28 Eylül 2019 Cumartesi



GÜZEL SÖZ : EŞEK ÖLÜR SEMERİ KALIR ,İNSAN ÖLÜR ESERİ KALIR ( ATASÖZÜ)

***


ADIN OSMAN’MIŞ!

Dursun Ağa,
“Şu kapının yanında oturan kim?” diye sordu Harun Ağa.
Harun Ağa, çayından bir yudum alıp işaret edilen yere baktı. Islanan bıyıklarını parmakları ile sıvazladı.
“ Vallahi, sakalı olmasa Vehbi’nin eniştesi diyeceğim ama.”. dedi.
Yan masada Derviş Ağa vardı. Tek oturuyordu. İstemeyerek de olsa konuşulanlara kulak misafiri olmuştu. Merak etti. Öksürerek boğazını temizledikten sonra:
“ Vehbi’de kim ola ki?” dedi.
Harun Ağa, kendince kasılıp cevap verdi:
“ Kim olacak, Dudu kadının kocasının kayın biraderi.”
Derviş Ağa,, Harun Ağa’ dan pek haz etmezdi. Onun da kendisinden hoşlanmadığını bilirdi. Bundan dolayı da sorusuna onun cevap verileceğini tahmin etmemişti ama... Susarak kabalık da etmek istemedi
“ Dudu kadın da kim? Çıkartamadım.
“ Cemaate katıldığın mı var? Çıkartamazsın tabi. Üst köyden, Ayfer’in kaynanasının kardeşi...
Derviş Ağa, ayağa kalktı, “ İyi ki bir şey sorduk.” dedi. Sonra da söylenerek bir başka masaya geçti:“Bilmem kimin de bilmem kimi. La havle ve la kuvvete…”
Dursun Ağa’nın aklı kapının yanındaki sakallıdaydı. Gözü bir yerden ısırıyor gibiydi ama. Harun Ağa’ya tekrar döndü:” Demin Vehbi’nin eniştesine benzettin ama uzaktan yakından alakası yok onunla.” dedi. Gözlüklerinin camını temizledikten sonra da ekledi: “Bir kere bu köyden değil bu bana göre.”
“ Bana da öyle gibi geliyor. Satıcı falan olsa gerek. Takma kafana.”
“Bu saatte satıcı olmaz.
“ Boş ver ağa. Kimse kim. Muhtar düşünsün.”
“ Ama ben bu adamı bir yerden tanıyor gibiyim ya. Yabancı değil gibi. Fazıl’a bir soralım mı?”
Harun Ağa, sağ kolunu kaldırarak, birine seslenirken hep öyle yapardı, “ Fazıl, buraya bir geliver bakayım.” dedi.
Fazıl, ocakta kirli çay bardaklarını çalkalıyordu. Çay isteniliyor sandı. Seslenenden yana dönmeyerek:
“ İki dakikaya kalmaz hazır olur.” dedi.
“ O sonra. Hele bir seğirt buraya. Bir şey diyeceğim.”
Fazıl, gür ve neşeli bir sesle ,“Emret dayım.“dedi. Demesi ile de elindeki bardakla beraber Harun Ağa’nın yanına koştu. . Esas duruşa geçti, selam da verdi.
Dursun Ağa, Fazıl’ın duruşuna gayriihtiyarî gülümsedi. Fazıl, askerden henüz gelmişti. “ Komutanın sana bir şey soracak asker.” dedi
. Fazıl, Harun Ağa’ya döndü. Soruyu bekledi.
Harun Ağa, burnunu çakerek:
“Şu kapının yanında oturan kim?” dedi
Fazıl, işaret edilen yere bakmadan başını hafifçe iki yana sallayarak:
“Hangisi dayım?” dedi.
Harun Ağa, sinirlendi. Sesini biraz yükselterek:
“Kapının yanında kaç kişi var Fazıl? Deli etme adamı.”
Fazıl, “ Kusura bakma dayı” dedi. Kapıya döndü.
Tam bu anda da kapıda Muhtar göründü.
“ Selamünaleyküm ağalar, dedi. :” Fazıl, dışarıdayım oğlum. Bana çift bardaklı bir çay.”
Fazıl, herkes adına selamı aldı ve de ekledi:
“ Aleykümselâm muhtar emmi” Harun dayımı halledeyim tavşankanın elinde.
Dursun Ağa, Harun Ağa’ya takılmaktan keyif alırdı. Bu durumda bile Eline geçen fırsatı kaçırmak istemedi:
“ Ne diyorsun sen Fazıl evladım. Harun’u halledeyim falan. Aaaa!”
Harun Ağa, dudak büktü:
“ Bugün beni kızdıramayacaksın ağa” dedi. Fazıl’a döndü. Fazıl, Harun Ağa’nın niyetini anladı: Ona doğru biraz eğildi:
“ Onun kim olduğunu öğrenirim ben de, ne yapacaksın.” dedi.
Harun Ağa’ beklenmedik zamanlarla beklenmedik çıkışlarıyla ünlüydü. Onu tanıyanlar onun bu huyunu gayet iyi bildiklerinden alınmazlardı.
“ Emecem Fazıl. Anladın mı? Bir daha söyleyeyim mi?”
Fazıl, avuçlarını ile “ pes” işareti yaptı. “ Muhtar emmimim çayını ben bir götüreyim de köpürmesin.” dedi. Sonra da sözde koşarak oradan uzaklaştı.
Dursun Ağa, otuzluk tespihini hızlı hızlı çekmeye başladı. Harun Ağa’ya doğru iyice eğildi.
“ Çaktırmadan şu herife bir kez daha bak be Harun Ağa. Hiç tanıdık gelmiyor mu sana?”
Harun Ağa, “ Taktın kafaya sen bu adamı ama. Madem öyle dur bakayım.” dedi. Kalktı. Ağır adımlarla pencerenin yanına gitti. Açtı kapattı. Bu arada da sezdirmeden de kapının yanındaki sakallıyı inceledi.. Ardından da masaya geri döndü. Ayaklarını uzattı. Dursun Ağa, kendisine doğru yanaşınca da,
“ Bu Osman olmasın Dursun Ağa. Oturuşunu onun oturuşuna benzettim. Çocukken de öyle otururdu.
“ Hangi Osman lan?”
“ Yaa hangi Osman olacak işte. O Osman, aklına gelen Osman”
Dursun Ağa’ın aklına hemen bir Osman geldi bunu olası görmedi. Kendine has gülüşü ile:
“ Yok canım.”dedi.
Harun Ağa, gayet ciddi.
“ Vallahi o. “ dedi. “ Oturuş sitili hiç değişmemiş. Oturuşundan tanım…..’yi.”
“Ya o nasıl gelsin buraya. Delirdi mi, kim kabul eder onu buralarda. Tükürükle boğarlar.”
“ Ben onu bunu bilmem. Bu adam Osman.”
Fazıl, muhtarın çayını vermiş, kendine has bir yöntemle de sorulan kişinin adını da öğrenmişti. Verilen bir görevi başarmış olmanın keyfi ile masaya yaklaştı, az evvel bıraktığı boş bardağı aldı, alırken de ismi fısıldadı:
“ Adı Osman’mış”
Dursun Ağa ile Harun Ağa göz göze geldi.
Oluşan sessizlik Fazıl’ı tedirgin etti. Bir şey demeden oradan ayrılırken de orta yere anımsatma babından konuştu: “ Taze çaylar hazır beyler. Yemeden içmeden kahvehanede oturmak yok böyle.”
Dursun Ağa, ekşiyen suratı ile masadan da destek alarak ağır ağır kalktı:
“Varalım bakalım yanına bir, gerçekten o mu?” dedi.
Harun Ağa, kendisinden umulmayan bir çeviklikle Dursun Ağa’nın kolundan yapıştı. Azarlarcasına:
“Delirdin mi, otur yanına “ dedi.
“ Adı Osman demedi mi şey? Sen de o olabilir demedin mi? Demek ki o.”
Harun Ağa, sandalyesini yerine oturan Dursun Ağa’nın yanına çekti. Kulağına eğilerek:
“ Sen herkese akıl verecek yaşa geldin Dursun Ağa. Osman’sa Osman. Kimse bir şeyin farkında değil. Dur hele bir. “
Dursun Ağa, Harun Ağa’nın gözleri içme baktı.
“ Sen niye bu kadar telaşlandın ki Ağa” dedi.
“ Seni tanıyorum çünkü. İşin aslını öğrenmeden neler yapabileceğini biliyorum.”


“Hade bakalım öyleyse,” dedi. “Öğren de gel.”
Dursun bey, derin bir nefes aldıktan sonra beş büyük adımla adamın yanına vardı:
“Merhaba, “ dedi
“Merhaba,” dedi adam kendine çeki düzen vererek, yer gösterdi “Buyurun.”
Dursun bey, sandalyeyi çekip oturduktan sonra direkt sordu.
“Kimlerdensin?”
Adam, bir an duraksadı. Böyle bir soru beklemiyordu. Dursun Bey’in ses tonundan da, gözlerinden de ürkmüştü biraz.
“Buralardan değilim”
“Ya?
-…
“Misafir misin?”
“Öyle sayılır.”
“Adın Osman’mış…”
“Ne olmuş?”
“Gerçekten Osman mısın diye merak ettik de.”
Sakallı adamın sesi gayri ihtiyari yükseldi:
“ Niye ki? On binlerce Osman var ülkede.
Durmuş Bey’in de sesi yükseldi:
“Ananın adı Hacer mi?”
Adam, cebinden sigara paketini çıkardı, bir sigara çıkarıp yakacaktı, yasak aklına geldi vazgeçti.
“Siz beni birine benzettiniz herhalde, dedi Beş dakika soluklanalım dedik şurada…
“ Laf oyunu yapma. Ananın adı Hacer’mi?
Masanın yanına , Haldun yanaştı. Fazıl yanaştı, dip masada oturan Emin ile Satılmış ayağa kalktılar,
Muhtar, kapıdan kafasına uzattı.
Adam, çevresine bakındı. İç cebinden nüfus cüzdanını çıkardı. Ana hanesine parmağını koyarak gözüne sokmak istercesine Durmuş Bey’e gösterdi.
“ Ne biçim yermiş burası be. Bir bardak çay içelim” dedik. Nüfus cüzdanını cebine koydu. Etrafına bakındı: Dip masadan ayağa kalkanlar oturmuşlardı. Fazıl ocağına giderken, Haldun da hemen yanındaki sandalyelerden birine oturmuştu. Muhtar’ın canının sıkıldığı yüzünden anlaşılıyordu. Dursun Bey, rahatsız oldu durumdan. Kapıya yöneldi. Sakallı da cebinden bir onluk çıkardı, masaya bırakırken de Fazıl’a herkesin duyacağı bir şekilde seslendi.
“ Üzeri kalsın.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder