14 Haziran 2019 Cuma


PİJAMALI KADIN

Sabaha kadar döndü durdu yatakta. Defalarca uyudu , uyandı. Saat iki sularında karısının da sabrını taşırdı. Lale Hanım “ La havle” çekerek yataktan kalktı, salona geçti, çekyatın üzerine uzandı.
O sabah Lale Hanım, uyanık olmasına rağmen Saim Bey’e kahvaltı hazırlamadı. Kalkmadı da yataktan “ Güle güle” deyip onu uğurlamadı da genelde yaptığı gibi. Kocasının bu işi gözünde bu kadar büyütmesi sinirini bozmuştu.
Kızının düğünü için yurt dışına giden Kaan Bey, on beş gün süre dükkâna göz kulak olması için Sait Bey’den ricada bulunmuş Sait Bey’in kem küm etmesine aldırmadan da dün ikindi üzeri onlara uğrayarak dükkânın anahtarını Lale Hanım’a bırakmıştı.
Sait Bey, sürücüye teşekkür ederek taksiden indi dükkânın hemen önünde. Bilmem kaçıncı kez saate baktı dün akşamdan beri. Saat 05’ti. Etrafta kimsecikler yoktu. Dükkânın anahtarlarını çıkartmak için sağ elini cebine attı. Anahtar yoktu ceketinin cebinde. Telaşlandı, diğer ceplerini yokladı, Dükkânın anahtarları yoktu. “ Allah kahretsin!” diye söylendi. Anahtarları evde unutmuş olmalıydı. Gidip alsam mı yoksa yardımcı çocuk gelince kadar beklesem mi diye düşünürken karşı tarafta bir kahvehane gördü. Kahvehanenin önündeki masaların birinde biri de vardı. Çay içiyordu. Oraya gitti. Çay içene “ Selamünaleyküm” dedi, çay içen de kımıldanarak “ aleykümselâm” dedi
Boş masalardan birine oturdu Sait Bey. Oturması ile beraber de genç bir adam yanına geldi:
— Günaydın, dedi. “Çayımız yeni demlendi.”
— Büyük bardakta.
Sait Bey, sandalyesini dükkânı görecek şekilde düzeltti. Eski model bir kamyonet kahvehanenin önüne gelip durdu, selamlaştığı adam hemen kalktı kamyonete bindi, kamyonet gitti.
Sait Bey’in bardağı yarılandığında orta yaşlı bir kadın geldi kahvehaneye. Uçtaki masaya oturdu. Otururken de içeriye seslendi: “ Ercan, bir çay buraya. Simit geldi ise bir de simit getiriver .”
Sait Bey, birden heyecanlandı. Dükkânın önünde bir kamyonet daha durmuştu. Kamyonetten biri indi. Kamyonetin arka kapısını açtı, içi ekmek dolu bir kasayı alıp dükkânın kapısının önüne adeta fırlattı sonra da hızla oradan uzaklaştı.
Sait Bey, kadının siparişlerini bırakan garsona “ Bir simit de bana getirir misin?” dedi. Amacı simit yemek değil yanına garsonu getirtmekti. Garson simidi masaya kibar bir şekilde bırakırken sordu:
—Şu karşıki bakkal kaçta açılır?
Garson, saatine baktı
— Açılmak üzere, dedi gülümseyerek. “Selahattin neredeyse gelir.”
Sait Bey, Selahattin de kim diye sormadı. Onun yardımcı elaman olduğunu tahmin etti. Haddizatında zaman zaman da olsa Kaan Bey’in dükkânına giderdi. Selahattin’i de defalarca görmüştü orada ama hiçbir zaman “ Oğlum senin adın ne?” deme gereği duymamıştı.
Sait Bey’in aklına birden cep telefonu geldi. Ya onu da evde unuttu ise? Ayağa kalktı, aranmaya başladı telaşla. Cep telefonunu pantolonunun sağ arka cebinde bulunca rahatladı. O cepte bir şey daha vardı, dükkânın anahtarı. Eline aldığı anahtarlara bir süre baktı. Az evvel nasıl olup da o kadar aramasına rağmen bulamadığına şaştı. Sonra da cüzdanından kâğıt beş lira çıkardı, yarısını içtiği çayının yanına bıraktı. Kahvehaneden ayrıldı.
Sait Bey kolayca açtı dükkânın kapısını. Önce ekmek kasasını içeriye aldı. Ekmekleri ekmek dolabına itina ile dizdi. Hemen ardından çizgisiz bir dosya kâğıdı ile bir kalem buldu. Özenerek “ Ekmekleri gözünüzle seçiniz” yazdı. Bu yazıyı bir yerde görmüş, çok da hoşuna gitmişti. Yazdığı kâğıdı ekmek dolabına düzgünce yapıştırdı. Bir adım geri gitti, baktı. Yazıyı da ne anlama geldiği aşikâr olan uyarıyı da beğendi.
Saate baktı Sait Bey. Birazdan müşteriler gelmeye başlar diye düşündü, onlar gelmeye başlamadan şöyle güzel bir paspas yapayım diye aklından geçirdi. Dükkânın arka tarafına geçti. Orada aradığı şeyler vardı. Kova, paspas, deterjan ve diğerleri.
Kovaya suyu doldururken, içeriden şuh bir kadın sesi duydu.
— Kimse yok mu?
Gelen sese düşünmeden karşılık verdi:
— Geliyorum.
Sait Bey musluğu kapattı, ellerini, kurulama yapar gibi üzerine silerek içeriye geçti. Kasanın önünde elinde bir ekmek olduğu halde pijamalı bir kadın duruyordu. Heyecanlandı Sait Bey. Yeni yetme biri gibi, bir telaşla:
— Hoş geldiniz, dedi.
Kadın, Sait Bey’in sesinin titremesine bir mana veremedi. Yüzü de kızarmıştı Sait Bey’in. Onu da gördü.
— Hoş bulduk.
— Ne istemiştiniz? Buyurun.
Kadın, dolaptan aldığı ekmeği tezgâhın üzerine bıraktı. Merak edip sordu:
— Hayırlı olsun! Siz mi devir aldınız?
— Kaan bir yere kadar gitti de, o gelinceye kadar ben bakacağım.
— Selahattin nerede?
— O daha gelmedi.

— Sizin adınız?
— Benim adım Sait.
Kadın, elini uzattı:
— Benim ki de İrem, dedi.
Kadın, Sait Bey’in elini dostça sıktı. Sonra da ekledi:
— Beş tane de yumurta alayım ben,
Sait Bey, yumurtaların yerini bulmaya çalışırken pijamalı kadın, sağ elinin işaret parmağı ile yumurtaların yerini işaret etti:
— Yumurtalar şu tarafta.
Kadın, yaradılış itibari rahat samimi ve konuşkandı.
— Kaan Bey gelinceye kadar dükkânı siz açacaksınız o zaman.
— Evet
— Bu saatlerde açabilecek misiniz her gün? Genelde yedi buçuk da falan açılıyor da.
— Açarım
— Bu saatte açık olmadığı için hiç, ekmek alıp çıkacaktım.
- …
— Yani yanıma para almamıştım da.
— Olsun.
— Bakın içinize sinmediyse bırakayım.
— Estağfurullah.
Pijamalı kadın tekrar elini uzattı
— Yan bina altı numarada oturuyorum, dedi. “Bugün izinliyim de inersem
inince, inemezsem yarın sabah ekmek almaya gelince bırakırım.”
El sıkıştılar yine.
— Tamam, dedi Sait Bey. Önemi yok.
Kadın, dükkândan çıktı, çıkmasıyla beraber de içeriye girdi.
— Siftahsız güne başlamak uğursuzluk getirir diye bir inancınız falan yok değil mi?
— Yok yok.
— Bakın vallahi doğru söylüyorum Sait Bey. Varsa bırakayım, parayı alıp getirdikten sonra götüreyim bunları.
— Yarın şey yaparsınız.
Sait Bey, pijamalı kadın dükkândan ayrıldıktan sonra epeyce bir süre tepkisiz durdu. Sonra “ “kendine gel Sait” der gibisinden suratına iki fiske vurdu. Ardından da az evvel başladığı işi bitirmek üzere arka tarafa geçti. Paspasa başladığı dakikalarda Selahattin geldi.
Ertesi günü Sait Bey, dükkânı erkenden açtı. Açtığından sabah ekmeği bile gelmemişti. İkide bir saatine bakarak ocağa çay koydu. Ekmekler, çayı demlemek üzereyken geldi.
Çayı demledi, ekmekleri itina ile ekmek dolabına yerleştirdi. Ekmekler sıcaktı. Canı çekti Onlardan birini ikiye böldü , arasına beyaz peynir doldurdu. Bir bardak da çay aldı. Çay daha tam manasıyla demlenmemişti. Buna rağmen ekmekle çayı bir çırpıda bitirdi. Sonra bardağı bol deterjanlı suyla iyice yıkadı. Yeni çayı bardağa doldurmak üzere iken aklına, pijamalı kadını geldi, onu düşündü.” Tövbe estağfurullah!” dedi “ Yakışıyor mu sana? Evli barklı adamsın.” Bu esnada bardalardan birini daha yıkadı. Sonra yıkadığı bardakları birbiri ile kıyasladı. Daha temiz olana bir şeker attı, çay doldurdu. Dükkânın iç tarafına geçirdi. Çayından ilk yudumu alırken, pijamalı kadın dükkânın kapısından kafasını uzatıp sordu:
— Ekmekler geldi mi Sait Bey?
— Geldi geldi. Buyurunuz efendim.
Kadın içeriye girdi. Üzerinde yine pijama vardı. Tezgâha doğru yaklaşırken tebessüm edip selam verdi:
— Günaydın.
Çay dolu bardağı gördü, laf olsun diye: manasızca bir soru sordu:
— Çay içiyorsunuz herhalde! Afiyet olsun.
— Size de doldurayım mı? Yeni demledim.
Kadın önce etrafına sonra da Sait Bey’in gözlerine baktı:
— Valla bir bardak içerim ama, dedi. “Biri falan gelirse uygun kaçar mı?”
Sait Bey:
— Ne var ki bunda, dedi. Kadının yeni bir şey demesine olanak bırakmadan da içeriye girdi çayla geri döndü. Gülümseyerek “ Buyurun” deyip uzattı bardağı pijamalı kadına.
Kadın, çayı aldı. Altlığa konulmuş şekerlerden ikisini de bardağa attı, karıştırdı. İlk yudumu içtikten sonra da:
— Çay da nefis olmuş, dedi. “Elinize sağlık.”
Sait Bey, yaşamından memnun içeriye geçti bir iskemle getirip kadının yanına bıraktı.
— Buyurun oturun lütfen.
Uzun boylu iri yapılı kirli sakallı biri içeriye girdi. Selam sabah vermeden ağır adımlarla Sait Bey’e yaklaştı. Bir sigara aldı. Parasını öderken manalı manalı Pijamalı Kadın’a bakarak:
— Günaydın İrem Hanım, dedi.
— Günaydın Ferhat Efendi. Nasılsınız?
Ferhat Efendi, paranın üzerine aldı. Bıyık altından gülerek pijamalı kadının nezaket olsun diye sorduğu soruya karşılık verdi:
—İyidir.
Pijamalı kadın, art niyetsiz gülümsedi. Başını salladı iki yana. Sait Bey’in gözlerini üzerinde olduğunu görünce de açıklama gereği hisseti. Ferhat Efendi’yi kastederek:
— Bizim kapıcı, dedi. “Beni kontrole geldiğinden adım gibi eminim.”
-…
— Sizinle kırıştırıp kırıştırmadığımı merak etti. Çıkmakta geciktim ya biraz.
Sözler Sait Bey’in yüzünün rengini değiştirdi: Kıpkırmızı oldu. Pijamalı kadın da fark etti bunu ama bir şey demedi. Çay da soğumuştu. İçip bitirdi ve kalktı. Pijamanın cebinde kâğıt parasını çıkarttı. Sait Bey’e çay için bir kez daha teşekkür ettikten sonra parayı uzattı:
—Dünküleri de alın, dedi.
Pijamalı kadını ardından Sait Bey de dışarıya çıktı. Ferhat Bey bahçeyi süpürüyordu. Sait Bey’i görünce gülümsedi. Sait Bey’i cesaretlendirdi bu durum. Ferhat Efendi’nin yanına gitti. Sordu:
— Ne iş yapıyor bu kadın?
— Doktormuş!
— Değil mi?
—Valla işte biz öyle biliyoruz. Artık ne doktoruysa?
—Yalnız mı yaşıyor?
Ferhat Bey tepeden tırnağa Sait Bey’i süzdü.
— Haftada birkaç gün tipsiz bir adam gelip gidiyor. Duyduğuma göre şeyiymiş. Ama bir gün dur bakalım babalık ” diyeceğim de ne zaman?
“ Ne alaka şimdi “sözü Sait Bey’in yerli yersiz kullanmaktan haz ettiği bir sözdü. Şimdi tam zamanıydı ama kullanmadı. Tam bu esnada yaşlı bir kadın koşmaya çalışarak nefes nefese yanlarına yaklaştı: Korkudan gözleri koca koca olmuştu. Yalvararak sordu:
— Buradaki binaların birinde bir doktor hanım var. Bizim binadan taşındı yeni. İrem’di adı. Ne olur bana bir gösterin. Murat diye salalı bir de kardeşi var. Oğlum banyodayken düştü, Sesi sedası çıkmıyor.
Sait Bey, atıldı:
—Altı numara. Yan bina. Kaygılanmayın yoktur bir şeyi.
Yaşlı kadın yan binaya koşarken Ferhat Bey, Sait Bey’e baktı, bıyık burdu, baş sallayarak anlamlı güldü, uzun bir “ vay vay” dan sonra sözün devamını getirdi:
— Hemen adres alındı ha!
Ertesi gün de erkenden dükkânı açtı Sait Bey. Ekmekleri içeriye aldı.Vakit geçsin diye sağı solu düzeltti Selahattin’in dolmuştan indiğini görünce de kasanın başına geçti. Bir şeylerle meşgul oluyormuş gibi yaptı.
Selahattin, gülümseyerek içeriye girdi.
— Günaydın Sait Amca!
Sait Bey, yarım ağız ile karşılık verdi:
— Günaydın.
Sonra da ekledi:
— Sallanmadan dükkânın önünü de içini de bir süpür.
Selahattin, tavırdan hoşnut kalmadıysa da tepki vermedi.
—Tamam, dedi.
Süpürgeyi almak için dükkânın iç tarafına geçti. Süpürgeyi aldı, dışarı çıkarken Sait Bey seslendi:
— Buraya gel!
Selahattin, enir kipi ile kurulmuş cümlelere Kaan Bey’den alışık
değildi. Gitti, soğuk bir sesle de “ Buyurun!” dedi.
Sait Bey, kasadan para aldı, suratını buruşturarak Selahattin’e uzattı. Uzatırken de azarlar gibi konuştu:
—Açık bir berber bul da kestir şu sakalları. Müşteri sinekkaydı tıraş ister. Ne bu böyle, şeyler gibi.
Selahattin’in elleri gayri ihtiyarı yüzüne gitti. Dün akşam bir akrabalarının düğününe giderken kesmişti. Varlıkları bile belli değildi.
— Dün gece düğün vardı giderken kestim, dedi. “ Berber bunun neyini
Kesecek?”
Sait Bey, Selahattin’in gözleri içine ürkütücü baktı. Bağırdı da.
— Ne diyorsam o. Terbiyesiz herif, bir de karşılık veriyor.
Selahattin, elindeki parayı avucunun içine aldı. Sertçe döndü. Sert ve hızlı adımlarla dükkândan çıktı. Alt yolda bir berber dükkânı vardı. Oraya gitti. Kapalıydı. Biraz daha dolaştı. Döndü geldi, hala kapalıydı. Üç senedir Kaan Bey’in yanında çalışıyordu, hiçbir zaman böyle bir davranışa maruz kalmamıştı. Birkaç günlüğüne dükkânına bakan bir adamın bu davranışına hiçbir mana veremiyordu. Biraz ileride bir berber dükkânı daha vardı. Oraya gitti, orası da kapalıydı. Saatine baktı. Dükkândan çıkalı yarım saat kadar olmuştu. Berberler de kapalıydı. Ne zaman açılacakları da belli değildi. Geri dönmeye karar verdi.
Sait Bey, kasada oturuyordu. Radyo açıktı. Misket türküsü çalıyordu. Sait Bey’de eli ve ayağı ile türküye eşlik ediyordu. Selahattin, cebinden Sait Bey’in berber için verdiği için parayı çıkardı. Masanın üzerine bıraktı.
—Açık berber bulamadım, dedi”. Öğlen kestiririm.”
Sait Bey, paranın koyum şeklinden de Selahattin’in ses tonundan da,
açıklamadan da hoşnut kalmadı:
— Dövseydin bari dedi.
— Estağfurullah, dedi Selahattin belli belirsiz.
— Efendim, anlayamadım?
Selahattin de sinirlendi, ağlamaklı oldu:
—Sait Amca benden ne istiyorsunuz ya? dedi. “Ben size bir şey mi
yaptım ki bana böyle davranıyorsunuz.”
Sait Bey, Selahattin’e keskin keskin baktı. Tane tane de konuştu:
— Dün, ben gelmeden dükkânda olacaksın demedim mi?
— Her gün ne zaman geliyorsam o zaman geldim Sait Amca.
— Ulan ben suna ne diyorum sen bana ne diyorsun?
— Ne bileyim ben sizin bu kadar erken saatte geleceğinizi. Kaan
Amca dokuzdan önce gelmezdi. Hem…
Selahattin “Hem”in sonunu getirmedi. Kapıya doğru yöneldi. Sait Bey, Selahattin’e doğru seğirtti. Kolundan tuttu. Kendine doğru çevirdi.
— Evet hem, dedi. “Hem” in devamını getirmesini istedi.
Selahattin bir an tereddüt gösterdi sonra da cümlesinin devamını getirdi.
—Dükkânı satın aldınız sanki ama. Şu yaptığınız değer mi?
Sait Bey, verilen cevaba alındı. Kendini aşağılanmış hissetti güldü. Sonra da:
— Vay vay vay, dedi “ Laflara bak.”
— Değil mi?
Sait Bey dudaklarını ısırdı. Gözlerini tavana dikti, Saniyeler sonra
—Yani sen kim oluyorsun da ben senin lafını dinleyeceğim diyorsun ha!
—Sait Amca öyle bir şey demek istemedim ama haksız suçladınız. Özür
dilerim. şey yaptıysam.
Sait Bey gerek olmadığı halde burnunu çekti. Sağ elinin işaret parmağı ile
birkaç kez burnun ucunu yukarı kaldırdı. Sonra da Sabahattin’e kapıyı gösterdi:
— Kovdum seni. Defol.
Selahattin böyle bir şey beklemiyordu.
—Nasıl yani? dedi.
Biri kapıdan başını uzattı:
—Bana üç süt ayır Selahattinci, dedi. “Akşam dönüşte alacağım. Unutma.”
Camım önünde bir iple sarkıtılmış bir sepet görüldü. Selahattin hareketlendi. Sait Bey müdahalede bulundu:
— Sen yoksun artık burada. Ben bakarım.
—Yani şimdi beni gerçekten kovdunuz mu?
—Evet! Sen de duydun, Kaan ben gelinceye kadar buranın patronu sensin dedi, ben de bana verilen yetkiye dayanarak seni kovdum.
Selahattin, derin bir iç geçirdi. Ellerini yumruk yaptı. Birkaç kez derin derin nefes alıp verdi. Yüz rengi değişti. Sait Bey biraz korktu. Kalp atışları hızlandı. Kantarın topuzunu kaçırdık galiba diye aklından geçirdi. Şaka şaka demek için hazırlanırken Selahattin hızlı adımlarla dükkanı terk etti. Sait Bey de üst katlardan birinden uzatılan sepete doğru seğirtti.
O akşam Irmak Hanım, bir başka karşıladı kocası Sait Bey’i. Sıcak karşıladı. Uzun yıllardır küs olduğu çocukluk arkadaşı bayramı bahane ederek aramış bayramını kutlamış akabinde de “ Sensiz olmuyor kız, özledim seni” diyerek buzları eritmek için ilk adımını atmıştı. Irmak Hanım bunun sevincini yaşıyordu.
Sait Bey, neşenin kaynağını sormadı karısından. “ Söyle bakalım, ne isteyeceksin? “ gibi bir şey de söylemedi. Karısının pozitifliği kendisine de sirayet etti keyifli keyifli konuştu, kendince espriler yaptı. Yemeğin bir yerinde Irmak Hanım sordu:
—Nasıl geçti günün? Patronluğu sevdin mi bari?
Sait Bey, olanların hepsini anlattı. Anlatılanları Irmak Hanım ilgi ile dinledi.
“Ben de kovdum, kapı dışarı ettim ukalayı.” sözünü işittiğinde masayı toplamak üzere ayağa kalkmıştı Irmak Hanım. Sözü işitince oturdu, gözlerini koca koca açtı:
— Nasıl yani, dedi Cidden kovdun mu çocuğu.
— Evet!
— O ne yaptı?
— Ne yapacak. Aldı ceketini gitti.

Irmak Hanım masanın üzerindeki su bardağını aldı.. Bir yudum içti..
Duyduklarına inanamamıştı:
— Şaka yapıyorsun değil mi?
—Ne şakası? Kovdum.
Irmak Hanım’ın yüz ifadesi değişti. Sesini yükseltti.
— Sen manyak mısın be adam? Ne hakla? Hem de mübarek günde.
Mutfakta kısa bir süre sessizlik oldu. Irmak Hanım mutfak musluğundan yüzüne su çarptı. Sonra masaya döndü, ellerini masanın üzerine koydu:
— Çabuk telefon et çocuğa, eşek şakası yaptığını söyle, dedi.
Sait Bey, uzun uzun başını iki yana salkadı. Kürdanla dişlerini karıştırdı: Gayet sakin bir ses tonu ile
—Hayat dersi verdim çocuğa şekerim, dedi.” Bu günü hiç unutmayacak.”
—Herhalde yani. Unutulacak bir gün mü yaşattığın Sait Efendi.
Sait Bey,
—Takma kafana sen, dedi. “Böyle böyle yaşamı öğrenecek. Zamanında bizi de kovdular, bize de sövdüler. Hem göreceksin yarın sabah gün ağarmadan dükkânı açacak. Özür dilerim Sait Amca diyecek.”
Ertesi, günü dükkâna gittiğinde dükkân açılmamıştı. Bir saat iki saat üç saat geçti, Sait Bey kısa Aralıklarla saate baktı, Selahattin gelmedi. Sait Bey, Kaan Bey’i arayıp bir yalanla Selahattin’in telefonun numarasını almaya, sonra da “ Ciddiye aldın herhalde dün olanları, atla bir taksiye çabuk gel.” demeye karar verdi. Cep telefonunu çıkardı, Kaan Bey’in telefonunu bulmak için rehbere bastığı anda kapıcı içeri girdi. Kendisine doğru yanaştı.
—Başınız sağ olsun, dedi.
Sait Bey, şaşırdı. Sordu:
— Ne oldu ki?
— Selahattin.
-…
— Öldürmüşler dün gece.
-,,,
— Dün akşam biraz alkol almış. Eve dönerken birileri ile takışmış. Bıçaklamışlar.
Sait Bey, düşmemek için yanı başındaki raflardan birine tutundu.
Kapıcı iç geçirdi, uzun uzun başını iki yana salladı dükkândan çıkarken de kendi kendine de söylendi:
— Bir karı üstelik de nikâhsız, iki de çocuk, onlar ne yapacak şimdi!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder