22 Kasım 2010 Pazartesi

ZADLIK DÜKAN


Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur mu?
Aslında, biraz olur.
Geçen gün otobüsle gelince eve, durağın hemen karşısında yeni açılan manava uğradım. Hem hayırlı olsun diyeyim dedim hem de birkaç şey alayım istedim.
Kapıdan girdim, kasada oturan adam; kafasını uzatarak:
— Buyur dayı, dedi.
Etrafıma bakındım, kimse yok. Belli ki seslenişi banaydı.
Bir şeyler almayı düşünüyordum. Elma da alacaktım. Bir şeyleri geçtim,
— Elma, dedim. Bir kilo elma...
Önlüğü falan vardı. Kalkınca far kettim. Yavaş yavaş yanıma geldi.
— Ne kadar olsun dayı, dedi.
Etiket yoktu. Sorma gereği hissettim fiyatını:
— Ne kadar?
— Üç
Pazarda bir buçuk olduğunu anımsıyorum. Haydi elli de manav farkı olsun, iki olabilirdi ama...
İçimden bir şey söylemek gelmedi. Bırakıp gitmeyi de kendime yakıştıramadım:
— Bir kilo ver bakalım, dedim
Bir kilo verdi ve ekledi.
— İyi armudumda var. Biraza da ondan vereyim mi?
“Yok” dedim. Üç lirayı adamın avucuna bıraktım, belli belirsiz “ hayırlı işler” temennisinde bulunup ayrıldım.
Gerçek olan şu, çoktan beri elma yemiyordum. Eve varır varmaz iş kıyafetlerimi çıkarttım ev kıyafetlerimi giydim sonra da mutfağa geçip elmalardan bir tanesini aldım, yıkadım, soydum. Bir dilim kesip ağzıma attım. Tadı olumlu anlamda bir değişik geldi. Belki çoktan beri yemediğimden, belki de gerçekten bu elmanın kendine has bir aroması vardı, var gibi görünen fiyat farkı da bundan kaynaklanıyordu.
Elmamı bitirmek için mutfak taburelerinden birine ilişmiştim ki Zeliha belirdi kapıda.
— Babacığım, dedi gazeteciye kadar gidiyorum, dışarıdan istediğin bir şey var mı?”
Elmadan yeni kestiğim elma dilimini kızıma doğru uzattım.
— Şunun tadına bir bak bakayım, dedim. “ Bana pek hoş geldi de. Senin de hoşuna giderse bir kilo daha alalım.”
Nazlanmadı. Dilimi ağzına attı. Yutmasını beklemeden sordum:
— Nasıl, tadı güzel değil mi?
— Aman baba, bildiğimiz elma işte. İstiyor musun bir şeyler?
— Otobüs durağının yanında yeni açılan bir manav var, biliyor musun?
— Evet.
— Sana zahmet olacak ama kızım, şu elmadan bir kilo daha al. Tadı benim hoşuma gitti. Her zaman bulunmuyor.
Zeliha'nın doğum gününü üç gün önce kutladık. On dördüne girdi.
Keyifsiz bir bir sesle, “ tamam” dedi ve dışarı çıktı.
Döndüğünde hala mutfaktaydım. Elmamı bitirmiştim ama taburenin üzerinden kalkmak bir türlü içimden gelmemişti. Hani derler ya, oturdum kaldım. Oturup kalmıştım ben de.
Zeliha, “ Aldım babacığım.” dedi. Elmaların doldurulduğu poşeti masanın üzerine bıraktı. Oradan alındığı belli oluyordu ama, poşetin üzerinde manavın adı vardı çünkü, laf olsun cinsinden sordum:
- Dediğim yerden aldın değil mi kızım?
Soruma bozulmuştu. Cevap vermedi.
- Kaça aldın?
Sorum art niyetsizdi. Cevabını tokat gibi verdi. Kızımı tanırım, az evvel elma almamış olsaydım kibarca soruma yanıt verirdi. Bu sefer öyle yapmadı, gömlek ceplerini karıştırdı, elmanın fişini almıştı belli, karıştırdı, fişi buldu, böyle bir soruyu soracağını zaten biliyordum dercesine sertçe masanın üzerine bıraktı:
- Burada yazıyor işte.
Mutfaktan, başını sallaya sallaya , homurdana homurdana çıktı.
Bir şey diyecektim, aklıma Fatma geldi. Şimdi burada olsaydı, koluma yapışır, söz söylememe mani olurdu:
- Sakin ol, ergenliğe giriyor kızımız.
Son zamanlarda görsel basınında etkisiyle pek moda oldu bu söz. En ufak bir şeyde anne babaya telkin:
“ Ergenliğe girmekte olan çocuklarınız anlayışla davranın, kendinizi onun yerine koyun.”
Eskiden ergenlik adı verilen dönem yok muydu? Bizim anne ve babamız bize anlayışlı davranmıyor muydu?
Yok ergenliğe girişte şöyle olur yok böyle olur, ebeveynler çocuklarına söz söylemeye korkar oldular. Çocuklar da cin gibi, bundan pek güzel yararlanıyorlar.
Züleyha'nın kafama vurur gibi masaya bıraktığı fişi aldım. Baktım ve de dondum kaldım.
Manav aynı manav, elma aynı elma ama fişteki fiyat farklı. İki lira. Daha yarım saat olmadı, ben üç liraya aldım. Ya fişe yanlış yazıldı, evet evet dalgınlık eseri manavcı fiyata yanlış yazmış olmalıydı. İçeri seslendim:
- Zelihaaaa!
- …
- Zeliha kızııım!
— Evet.
Hay Allah. Şimdi, bir dakika buraya mı gel demeliyim, yoksa doğrudan elmanın fiyatını mı sormalıyım. Bakın, şimdi bir uzmana ne kadar gereksinimim var. Hangi söz bu yaştaki bir insanın psikolojisinin bozulmasına vesile olmaz. Ya ses tonum nasıl olmalı şimdi?
Kendime hakim olamadım güldüm. Fatma'ya bu düşüncelerimi anlatsam, “ Abartma istersen Güner” der.
Bir anda aklıma bir hinlik geldi. Fatma'ya telefon edip, “ Hatun, şöyle şöyle bir şey oldu, Zeliha ne desem onun psikolojisi bozulmaz, malum ergenliğe giriyor” desem...
Telefon yakınlarda bir yerlerde olsaydı ya da cep telefonu yanımda, onu kızdırma pahasına edecektim ama...
- Hem sesleniyorsun hem arkası gelmiyor baba.
Zeliha, ellerini beline dayamış mutfağın kapısında bana sesleniyordu.
Elimde olmadan, düşündüklerim aklıma geldi gülmeye başladım.
- Komik bir şey mi söyledik?
Sözle değil, başımla, elimle kolumla “ yok, yok” dedim.
- Merak edip sormasa mıydık?
- Şimdi bir şey soracağım kızacaksın da?
- Onun için mi gülüyorsun?
-...
- Hade ne soracaksan sor baba.
- Sorayım mı?
- Annenin gelmesine ne kadar kaldı?
- Bunu mu soracaksın?
- Değil de...
- O zaman ne alaka?
Bu söze sinir oluyorum. Birine bir şey sormaya kalksam hemen” Ne alaka?” Bir alakası var ki soruyorum...
Zeliha'ya bu soruyla ilgili bir şey demedim. Şimdi, bir şey yok desem olmayacak. Açıklaması ile sorsam diye düşündüm:
- Elmayı bana üçe verdi de manav. Burada iki yazıyor da ona şey yaptım.
- Seni kazıklamış.
- Baban olduğumu unutuyorsan herhalde.
- Ama yalan mı? Kazıklamış.
- Zeliha, babanla biraz daha kibar konuşsan.
Az evvel telefonla konuşuyordu. Belli ki keyfi yerindeydi. O nedenle beni kızdırmaya çalışıyordu:
— Geçen gün anneme, beni kimse kazıklayamaz diyordun, bak kazıklamışlar...
- Tamam kazıkladılarsa kazıkladıklar, haydi git.
Zeliha, döndü, giderken de,
- Annem gelince söyleyeyim de bir gör, dedi,. Sonrada koşup yanıma geldi, kanıt olarak yanında bulundurmak için fişi alıp dışarı çıktı.
Acaba elmanın gerçek fiyatı neydi? Üç olabilirdi. İki ise manavcı niye bana üçe verdi? Bunu öğrenebileceğimi öğrenince de bir daha o manava adım atmayacağımı hatta başkalarıyla bu durumu paylaşıp müşteri kaybına sebep olabileceğimi aklıma getirmemiş miydi? Yoksa, elmanın hakiki fiyatı üçtü de, Zeliha'nın yaşı ve çekiciliği için indirim mi yapmıştı böyle yaptıysa buna resmen...
Öfkelenmemek, sinirlememek elde değil.
Hani derler ya nereden baksan iki ucu....... değnek.
Kafamda olasılıklar yaratıp sabaha kadar uykusuz kalmaktansa gidip gerçeklerle yüzleşmenin daha uygun olduğu kantatıyla hemen odama geçtim. Dışarı kıyafetlerimi giydim. Saçımı başımı düzelttim. Salona geçtim.. Zeliha'nın odasınından müzik sesi geliyordu. Kapısını tıklatıp:
— Ben biraz dışarıya çıkıyorum, yarım saate kadar gelirim, dedim.
Mesajımın alındını göstermek için:
— Okey, sesi geldi içerden.
Kapıyı açıp, “ Başlayacağım şimdi senin okeyinden mokeyinden , “tamam”ın, “oldu”nun içine kurt mu düştü” diyecektim ergenlik çağında olduğunu anımsayıp sustum.
Dış kapının önüne geldiğimde kapı çaldı. Gelen Fatma idi. Ara sıra zile basmaya üşenir kapıyı anahtarı ile açardı. Gene öyle yapmıştı.
Zeliha'da benim gittiğimi düşünerek çıkmıştı odasından.
— Hoş geldin, dedim Fatma'ya.
— Bir yere mi gidiyordun yeni mi geldin canım, dedi karşılık olarak.
Zeliha, sözlerimizi sürdürmemize olanak bırakmadı:
— Hoş geldin anneciğim. Manav, kocanı kazıklamışta, onun hesabını sormaya gidiyor muhtemelen.
Fatma bir şey anlamadı tabi, damdan düşercesine söylenen bu sözlerden. Zeliha da anladı bunun böyle olduğunu. Kendine has söz , minik ve jestleriyle bir çırpıda anlattı olanları.
Fatma, kolumdan tuttu:
— Haydi, içeri, dedi.
İtiraz ettim. Rahatsızlığımı dile getirdim. Fiş, Zeliha'nın avucunun içindeydi. Az evvel annesine göstermişti.
— Avucundaki fişi ver bakayım, dedim. Ne oldu da bir elmanın fiyatı üç liradan iki liraya düştü.
Zeliha,
— Baba niye anlamak istiyorsun dedi. Elmanın fiyatı zaten iki liraydı. Herif senin alnına baktı ve de...
- Yani senin anlında enayi yazıyordu demeye mi getiriyorsun?
Zeliha,
- Ben bir şey demedim, dedi.
Fatma, bir eli ile beni, öteki eli ile de Zeliha'yı içeri doğru itti. Büyük bir olasılıkla mevzuyu değiştirmek için:
- Hade içeri, dedi. Bakın size ne anlatacağım.
- Ama, diye itiraz edecek oldum.
Sesini birazcık yükselterek:
- Akşam akşam başını belaya mı sokacaksın,? dedi. Şimdi sen bir şey dersin o bir şey der, sen bir şey dersin o bir şey der, birinizden biri daha da terslenir...
Zeliha'da birden ciddileşti, mantıklı bir cümle sarf ederek annesine arka çıktı:
- Annem haklı baba, dedi. Kişiye göre fiyat söyleyen birinden her şey beklenir.
- Ama...
— Aması maması yok bunun, dedi Fatma. Kız haklı.
Zeliha da:
— Yani, dedi.
Gayriihtiyarî sinirlendim.
— Yutalım mı bunu, dedim.
— Birkaç gün sonra uğrar münasip bir dille yapılan davranışın pek de etik olmadığını anlatırsın. Ortam soğuduğu için de sorun çıkmaz.
— Böyle şeyler sıcağı sıcağına olur.
Zeliha, atıldı:
— Oylayalım. Sen kazanırsan git ağzına geleni söyle adama, annem kazanırsa gitme.
Kendimi tutamadım. Güldüm. Zeliha da şekerliği ile beni güldürdüğü için güldü.
Fatma’nın itelemesi ile salona girdik.
Onu takip eden günlerde işe ya arabamla gittim ya da yürüyerek. Geçen gün de otobüsle geldim işten. Gelirken de manava uğramayı planladım, manavcıya söyleyeceğim sözleri de tek tek saptadım.
Otobüsten inince manavı göremedim. Sağıma soluma bakındım yanlış durakta mi indim diye. Ama hayır, bu kadar da şey değildim ya. Karşıya geçince durumu anladım. Manav kapanmıştı. Camında da bir ilan. Zatlık dükan. ( “zadlık dükan “yazısı oradan alıntı olduğu için yanlış yazılmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder