3 Ekim 2015 Cumartesi


BİR CUVAL ALTIN

Bir varmış bir yokmuş. Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken dağların çok olduğu bir yerleşim yerinde üç gün tellal çıkmış. Mevsim Dede, elmaları için üç günlüğüne bekçilik yapacak birini arıyormuş Üç gün için görevi üstlenecek kişiye de tamı tamına bir çuval altın verecekmiş.
Duyuruyu duyanlardan bazıları buna pek sevinmiş. Koşa koşa Mevsim Dede’ye gidip, “Talibim ben bu işe .” demiş. Mevsim Dede gösterilen ilgiden çok memnun kalmış. Küçük- büyük, çoluk- çocuk, kız -kızan, kadın -erkek, yaşlı- genç demeden gelen her bir kişi ile tek tek görüşmüş, teşekkür etmiş. Sonra da maddeler halinde mevcut durumu belirtmiş, şartlarını sıralamış:
1- Elma bahçemde şu anda 30065 elma var.
2- Üç gün sonra döndüğümde 30065 elmamı eksiksiz isterim.
3- Bir elma bile eksildiyse ceza olarak karın tokluğuna 11 sene üç ay yanımda çakışacaksın.
4- Söylediğin süre çok, çalışamam ben dersen eğer bana 150 aktın ödeyerek cezadan kurtulabileceksin.
5- İşi kabul edersen şayet, bana 99 altın vereceksin güvence olarak. Ben döndüğümde canım isterse bu altınları sana iade edeceğim canım istemezse güle güle diyeceğim.
İşe alınma şartlarını öğrenenlerin tepkileri değişik olmuş Mevsim Dede’ye. Bazıları teşekkür edip yanından ayrılmış. Bazıları kötü kötü söylenmiş. Bazıları Mevsim Dede’nin hasta olduğunu düşünüp teşhisini koymuş. Bazıları da…
Aradan günler geçmiş. Yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı bir gün Mevsim Dede’nin kapısı çalmış. Kapıyı çalan küçük bir çocukmuş. Kapı açılır açılmaz bir nefeste:
—Ben şartlarınız kabul ediyorum ancak benimde şartların var, demiş.
Mevsim Dede, güler yüzü ile “hoş geldin” deyip çocuğu önce sakinleştirmiş sonra içeriye almış. Kısa bir sohbetin akabinde de “ Söyle bakalım şartlarını küçük hanım.” demiş.
Seher de tıplı Mevsim Dede gibi şartlarını net ifade etmiş:
1- Elma bahçenize hayvan dostlarımla beraber bekçilik yapacağım.
2- Elma bahçenizdeki elmaları hem teslim alırken hem de teslim ederken beraberce sayacağız. Teslim ederken ben sayamam bu ladar elmayı dersen, teslim alırken de saymaya kalkmayacaksın.
3- Yere düşen elmalar zayi sayılmayacak.
4- Anlaşma şartlarımızı benim bozmamam halinde güvence için aldığınız altınları eksiksiz isterim.
Seher’in gösterdiği özgüven Mevsim Dede’nin pek hoşuna gitmiş. Kalkmış, Seher’im yanına varmış. . Alnından öpmüş:
— Aferin sana kız, demiş. Elini uzatmış. Tokalaşmışlar anlaşmışlar.


Seher’in hayatta anneannesinden başka kimsesi yokmuş. Her zaman olduğu gibi o akşam da anneannesi “Hoş geldin güzel kızım” diyerek ona kapıyı açmış. Yanaklarından öpmüş. Allah ne verdi ise akşam yemeğini yemişler. Seher, “Eline sağlık anneanneciğim çok güzel olmuş.” deyip onun gönlünü almış. Sonra da bugün yaptıklarını anneannesine anlatmış. Onun söylediklerini dinlemiş. Önerilerini almış. Aldığı önerileri süzgeçten geçirmiş.
Ertesi gün tan ağarmadan kalkmış Seher. Başkaları gibi bir banyomuz bile yok diye söylenmeden leğende banyosunu yapmış, giyinmiş. Allah’a dua etmiş: “ Allah’ım “ demiş. “ Alacağım kararların, yaptığım işlerin hayırlı olması için bana yardım et. . Ben aklımın erdiğince gücümün yettiğince çalışıyor, her şeyin iyi ve güzel olması için elimden geleni yapıyor gerisini sana bırakıyorum. Yardımlarını benden esirgeme.”
Danışan dağ aşmış danışmayan yolda kalmış…
Seher, anneannesinin önerisi doğrultusunda Keramet Dayı’ya danışmak için evden çıkmış. Kapıda bir eşek varmış.
Eşek:
—Adım Zırva, demiş.” Keramet Dayı’ya gitmek istiyorsan gel götüreyim seni.” Göz açıp kapayıncaya kadar Keramet Dayı’nın yanına varmışlar.
Keramet Dayı, güzel karşılamış Seher’i. Anlattıklarını dinlemiş. Söyleyecekleri bitince de:”
— Tamam da güzel kızım, demiş. Benim sana verecek bir altınım bile yok.”
Seher:
—Ben sizden altın istemiyorum ki, demiş. “ Altından daha değerli bir şey var sizde. Siz akıllısınız ve deneyimlisiniz. Bana akıl verip yol gösterebilirsiniz. Ben sizden altın değil akıl ve öneri almak için geldim.”
Keramet Dayı Seher’in sözlerini takdirle karşılamış, Seher’e akıl vermiş önerilerini söylemiş.
Keramet Dayı’nın verdiği akıl da öneriler de Seher’in aklına yatmamış. İtirazını yapmış konu hakkındaki düşüncelerini söylemiş. Keramet Dayı, büyük bir olgunluk içerisinde Seher’i dinlemiş. Önerilerinin benimsenmemesinden alınmamış. Çileden çıkıp, bacak kadar boyunlan bana karşı mı çıkıyorsun, benim önerilerimi değersiz mi buluyorsun, dememiş. Seher’i kovmamış. Ona,
—Senin aklından geçenler ne? diye sormuş.
Seher anlatmış. Keramet Dayı, Seher’in söylediklerini değerlendirdikten sonra:
—Tamam öyleyse.” demiş. “ Bir dene bakalım. Benim görebildiğim kadarıyla aklından geçenleri denemende bir sakınca yok.”
Keramet Dayı’dan alacağını alan Seher düşündüğünü gerçekleştirmek için vakit yitirmeden kolları sıvamış.
Göz açıp kapayıncaya kadar akşam olmuş. Keramet Dayı toparlanırken Seher geri dönmüş. Keramet Dayı daha bir şey sormadan:
—Bir altın bile bulamadım” diye hayal kırıklığını dile getirmiş. “Kapı kapı dolaştım ama kimse değil 99 altın bir arlın bile vermedi borç olarak.
Keramet Dayı:
—Tüm evleri dolaştın mı? diye sual etmiş.
Seher, iç geçirerek “ evet” demiş ama Keramet Dayı’nın bildiği bir şey varmış.
Keramet Dayı, çocuğun gözleri ile gözlerini örtüştürerek:
—Bir ev bile atlamadığından eminsin değil mi yavrum? demiş. Seher önce “Zaten kimse bir şey vermedi.” diye söylenmiş sonra da kime niçin uğramadığını açıklamış:
—Bizim evin yanında yaşlı bir nine var ama o zaten veremez. Onun yemeğini
bile bazen biz veriyoruz. Evinde de doğru dürüst bir şey yok Sadece ona uğramadım.
Keramet Dayı, Seher’in omzuna sevgi ile dokunmuş, tatlı tatlı konuşmuş:
— Fakat demiş “ O şu anda çok üzgün olabilir.”
— Niye?
— Burası o kadar büyük bir yer değil. Senin kapı kapı dolaşıp yardım istediğini duyduysa kendisine uğranılmaması onu kırmış olabilir.
— Tamam da onun parasının da altının da olmadığını ben biliyorum.
— O başka o başka.
— Birde ona mı uğrayıp sorsaydım keşke?
— Onu atlaman onu üzmüş olabilir diye düşünüyorum ben. Beni insan yerine koymadı diye aklından geçirebilir.
Seher, Keramet Dayı’nın bir bildiği olsa gerek deyip:
—Tamam o zaman, demiş. “Şimdi giderken ona da uğrarım ondan da altın isterim.”
Gerçekten de Seher eve dönerken bahsettiği nineye de uğramış, olup bitenleri anlatmış ve demiş ki:
—Varsa bana doksan dokuz altın yoksa birkaç altın o da yoksa satıp altına çevirebilmem için bir şeyler verebilir misiniz? Elmaları teslim edince borcumu hemen öderim. Söz veriyorum.
Nine, güzlüklerini çıkartmış. Gözlük camlarını silmiş. Bu arada Seher de “Bende altın ne arar, benim durumumu bilmiyor nusun benimle dalga mı geçiyorsun sen? ” diye kızacağını düşünerek korkuyormuş ama çok şaşırtıcı bir şey olmuş. Nine:
—Mevsim Dede’ye git, yarın öğle köy kahvesinin önünde altınları vereceğini söyle. Başka da bir şey sakın ola ki söyleme.” demiş
Seher, duyduklarına inanamamış. “ olur ” deyip oradan ayrılmış Mevsim Dede’ye haberi vermek için koşmaya başlamış Kahvehanenin önünden geçerken Mevsim Dede’yi masalardan birinde çay içerken görmüş. Yanına yaklaşmış. “ Yarın öğlen altınları buraya getireceğim. “demiş, Demesi ile birlikte de oradakilerin şaşkın bakışları arasında onların soru sormasına olanak da bırakmadan oradan uzaklaşmış. Altınların öğle üzeri kahvehanenin önünde olacağı haberini ertesi günü öğleye kadar herkes duymuş. Çoluk çocuk kadın kız herkes kahvehanenin etrafını hınca hınç doldurup beklemeye başlamışlar. Derken köşede sırtında küçük bir çuval olduğu halde nine belirmiş. Ninenin yanında da örgülü saçları ile Seher varmış. Merak doruk yapmış, nefesler tutulmuş.
Nine, kalabalığı görünce çok sevinmiş. Onları ortalayıp durmuş ve demiş ki:
—Çocuklarım, bu çuvalın içi altınlarla dolu. Dedelerden ebelerden bana kaldı ama benim bırakabileceğim kimsem yok. O nedenle ben de düşündüm taşındım bu altınları sizlere dağıtmaya karar verdim. Şimdi hepinize üçer beşer altın dağıtacağım. Helâlı hoş olsun.
Herkes bu habere çok sevinmiş, Altınlar dağıtılmaya başlayınca sevinçleri daha da artmış.
Göz açıp kapayıncaya kadar altınlar dağıtılmış. Çuvalın boşaldığını gören Mevsim Dede bulunduğu yerden öfke ile bağırmış:
—Benim doksan dokuz altınım nerede?
Nine, Mevsim Dede’nin bu anımsatmasından sonra dizlerini dövmüş. Kafasına vurmuş:
—Ah ah ah, demiş. Yaşlılık işte nasıl da unuttum. Önce senin altınlarınım verecek kalanları dağıtacaktım ben amma…
Mevsim Dede, sesini biraz daha yükseltmiş:
— O beni ilgilendirmez. Ben altınlarımı isterim. Söz verdin, haber gönderdin.
Kalabalıktan homurdananlar olmuş. “ Ben bana verileni vermem.” diyenler olmuş. “ Şimdi kadın bu altınları istemesin mi?” deyip bir bahane ile oradan ayrılanlar olmuş.
Nine, koynundan bir kese çıkartınca, ninenin şaka yaptığını sananlar rahatlamışlar. Nine, hemen orada bulunan küçük bir kayanın üzerine çıkmış. Seher’i yanına çağırmış. Keseyi hemen yanı başındaki söğüt ağacının bir dalına asmış. Sonra da orada bulunanlara bir şeyler söyledikten sonra, sözlerini şöyle bitirmiş:
—Şimdi, bu yürekli kızın ve benim sizin yardımlarınıza ihtiyacımız var. Dağılırken içinizden gelir de şu keseye birer altın koyarsanız, 99 altını tamamlayabilirseniz, Seher mutlu olur, ben de yalancı konumuna düşmemiş olurum.

Ve de nine oradan ayrılmak için hareketlenmiş. O anda da bir rüzgâr ortaya çıkmış, her yanı toz bulutu kaplamış göz gözü görmez olmuş. Kısa bir zaman içerisinde de alan boşalmış.

Altınları alanlardan bazıları keseye birer altın atmış mı, attılarsa atılan altın sayısı yeterli sayıyı bulmuş mu bilinmez ama ninenin altınları sihirliymiş. Çoğu zaman olduğu gibi açgözlülük yapanların, almayı bildiği halde vermeyi bilmeyenlerin, hep bana hep bana diyenlerin altınları birkaç saat içerisinde teneke parçasına dönüşerek değersizleşmiş. Keseye altın atmayı becerebilenlerin altınları ise yaptıkları iyilik oranında gün gün artmış. İyilik yapanlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder