21 Mayıs 2019 Salı

POTUK
Nasıl anlatayım, uyku ile uyanıklık arasında bir durumdu sanki. Bir şey oldu, kendime geldim. Anneannemi gördüm, ya hayal edip gözümüm önüne getirdim ya da bir an daldım rüyamda gördüm.
— Mutlu olmak istiyorsan iyilik yap, derdi hep.” İyilik yap denize at balık bilmezse halik bilir.”
Yüz on yaşında ölmüştü. Bir şeyi de yoktu, yattı kalkamadı.
Bela gelince üst üste gelir derler ya. Bir süredir freni boşalmış kamyon gibiyim.
Kimseyi suçlamayacağım. İflas ettim beş parasız kaldım. Onun yerine ben olsaydım ben de aynı şeyi yapardım diyerek teselli bulayım, kırk yıllık karım evi terk etti. Oğlanın kumar borcundan dolayı evi de sattım, evsiz kaldım. Çok para kazandığım günlerde iyi günlerim kötü günleri de olabilir diye düşünmediğimden köşede üç beş kuruşum da yoktu. Anladınız. Bir anda, ne oldum deme ne olacağım de sözünü kanıtlarcasına sefaletin ve çaresizliğin içine düştüm. Çaresizlik ve mutsuzluk karabasan gibi çöktü üzerime.
Hava soğuk. Hafiften de kar var. Allah razı olsun, bir hayırsever, kendine bir iş buluncaya kadar ya da havalar ısınıncaya kadar kal diye şu anda kalmakta olduğum barakayı bana tahsis etti. İçine bir yatak, bir ocak birkaç da kap kacak verdi. Aranıra da merhaba diye uğruyor her geldiğinde de misafirliğe eli boş gidilmez diyerek yiyecek içecek bir şeyler getiriyor. Konu komşu da fakir, buna rağmen onurumu kırmadan yaşam mücadeleme destek veriyorlar.
Bu durumdan kurtulmak için yapacağım şey açık da canım bir şey yapmak istemiyor. Şimdi diyeceksiniz ki bir şey yapmayacaksan ne halin varsa gör. Öyle değil işte, bir şey yapmama isteğimi ancak benim durumuma düşen bilir. Beynim durmuş, her şeyi inceldiği yerden kopsum diye oluruna bırakmışım. Bir dost elinin elimi tutup, sinirlenmeden, kızmadan, usanmadan bana destek vermesi gerekiyor. Böyle birine öyle bir ihtiyacım var ki!
Biraz daha evde kalsam aklımı oynatabilirim. En iyisi çıkıp biraz dolaşmak, kafa dağıtmak. Üzerime ceket bile giymeden dışarı çıktım. Garip garip bakanlar var. Az evvel de dedim ya hava soğuk kar da hafiften hafiften atıyor. Saç baş da dağınık. Belli ki iyilik yap mutlu olursun düşüncesinde olan sadece anneannem değil. Biri yanıma yanaşıyor elime bir onluk tutuşturuyor
—İçimden geldi, şunla ya bir çorba ya bir çay iç.
Vallahi, çay ya da çorba içmeyeceğim de biraz ilerideki köfteciden bol soğanlı ekmek alacağım. Sanırım o bana iyi gelecek. Epeydir yemiyorum çünkü. Köfteciye doğru yürürken yol kenarındaki derme çatma evlerin birinin önünde onu gördüm. Uzanmış yatıyordu. Bir an göz göze geldik. Ne kadar da çok Potuk’a benziyordu.
Bir tarihte benim fabrikanın oralarda bir köpek vardı. Zararsız bir köpekti. Zaman zaman ona bir şeyler verirdim. Adını da ben koymuştum. Sonra bir aralık duydum ki araba çarpmış. Ölmüş. Sorduğumda öyle dediler. Yıllar evvelki bir olay.
Adını olsun anmak istedim bir an. Göz göze geldik. Dedim ya, onun anısına:
—Ne haber lan Potuk?
Dememle birlikte o yaşlı koca vücut kalktı, buradayım der gibi sesler çıkartarak bana doğru koştu üzerime atladı, dakikalarca elimi yüzümü yaladı. Belli ki bu Potuk’tu.
Heyecanı biraz azalınca, “ Ben köfteciye gidiyorum, haydi gel, “ dedim. Yürüdüm. Gelmez olur muyum der gibisinden kuyruğunu sallaya sallaya benimle yürümeye başladı.
Köfteciden yarım ekmek arası köfte aldım. Eskiden yaptığım gibi lokmaları uzaktan uzaktan ona attım. O da bir kaleci gibi uzanıp uzanıp önce tuttu sonra da çiğneyip çiğneyip yuttu. Bir anda dert kasavet uçup gitmişti. Keyfim yerine gelmişti. Bu keyifle barakamın kırık camını geçenlerde aldığım naylonla kapatabilirdim. Bu heyecanla
—Yürü eve, dedim Potuğa. “Şimdi günlerce bu kırık camla bu evde nasıl
oturuyorsun? “ dersin.
Eve doğru yürürken…
Rahmetli babam ilkokula giderken yazları ayakkabıcı Muharrem Amca’nın yanına
erirdi beni. Bir keresinde babama çıkışmıştım, “ İstemiyorum oraya gitmek ben ya. Ayakkabıcı mı olacak ben.” demiştim. Babam esnaftı. Hali vakti yerindeydi. Malı mülkü bana kalacaktı, öyle de olmuştu.
Babam mülayim bir adamdı. Saçlarımı okşayarak:
— Oğlum zanaat altın bileziktir. İnsanı aç bırakmaz. Öğren bir yerinde dursun,
demişti.
O kadar tatlı söylemişti ki, ertesi günü yine erkenden kalkmış tıpış tıpış Muharrem
Amca’nın dükkânına gitmiştim.
Eve doğru yürürken, aylardır kapısında çırak aranıyor ilanı yazan ayakkabı
tamircisinin kapısının açık olduğunu fark ettim. Potuk’un başını okşayarak:
—Gel bi şansımızı deneyelim, ekmeğimiz belki de burada dedim.
Dükkân sahibi yaşı seksene merdiven dayamış bir adamcağızdı.
— Çırak ilanınız için gelmiştim de, dedim.
Gözlüklerini çıkardı. Tepeden tırnağa bir süzdü. Potuk’a da baktı. İlgisini de çekti
sordu:
—Köpek senin mi?
Evet manasına başımı salladım. Sordu:
— Adı ne?
— Potuk.
Tabureyi gösterdi.
—Otur, dedi.
Oturdum. Sorgu suale geçeceğinden o saniyeler içerisinde olası sorular ürettim
onlara cevaplar hazırladım kendimce.
— Ben sana çok bir para veremem, dedi.
— Ne verirseniz, dedim.
Gözlerini kıstı, uzun uzun yüzüme baktı. Kim bilir aklından neler geçirdi.
Bir saniye, beş saniye belki dakika geçti aradan.
—Ne kazanırsak yarı yarıya dedi.
İnsanoğlu işte. Daha ben teşekkür etmeden teklifinde düzeltme yaptı.
— Yok yok yarı yarıya olmaz. Haftalık bir şeyler veririm, Olursa da kazancın yüzde
yirmi beşi senim.
— Tamam, dedim” Kabul”
Bu arada çok enteresan bir şey oldu. Yaşlı ayakkabıcı Potuk’un yanına gitti onu
okşadı hatta öptü. Şimdi ne var bunda diyeceksiniz belki ama Potuk onun bu sevgisine sadece kuyruk sallayarak cevap verdi. Ne elini yaladı ne de yüzünü. O kadar mutlu oldum ki bu duruma. Bu, gerçekten Potuk’tu ve ben onun için özeldim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder