11 Temmuz 2017 Salı




BİR CUVAL ALTIN


Bir varmış bir yokmuş. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken Kaf Dağı’ndaki beldelerin birinde üç gün tellal çıkmış. Mevsim Dede, elmaları için üç günlüğüne bekçilik yapacak birini arıyormuş Üç gün için bu görevi üstlenecek kişiye tamı tamına da 100 altın verecekmiş.
Tellalı işitenler çok sevinmişler. İşlerini güçlerini bırakıp Mevsim Dede’ye gitmişler ama Mevsim Dede’nin şartları varmış. On bin dört yüz üç elmasından biri bile zayi olursa hem vaat edilen altınlar verilmeyecek hem kaparo olarak alınacak yüz altın iade edilmeyecek hem de on sene Mevsim Dede’nin yanında karın tokluğuna çalışılacakmış.

Bu duruma, işe talip olanlar kızmış, duyanlar da şaşmış kalmış.

Mevsim Dede, aradığı elemanı bulamayınca ne yapacağını kara kara düşünmeye başlamış. Bir gün düşünmüş, iki gün düşünmüş... Tam ümidini yitirmekte olduğu bir gün küçük bir çocuk Mevsim Dede’nin kapısını çalmış:
—Ben, şartlarınızı kabul ediyorum, demiş.
Mevsim Dede canı o gün çok sıkkın olmasına rağmen bu cesarete çok gülmüş. Sonra da çocuğun kulağından tutup “ Gel bakayım” demiş. Çocuk, Mevsim Dede’nin gülmesinin ardından da kulağına yapışılmasından korkmuş ama belli de etmemiş.
Biraz yürüdükten sonra üç köpeğin yanına varmışlar. Bunlar Mevsim Dede’nin köpekleriymiş. Sahibini gören köpekler havlayarak ileri atılmışlar ama bağlı olduklarından bir şey yapamamışlar.
Mevsim Dede küçük çocuğa dönmüş:
—Elmalarımdan bir elma bile eksilirse seni bu köpeklere yem ederim, demiş. “Bu da kabul mü?”
Çocuğun beti benzi atmış. Yutkunmuş. Köpeklere gözlerine kısarak bakmış. Sonra da tüm cesaretini toplayarak:
—Tamam, demiş.
Mevsim Dede buna da çok şaşırmış.
— Cesaretini takdir ettim ama bir şartım daha var, demiş. “Bunu da yaparsan elma bahçemi üç günlüğüne sana teslim edeceğim.”
Küçük çocuk buna da tamam demiş.

Küçük çocuk, o akşam annesinin dizi dibine oturarak her şeyi tek tek, ne bir eksik ne bir fazla anlatmış. Annesi olumlu ya da olumsuz hiçbir şey dememiş. Sadece, oğlunun elini tutmuş, sıkmış. Küçük çocuk bunun “ Ne diyeyim hayırlısı ne ise o olsun.” demek olduğunu anlamış “ İnşallah! ” deyip başını sallamış.

Küçük çocuk ertesi gün tan ağarmadan kalkmış. Banyosunu yapmış, giyinmiş. Mevsim Dede’nin isteğini yerine getirmek için fazla vakti yokmuş. İlk olarak, o dakikalarda tarlasında çalışarak alın teri ile nafakasını çıkartmaya çaba sarf eden Keramet Dayı’ya gitmek istemiş. Dışarı çıkmış bir de ne görsün, Keramet Dayı’nın eşeği kapıda bekliyor.
Eşek:
— Adım Zırva, demiş. “Keramet Dayı’ya gitmek istiyorsan gel götüreyim seni.”
Küçük çocuk, peki deyip eşeğe binmiş. Göz açıp kapayıncaya kadar da Keramet Dayı’nın tarlasına varmışlar.
Küçük çocuğun anlattıklarını dinleyen ve onun yardım talebini alan Keramet Dayı:
— Sana yardım etmeyi çok isterim ama evladım benim değil yüz, bir altınım bile yok, demiş.
Küçük çocuk bu hakikati zaten biliyormuş. Niyeti de başkaymış zaten:
— Ama akıllısınız ve deneyimlisiniz. Bana akıl verip yol gösterebilirsiniz,
demiş.
Keramet Dayı’nın ilk aklı da ikinci aklı da çocuğun aklına yatmamış. Aklında olanı söylemiş. Çocuğun kendine olan özgüveni, yapılan önerilere hayır diyebilmesi ve de kendi fikrine açık açık söyleyebilmesi Keramet Dayı’nın hoşuna gitmiş. “Tamam.” demiş. “ Bir dene bakalım. Benim görebildiğim kadarıyla denemende bir sakınca yok.”
Keramet Dayı’dan alacağını alan çocuk düşündüğünü gerçekleştirmek için vakit kaybetmeden kolları sıvamış.
Göz açıp kapayıncaya kadar akşam olmuş. Keramet Dayı toparlanırken küçük çocuk geri dönmüş. Keramet Dayı daha bir şey sormadan: “ Bir altın bile toplayamadım.” demiş. “Kapı kapı dolaştım ama kimse değil yüz altın bir altın bile vermedi.”
Keramet Dayı, sormuş:
—Tüm evleri dolaştın mı?
Çocuk, iç geçirerek “evet” demiş ama Keramet Dayı’nın bildiği bir şey varmış.
— Bir ev bile atlamadığından eminsin değil mi?
— Zaten kimse bir şey vermedi.
Keramet Dayı, az evvelki sorusunu küçük çocuğun gözleri içine bakarak yinelemiş. Küçük çocuk, biraz düşünmüş. Bir kişiye bilerek uğramamışmış. Keramet Dayı bunu öğrendi herhalde deyip:
— Bizim evin yanında yaşlı bir nine var ama o zaten veremez. Onun yemeğini bile bazen biz veriyoruz. Evinde de doğru dürüst bir şey yok, demiş soruya karşılık olarak.
Keramet Dayı, küçük çocuğun omzuna sevgi ile dokunarak:
— Ama demiş “ O şu anda çok üzgün olabilir.”
— Niye?
— Burası o kadar büyük bir yer değil. Küçük bir çocuk ev ev dolaşıp yardım istiyor diye duyduysa kendisine uğranılmaması onu kırmış olabilir.
— Ama onun parasının da altının da olmadığını ben biliyorum.
— O başka o başka.
— Birde ona mı uğrayıp sorsaydım keşke?
— Onu atlaman onu üzmüş olabilir.
Küçük çocuk pek bir şey anlamamış ama Keramet Dayı’nın bir bildiği olsa gerek diye düşünüp:
—Tamam, o zaman, demiş. “Şimdi giderken ona da uğrarım ondan da altın isterim.”
Küçük çocuk eve dönerken verdiği sözü tutup bahsettiği nineye de uğramış. Olup bitenleri anlattıktan sonra ona demiş ki:
—Varsa bana yüz altın yoksa birkaç altın o da yoksa satıp altına çevirebilmem için bir şeyler verebilir misiniz? Elmaları tam teslim edince borcumu hemen öderim.
Nine, güzlüklerini çıkarmış. Gözlük camlarını silmiş. Bu arada küçük çocuk da “ Bende altın ne arar, benimle dalga mı geçiyorsun sen? ” diye bağıracağını düşünerek korkuyormuş ama çok şaşırtıcı bir şey olmuş. Nine:
—Mevsim Dede’ye git, yarın öğle köy kahvesinin önünde altınları vereceğini söyle. Başka da bir şey sakın ola ki söyleme, demiş
Küçük çocuk belli belirsiz “ Tamam.” deyip oradan ayrılmış Mevsim Dede’ye haberi vermek için koşmaya başlamış. Tam kahvehanenin önünden geçerken Mevsim Dede’yi masalardan birinde çay içerken görmüş. Yanına yanaşmış. “ Yarın öğlen altınları buraya getireceğim. “demiş. Demesi ile birlikte de kahvehanedekilerin şaşkın bakışları arasında orada bulunanların soru sormasına olanak bırakmadan oradan uzaklaşmış.

Altınların öğle üzeri kahvehanenin önünde olacağı haberini ertesi günü öğleye kadar herkes duymuş. Çoluk çocuk, kadın kız herkes öğleye doğru kahvehanenin etrafını hınca hınç doldurup beklemeye koyulmuşlar. Derken köşede sırtında bir çuval olduğu halde nine belirmiş. Ninenin yanında da küçük çocuk varmış. Merak iyice artmış, nefesler tutulmuş.

Nine, kalabalığı görünce çok sevinmiş. Onları ortalayıp durmuş ve oradakilere şöyle seslenmiş:
— Çocuklarım, bu çuvalın içi altınla dolu. Dedelerden ebelerden bana kaldı ama benim bırakabileceğim kimsem yok. O nedenle ben de bu altınları sizlere bırakmaya karar verdim. Şimdi hepinize üçer altın dağıtacağım. Helali hoş olsun.

Herkes bu duruma çok sevinmiş, altınlar dağıtılmaya başlayınca sevinçleri daha da artmış.
Göz açıp kapayıncaya kadar altınlar dağıtılmış. Mevsim Dede’ye de üç altın verilmiş. Mevsim Dede üç altını alırken kendini tutamayıp küçük çocuğa:
— Üç altın değil yüz altın vereceksin yüz yoksa avucunu yalarsın, demiş.
Herkes gibi nine de Mevsim Dede’nin dediğini duymuş, duyunca da kalabalığa dönerek şöyle demiş:
—Yaşlılık işte. Çocuğun altınlarını da yanlışlıkla çuvala koyuvermişim. Ama bu çocuğun da altına ihtiyacı var, sebebini de hepiniz biliyorsunuz.
Ve sonra, cebinden bir kese çıkartıp hemen oradaki bir ağacın dalına asarak:
—Ben inanıyorum ki sizler buradan geçerken bu keseye birer altın atacak ve de bu çocuğun ihtiyacını gidereceksiniz, demiş ve de ilk altını keseye bırakıp hızlı adımlarla, ardına bakmadan oradan uzaklaşmış.

Altınları alan halk tarafından, yüz altın bu keseye atılmış mı, kesedeki altın sayısı yüzü bulmadıysa nine tarafından yüze tamamlanmış mı bilinmez ama ninenin altınları sihirliymiş. Her zaman olduğu gibi aç gözlülük yapanların, almayı bildiği halde vermeyi bilmeyenlerin altınları birkaç saat içinde teneke parçasına dönüşmüş, açgözlü olamayanların iki altını da yaptıkları iyilik oranında gün gün artmış. İyilik yapanlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder