18 Temmuz 2017 Salı

POĞAÇA

Bir ses ile beyinleyip kendine geldi. Uyumuştu, başı da öne düşmüştü. Saniyelik iş.
Başını kaldırdı. Karşısında on beş, on altı bilemediniz on sekiz yaşında bir kız vardı. Tatlı tatlı gülümsüyordu. Elinde bir tepsi, tepside de bir tabak, bir su bardağı da çay.
— Annem poğaça yapıyordu da, burnunuza kokmuştur diye gönderdi.
Şaşkındı adam. Kırk yıl düşünse aklıma böyle bir şey gelmezdi. Donup kalmıştı. Tepkisizliği kızcağızı da ne yapacağını bilemez bir duruma düşürmüştü. Elindeki tepsi ile kalakalmıştı zavallıcık. Teşekkür ederek uzanıp alma gibi bir eylemde bulunmadığından ötürü anlık bir tereddüdün akabinde adama doğru biraz yanaştı, üzeri peçete ile kapatılmış plastik tabağı ve çay dolu bardağı tepsiden alarak dikkatli bir şekilde oturmakta olduğu bankın üzerine, yanına bıraktı. Belli belirsiz gülümseyerek:
—Afiyet olsun, dedi.
Kızın arkasından bile bakmadı. Bakamadı. Kendine gelmeye çalışıyordu.
Gevher Bey, kendini biraz toparlayınca, yan tarafına döndü. Peçeteyi kaldırdı. Tabakta üç poğaça vardı ve sıcaktılar. Belli ki yeni yapılmışlardı. Mis gibi de kokuyorlardı. Çay da tertemiz bir bardaktaydı ve tavşankanıydı.
Gevher Bey, ayıp bir şey yapıyormuş gibi etrafına bakındı. Kimse yoktu. Poğaçanın nereden geldiğini tahmin edebilmek için etrafına bakındıysa da netice alamadı. Saat yedi olmuştu. Pek çok evin elektriği yanıyordu. Hava sıcak olduğundan da pek çok dairenin balkonlara bakan kapıları açıktı.

Gevher Bey, birkaç kez kalkıp oturdu. Karar veremiyordu. Poğaçalı yiyip çayı içmeli miydi? Onları orada olduğu gibi bırakıp oradan ayrılmalı mıydı? Ya, poğaça ve çayın içine bir şey katmışlarsa. Bu olasılık da aklına geldi, gelince onları oraya getiren kızın tatlı sesini, tatlı gülümsemesini anımsadı, kendi kendine kinayeli “Aferin sana Gevher!” dedi. “Olgunlaşacaksın da ben de göreceğim.”
Gevher Bey’in babası geçen ayın 17’sinde rahmetli olmuştu. Namazında niyazında bir adamdı. Özellikle sabah namazını mutlaka camide kılardı. Onun ölümünden sonra Gevher Bey de babası gibi sabahları camiye gider olmuştu. Geçen hafta cami çıkışında şu anda oturmakta olduğu parkın önünden geçerken kendisini kötü hissetmiş parkın içine girerek banklardan birine oturmuştu. Ondan sonraki günde cami çıkışında parka uğramış, bir süre sağına soluna bakındıktan sonra bu bankı gözüne kestirmiş, yarım saat kadar kalmış, tespih çekmiş geçmiş günleri anımsayarak kâh hüzünlenmiş kâh neşelenmişti. İşte o günden sonra da her cami çıkışında buraya gelip yarım saat kırk beş dakika kadar oturmak âdeti olmuştu. Bu durum ona iyi de gelmeye başlamıştı.
Parkın üst girişinden belediyenin temizlik işçisi girdi. Girer girmez de süpürme işine girişti. Suratsız bir hali vardı. Süpürgeyi, birilerini cezalandırmak istercesine kullanıyordu.
Bir köpek koşarak park kapısının birinden girdi ötekinden çıktı. Arkasından bir köpek daha…
Bir delikanlı, parkın girişinde biraz durdu, parkı mı süzdü, gideceği yere karar verememenin tereddüdünü mü yaşadı belli değil. Bir sigara yaktı. Yürümeye başladı. Gevher Bey'in yanından geçerken:
— Selamünaleyküm” dedi. “ Günaydın” da dedi.
Gevher bey zor duyulur bir sesle selamı aldı.
— Aleykümselâm oğlum.
— Afiyet olsun.
— Buyur al bir tane.”
Delikanlı durdu. Döndü. Poğaçalardan birini aldı, ağzıma attı. Eliyle “ eyvallah” işareti yaparak gitti.
Miyavlayınca kediyi fark etti Gevher Bey. Biraz ilerideki ağacın dibindeydi. Geldiğinden beri mi oradaydı belli değil. Belli olan “ yiyecek” istiyordu. Poğaçanın birini aldı, böldü, kediye atacakken duraksadı. Ya ikramı yapan şu anda kendisine bakıyorsa? Empati kurarak hadiseyi düşündü, ne kadar hoş olmadık bir durum olurdu ikramı yapan için. Gözlemleniyorsa yarısını ağzına atar yarısını verirse ikramda bulunanın hoşuna bile gidebilirdi. Düşündüğünü gerçekleştirdi. Poğaçanın yarısını ağzına attı yarısını kediye. Kedi, poğaçayı kokladı sonra da poğaçayı ağzına alarak oradan uzaklaştı. Belki de yavrusu vardı, ona götürüyordu, ya da kendince bir düşüncesi. Gevher Bey, böyle düşündü, duygulandı gözleri doldu. Bir yerlere gitti. Yapmış olduğu gezinti esnasında da poğaçaları yedi farkında olmadan, çayı da içti. Boşalan çay bardağını aldı ayağa kalktı. Oraya mı bırakıp gitseydi, bankın altına mı koysaydı, yoksa eve götürüp yarın, sahibi gelir alır diye umsa mıydı?
Bankın üzerine bırakmaya karar verdi, Nasıl olsa sahibi görüyordu burayı, kendisinin gittiğini görünce neticeyi görmek için muhakkak ki gelirdi. Tabağın üzerine bardağı kapattı. Ağır adımlarla evin yolunu tuttu.
Evde, karısı “ Allah kabul etsin!” diyerek kapıda karşıladı Gevher Bey'i her zaman olduğu gibi. Gevher Bey de “ Allah razı olsun” dedi. Ayakkabılarını çıkartıp terliklerini giydi. Boy aynası hemen oradaydı. Karşısına geçti. Kendini süzmeye başladı. Önden baktı, arkadan baktı yandan baktı, üzerindekileri çekiştirerek baktı.
Suzan Hanım, salon kapısından içeri girmek üzereyken fark etti kocasının yaptıklarını. Sordu:
— Hayrola Gevher! Ne yapıyorsun?”
—Aynaya baktım da. “
— Niye?
— Ne demek niye? Benim bildiğim aynaya bakılır hanım.
— Bakılır da dışarıya çıkmıyorsun ki. Hem senin dışarı çıkarken bile aynaya baktığın vaki değildir.
Suzan Hanım, kocasına doğru birkaç adım attı:
—Biri bir şey mi dedi kıyafetine. Sen önce aynaya bak falan mı diyen oldu?
Gevher Bey karısına döndü:
— Benim acınacak bir halim falan mı var Suzan? dedi.
Suzan Hanım’ın beklemediği bir soruydu bu. Hem soruya hem sorunun amacına bir anlam veremedi.
— Gelirken giderken biri bir şey mi dedi sana? dedi tekrar. Ses tonu biraz değişmişti. Muamma dolu sözler, tavırlar Suzan Hanım'ı her zaman rahatsız ederdi.
Gevher Bey, salona doğru yürüdü, karısının yanından geçerken onun omzuna dokundu:
—Anlatırım sonra, dedi.
Suzan Hanım,
—Haydi, diye karşılık verdi kocasına. “ Elini falan yıka kahvaltı hazır. “
—Ben kahvaltı yapmayacağım bugün.”
Suzan Hanım, mutfak kapısından içeri girmek üzereydi sözü işittiğinde. Bu da vaki değildi. Durdu, döndü, sordu:
— Kahvaltı yapmayacak mısın?
Gevher Bey, salon koltuklarından birine oturmuştu. Suzan Hanım, onu görebileceği kadar yürüdü. Gevher Bey de onu gördü:
— Evet, dedi. “Ama bir bardak çay içerim “diyecekti ondan da vazgeçti.

Suzan Hanım, rengi solmuş taburesini pek severdi. Geçen yıl ölen görümcesinden hatıraydı. Sağına soluna bakındı, odaları dolaştı, balkonda buldu onu. Dünkü yağmurdan dolayı hala nemliydi ama aldırmadı Eline aldı, salona geçti, kocasının karşısına koydu. Üzerine de oturdu Başını sallayarak sordu:
— Ne oldu?”
Gevher Bey, istenilen cevabı anladı ama anlamazlığa geldi:
— Ne ne oldu?”
— Giderken böyle değildin. Bir şey olmuş dışarıda.
“…
—Ya giderken, ya camide, ya camiden gelirken bir şey olmuş.”
“ ...
—Anlat.
Gevher Bey, karısının gözleri içine baktı, gülümsedi.
—Beni okumaktan, beni biraz olsun benle bırakmaktan hiç vazgeçmeyecek misin sen?
— Ne oldu anlat.
Gevher Bey anlattı ne bir eksik ne bir fazla.
Suzan Hanım’ ın gözleri dolu dolu oldu kocasını dinlerken. Gevher Bey’in aşina olduğu bir durumdu bu. “Kim bilir aklına yine ne geldi.” diye aklından geçirdi. Karısının yanağından bir makas aldı.
— Ne oldu şimdi? Ne bu gözler hanım sultan? “dedi.
Soru, Suzan Hanım’ı ağlattı.
Suzan Hanım, burnunu çekti. Burnunu elinin tersi ile sildi.
—Yürü mutfağa dedi. Kahvaltı kaldı masada.

Mutfağa geçtiler. Gevher Bey, masaya oturdu. Dilimlenmiş ekmeklerden bir parça kopardı, üzerine yağ sürdü ağzına attı. Suzan Hanım, çayları doldurdu. Doldururken de sevgi ile özlem ile içten konuştu:
— Bir oğlum olsaydı vallahi de billahi de hiç sorgulamadan o kızı oğluma alırdım Gevher.
— Hangi kızı?
—Sana o poğaçaları getiren kızı. Bu devirde böyle bir kız bulunur mu? Altı yedi yaşında bir çocuk olsa neyse de genç bi kız diyorsun bak.
Gevher Bey’in keyfini kaçırdı söz.
— Ben de şaşırdım çok. Bir teşekkür bile etmedim. Ayıp oldu. Annesine gidip “ Odun gibi adam demiştir.”
Suzan Hanım, çayından bir yudum aldı. Gülümseyerek:
—Ayağa kalksana bir dedi.
Niye diye sormadı Gevher Bey. Elindeki ekmek parçasını ekmek sepetine koydu. Ayağa kalktı.
—Şöyle bir dön. Kendi etrafında yüz seksen derece.
Suzan Hanım güldü. Gevher Bey döndü:
— Bu giysilerle sokağa çıkarsan böyle olur işte dedi. Kadın poğaça yapıyordu herhalde, seni gördü, haline acıdı, Allah bilir otururken boynunun da bükmüşsündür.
Gevher Bey,
—Sen öyle san, dedi. Oturdu. Sandalyeye kaykıldı. Bardağındaki çaydan höpürdeterek bir yudum aldı. Pala bıyıklarını burdu. “ Bence, bu bıyıklara vurulmuştur. “dedi.
Suzan Hanım bıyıklı erkeklerden hiç hazfetmezdi. Defalarca bunu Gevher Bey’e de söylemiş ama ona bir türlü bıyıklarını kestirtememişti Oysa o daha geçen yıl kahvehanede girdiği bir iddia üzerine bir haftalığına da o olsa çok sevdiği bıyıklarına veda etmişti.
Gün 30 Ağustos’tu. Gün özeldi, evlilik yıldönümlerini unutmayayım diye almıştı bu günü Gevher Bey.
Gevher Bey’e yardımcı oldu televizyon. “Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı,”dedi. Gevher Bey Suzan Hanım ile göz göze geldi o an. Sordu:
—Ne alayım sana evlilik yıldönümümüzde canım?
Suzan Hanım gülümsedi.
—Ben senin yerine olsam hemen şimdi banyoya girerim güzel bir duş alırım bir günlüğüne de olsa şu bıyıklarımı keser karımı mutlu ederim, dedi.
Gevher ney, “ emrin olur” deyip banyoya gitti. Şarkılar türküler söyleyerek duşunu aldı. Bornozunu giydi. Pos bıyıklarını sıvazlayarak içeriye girdi.
Bu, onlar için son 30 Ağustos oldu. Suzan Hanım Gevher Bey’i bir kez daha bıyıklı görünce bozuldu, hadiseyi kendince yorumladı ve de Gevher Bey akşam namazı için camiye gidince birkaç özel eşyasını alıp annesinin evine gitti. Evi terk etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder