28 Şubat 2018 Çarşamba


ÖKÜZ AYHAN DERLER BANA

Cevher kardeşimle tesadüfen parkın girişinde karşılaştık. İki laflarken bir altmış boylarında kaytan bıyıklı bir adam geldi yanımıza. Epeyce de bir göbeği vardı ki ben özellikle göbekli insanlara hep özenmişimdir. Laf aramızda biraz da pasaklı bir bir görünümü vardı. Cevher’i tanıyordu, Ona “merhaba” dedikten sonra onu kucaklayıp öptü. Birkaç dakika onunla konuştuktan sonra beni anımsadı:
- Kusura bakmayın, dedi. Cevher’le biz bebeklik
arkadaşıyız. Uzun zamandır görüşmüyorduk görünce şey oldum işte. “ Merhaba”
- Ziyanı yok efendim, dedim. “ Merhaba”
Cevher’e döndü, bize tanıştırmayacakmışım der gibi bakmış olmalı ki ona o , beni göstererek,
- Dostum Mesut, dedi. Yüksek Makine Mühendisi. Adamın hasıdır.
Sonra da onu bana tanıştırdı.
- Adnan Bey. Seçkin esnaflarımızdan.
Adnan Bey, elini uzattı
— Kibar adam dedi Cevher’i kastederek Ve devam dedi. “ Kibar olduğu için de öküzü atladı. Bana Öküz Adnan” derler.
Şaşırdım. Anladı şaşırdığımı:
- Vallahi öyle, dedi. “Elin bildiğini kuldan ne
saklayayım. Yüzüme demezler ama arkamdan Öküz Ayhan derler. Yanlarında yoksam Adnan’ı da kullanmazlar çoğu zaman. Öküz deyip geçerler.
Belli belirsiz” estağfurullah” dedim ama duyduğunu sanmıyorum.
Konuşkan şen şakrak bir adamdı Adnan Bey.. Birkaç dakika sonra
kahvehaneye çay içmeye davet etti bizi. Davetin de ötesinde kollarımıza yapıştı zorla götürdü.
Kahvehaneden ayrılırken adresini tarif etti bana. Yolun düşerse mutlaka beklerim dedi. Bununla da yetinmeyip ekledi:
- Olur ya kafan mafan döner bulamayacak olursan birine soruver. “ Öküzün dükkânı nerede? “ de. Gösterirler.
Ertesi günü yolum o tarafa doğru düştü. Anlayın, düştü… Bulamayacağımdan değil sırf merakımdan birkaç kişiye sordum:
— Af edersiniz, öküzün dükkânını biliyor musunuz acaba?
Bildiler. Tarif ettiler.
Küçük bir nalburiye dükkânıydı.
Ayhan Bey, samimi karşıladı beni. Kırk yıllık ahbabımmış gibi kucakladı öptü. Makam sandalyesine oturttu. Kendi de tam karşıma tabure çekti, başladı konuşmaya.
Konu bulmakta konudan konuya atlamakta zorlanmıyordu. Sadece kendi de konuşmuyor bana da öyle sualler soruyordu ki ben de çok konuşkan biri olmamama rağmen bol bol konuşuyordum. Hatta zaman zaman espri bile yapıyor onu güldürüyordum.
Vakit su gibi geçmiş. Öğle ezanı okunmaya başladı.
— Oooo, öğle olmuş, dedi. Ne yeriz?
— Yok, dedim. Sağ ol.
— Yok olmaz, dedi. “Öğle yemeği yemeden bırakmam seni. “
Birden duraksadı. “ Bizin karı evdeyse ya da bir işi yoksa gelsin beş on dakika dursun biz şu köşedeki köfteciye gidip karınlarımı doyuralım” dedi. Benim bir şey söylememe olanak bırakmadan da telefona sarıldı.
Bizim karı. Lafa bak. Tövbe yarabbi. Rasim yanımızda olsaydı şimdi, bu söz üzerine neler söylerdi.
Aradan beş dakika ya geçti geçmedi kapıda albenisi yüksek bir bayan girdi. Otuz yaşlarındaydı. Boyu aşağı yukarı bir yetmiş beşti. Var olan bir şeye güzel demekte müşkülpesent davranan birinin bile “ çok güzel” diyeceği bir kadındı. Halk arasında derler ya manken gibi.
Ansan Bey, yerinden kalktı,
—Hanım da geldi dedi.
Elimde olmadan bir kadına bir Adnan Bey’e baktım. baktım. Şaka yapıyorum diyeceğini
ummuştum olmadı.
Kadın, yanımıza geldi. Gülümsedi. Gülümsemesi onu daha da güzelleştirdi.
Adnan Bey, tanıştırdı:
—Cevher, karım Nisa!
Kadın bakımlı, elini uzattı.” Hoş geldiniz” dedi.
Boşa dememişler, dünyada olmaz diye bir şey yoktur diye. Bu adamın böyle bir karısı olsun. Ya da tam tersi böyle bir kadın böyle bir adanı koca diye alsın. Ne diyeyim, böyle düşündüğüm için de Allah beni affetsin. Demek ki böyle yazmış.
Sesim duyuldu mu ya da sözcüğüm anlaşıldı mı bilmem ama,
—Hoş bulduk, dedim.
Adnan Bey, kırk yıllık dostummuş gibi koluma girdi,” Haydi gidelim” dedi.
Tam kapıdan çıkarken karısına döndü:
— Bir saate kadar dönerim anam dedi. Aşağıdaki köftecideyiz bir şey olursa hani.
Köfteciden içeriye girerken göremediğim- görsem tanıyacağım sanki- Salih’e seslendi:
—Donat bizim masayı Salih. Mahcup etme beni şu herife.
Herif dediği de ben. Sen kime herif diyorsun diyeceğim ama korkarım herif değil misin diyecek cevap veremeyeceğim.
Salih Garson oturduğunuz masayı mükellef donattı.
Yani, ne demeliyim ki şimdi. Adamı tanıyalı daha yirmi dört saat olmamış. . Anamı tanımaz babamı tanımaz. İş ilişkimiz de yok ki benden bir beklentisi olsun.
Adam Bey gördüğüm kadarıyla biraz pasaklı ama şeker gibi bir adam. Ne bön, ne kaba, ne anlayışsız ne de beceriksiz. Sizin anlayacağınız öküze benzer bir tarafı yok .
Hiç beklemediğim bir anda kalktı. Elini uzattı,
—Çık özür dilerim Cevher, dedi. Şimdi anımsadım. Bir iş için benim hemen gitmem gerekiyor.
Hemen de gitti.
Anlamıştım. Anlamıştım da bu davranışını karşılayacak
sözcük “ öküz” mü olmalıydı?
Belli ki masanın hesabını- tuzlu bir hesabın geleceği aşikârdı- bana ödetecekti. Oturduğum sandalyeye kaykıldım. Bir süre bekledim, sonra da enteresan duygular içerisinde kalkltım, hesabı ödemek için kasaya doğru yürürken Salih Garson yanıma
geldi:
—Afiyet olsun efendim, dedi.
—Hesap ne kadar, dedim.
Ne söyleyeyim, suçlu olan garsonmuş gibi sesim dövecek gibi çıkmıştı.
Garson Salih, altın kaplama olan dişlerini göstermek istercesine gülümsedi.
—Ayhan Bey hesabı ödedi efendim, dedi. Her zaman olduğu gibi yüksek bir bahşiş de bıraktı. Afiyet olsun.
Ertesi günü şirketim adına çok önemli bir görüşmem vardı. Erkenden yattım
Fatih Bey ile yüz yüze hiç konuşmamıştık ama hakkında biraz malumat sahibiydim. Konusunda bilgili, tıpkı Öküz Ayhan gibi rahat tavırlı bir adamdı. En azından ben öyle biliyordum ki ertesi günü kavilleştirilen saatte geldi.
Dünden beri provasını yapmıştım. Kendimi zorlayarak da olsa kasılmayacak resmiyetten uzaklaşarak mümkün olduğunca rahat davranacak hatta ortam doğarsa espri bile yapacaktım. Ne yalan söyleyeyim kemdi kişilik özelliklerimi azıcık aşacaktım.
Kapıda karşıladım, gülümsedim, elimi uzattım:
—Hoş geldiniz Fatih Bey, dedim.
—Hoş bulduk, dedi.
Birden aklıma Öküz Ayhan geldi. Onun o rahat tavırlarından , kendi ile barışık olmanın göstergesi
olan o sözden ilham alarak, elimi çekmeden kendimi tanıttım:
-Cevher, dedim. Şarlatan Mesut derler bana.
Şaşırdı.
—Şarlatan Mesut mu derler?
—Çoğu zaman Mesut da demezler dedim. “Şarlatan” derler
geçerler. Siz de şarlatan diyebilirsiniz. Size ne derler?
—Bana da Beyefendi Fatih derler ama!
Böyle bir cevap beklemiyordum. Cevaba hiçbir mana veremedim.
Görüşme hiç beklemediğim kadar soğuk geçti. Kısa da sürdü.
Bunun niçin böyle olduğunu düşünürken…
Aman Allahım!
Hemen elime bir sözlük aldım. Dualar ederek “ şarlatan” sözcüğünün
anlamına baktım. Beynimden kaynar sular döküldü. Ben gibi bir adam böyle bir ciddi görüşmede kendime “ şarlatan” sözcüğünü layık görmüştüm. Şaklaban- bu niteleme bile benim gibi bir adama yakışmazken- diyeceğime şarlatan demiştim.
Ben böyle bir şeyi nasıl yaparım deyip dövünmenin bir manası yoktu artık. Küp bir şekilde kırılmıştı- Bu söz dedeme aittir- Yapılacak olan önce yere saçılan pirinçleri toplamak akabinde de pirinin taşlarını en kısa zamanda ayıklamaktı. Ayıklamaktı da nasıl?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder