28 Temmuz 2017 Cuma

BABA MEZARI

Yavaşça odasından çıktı Arif Bey. Çıkarken de yatak odasının elektriğini söndürdü her zaman yaptığı gibi.
Yatak odasının kapısı salona açılırdı. Salonda büyükçe bir kitaplık vardı. Kitaplığa yöneldi ise de masanın üzerindeki gazeteye ilişti gözü. Fırsat bulup okuyamamıştı dün. Masanın yanına gitti, sandalyeye çöktü, gazeteyi eline aldı. Boşanmak isteyen eşini öldüren ve de onu çok sevdiği için öldürdüğünü söyleyen adamın fotoğrafına tükürdü. Otobüs durağa dalarak üç kişiyi öldüren sarhoş şoförün haberine çıldırdı. Gazeteyi parçaladı yere attı. Mutfağa gitti sonra. Bir fincan sallama çay yaptı. Mutfaktaki radyoyu açtı. Zeki Müren'den bir parça çalıyordu. Zeki Müren'i pek severdi. Bir kaç yudum çay, Zeki Müren'den bir sanat müziği şarkısı iyi geldi ona. Tekrar salona geçti. Eline bir kitap aldı, üçlü kanepeye uzandı. Okumaya başladı.
Ezan okunmaya başlayınca kitabı kapattı. Sabahın sessizliğinde ezan sesi pek etkileyici geldi kendisine. Ezan bitince banyoya geçti soğuk su ile elini yüzünü yıkadı. Cep telefonundan kalkınca okusun diye bir mesaj yazdı oğluna.
Oyalanayım diye yabancı kanallarından birini açtı. Bir film vardı. Yabancı dili yoktu. Olayların akışından nelerin olup bittiğini anlamaya çalışmak için gayret sarf etti, bunu yaparken de emeline ulaştı bir bakıma. Kafası dağıldı.
Kapı zili çalınca beyinleyip kendine geldi. “ Hayırdır inşallah bu saatte” diye söylenerekten gidip kapıyı açtı. Gelen oğluydu. Merdivenleri hızlı hızlı çıkmıştı. Nefes nefeseydi:
— Hayrola baba, Ne oldu?
— Yok bir şey.
— Ne bileyim, mesajı görünce
— İşe giderken uğra beni de al, diye yazdım oğlum. Kaygılanma diye de diye de not düştüm.
Arif Bey'in sesi sert çıkmıştı. Sesini daha da sertleştirdi:
— Ölüyorum koş mu, dedim. Bilseydim bir taksiye atlar giderdim.
Serhat, babasının bu tavrına bir anlam veremedi. Alttan aldı:
— Tamam da baba, dedi “ Yani merak ettim gene de. Sen olsaydın merak etmez miydin ki?”
— Tamam tamam uzatma.
Kapıda konuşuyorlardı.
— İçeri gir ben de hazırlanayım çıkarız, dedi Arif Bey.
Kenara çekildi, oğlunun da kolundan tutup içeriye çekti. Kapıyı sertçe kapattı.
Arif Bey, her zaman sabah giyeceklerini akşamdan hazırlardı. Dün akşam da öyle yapmıştı. O nedenle de çarçabuk hazırlandı. Salona geçince de oğluna hitaben,
— Umarım arabayı uzağa park etmedin, dedi.
— Yok yok, bahçeye bıraktım, dedi Serhat. Sonra da ne kadar dikkatli olduğunu göstermek istercesine sordu: "Senin arabayı göremedim. Tamirde falan mı?
Arif Bey, soruya cevap vermedi,
— Hade çıkalım, dedi.
Çıktılar. Serhat'ın arabasının yanına kadar konuşmadan yürüdüler. Serhat babası için kapıyı açtı.
Serhat arabayı çalıştırırken babası
— Kabristan’a uğrayacağım giderken, dedi “O taraftan git olmaz mı?”
Serhat şaşırdı:
— Niye ki? dedi
—Kendime mezar seçeceğim. Var mı itirazın?
Serhat. “ estağfurullah” diye mırıldandı ve de ekledi:
— Pastaneden bir şeyler alayım mı sana? Atıştırırsın."
Arif Bey'in birden canı çekti.
— Sıcaksa olur, dedi. “Aşağıdaki pastaneden olursa yerim.”
— Olur. Vallahi ara sıra tam bizim oradan buraya geliyorum bir şeyler almak için.
— Ve bizim için de bir şeyler alıp bu da size baba demiyorsun.
— Aşk olsun baba. O nasıl söz!
— Yalan mı? Hiç gördük mü? Eee ne demişler "Baba oğluna bağ bağışlamış da oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş."
— Eh yani baba. Sabah sabah kırdın beni yine.
— Neyse sonra konuşuruz bunu. Biliyor musun, babasının babasını tanırım ben onun. O da pastacıydı.
— Babadan oğla ha! Ne güzel!
Pastanenin önüne gelmişlerdi. Serhat, arabayı park ederken sordu:
— Ne alayım baba?
— Sıcak olan ne varsa ondan al. Sıcak yoksa istemem.
— Sıcaktır sıcaktır. Hele hele bu saatte.
— İşte bilmem, sıcaksa üç kesekâğıdı doldur.
— Üç kesekâğıdı mı?
— Çok geldiyse ben veririm parasını.
Arif Bey'in az evvel yumuşayan sesi son cümlesinde yine sertleşmişti. Bu nedenle Serhat, “ gerçekten mi üç kesekâğıdı?” diye soramadı. Arabadan indi. Müşteriler vardı pastanede. Sırası gelince tercih yapmadan, tezgâhtara,
— Sıcaklardan şöyle üç kesekâğıdı doldur, dedi.” Bir poşete de birkaç meyve suyu koy.
— Hemen beyefendi, dedi tezgâhtar gülümseyerek.
Çabucak istenileni yaptı tezgâhtar. Kesekâğıtlarını ve poşeti uzatırken de:gülümseyerek:
-Afiyet olsun, dedi.” Yine bekleriz. Kasa şu tarafta.”
Elleri dolu, arabaya döndü Serhat.
— Tam istediğin gibi baba, dedi. Paketlerden birini açtı. “Meyve suyu da aldım. Portakal, limonata, vişne, hangisinden istersin?”
Arif Bey, bir şey demedi. Uzatılan paketlerden birini aldı, açtı. Pakette açmalar vardı. Onlardan birini alırken
—Sıcakmış, iyi, diyerek hoşnutluğunu belirtti ve ekledi: “ Aldıysan, bir de vişne suyu ver bakayım.”
Serhat da bir şeyler yemek istiyordu ama babasından " Direksiyon başında bir şey yenmez." fırçasını yememek için bu mevzuda bir teşebbüste bulunmadı. “ Afiyet olsun babacığım” diyerek bulduğu vişne suyunu babasına uzattı.
Trafik yoğun değildi. Yirmi dakika kadar sonra kabristana yaklaşınca Arif Bey sessizliği bozdu:
— Kaç zamandır dedeni görüyorum rüyamda Mezarlığa gir de dedene bir Fatiha okuyalım.”
— Tamam baba, dedi Serhat.
Mezarlık kıpısına varmışlardı. Giriş kapısı henüz açık değildi ama kapıda bir güvenlik görevlisi vardı. Serhat sinyal verince görevli kapıyı açtı başı ile selam verdi.
Serhat on metre kadar gitti. Yol dörde ayrılıyordu, sordu:
— Ne taraftan gideceğiz baba?
Arif Bey, ilgisiz cevapladı soruyu. Sesi de bir değişik çıktı:
— Dedenin mezarına.
— Tamam da ne taraftan?
Arif Bey'in yüzü gerildi.
— Ne demek ne taraftan? dedi. “Sen dedenin mezarının nerede olduğunu bilmiyor musun şimdi?”
— Hayır, nereden bileyim ki!
Arif Bey’in yüzü kıpkırmızı oldu.
—Sarı çizmeli Mehmet Ağa'nın demiyorum ulan, dedenin mezarını diyorum.
Serhat, " ulan " sözü ile irkildi. Kendini kaybetti. Gayriihtiyarî o da sesini yükseltti:
— Bilmiyorum. Ben doğmadan ölmüş adam.
— Adam mı?
Serhat istemeyerek de olsa ses tonunu biraz daha yükseltti, verdiği cevap suçlamaya karşılık gibiydi:
— Bir kere olsun elimizden tutup getirdin mi ki de şimdi hesap soruyorsun?
Arif Bey, oğlunun yüzüne uzun uzun baktı. Tane tane konuştu. Sesi de titrek çıktı:
— Diyelim ki ben elinden tutup getirmedim, bu senin deden, bu adam şöyle şöyle biriydi demedim, ben böyle, böyle hayırsız bir evladım. Sen deseydin bir gün, “ Baba dedemin mezarını bir ziyaret edelin çiçek dikelim su dökelim”
Babasının dolan gözleri, titreyen sesi Serhat’ın bir şey söylemesine mani oldu. Başını dışarıya doğru çevirdi.
Arif Bey, bez mendili ile burnunu ve birkaç damla da olsa gözlerinden süzülen yaşları sildi. Sonra da küçük bir çocukmuş gibi Serhat’ın başını okşadı.
Yıllar sonra başının bu şekilde okşanması hoşuna gitti Serhat’ın. Kendini tutamayarak kıkır kıkır güldü. Babasına doğru döndü, sarıldı.
— Haydi, sen git, artık, dedi Arif Bey.“Ben bir taksi ile dönerim.”
—Dedemin mezarına ben de gelmek isterim, dedi Serhat. “Zararın neresinden dönülse
kardır dersin hep.”
Arif Bey, buradaki camiyi de önlerinde bulunduğu kavşağı çok iyi anımsıyordu. Sağa sola sapmadan düz gidileceğinden de emindi. Hatırlayabildiği kadarıyla biraz ileride yol ikiye ayrılacaktı. Bundan da emindi de o gün babasını cenazesini taşıyan cenaze arabasının sağa mı sola mı döndüğünü anımsayamıyordu.
Arif Bey, arabanın kapısı açtı. İnerken
— Babamla dertleşeceğim biraz dedi. “Sen git haydi. Ben bir taksiye atalar gelirim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder