16 Temmuz 2017 Pazar

KEVSER’İN ÖYKÜSÜ

Bir varmış bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş. Bu kullardan biri de Fantastik adlı şiiri çok beğenen, kendince bestelediği bu şiiri zaman zaman yüksek sesle seslendiren Kevser’miş.

“Evvel zaman içinde, do, re, mi, re ; mimimi, mi re
Saman kalbur içinde do re mire, mi mi mi, mi, re
Rast geldim ben Güneş’e do,re mi re, mi mi mi, mi re
Merhabalaştık,öpüştük do do do do si do do re do
Yağmura kızmış ondan gelmiş do do do mi re, do do mi do
Kızmış bir de yıldırıma do do do do do re do re si do do do
Kızmak bize aitti sol fa mi re mi do re re
O da gitti elden re do re si do do
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Rast geldim ben Güneş’e
Selamlaştık, öpüştük.”

Mahmut, gurbetten dönüşünün beşinci gününde görmüş Kevser’i. Parkta oturup simit yerken, hemen önünden “ Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde” diyerek geçip gitmiş. Elinde bir de tencere kapağı varmış, onu da tef gibi çalıyormuş.

Mahmut, gözden ıraklaşıncaya kadar Kevser’i seyretmiş. İçi cız etmiş.

O akşam eve dönünce Mahmut, sohbet olsun diye karısı Durkız’a ondan bahsetmiş ama o ona hiç de beklemediği bir tepki vermiş. Kızmış:
—Yanına fazla yanaşmadın değil mi? demiş.
Mahmut:
— Yanına ne yaklaşacağım. Divanenin teki zaten. Kendince bir şeyler çığıra çığıra geçti gitti önümden.”
Durkız bu cevaptan tatmin olmamış. Hemen mutfağa gitmiş koskocaman bir çöp torbası getirip kocasının önüne bırakmış:
— Çabuk banyoya git, üzerindekileri çıkarıp torbanın içine doldur. Sonra da bol sabunlu suyla yıkan.
Ve cümlesinin sonunu da kendi kendine söylenerek tamamlamış Durkız:
— Böyle insanlarla niye muhatap olursun bilmem ki? Niye yanına sokulmalarına müsaade edersin? Bitli midir pireli midir?
Durkız biraz beklemiş, kocasının kımıldamayıp nazlandığını görünce de sesini yükseltmiş:
— Bak hala duruyorsun be adam. Çabuk banyoya.
Azarlanmak, Mahmut’un gücüne gitmiş. Dudaklarını ısırarak gözlerini tavana dikmiş. Bu durum Durkız’ı daha da sinirlendirmiş.
— Baban gibi gözlerini ağartarak tavana bakma, Çabuk banyoya.
Mahmut, alttan almaya çalışmış:
— Adamcağız yüz metre ötemden geçti kadın.
— Çabuk banyoya gidiyorsun, soyunup dökünüyorsun, bol sabunlu suyla yıkanıyorsun. O kadar!

Tam bu anda bir şimşek çakmış. Gök gürlemiş. Bir simit satıcısının sesi oraya kadar gelmiş.
— Siiiiiiimiiiiiiiiiitçi sizin için geldi çıtır çıtır.
Ses, Durkız’ın babasının sesiymiş sanki. Yıllar evvel ölen babası gelmiş Durkız’ın gözlerinin önüne bir an. Onunla yaşadıklarından kesitler saniyeler içinde gözlerinin önünden geçip gitmiş. Onun güzel tümcelerinden bazıları kulaklarında çınlamış:
— Kızım, her şeyin fazlası zarar. Bak, bu adam sırf senin “ Benin dediğim olacak.” saplantın yüzünden seni terk edecek bir gün. Her şeyi öğrettim sana da iyi düşünceyi, hoşgörüyü öğretemedim.
Durkız, irkilmiş “ Tövbe yarabbi!” diye söylenmiş, meseleyi oluruna bırakıp balkona çıkmış. Mahmut da “ Ne olacak bu kadının hali.” diye söylene söylene aşağıya inmiş. Bir süre kapının önünde durmuş. Derken köşeden Cahit Amca çıkmış. Elinde, yanından hiç ayırmadığı bastonu varmış. Mahmut’a “ Merhaba!” dedikten sonra davetini yapmış:
— Parka doğru gidiyorum, işin yoksa gel, iki lafın belini kırarız.
Mahmut’un arayıp da bulamadığı bir şey olmuş bu. Cahit Amca’nın koluna girmiş. Sohbet ederek yürümeye başlamışlar:
— Benim dedemin de bir bastonu vardı, demiş Mahmut.“Yanından hiç ayırmazdı senin gibi.”
— Benimki de dededen kalma. Dedeninkine ne oldu?
— Bilmem ki. Belki biri aldı, belki atıldı.
— Atıldı mı? Dede yadigârı!
— Benim elime hiç geçmedi, Belki dedim hani. Belki.”
Mahmut, birden durmuş. Cahit Amca’nın kolundan çıkmış. Çoktan beri sormak isteyip de soramadığı soruyu sormuş:
— Cahit Amca sen kaç yaşındasın sahi?
Cahit Amca, yaşı epeycenin de üzerinde olduğu için bu tip sorulara da soru sonrasında gelen ek sorulara da yabancı değilmiş. Mahmut’a tatlı tatlı tebessüm ederek sorusunu kendince cevaplamış:
— Bu yaşta bu kadar dinç olmamı, başkalarını sevindirmeye borçluyum. Birinin gözündeki ışıltıyı görünce on yaş gençleşiveriyorum. Onun için de yıllardır yaşım elliden altmıştan yukarı çıkmıyor be Mahmut.
Mahmut, Cahit Amca’nın söylediklerine karşılık vermemiş. Tekrar Cahit Amca’nın koluna girmiş. Tekrar havadan sudan, dereden tepeden konuşarak yürümeye başlamışlar. Bir süre sonra da mahallenin şiir gibi güzel parkına varıp banklardan birine oturmuşlar. Epeyce bir zaman hiç konuşmamışlar. Mahmut’un aklı bir yerlere Cahit Amca’nın aklı bir yerlere gitmiş, ta ki Kevser yanlarına gelip işaret parmağı ile bastonu gösterene kadar:
— O sazı bana versene.
Cahit Amca, tatlı bir gülümseme ile ve de yumuşak bir ses tonu ile kastedilenin ne olduğunu anlamamış gibi sormuş:
— Hangi sazı Kevser?
— Elinde var ya. O sazı işte.
Mahmut, Cahit Amca’ya, ” Bastona diyor bastona. Bastonu saz sandı garip.” dedikten sonra Kevser’e dönüp serçe,
— O saz değil, demiş. “Onun adı baston, baston.”
Kevser, bir çocuk gibi omzunu birkaç kere kaldırıp indirmiş, burnunu çekmiş:
— O, saz demiş.” Ben çalcam onu.”
Mahmut, suratını buruşturup keskin bakarak azarlar gibi, tekrar konuşmuş:
— O verilmez ama. O sana cıssss.
Cahit Amca, sen sus bir der gibisinden önce Mahmut’un bacağına dokunmuş sonra da bastonu göstererek Kevser’e sormuş:
— Çok mu istiyorsun sen bu sazı evladım?
Kevser, utanmış, başını öne eğmiş. Cahit Amca, bastonu uzatıp “Al bakalım.” deyince de başını kaldırıp bir Mahmut’a bir Cahit Amca’ya bakmış.
Cahit Amca’nın “ Al, hediyem olsun bu sana.” sözü üzerine de bastonu kapar gibi alıp bakımsız dişlerini göstererek gülmüş sonra da koşarak sevinçle oradan uzaklaşmış.
Mahmut, Cahit Amca’nın ata yadigârı bastonunu vermesine pek şaşırmış. Şaşkınlığını söz ile de ifade etmekten alıkoyamamış kendini:
— Dedenin bastonunu verdin bir deliye.
Cahit Amca,
— Evet ama çok sevindi demiş, keyifle. “Dünyalar onun oldu, değmez mi?”
— Şuradaki ağaçlardan bir dal koparıp verseydin. Ondan saz etseydi, onunla eğlenseydi. İnsan dedesinden kalan hatırayı verir mi? Şimdiye kadar ya çoktan kırmıştır ya da atmıştır.
Cahit Amca, tam karşılık verecekken Mahmut’a Kevser koşarak geri dönmüş. Nefes nefeseymiş. Bastonu, Cahit Amca’ya uzatarak “ Birilerinden hatıra kaldıysa sana, bunu al sen.” demiş.
Mahmut, duyduklarına da gördüklerine de inanamamış. Bir Cahit Amca’ya bir Kevser’e bakmış. Hatıra olduğunu biliyor muydu diye soracakken, Kevser:
— Bunu al bana bir şiir oku sen, deyip sözlerini tamamlamış.
Cahit Amca:
— Olur mu öyle, diye sorunca da Kevser gülümseyerek. “Olsun!” demiş. “Ancak anne şiiri olsun.”
— Anne şiiri mi?
— He!
Mahmut’un şaşkınlığı daha da artmış:
— Vay be, şiir miir de biliyor bu, demiş.
Cahit Amca, bastonu almış, yanına koymuş, sinekkaydı tıraşını göstermek ister gibi yüzünü sıvamış. Sonra da,
— Dur bakayım, demiş, derken de geçen gün Esranur Daşpınar’ın annesi için yazdığı ve de şairin bir radyo programında kendi sesinden dinlediği dinlerken de bir kâğıda yazdığı “Kimsecikler Seni Benden Çalmasın”” şiiri aklına gelmiş. Kâğıdı çıkartmış. Şiiri etkileyici sesi ile okumuş:

Biliyorum sana ne zaman
“Çok güzelsin” desem
Herkesin annesi kendine güzel, dersin
Öyleyse duy anneciğim
Sen herkesin annesinden daha güzelsin!
Hilal gibi aydınlanan bir tebessümünle
Evlatçığının korkulu yüreğine su serpersin
Hatta hayat seni yorduğunda bile
Başımı okşamaya devam edersin
Sen anneciğim.
Mis kokulu pamuk yürekli
Rabbimin bir nevi
Nurdan yarattığı anneciğim
Sen hep mutlu ol
Mutlu ol ki şu güzel güller solmasın
Ve her daim yanımda ol ki
Kimsecikler seni benden çalamasın.

Şiir bitince tepkisini ölçmek için Kevser’e bakmış Cahit Amca. Kevser gözlerini uzaklarda bir yerlere sabitlemiş. Beş saniye, on saniye derken Cahit Amca korkmaya başlamış. Tam yerinden kalkmak için kımıldamış ki Kevser yanına yanaşmış:“ Bana bir saz bul.” demiş. Sesi yalvarır gibiymiş. Sesi emreder gibiymiş. Sesi ürkütücüymüş.
Mahmut, Cahit Amca’yı dürtmüş, “Haydi kalk.” demiş. “Gidelim. İyicr mi deliriyor ne? Bununla mı uğraşacağız.””
Kevser, Cahit Amca’nın kolundan tutmuş.
—Bana bir saz bulsana. Çalıp vereceğim, demiş boynunu bükerek.
Cahit Amca, bastonu uzatırken Kevser:
— Gerçek saz istiyorum, bağlama, demiş. “Kısa sapı da biliyorum ama uzun sap olursa daha iyi olur.”
Cahit Amca, ne yapacağını bilememiş. Gayriihtiyarî öevresine, çevresindelilere bakınmış. Bu esnada hemen yanı başlarında duran bir çocuk, Cahit Amca’ya:
— Dayımın sazı var, demiş. “Evi de şurada. Alayım geleyim mi?”
Kevser’in gözleri parlamış. Çok sevinmiş. Ellerini çırpmış:
— Getirsin, demiş Cahit Amca’ya.
Cahit Amca, otaya çıkan bu duruma çok şaşırmış. Sözcükleri bir anda düzgün kullanmaya başlaması onu etkilemiş.
— Sen saz çalmayı biliyor musun? Çocuğun sazını şey falan yapma, demiş.
Kevser, durgunlaşmış. Bir kaç saniye susmuş. Gözleri dolmuş. Yutkunmuş. Cahit Amca’ya bir değişik bakarak:
— Annem bilirdi demiş. Yayladaki çardakta bana bir türkü öğretiyordu, yıldırım çarptı öldü. Sen şiir okurken o anları anımsayıp yaşadım birden. Bana annem öğretmişti saz çalmayı.
Kevser’in sözleri görmüş geçirmiş Cahit Amca’yı heyecanlandırmış. Yan banklarda ve çimler üzerinde oturup onlara kulak misafiri olanları da heyecanlandırmış. Meraklandırmış. Onlardan biri daha da heyecanlanmış, kalkmış “Dayımın sazı var”, diyen çocuğun kolundan tutup:
— Haydi oğlum şu sazı hemen bir kap da gel, demiş.
Tüm gözler Kevser’e çevrilmiş.
Göz açıp kapayıncaya kadar saz getirilmiş.
Kevser kendisine uzatılan sazı almış. Cebinden çıkardığı kirli mendille sazı silmiş. Tellerine dokunmuş. Beklemiş. Dokunmuş. Sonra bağdaş kurup yere oturmuş. Sazı akort etmiş. Nefesler de adeta tutulmuş. Kevser, Aşık Veysel’in “ Uzun ince bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz gece/ Bilmiyorum ne haldeyim/ Gidiyorum gündüz gece” diye başlayan türküsünü çalıp söylemeye başlamış. Sazı o kadar güzel çalmış, türküyü o kadar güzel söylemiş ki herkes şaşmış kalmış. Alkıştan yer gök inlemiş, alkışlar Kevser’in iyileşmesi için dua olup semaya yükselmiş, Gökten üç elma düşmüş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder