9 Temmuz 2017 Pazar


İKİ EKMEK BİR SÜT

Bir varmış bir yokmuş. Uzak diyarların birinde Suat Bey değil de Bay Suat denilen biri yaşarmış. Zaman zaman boş gezenin boş kalfası olmuş zaman zaman un edinmiş, şeker edinmiş, su edinmiş, yağ edinmiş helva yapmış ama her defasında yaptığı helvalar elinde kalmış. Bay Suat biraz patavatsızmış. Biraz vurdumduymazmış. Hiç mi hiç kitap okumadığından kendisini pek de geliştirememiş. Birkaç kelime ile kendini anlat deseler vereceği cevap “ mutsuz ve yalnız “ olurmuş. Düşünmeyi de pek sevmediğinden Bay Suat, bunun niçin böyle olduğuna da bir türlü akıl sır erdiremezmiş.

Yeni taşındığı evin tam karşısındaki küçük bakkal dükkânı ile onun yaşlı ama dinç sahibi Güler Dede, Bay Suat’ın sinirini bozar olmuş. Güler Dede, dükkânını, hava henüz ışımadan açıyor gecenin geç vaktinde de kapatıyormuş. Bir gün üç gün beş gün derken bir sabah Bay Suat bu duruma daha fazla tahammül edememiş hışımla evden çıkıp bakkal dükkânına gitmiş. Selam bile vermeden bakkalın yaşlı sahibine çıkışmış:
— Derdin ne senin dinozor? Bu saatte dükkânda mı açılır be?
Bay Suat, bakkal sahibinin cevap vermesine olanak bırakmadan, biraz da alaylı bir ses tonu ile devam etmiş sözlerine:
— Dur tahmin edeyim. Yalnızsın.
Cevabı bakkalın papağanı vermiş:
— Hayır. Karısı var, çocukları var, torunları var. Daha da önemlisi dostları var.
Bay Suat, bir papağana bir yaşlı bakkala bakmış. Sonra da papağana dönerek
— O zaman o kadar çekilmez ki evden kovuyorlar, demiş dudak bükerek.
— Değil.
— O zaman çok mutsuz.
— Sen öyle san.
— O zaman ne?
— Biraz sonra Sami gelecek. Bakkal Güler mutlu olacak, şükür edecek
Bay Suat, bu sözler üzerine yaşlı bakkala dönüp sormuş:
— Sami de kim?
Güler Dede, elindeki süpürgeyi bırakmış sonra da yürekten:
— Allah’ın bana verdiği bir armağan, demiş.
Papağan yine konuşmuş:
— İki ekmek bir süt. İki ekmek bir süt.
Bay Suat, Güler Dede’ye “ Ne diyor bu?” der gibisinden bakmış. Tam bu sırada da bakkala Sami girmiş. Ağır adımlarla papağanın yanına gidip gülmüş.
Papağan:
— Günaydın Sami, demiş. “Hoş geldin.”
Sami, önce birkaç kez el çırpmış sonra göz ucuyla önce Bay Suat’a sonra da yaşlı bakkala bakmış.
Güler Dede de bu arada bir poşete iki tane ekmek ile bir şişe süt koymuş. Tatlı ve sıcak bir ses tonu ile poşeti Sami’ye uzatmış.
— Afiyet olsun Sami.
Sami, gülümsemiş. Kendince esas duruşa geçmiş. Zor anlaşılır bir sesle de:
— Sağ ol, demiş.
— Köpeğini de kedini de benim için sev.
—Tamam.
Sami, bakkaldan çıkarken Bay Suat garip bir şaşkınlık içerisindeymiş. Yüzünde acayip bir ifade varmış. Kendini tutamayıp,
— Bu aklı kıt insan için bu saatte buradayım deme sakın bana, demiş Güler Dede’ye.
— Poşeti alırken gözlerinde oluşan o ışığı o mutluluğu fark etmedin herhalde?
— Git be adam, deli misin nesin? Hani parasını verse bir derece diyeceğim de.
Papağan kanat çırpmış:
— Veren el alan elden üstündür. Her şey para değil. Bakkal Güler mutlu, Sami mutlu ben mutlu
Bay Suat, “ Siz işin kolayını bulmuşsunuz” diye söylenerek kapıya doğru yönelmiş. Tam kapıdan çıkarken papağan yine konuşmuş:
— Hoşça kalın desene Allaha ısmarladık desene, insan huyu için hayvan tüyü için sevilir. Akşam da gelip bir şeyler öğrensene.
Bay Suat durmuş, dönmüş. Tam bir şey diyecekken Güler Dede:
— Seni sevdi benim bir tanem, demiş.
Bay Suat Güler Dayı’nın yüzüne bir süre boş boş bakıp kinayeli karşılık vermiş:
— Belli oluyor, belli oluyor.
Ve sonra Bay Suat papağanın yanına gitmiş, parmakları ile kafese dokunup papağana göz kırpmış sonra da ona “ bay bay” demiş, demiş ama dediğine diyeceğine de pişman olmuş.
— Bay bay da ne ola? Hoşça kal desene. Allaha ısmarladık desene. Anlamlı söz edip güzel işler etsene.
Papağanın bu sözleri Bay Suat’ın asabını iyice bozmuş.Tüm bedeninden ter boşanmış. Alnındaki terleri elinin tersi ile silerek dükkândan hızla çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Birde bakmış ki zaman su gibi akıp gitmiş. Dönmüş dolaşmış kendini yeniden Güler Dede’nin bakkalının önünde bulmuş

Güler Dede ile Fevziye Hanım dükkânın önünde bir yandan tatlı tatlı sohbet ediyorlar bir yandan da çaylarını yudumluyorlarmış. Bay Suat yanlarına yaklaşmış, Yaşlı Bakkal’ın kulağına eğilmiş Fevziye Hanım’ı işaret ederek patavatsızlığını kanıtlamak istercesine,
— İhtiyar, senin karı da fena değilmiş ha? Kaçırırlar diye korkup da seni aramaya mı gelmiş, demiş.
Bay Suat bu sözü fısıldayarak söylemiş ama papağan duymuş. Senden adam olmaz der gibisinden derin bir of çekmiş

Fevziye Hanım da Bay Suat’a dönerek taşı gediğine koymuş:
— Şu dünyada ne patavatsızlar ne gıcıklar ne ukalalar var diyecekti ama Güler Bey’i üzmek istemedi kötü söz ederek. Ne de olsa bir beyefendinin papağanı. Ben, Güler Bey’in eşi değil otuz yıllık arkadaşıyım.”

Bay Suat bozulmuş. Kadında da ne kulak varmış be, diye içinden geçirmiş. Bugün yaşadıklarından “ mutsuz ve yalnız ” saptamasının nedenine yanıt olabilecek ipuçlarını yakalamış azıcık da olsa düşündüğünden. Bu da onu hem heyecanlandırmış hem de sevindirmiş çünkü o bile biliyormuş ki, sorun bilinirse soruna çözüm de bulunabilir.

Güler Dede’nin yüz yirmiye merdiven dayamasına rağmen bu kadar yaşam dolu, bu kadar hoşgörülü bu kadar sevecen, bu kadar iyiliksever olmasının sebeplerinden biri de onun zaman zaman da olsa yaşamında yaptığı küçük hoş değişikliklermiş. Bunu bilen masal dünyası çorbada benim de tuzum bulunsun misali gökten üç elma yerine üç şiir düşürmüş bu sefer. Güler Dede buna çok sevinmiş. Şiirleri bir çırpıda okumuş. Biraz daha gençleşmiş. Güç kazanmış. Yaşama biraz daha bağlanmış. Esranur Daşpınar’ın “ Mutluluğu Yaymak İçin” şiirini oradakilerle de paylaşarak oradakileri de mutluluğuna ortak etmek istemiş:

Mutlu olmak ve
Herkesi sevmek…

Neşeli olmak ve
Çok sevilmek…

Sevmek ve
Herkesi mutlu etmek…
Herkese hediyeler vermek
Birkaç hoş lakırdı etmek
Şiirler okumak ve şarkılar söylemek
Ya da bolca dans etmek…

Hiçbiri olmuyorsa bir tebessüm etmek

Aslında, mutlu olmak ve mutluluğu yaymak için
Ne kadar da çok sebep var!






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder