7 Ağustos 2011 Pazar

MESELÂ ÜLKESİ

Bir varmış bir yokmuş. Pek çok ülkenin de var olmadığı bir gezegende hakiki adı bile unutulan ama “Meselâ Ülkesi” olarak anılan bir ülke varmış. Adı nereden gelmiş, nasıl konulmuş pek de bilen yokmuş
Bu meselâ ülkesinin bir evinde soğuk bir kış günü pek çok evde olduğu gibi bir bebek dünyaya gelmiş. Adını Meselâ koymuşlar. Günler haftaları, haftalar ayları aylar yılları kovalamış meselâ bebek büyümüş yetişkin bir insan olmuş.
Bir gün bir öğle yemeği sonrasında Meselâ, annesine:
— Anne, demiş. Ben evlenmek istiyorum artık. Babamla konuş, ondan olur al.
Anne, bu muştuya sevinmiş. Canından çok sevdiği oğluna ”Tamam, babanla akşam konuşurum.” dediyse de akşamı bekleyememiş. Hemen, kaşla göz arasında kocasını aramış, pür neşe içerisinde durumu iletmiş ona. Sonra da onun “olur” ya da “olmaz” demesine olanak vermeden “ Tamam” değil mi demiş.
Baba, birkaç saniye susmuş sonra “ Sen benim yerime ‘tamam’ demişsin zaten” demiş sonra da karısının söz söylemesine fırsat vermemek için “ iyi günler ””deyip telefonu kapatmış.
Babanın tavrı keyfinin kaçırmış annenin. Keşke sadece durumu anlatsaydım sonra da sen ne düşünüyorsun deseydim demiş. “ Tamam değil mi demem, adamı adam yerine koymamak gibi oldu.”
Can sıkıntısını biraz olsun gidermek, üzerindeki moral bozukluğunu azıcık da olsa atabilmek için ocağa bir yemek koymuş Mesela’nın annesi. Dakikaları onunla geçirerek kafasına dağıtmakmış gayesi.
Akşam, her zamankinden neşeli gelmiş evine baba. Karısıyla, oğluyla şakalaşmış. Bir zaman sonra anne, Meselâ’ nın da yardımıyla sofrayı hazırlamış. Sonra da yemek için kocasına seslenmiş. Ondan da, ” Tamam, Elimi yüzümü yıkayayım geliyorum. Siz başlayın.” Cevabını almış. Bu cevabı Mesela ‘da duymuş.
Mesela, hemen ekmeğe uzanmış. Ekmekten bir parça koparmış, fasulyenin suyuna banmış. Bandığı ekmeği ağzına götürürken de annesi ile göz göze gelmiş. Annesinin öyle bir bakışı varmış ki ekmeği ağzına götürememiş. Yavaşça masanın üzerine bırakmış. Sonra da kızgın ama şakaya vurarak,
— Babam ilk lokmayı ağzına alıncaya kadar bu evde yemeğe başlanamayacak mı, demiş.
Annesinin hoşuna gitmemiş oğlunun bu sözü. Bunu sözle de ifade etmiş
- Bu cümlen hayra alamet değil senin.
Mesela, annesinin “ özür” sonrası susacağını bildiğinden,
- Çok acıkmıştım da özür dilerim, demiş.
Babanın gecikmesi de sinirlendirmiş anneyi. Oğluna dönüş:
- Sahi nerede kaldı bu adam, demiş. Bir bak!
Mesela’’ nın hoşuna gitmemiş bu istek.
- Aman anne, gelir şimdi, demiş.
Anne, iç geçirmiş, solumuş. Canı sıkılmış, hem kocasının böyle gecikmesinden hem de oğlunun son zamanlardaki davranışlarından, konuşmalarından.
Anne, Yemek soğuyacak şimdi diye düşünmüş. Sarımsaklı yoğurdu karıştırmış. Sırf konuşmuş olmak için:
- Biliyor musun, demiş. Yoğurt her şeye faydalıymış.
- Sarımsak da öyle, demiş Mesela. Ama kokusu iğrenç. .
Anneyi, kocasının gereğinden fazla gecikerek sofrada onları bekletmesi sinirlendirmeye başlamış.
- Bak aklım babana gitti, demiş Mesela’ya kafasını kapıya doğru çevirerek. “Sarımsak diyecektim yoğurt dedim. Haydi güzel delikanlım, beni kaldırma babana bir bakıver. Yarım saat oldu. Tansiyonu falan mı düştü ne? “
Mesela’da meraklanmış, isteksizce de olsa kalkmış masadan. Mutfağa doğru birkaç adım attıktan sonra da seslenmiş.
- Baba geliyor musun?
Cevap gelmemiş.
Meselâ sesini biraz daha yükselterek gene seslenmiş:
- Baba, duydun mu beni?
Gene ses gelmemiş. Anne, bu durumu hayra yormamış. Kaygısı artmış. Masadan kalkıp hızla dışarı çıkmış.
Çıkmış ama görünürlerde baba maba yokmuş.
Meselâ ile annesi, iyice telaşlanmışlar bunun üzerine. Seslenmişler, bağırmışlar, hiç olmayacak yerler dahi, köşe bucak her yeri aramışlar. Aramışlar ama nafile. Baba yokmuş. Dışarı çıkmışlar; sağa sola bakmışlar; konu komşuya sormuşlar, yok. Sanki yer yarılmış da yerin dibine girmiş baba.
Bir saate kalmamış, Meselâ’ nın evi eş dost ve meraklılarla dolmuş. Her kafadan bir ses çıkmaya, her kafadan bir yorum yapılmaya başlanmış.
Mahallenin görmüş geçirmiş Aksakallı Dede’ si ile muhterem eşleri de teşrif edince Meselâ’ nın evine, herkes susmuş. İğne atılsa onun sesi duyulacak kadar sükûnet olmuş.
Hemen, Aksakallı Dede’ ye çay ve çayla beraber atıştırabileceği bir şeyler gelmiş. Herkes kulak kesilmiş, pür dikkat olmuş. Aksakallı Dede, gayet sakin bir şekilde, zaman zaman da eşine iltifatlarda bulunarak ikrama icabet etmiş, çayını yudumlamış ikram edilenlerden birkaç lokma almış.. Getirene, götürene, yapana ve onların geçmişlerine dua etmiş. Oradakiler de hep birlikte “âmin!” demişler.
Aksakallı Dede zamanın uygun olduğunu düşündüğü bir anda, evin annesine dönmüş:
- Anlat bakalım, demiş. Ne oldu?
Evdekilerden bazıları annenin anlatmasına olanak bırakmamışlar. Alelacele, bazen tek bazen topluca olup bitenleri duydukları kadarıyla, bildikleri kadarıyla anlatmışlar. Aksakallı görmüş geçirmiş dede, meseleyi anlatmak isteyenlere kızmamış. Sözlerini kesmemiş. Onların söyledikleri bitince de nazikçe tekrar anneye dönmüş:
- Birde senden dinleyeyim bakayım, demiş.
Meseleyi anlatmaya çalışanlardan bazıları bu duruma bozulmuş. Surat asmışlar. İçlerinden biri bununla da yetinmemiş, duygusunu sözle de ifade etme gereği duymuş:
- Aynen bizim anlattığımız gibi olmuş olay. Bize inanmıyor musunuz Dede?
Aksakallı Dede, sakalını sıvazladıktan sonra gülümsemiş:
- Size inanıyorum da, niçin ilk ağızdan dinlememe müsaade etmiyorsunuz onu anlayamıyorum.
- Biz anlattık ama. Suzan kadın bize ne dediyse biz de size söyledik.
- Muhakkak ki öyledir. Ama Suzan kadın burada. Allah’a binlerce şükür ki olanları da anlatabilecek durumda.
Mekânda kısa bir süre soğuk bir rüzgâr esmiş. Aksakallı Dede, sükûnetten istifade ederek Suzan kadın’ı dinlemiş, sözünü hiç kesmeden, hiç sorgu sual etmeden.
Az evvel duygularını ifade eden kadın, kendini tutamamış Aksakallı Dede’ye dönerek:
- Yalan mı söylemişiz Galip Dede, demiş.
Aksakal lakaplı Galip Dede,
- Estağfurullah demiş. Öyle bir şey söylemedim ben. Böyle ortamlarda sakin olmak gerekir.
Orada bulunan erkeklerden biri araya girmiş:
- Nedir bu olayın sırrı Galip Dede, demiş. Adam sır oldu.
Galip Dede, başını sallamış.
Başka biri lâfa karışmış:
- Yer yarılmış da yerin dibine girmiş kaşla göz arasına, her yeri aradık. Bakmadığımız köşe bucak kalmadı vallahi.
Galip dede, hala gözleri kapalı başını sallamaya devam ediyormuş.
Kapı dibinde ayakta duran biri, davudi sesi ile
- Bize bir akıl ver, ne yapmamız gerekir, demiş.
Galip Dede, karısına doğru biraz yanaşmış. Otuz saniye kadar fısıltıyla her zaman olduğu gibi fikir teatisinde bulunmuş onunla. . Sonra da orta yere,
- Kolluğa haber verildi mi, demiş.
Herkes birbirine bakmış İçlerinden hiçbiri “ evet, verildi.” dememiş.
Galip Dede, mekândakileri bir süzmüş. Sonra da içlerinden birine, Duran’a:
- Jandarmaya bir haber ulaştır sen Duran, demiş.
Duran, önünü iliklemiş, saygıyla eğilmiş ve hemen oradan ayrılmış.
İçlerinden biri, yanındakine dönmüş, Aksakallı Dede’nin de duyabileceği bir şekilde söylenmiş:
- Bunu biz de yapardık ama.
Söz, herkes tarafından duyulmuş. Odada birkaç kez olduğu gibi soğuk bir hava esmiş gene. Bazıları gelecek karşılığı merak etmiş, Aksakallı Dede’ye bakmış.
Aksakallı dede, sessiz kalmak istemiş istemesine de hemen yanında oturanlardan biri ona doğru biraz eğilip:
- Şu terbiyesize bir şey söylemeyecek misin Dede, demiş. Ağzının payını ver ki nerede ne konuşacağını öğrensin cahil.
Oradakilerden biri de lâfa karışmış.
- Bu hep böyle, muhatap almaya değmez.
- Muhatap almaya değmez olur mu? Susturmasan başkaları da kuvvet alır bundan. Mecliste nasıl konuşulacağını bilmeyenler artar.
Aksakallı Dede:
- Atılan her taş alınmaz demiş. Bekleyip görmek gerek bazen.
Aksakallı dedeye söz söyleyen adam, biraz kımıldanmış:
- Verilmedi mi karakola daha haber, demiş.
Sağdan soldan cevaplar gelmiş:
- Gitti ya Dursun.
- Verildi verildi!
- Karakol ne yapacak? Bebek değil ki giden.
- Bebek yapar mı onun yaptığını?
- Sır oldu kademe bastı.
- Ayı mayı yemediyse çıkar şimdi bir yerden.
- Ayıyı da nereden çıkarttın? Ağzını hayra aç.
Son cümleyi sarf eden, Aksakallı Dede’ ye dönerek ona demiş ki:
- Hayır, konuşalım hayır gelsin başımıza değil mi Dede.
- Elbette Şahin. Doğru olan budur oğlum.
- Siz ne düşünürsünüz bu konuda Dede?
- Ne diyeyim. Siz ne biliyorsanız ben de onu biliyorum. Yapabileceğimiz bir şey varsa “ baş göz üstüne” diyeceğiz.
- Elimiz kolumuz bağlı bekleyecek miyiz böyle dede? Bize bir akıl ver.
Son söze destek çıkanlar olmuş, fikrini ifade edenler olmuş değişik köşelerden.
- Evet ya Dede, bir şey söyle de bize yapalım.
- Koskoca adam. Sırra kadem bastı.
- Kaçırmış olmasınlar?
- Amma ettin İsmail. Kim ne etsin onu.
- Ne demek kim ne etsin? Başka bir şey ortada kaldı mı ortada. Var mı başka bir olabilirlik.
- Bakın olabilir bu. Geçen gün cami önünde birileri ile tartışıyordu.
- Gördünüz mü ya… Kimdi Semih?
- Buralı değillerdi. Ben atın üzerindeydim, durup konuşamadım da. Ama bayağı tartışıyorlardı.
Suzan kadını tartışmışlar sözü biraz daha telaşlandırmış. Kendine de hakim olamayarak ağlamaya başlamış. Dövünmeye de başlamış Ve içinden gelenleri söze vurmuş:
- Evet evet onlar kaçırdı kocamı. Aman Allah’ım. Aman, ben ne yapayım şimdi de nerelere gideyim ben. Ya öldürdülerse, ya bir şey ettilerse?
Aksakallı Dede, huzur veren sesi ile müdahale etmiş:
- Suzan Kadın dur hele bir, sakin ol. Adem Ağa, ölçüyü kaçırmaz tartışsa da.
- Başka ne olacak dede. İşte görmüşler. Birden bire yok oldu.
Ve İşte tam bu anda kapı açılıp kapanmış ve de Adnan
- Suzan ana, Suzan ana, diye bağırarak içeriye girmiş.
Adnan’ın aklı kıtmış biraz. Orta yerde durmuş. Etrafına bakınarak :
- Suzan ana kııııız, nereysen çık bir şey diyeceğim sana, demiş.
Suzan ana, hiddetlenmiş:
—Bir sen eksiktin, demiş. Ayağa kalkmış, azarlarcasına:
-Söyle çabuk ne söyleyeceksen, demiş. Adnan’a
Adnan, ellerini çırpmış Suzan Kadın’ı görünce:
— Kocanla barıştık biz, demiş.
— İyi ettiniz, aferin size.
— Birde şey dedi kocan bana. Deyim mi?
— Sonra dersin. Hade git şimdi, benim derdim bana yeter.
Aklı kıt da olsa terslenmek Adnan’ın hoşuna gitmemiş. Suratını asmış. Kendi kendine ama herkesin duyabileceği bir ses tonu ile
- Dediimi yaparsan, seni Meselâ’nın şeyi yapacam seni dediydi kocan, demiş.
Suzan Kadın, laf olsun diye
- Ne yapacakmış, diye karşılık vermiş Adnan’a.
- Onu unuttum da, bana şey dediydi Adem Dayı, git benim karıya söyle…
- Ne zaman dedi?
- İşte, üç beş saat kadar oluyor.
Suzan kadın, bu sözlerine, heyecanlanmış. Orta yere bağırarak
- Durun bir şey diyor Adnan, demiş. Doğruysa da diye eklemiş.
Süer, Adnan’ı pek severmiş.. Onunla zaman zaman şakalaşır, zaman zaman kızdırırdı. Her durumda da onun söylediklerine pek gülermiş.. Neşeli bir ses tonuyla konuşmuş.:
- Gene ne diyorsun Adnan.
Sultan, burnundan soluyormuş. İlginin dağılması elinde olmayarak onu öfkelendirmiş.. Kendine hâkim olamayarak:
- Eğlence arayanlar dışarı çıksın, dedi. Burası düğün evi mi?
Mekânda hava gene soğumuş.. Adnan, kalabalığı yara yara Sultan kadının yanına gelmiş, suratını olabildiğince asarak:
- Adem baba sana bir haber gönderdiydi de onu haber verecektim, demiş.
- Adem baban yok. Adem baban kayboldu.
Adnan, kendi aleminde gibiymiş.
- Adem baba git şeye, haaa, dedi. Sultan’a söyle beni marak etmesin, üç saate kadar gelecem dedi, sonra da sakın unutma diye tembihledi.
Adnan, söylenenileni unutmadığı ve de haberi ilgi kişiye ilettiği için gururlanmış.. Birkaç tane kalan sarı dişlerini göstererek gülümsemiş.
- Ben de unutmadım bak.
- Ne zaman dedi bunları.
- Unutmassan sen, meselâ ülkesine şeyi yapacam da dedi bana.
Misafirlerden Kazım, Adnan’ın söylediklerini ciddiye almamış.. Sinirlemiş de. Bağırarak, eliyle de işaret ederek.
- Atın şunu dışarıya, bir de bununla mı uğraşacağız, demiş.
Adnan’ın yanında genç bir delikanlı varmış.. Biri emir verse de yapsam der gibi duruyordu epey zamandır. Eline fırsatI değerlendirmek istemiş, Adnan’ın kolundan canını acıtacak şekilde tutup itmiş.
- Hade yürü, çık dışarı.
Aksakallı Dede, müdahale etmiş duruma:
- Durun hele bir, demiş.. Bir dinleyelim.
Kâzım:
- Nesini dinleyeceğiz bu delinin Dede, demiş.. Herkes burnundan soluyor zaten.
- Nice deliler bilirim ben, akıllıdır çoğumuzdan, demiş, Aksakallı Dede. Adnan, birini kendisine arka çıkmasına sevinmiş. Yüzü gülMÜŞ , gözleri parlamış.. Dedenin gel işareti ile sağındakileri solundakileri ite ite yanına gitmiş Aksakallı Ded’nin.. Ellerini göğsünde kavuşturmuş, biraz da eğilerek
- Buyur dede, demiş. Emrin mi var bana?
Aksakallı Dede:
- Söyle bakayım bana, demiş Adnan’ a ilgisini göstererek. Bugün mü gördün Adem babanı sen?
- Heee, aşam gördüm.
- Nerede gördün?
Adnan, eliyle “ ötelerde” manasına işaret ettikten sonra,” Yanında Karabaş eniği de vardı” demiş.. Ve de eklemiş Aksakallı Dede^nin gözleri içine bakarak. “Git şey anana de…” dedi.
- Sultan anana mı?
- Haa işte dede, Sultan anana de, yemeklerini yesinler benim ecele gitmem lazım dedi.
- Ama akşam geçeli çok oldu, gece yarısı oldu zaman neredeyse
Adnan, başını öne eğmiş Ağlamaklı olmuş.
- Ben oyuna dalmışım sonra, unutmuşum, dedi kabahat işlemiş ilkokul çocukları gibi.
Aksakallı Dede, sesli düşünmüş:
- Köpeği ile acele bir yere gitmiş belli ama nereye.
Kazım da dedenin yanına kadar gelmiş bu arada. . Sitemkâr ifade etmiş düşüncesini:
- Şunun sözüne mi inanıyorsun dede, uyduruyor.
- Uydurma değil uydurma değil bu da, nereye gitti acaba?
Aksakallı Dede kendi gibi sesli düşünenlerin söylediklerini işitmiyormuş.. Sultan’ı gözlerir ile aramış bulmuş.. Oda ona bakıyormuş sanki:
- Dışarı bir çık da Sultan Kadın, şu köpeğine bir seslen bakalım demiş.
Sultan kadın koşarak dışarı çıkmış.. Onunla beraber birkaç meraklı da çıkmış.Herkes sustuğundan Sultan kadının “ Yetiş…. Yetiş kızım…” sesi odaya kadar gelmiş.. Biraz beklenilmiş. . Sultan kadın bir kez daha seslenmiş , bir kez daha. Sonra da boynunu büküp geri dönmüş.. Aksakallı Dede’nin yanına kadar gelip , çaresiz,
- Yok, demiş.. Kuş olsa uçardı yanıma sesimi duyunca.
Adnan, heyecanlanmış gene. . El çırpmış:
- Dedim ya, dedi. Adem amcayla gitti köpek. Bulamazlar.
Aksakallı, sakallını sıvazlamış, odadakileri kısa süreli süzmüş:
- Öyle gibi gözüküyor demiş.” Bu saatte bir yere gitmez köpek.”
Kazım, aklınca itiraz etmiş
- Kusura bakma ama bazı köpekler gündüz yatar gece gezer dayı. Benimki öyle meselâ
Sultan kadın, gayri ihtiyari Adnan’ın söylediklerine karşılık vermiş:
- Bizimki gece de gündüz de biz götürmedikçe gitmez bir yere . Belli ki bizimkiyle gitti.
Adnan:
- Sizinkiyle gitti, demiş gözlerinin içi gülerek.. Ben dedim işte, demedi demeyin sonra.
Adnan, bu sözlerinden sonra, anlaşılması pek de kolay olmayan bir türkü söyleyerek odadan birkaç kişiye de çarparak dışarıya çıkmış.
Aksakallı Dede, oturduğu yerden yavaşça kalmış. Bütün gözler ona doğru çevrilmiş.
Bir şey demeden kapının dışına çıkmış Aksakallı Dede. Derin derin birkaç kez soluk alıp vermiş. Düşünmüş, olasılıklar üretmeye çalışmış.

Saat Gecenin 04’ü idi.
Abakay Hanım, kapıyı tıklatıp kocasının çalışma odasına girdi:
— Hayrola hayatım bu saatte, dedi. Ne yapıyorsun?
— On ikide kalktım, bir kelime bile yazamadım.
— Olmayınca olmuyor, haydi gel yatağa. Uyuyalım biraz. Yarın işe gideceksin.
— Son masal. Yarın akşama kadar teslim etmem gerekiyor yayınevine.
— Sabah yazarsın, akşam yazarsın. Haydi gel.
— Ne diyorsun sen Abakay. Tıkandı kaldı. Bir aydır bir kelime yazamıyorum. Döşemesini yaptım, az buz gövdesini inşa ettim ama çözüm gelmiyor. Nerede hata yaptım anlamıyorum.
— Sıkma canını. Çay mı yapayım kahve mi sana?
— Kalktığımdan beri bir çay, bir kahve olmuyor.
— Akşama kadar da sancı çekeceksin
— Garip olan ne biliyor musun?
— Ne?
Öğrencilere ödev verdim, bu masalın çözümünü siz getireceksiniz dedim.
— Geçen ay yazmaya başladığın Mesela Ülkesi’mi?
— Evet ya. Yani aslında basit hem de çok basit bir masal ama tıkandı kaldı benim için. İşin garip tarafı ne biliyor musun?
— Ne?
Birden Abakay Hanım’ın dikkatini masanın üzerindeki mor dosya çekti. Çekti çünkü Abbas Bey, mor renkten pek haz etmezmiş.
Atakay Hanım, mor dosyayı göstererek sordu:
- Bu ne?
Abbas Bey, anladı
- Atölye talebelerine tamamlayın diye vermiştim geçen gün de, onlar.
- Seni gidi seni, kopya çekecektin onlardan ha.
Abbâs bey, karısının ellerinden tuttu, sevgi ile baktı gayri ihtiyari güldü.
- Onların yazdıklarını bitirmeden okumayacağım merak etme, dedi.
- Niye, dedi Abakay Hanım. Ellerini kocasının avuçları içerinden çekti. Tahrik edici bir ses tonu ile “ niye” nin gerisini getirdi “ Kendine güvenmiyor musun? Hep demez misin ben iyi bir masalcıyım?
— Beni gaza getirmeye çalışma, dedi Abbas Bey.
Abakay Hanım,
- Müsaade eder misin bir göz atayım şu güzel masalına dedi. Belki bitirmişsindir de sen farkında değilsindir.
Abbas Bey, kâğıtları toparladı ayağa kalktı, hafifçe de eğilerek
— Müsaade etmek ne demek sultanım, dedi. Emrin olur.
Karısı kâğıtları almak üzere uzandığı sırada kâğıtları çekti:
- Ama bir şartla, dedi.
Karısı “ neymiş o şart?” demedi. Kocasının sözünün devamını getirmesi için bekledi. Hoşuna gidecek bir şey söyleyeceğini biliyor en çok da kocasının bu huyunu seviyordu.
Bekledi Abakay Hanım. Şartı bekledi. Abbas Bey, elindeki masal yazılı kâğıtları karısına doğru uzatırken:
- Söylemeyeceğim, dedi. Sürpriz.
- Öyle olsun bakalım, dedi Abakay Hanım.
Kâğıtları aldı. Bak nasıl birkaç dakikada masalını okuyacağım der gibi, gerekli olmamasına rağmen sırf hava atmak için derin bir nefes aldı.
Abakay hızlı okuma eğitimi almış bir kadındı. Bu konuda hayli de iddialıydı.
Dakikalar içerinde sadece adını bildiği masalı okudu. Sonra, “bana bir kalem” ver dedi kocasına.
Kalemi aldı.
- Masalın sonuna bir şey yazacağım, dedi. Bekledi ve ekledi, “ Müsaade var…”
Abakay Hanım, zaman zaman hiç olmayacak şeylere hiç olmayacak tepki verdiğini öğrenmişti kocasının. Masalına yapılacak bir müdahale böyle bir tehlikeye gebeydi.
Aslında Abbas Bey de bu durumun farkındaydı. Bu huyunu pek sevmezdi ama huydu işte. Gerçi yıllar öncesine bakarak epeyce bir kendini bu mevzuda frenlemeyi öğrenmişse de yüzde yüz bitirememişti daha.
Abbas Bey, sevgi dolu bir ifade ile“ Var” dedi.
Abakay Hanım müsaadeyi alınca kocasından büyük harflerle masalı bitiriverdi:

Ve birden gökten yeteri kadar elma düşmüş, biri masalı tamamlayamayan Abbas Bey’in başına, biri masalı bitiriveren iş bitirir Atakay’ın başına, bazıları Abakay Hanım olmasaydı masalı yazan, bu masalı kaldığı yerden nasıl sürdürülebilirdi diye kafa yoranların başına bazıları ben olsaydım masal diye adlandırılan bu yapıtı ben nasıl bitirirdim diyenlerin başına bazıları da şu anda bu masalı okuyanların başına düşüvermiş...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder