5 Mayıs 2020 Salı



KÖLE
Akay Efendi bir süre kendini dinledikten, esneyip gerindikten sonra önce pencereyi açıp dışarıya sonra da kolundan hiç çıkartmadığı dededen kalma saatine bakmış. Bu gün de yapacak bir işi gidecek de bir yeri olmadığından bir süre oflayıp puflayıp, kaşınmış. Esranur Daşpınar’ın Köle isimli şiiri aklına gelmiş. Ezbere bildiği tek şiirmiş bu. Adını anımsayamadığı bir şiir okuyucunu taklit ederek okuyup eğlenmeye çalışmış kendince.

“Neden böyledir insanlar
Neden her seferinde acıtıp
İyi niyetlilerin canını yakarlar

Evet, evet anladım işte
İnsanlar birer köle
Şeytan ne tarafı gösterirse
Onlar giderler hep o yöne.”

Akay Efendi tam şiiri bitirmiş ki duyduğu bir sesle irkilmiş.
— Şair senin için yazmış bu şiiri.
Konuşan hamamböceğiymiş. Akay Efendi kızmış:
— Siz benim evi ne zaman terk edeceksiniz?
Hamamböceği:
— Hep aynı şey be, diye solumuş. “Ben ne diyorum sen ne diyorsun…”
— Terk edin evimi. İstemiyorum sizi bu evde. Kaç kez söyledim.
Hamamböceği manalı manalı gülmüş:
— Bu kadar yıllık tanışıklığımızın hatırına sana bir şey söyleyeyim mi Akay Efendi?
— Gözümüm önünden hemen kaybolacaksan söyle. Söyle ve de arkadaşlarını da al git.
— Sen önce sorununu sapta ve hallet. At miskinliği üzerinden. Kımıldan biraz. Benim gitmem bir şey halletmez. Hatta bak, ben giderim gittiği gün başkaları gelir, beni mumla ararsın mumla.
Akay Efendi, hamamböceğine, şimdi görürsün sen der gibisinden bakmış. Ona doğru hareketlenmiş. Başına geleceği hisseden hamamböceği de koşarak oradan uzaklaşmış.
Akay Efendi “ üf be! ” diye solumuş. Sinirden biraz ilerisindeki iskemleyi tekmelemiş. İskemlenin her bir parçası bir yere dağılmış. Akay Efendi bu işe şaşırmış. Şimdiye kadar bu iskemleye pek çok kez tekme atmış hatta yere fırlatmış ama iskemleye bir şey olmamış. “ Ne oldu şimdi buna da paramparça oldu? ” demiş. Akay Efendi’nin sorusuna çöp kovasından çıkan fare cevap vermiş:
— Gene iyi dayandı zavallı iskemle. Hatta bana sorarsan oturacak bir yeri olsun diye salıvermedi kendini bunca zamandır. Şimdi oturacak bir yerin de kalmadı. Ne olacak? Gel tekmele git yumrukla, insan gibi oturacağına at kendini üzerine.
Akay Efendi, suratını buruşturarak fareye sormuş:
— Sen de nereden çıktın?
Fare, bıyıklarını oynatarak karşılık vermiş
— Benim nereden çıktığım önemli değil önemli olan senin bu halinin ne olacağı?
Tuvalet kapısındaki aralıkta bekleyen bir başka fare arkadaşının sözünü tamamlamasına müsaade etmemiş:
— Şuna laf yetiştirmek için niye çeneni yoruyorsun be Boncuk kardeş. Gel, ne hali varsa görsün.
Akay Efendi “ şuna “ lafına çok bozulmuş. Tam bu arada da gözü tavandaki sivrisineğe takılmış. Bir süredir görmediğinden burada olmadığını düşünüp:
— Hoş geldin sivri belası, demiş
Sivrisinek:
— Hoş bulduk da “demiş, “Buralardaydım, niye hoş geldin dedin ki bana şimdi?”
— Epeydir teşrif buyurup ısırmadınız da beni. Gözlerim yollarda kaldı hani. Gidip geldin diye şey yaptıydım.
— Yok yok, buradaydım da senin yanına uğramadım.
— Niye?
— Artık seni sevmiyorum ben.
— Ben sana ne yaptım ki?
— Bana bir şey yapmadın da. Soğudum ben senden ya. Benim için ha varsın ha yoksun artık.
“ Benim için ha varsın ha yoksun” sözü Akay Efendi’yi titretmiş. Kızdırmış. Öfkesini yumruklarını sivrisineğe doğru sallayarak göstermiş. “ Sen de benim için ha varsın ha yoksun.”diye bağırmış. Sivrisineğin aldırmaz bir tavır ile uçup gitmesi Akay Efendi’nin iyice küplere binmesine sebep olmuş. Akay Efendi, yatak odasına geçmiş, olanca gücü ile kendini eskilerden yadigâr ahşap karyolanın üzerine fırlatmış, fırlatması ile birlikte de gözlerinden yaşlar akmış. Karyola da tıpkı sandalye gibi parçalanmış, karyolanın kopan bir parçası da Akay Efendi’nin kaba etine denk gelmiş, canını acıtmış.
Akay Efendi bir taraftan doğrulmaya çalışırken bir taraftan da kendi kendine söylenmiş.” Ne oluyor bugün ya! Her şey ters gidiyor.”
Karyola ses vermiş:
— O sandalyeye yaptığından sonra daha fazla tahammül edemezdim sana artık. Ne bu? Ata yadigârı diye gözün gibi koruyacağın yerde yapmadığın işkence kalmıyor. Taş olsa çatlar.
Akay Efendi, karyolaya ters ters bakmış. Haline bakmadan bana laf söylüyorsun aşağılamasını,
— Parçalandın hala konuşuyorsun, cümlesi ile ifade etmiş.
Tam bu sırada Akay Efendi, açık pencereden kafasını uzatan Ercan isimli çocuğu fark etmiş. Çocuğu bir yerden gözü ısırır gibi olduysa da çıkartamamış. “ Sen kimsin?” diye de sormamış. Yerinden fırlayarak çocuğun yanına varmış, insana yakışmayacak bir sözden sonra,
— Ne yapıyorsun sen burada? Beni mi gözetliyorsun? diye bağırmış.
Ercan, korkudan ne yapacağını şaşırmış. “ Kapıyı çaldım duymadınız. Pencere açık olunca da…” demeye çalışmış olmamış. Akay Efendi, sertçe iterek Ercan’ı oradan uzaklaştırmış. Pencereyi kapatmış. Perdeyi çekmiş.
Üst üste gelen talihsizlikleri bu sabah da elini yüzünü yıkamamasına bağlamış Akay Efendi. Bir haftadır üzerinden çıkartmadığı tişörtü bedeninden sıyırıp yere fırlatmış. Sonra da elini yüzünü yıkamak için banyoya doğru yönelmiş. Holden geçerken işittiği ağlama sesi ile irkilmiş. Ağlayanı öğrenmek için sağına soluna bakınmış. Ağlama sesi bakımsızlıktan içi bile görünmez hale gelen akvaryumdan geliyormuş. Akay Efendi, günlerdir akvaryuma yem atmadığını anımsamış. Hemen, yem kutusunun dibinde kalan döküntüleri almış. Tam akvaryuma atacakken akvaryumda kalan tek balık dile gelmiş:
— Atma. Aç değilim.
— Aç değil misin? O zaman içini çeke çeke ağlayarak benim asabımı niye bozuyorsun?
— Ağlıyorum çünkü mutsuzum.
— Mutsuz musun? Niye ki? Yediğin önünde yemediğin arkanda.
— Evet, karnımı doyuruyorsun. Allah da ömür vermiş yaşıyorum.
— Ee! Bir de belanı mı istiyorsun Allah’tan?
— Mutsuzum.
— Az evvel de söyledin bunu. Niye mutsuzsun onu söyle.
— Yalnızım.
— Yalnız ol ne var ki bunda?
— Sadece yalnızlık olsa!
— Ya?
— Beni aldın getirdin buraya hiç ilgilenmiyorsun. Beni sevmiyorsun.
— Senin neyini seveyim? Balıksın işte.
— Şevket Abi, her yem verişinde seni seviyorum Afyon kaymağım, derdi.
— Bırak böyle boş şeyleri be. Hem bak, bana da hiç seni seviyorum diyen yok. Ben de yalnızım.
— Ama sen canlı cansız her şeye kötü davranıyorsun. Temizlikten de intizamdan da pek haz etmiyorsun. Hiçbir şeye değer de vermiyorsun.
— Kendine gel yaratık. Ukalalığı bırak, çizmeyi de aşma. Ağzından çıkanı
kulağın duysun. Akşam için kızartma olma bana ha.
Yeri geldiğinde susmanın karşındakine verilebilecek en iyi cevap olduğunu iyi bilen balık Akay Efendi’ye karşılık vermemiş. Akvaryumun en dibine inip yosunların arasında kaybolmuş.
Akay Efendi, “ Yok yok bugün bir şey var Bu kadar tesadüf üst üste gelemez” diye söylenmiş. Bu durumdan biraz da korkmuş. Yemleri kutusuna atmış. Ellerini beline dayamış vücudunu sağa sola hareket ettirmiş. Banyoya doğru yeniden hareketlenecekken kapı çalınmış. Söylenerek kapıya gitmiş. Kim o bile demeden hışımla kapıyı açmış. Kapıda 80 yaşlarında renkli başörtülü temiz giyimli, güler yüzlü bir kadın varmış Akay Efendi beklenmedik misafiri tepeden tırnağa süzmüş. Sonra da ağzının ucuyla sormuş:
— Kime baktın?
— Evladım, bu evde bir maşrapa su bulunur mu?
Akay Efendi, soruya bir mana verememiş. “Ne?” diye de sormamış.
— Az ileride mahalle çeşmesi var, demiş.
— Onu biliyorum. Gelirken de yanından geçtim.
— Ee!
— Ben, sende bir maşrapa su bulunur mu diye merak ettim.
Akay Efendi, önce parmaklarını birleştirip yumruk yapmış sonra da sol elini rahat bırakıp iyice seyrekleşen saçlarını sol eli ile taramış. Sonra da ciddi ciddi sormuş:
—Teyze yaşına hürmeten bir şey demiyorum da benimle kafa bulmuyorsun değil mi?
—Yok yavrum.
—Su mu istiyorsun? Susadın mı?
—Susamadım.
—Eee, öyleyse?
Yaşlı kadın ellerini beline dayamış. Kaşlarını çatmış. Ses tonunu yükselterek şöyle söylemiş:
— Ercan’ın dinleyeceğine niye kulağına yapıştın hemen sen?
— Ercan da kim ya?
— Az evvel senin pencereye gelen oğlan. Benim torunum.
Akay Efendi, yaşlı kadının kendisine hesap sormak için geldiğini sanmış. Filmlerdeki kötü adamlar gibi gülmüş: Sonra da kükremiş:
— Dövecek misin yoksa beni sen ebe?
Yaşlı kadın cevap vermemiş.
— Maşrapam yok ama banyo tasım var. Getireyim mi bir tas su?
-…
— Haydi teyze. Güle güle. Güle güle. Elimi belaya sokma benim.
Akay Efendi bulundukları duruma daha fazla tahammül edememiş. Güçlü kollarıyla yaşlı kadının ayaklarını yerden kesip birkaç metre öteye götürmüş. Sertçe yere bırakmış. Avazı çıktığı kadar da bağırmış:
— Kaybol gözümden moruk.
Yaşlı kadın, bir saniye, üç saniye, beş saniye bırakılığı yerde durmuş. Sonra da şampiyon bir atlet gibi Akay Efendi’nin evine doğru koşmuş, açık duran kapıdan içeriye girmiş. Akay Efendi şaşırmış. Kızmış. Yaşlı kadının arkasından koşmuş, tam onu yakalayıp dışarıya fırlatacakken ayağı kaymış yüzükoyun yere yıkılmış. Bir zaman sonra Akay Efendi toparlanmış. Üzerini çırparak ayağa kalkmış. İlk gözüne çarpan akvaryumun hemen yanı başındaki altın kaplama maşrapa olmuş Gözleri koca koca açılmış. Büyülenmiş gibi maşrapaya bakmış. Sonra da kurgulanmış bir robot gibi ağır adımlarla maşrapanın yanına gitmiş. Çömelip maşrapayı almış. Maşrapa ağzına kadar da su ile doluymuş.
Balık, acımsı bir ses tonu ile Akay Efendi’nin olup bitenleri anlamasına yardımcı olmaya çalışmış:
— Teyze bıraktı, Ercan’ın elinden dalavere İle almana rağmen bir bardak su vermeyerek kurumaya terk ettiğin çiçeğe dökecekmişsin.
— Hangi çiçeğe?
Balık, yüzgeçlerinden biri ile hemen köşedeki çiçeği işaret etmiş:
— Dedim ya. Ercan’ın elinden aldığın çiçeğe… Aha şu çiçeğe!
Akay Efendi, gösterilen çiçeğe bakmış. Çiçek, buraya getirildiğinden beri hiç sulanmadığından yaprakları sararmış, solmuş, dökülmüş.
Akay Efendi bir anda insan olduğunu hatırlamış sanki. Her zaman yaptığı gibi dudak bülüp “boş ver” diyememiş. Yüzü, utançtan, sorumsuzluktan, acımasızlıktan, vurdumduymazlıktan renkten renge girmiş. Vücudunun tüm tüyleri diken diken olmuş. Maşrapadaki suyu çiçeğe dökerken, balığa dönüp sormuş:
— Beni affedebilecek mi?
— Güzel ve doğru şeyler yapmaya başlarsan affedebilir.
— Yaşayacak mı?
— Duaya da ihtiyacı var.
Maşrapadaki su ile birlikte Akay Efendi de bitmiş. Maşrapayı yere bırakıp bulunduğu yere çöktükten saliseler sonra gözleri kendiliğinden kapanmış. Kısa bir süre sonra da özü geçmiş Belki bir saat belki bir ay belki bir yıl belki bir asır uyumuş. Uyandığında gözüne çarpan ilk şey çiçeğin yeniden dirilmeye başlayan yaprakları olmuş. Akay Efendi bu duruma çocuklar gibi sevinmiş, sevincini akvaryumdaki balığa “Seni seviyorum Afyon kaymağım.” diye çığlık atarak göstermiş.
O dakikalardan sonra da zararın neresinden dönersen kardır atasözüne uygun olarak doğru ve güzel işler yapmaya başlayan Akay Efendi’ye Allah da yardım etmeye başlamış. Bir süre sonra da karşısına gönlü zengin kalbi güzel biri çıkmış “ Seni seviyorum Akay.” demiş. Evlenmişler.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder