doğru yaklaştım, yavaşça arabamın kapısını açtım. Aracın sürücüsü ne diyeceğimi tahmin etmiş olmalı ki, insanı deli edecek o çirkin küfrünü ettikten sonra pisliğini yaptı: “ Korna çalmak içim senden mi izin alacağım hırbo”
Belli ki adam insanlıktan nasibini almamış bir zavallıydı. Bulaşmanın bir anlamı yoktu. Cevap vermedim, döndüm. Tam bu sırada karşı taraftan gelmekte olan bir taksiye işaret ettim. Otele dönmek için taksiye bindim. Otele varınca da üzerindeki kıyafetlerle birlikte kendimi, ayakkabılarımı dahi çıkarmadan yatağa fırlattım. Bir süre sonra da uyuyakalmışım.
Uyandığımda saat kaçtı bilmiyorum ama kendimi son derece kötü hissediyordum. Üstelik de ter içindeydim. Uzun süreden beri hayır hayır uzun süreden beri değil yaşamım boyunca hiç böyle olmamıştım. Ter içindeydim, hafiften midem bulamıyordu ve de anlamsız bir biçimde içimde acayip bir korku vardı. O anda yanımda biri olsa “Çabuk bir ambulans çağırıp hastaneye götürün beni, bana bir şeyler oluyor “derdim.
Zar zor yataktan kalktım, tutuna tutuna lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp geri döndüm. Telefonu elime aldım. Resepsiyonu arayıp yardım isteyecektim. Kötüydüm ve de biraz sonra öleceğimi düşünüyordum.
Sanırım resepsiyonu arayamadan yatağa düşmüşüm. Gözlerimi açtığımda yataktaydım. Telefon da elimdeydi. Muhtemelen telefon edemeden kendimden geçmiştim. Sıkıntılı halimi atlatmıştım. Saate baktım. Sabah olmak üzereydi artık. Biraz sonra da ezan okunmaya başladı. Yatağa uzandım, televizyonu açtım.
Gündüz programlarından birinin tekrarı vardı. Telefonlarla sorular soruluyor konuk da soruları cevaplıyordu. İlgimi çekti. izlemeye başladım.
Yani, bu konular her zaman bana şey gelir. Sorunun biri vasiyet üzerineydi, konuk önce vasiyetin dinimizdeki yerini açıkladı sonra da soruyu soranın merak ettiği konuyu.


Birden babam geldi aklıma. Babam dediysem üvey babam. Ölmeden birkaç gün evvel ki sağlık durumu iyice bozulmuştu. Hastanede yalnızdık.
— Hiç olmazsa bayramlarda ayda yılda mezarıma uğrayıp bir fatiha okursun değil mi, demişti.
Üvey babamı sevmezdim ama iyi bir adamdı. Yaptığım bütün olumsuz şeylere rağmen bana hoşgörü ile yaklaşırdı. Zaman zaman annemin kızmalarına bile karşı çıkar “ Gençlikte olur böyle şeyler hanım. takma kafana, üzme çocuğu” derdi.
Aradan bilmem kaç yıl geçti, Bir kez bile mezarına gitmedim. Onun o söylediği vasiyete girer mi diye aramak için telefonu elime aldığımda bunun tekrar programı olduğunu anımsadım.
Üvey babam kötü bir adam değildi. Ne üvey babalar ne üvey anneler var. O, imkânları dâhilinde annem ve bana ve kız kardeşim Hümeyra’ya sahip çıkmış, zor şartlar altında beni ve kardeşimi okutmuş evlendirmişti.
İçin daraldı birden. Balkona çıktım. Geçmişe gittim. Babamın bana çektirdikleri değil benim ona çektirdiklerim aklıma geldi. Sırf annemi üzmek sırf o adamı üzmek için pek çok şey yapmıştım. O onların hepsine katlanmıştı.
Ona çok ama çok haksızlık yapmıştım.
Zaman zaman fevri davranışlarım olmuştur. Çoğu kez de bu davranışımın sonucu benim için sıkıntı yaratmıştır.
Otelden çıktım. Hedefim kabristandı. Sanmayım ki bir adımlık yer.
Otelin çıkış kapısında birkaç kez derin derin nefes aldım. Sonra da yola koyuldum. Sallana sallana değil hızlı adımlarla yürümem gerekiyordu. Sabahın çok çok erken saati olduğu için bunu yani hızlı adımlarla yürümeyi, gerçekleştirebilirdim. Daha evvel de yapmıştım.
Yürüyüşümün ilk dakikalarında aklıma bir şeyler geliyor, bazı mevzuları yorumluyor gelecek için bazı kararlar alıyorsam da zaman içerisinde bunların hepsi geçiyordu.
Bir süre sonra düşündüğüm oldu, beynim durdu. Bir şey düşünmez oldum.
Mezarlığa öğleye doğru vardım. Mezarlığın kapısından girdim Yürüdüm, yürüdüm hiçbir şey düşünmeden. Ve bir mezarın önünde durdum. Mezar taşına baktım. Taşın boyası silinmişti ama taşın yazısı okunabiliyordu. Bu benim babamın mezarıydı. Mezar iyice çökmüştü. Üzerinde bir tek ot dahi yoktu.
Yıllar yıllar yıllar sonrası aramadan taramadan bu mezarın başına gelmem bir mucizeydi. Bunun nasıl gerçekleştiği de benim izah etmem mümkün değildi.
Bir süre mezarın başında durdum. Aklımdan neler geldi neler
geçti. Dakikalar dakikaları kovaladı, biraz kendime geldim.
Önce, onun o zamanlar isteğini yerine getirdim. Fatiha okudum. Bu bana da iyi geldi. O kadar çok dolmuş olmalıyım ki babamla konuşmaya başladım. Ben anlattım o dinledi. ben anlattım o dinledi. Bu da bana iyi geldi. Zaman zaman da bazı şeyleri anlatırken ağlamıştım. Boşa dememişler ağlamak insanı rahatlatır diye.
Söylediklerim bitince etrafıma bakındım. . O an gözüm ona takıldı. On bir yaşlarında bir çocuk elinde bir parçası kırık su bidonu olduğu halde biraz ötemdeydi. Göz göze geldik.
—Su dökeyim mi abi, dedi.

DEVAMI VAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder