KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI-40-
Bu hızlı trafikte engelli çocukların annesi Hatça Hanım aklıma geldi. Ona anlatacaklarım onu mutlu edecek onun o sevinci de benim bu tükenmişlik halimden kurtarabilecekti. Hemen bir taksi çevirip onun adresini verdim.
Ev boştu. Şaşırdım. Yanlış bir yere mi geldim acaba diye etrafıma bakınırken bir kadın pencereden kafasına uzattı:
— Birine mi baktın?
— Burada Hatça Hanım oturmuyor muydu?Engelli
çocukların annesi.
- Dur dur!
Kadın, pencereden çekildi. Birkaç dakika sonra da
kapının önüne,yanıma geldi. Beni şöyle bir süzdü ama “ Niye arıyorsun onu? Sen kimsin? ” gibi sorular sormadı.
—Evlenip gitti o, dedi
Şaşırdım. Hem de çok:
—Evlendi mi?
—Yaaa. İki yıldır isteyen bir adam vardı ama.
—Eeee!
—Çocukları istemiyordu O da çocuklarım olmadan olmaz
diyodu.
—Eee!
—Esesi işte ne olduysa oldu, dün çocukları yurda verdiler,
Akşam da gittiler.
—Nasıl yani?
—Nasıl yanisi yok işte. Ama Hatça ağlaya ağlaya gitti. Demek
ki artık ne bileyim çaresiz mi kalktı korktu mu? Garibim benim onun ne çektiğini bir ben bilirim bir de Allah bilir.
İşte sözün bittiğe yer. Yani, bunları bir başkası anlatsa dünyada
inanmam. Bir günde bu kadar menfi şey yaşanır mı? Bir daha hiç kimsenin anlattığı bir şeye “ uyduruyor” demeyeceğim.
Gecem çok kötü geçti. Ertesi gün de diğer günde otelden
çıkmadım. Arayan soran da olmadı. Şöyle bir hafta on gün kendimi her şeyden ve herkesten izole edip inzivaya çekilmeye karar verdim. Hiç kimseye haber vermeden bu işi yapmak da doğru değildi tabi. Kime kime haber versem diye düşünündüm. Aklıma Ufuk geldi. Ufuk’u bizimkilerde tanır. Olur a, anormal bir durum olursa mutlaka Ufuk’u arayacaklar “ Hüsnü’ye ulaşmıyoruz senin bir bildiğin var mı?” diyecekler.
Ufuk’u aradım, bir süreliğine kafamı dinlemek için bağ evine
gideceğimi söyledim. Bu arada telefonumu da kapatacağımı, sosyal sitelerimi de uzaklaşacağımı söyledim. Kendisinden de çok çok çok olağanüstü bir durum olmaması halinde beni arayıp soran olursa bilgi vermemesini ama böyle bir durumun da mevcut olduğunu söyledim.
Beni destekledi. “ İyi olur lakin bir şey var.” dedi.
Sordum:
— Nedir?
Anlattı, haklıydı. Yani karın marım bir şey olup da seni aramak
isterlerse sizin o eve mutlaka bakarlar, dedi. “Sana başka bir yer bulalım.”
İzah mantıklıydı. “ Hay aklınla çok yaşa “ dedim. “ Senin
aklına gelen bir yer ya da bir önerin var mı” dedim.
Varmış.
Bir arkadaşının köy evi varmış.
“ Ben bir arayayım uygunsa yarım saate kadar sana haber
veririm “ dedi.
Hakikaten de yarım saate kalmadan beni aradı, ev müsaitmiş. “Ancak “dedi Birkaç senedir evi tatilcilere kiraya veriyormuş.
İnanmadım
-Eeee, dedim.
Haftalık altı aylık ya da aylık kiraya veriyormuş.
—Eeeee?
Sinirlendi:
— Eeee deyip durma Hüsnü, öyle işte.
— Ne kadara?
—Aylığı iki bin, on beş günlük bin
İnanmadım.
Çocukluğundan beri fevri davranışlarım hep olmuştur. Bunun bir
faydasını, şimdiye kadar getirisini hiç görmedim. Götürüsünü ise saysam saysam bitmez. Pek çok arkadaşlığım bitti, pek çok müvekkilimi sırf bu yüzden beni terk etti.
Yine böyle bir şey yaptım
—Bizde yedik, dedim.
Huyumu bildiğinden alttan aldı.
—Valla ben bilmiyorum Hüsnü, dedi.” O öyle söyledi. Ben de
sana aktardım. ben aracıyım.”
—Senin komisyonun ne kadar?
Şaşırdıdığını ve sinirlendiğini ses tonundan anladım.
— Efendim!
—Sen bu yapacağından dolayı ne kadar komisyon alıyorsun
yüzde on yüzde yirmi. Yoksa ayağa getirip hepsini mi cebe indiriyorsun?
Sinirlendiğini ve bozulduğunu ses tonundan anladım:
—Hepsini cebe indirmek mi?
Abuk sabuk konuşmalarımı sürdürdüm:
—Ya ne? Kazıklamadık bir sen kaldın be. Sen de kazıkla, hem
de kırk yıllık dostunu.
Ufuk, kibar bir adam. onun yerine başla bir olsaydı belki de ağza
alınmadık küfürler eder sonra da telefonu yüzüme kapatırdı. O öyle yapmadı.
—Yaa Hüsnü, dedi. “Öteki telefonum çalıyor, çok önemli.
Kusura bakma ben telefonu kapatıyorum, sonra görüşürüzi
Telefonu kapattı.
Son söylediklerinin gerçekle ilgisi yoktu tabi. Konuşmalarımızın
seviyesinin daha da düşme olasılığına karşı bir tedbirdi. Bir soğutma harekeydi.
Yanlışlığı yapan bendim. Telefonu masanın üzerine bırakırken
sarf ettiğim sözlerin pişmanlığı içersindeydim. Kendi kendime kızdım. Bir daha böyle bir hata yapmamak için kendi kendime bilmem kaçıncı kez söz verdim. İnşallah bir gün başaracağım.
Ufukla yaşadığım bu hadise elbette ki yerlerde sürünen keyfimi
daha da kötü yaptı. Kendimi salıverdim. Günlerce gayesiz, perişan, isteksiz, moralsiz orada burada dolaştım. Nu arada hiçbir şeyde olmadı değil.
Yalan olmasın cumartesi ya da pazar günü, alışveriş merkezlerinin birinde karımı gördüm. Yanında küçük bir kızla bir oğlan çocuğu vardı. İkisinin elimden de sıkı sıkı tutmuştu. Onlara bir şeyler anlatıyordu. Ağzı kulaklarındaydı.
Bunlar kimdi? Bir türlü çıkartamıyordum eşi dostu
düşünüyordum, onlarım çocuklarını akrabalarını düşünüyordum olmuyordu. Aklıma baldız geldi. Ona soracaktım. İyi günümdeyse anlatır iyi günde değilse telefon ettiğime edeceğime pişman ederdi. Ne yapalım onun da huyu bu.
Telefon ettim. İyi gününde değilmiş.
—Valla bilmiyorum enişte, dedi.
Söylediğine inanmadım ama yine de günahını almayayım, belki
de bilmiyordu.
Bu hadiseden belki de bir gün sonra Hatça için aldığım dükkâna
gittim. Dükkân boşaltılmıştı. Anahtarı da sözleştiğimiz gibi birkaç metre ötemizdeki tüpçüye bırakmıştı.
Anahtarı alırken komşu sordu:
—Ne iş tutacan komşu?
—Valla bilmiyorum , aldık dedim.
—Karpuz mu satacan?
Adamla göz göz geldik.
—Karpuzcu Hüsnü değil misin sen?
Yani, ne diyeyim. Başımı öyle manasına salladım. Adamım art
niyeti yok. Niye olsun ki. ancak bu kadar bilgiyi edinmesi takdiri şayan.
Onun yanından ayrılırken
—Bi şey falan ihtiyaç okursa gel, dedi.” Ölünü öpeyim çekinme
ha”
—Sağ ol gelirim dedim.
Dükkânı açıp içeriye girdim. Eski adam tabi. Silmiş süpürmüş
sattığı dükkanda küçük bir tabure hariç bir çöp bile bırakmamış.
Tabure alıp dışarıya çıktım. Dükkânın önüne oturdum. Gelip geçeni seyretmeye başladım. Yarım saat geçmeden aradan ilk tanıdıkla karşılaştım. Çok hoşlanmazdım kendisinden: Laf attı:
—Hayırdır Hüsnü kardeşim, ne arıyorsun burada? Yoksa sen mi
aldın?
Ayağa kalkmadım. Gülümseyerek,
— Ben aldım ya, dedim.
— Ne yapacan?
— Biraz ucuz bulduk alayım, dedim.
Birazcık yanıma sokuldu. Kimse duymasın der gibi eğildi,
—Yanlış anlama de dedi.” Karpuz yüzünden karın evi terk mi
etti?
— Öyle demeyelim de.
— Elin ağzı torba değil ki Hüsnü kardeşim. Delinin biri, “
Karpuzcu Hüsnü nün karısı “ dedi diye olmaz ki bu ama.
— O iş öyle değil dedim.
Sesim soğuk çıktı. O da uzatmadı, “ hayırlı olsun” deyip oradan
ayrıldı.
Epeyce bir süre orada öylece oturdum, geleni gideni sağı solu
Boş gözlerle seyrettim. . Evet, karım bir saçmalık yapmış durup dururken bir kriz ortaya çıkartmıştı da ben bu krizi iyi yönetmiş miydim?
Birden aklıma geldi. Annesi ona bu olanlardan bahsetmiş miydi
acaba? Ya da olayı bilen hısım arkadan biri ya da birkaçı bir vesile ile olanları ona duyurmuş muydu? Gerçi, duysaydı mutlaka arar, bir şeyler duydum baba, ne oluyor?” diye sorardı ama.
Ne söyleyeceklerimi kafamda kurduktan sonra akıllı telefonumu
çıkarttım, kızımı aradım. Sanki telefonunun başında beni bekliyordu. Çalar çalmaz açtı, neşeli bir sesle
—Babacığım dedi.
Bir süre konuştuk. Belli ki annesi olanlardan hiç bahsetmemişti
Hiç kimse de üzerine vazifeymiş gibi bir şekilde ona ulaşıp olup bitenleri anlatmamıştı.
Doğal olarak kızımla yaptığım telefon konuşması beni rahatlatmıştı.
Bu esnada biri geldi:
—Affedersiniz yakınlarda bir çilingir var mı? dedi.
—Yok dedim.
—Yakınlarda çay içebileceğim bir yer vat mı?
Adamı tepeden tırnağa süzdüm. Temiz pak giyimli orta yaşlı bir
adamdı.
—Yok, dedim.
Kibar adam işte
Burnundan kıl aldırmayan garip bir tip diye düşünmedi. Gü-
lümsedi. Teşekkür ederek geldiği istikametin tersine yürüyüp beni utandırdı.
Adama çilingir de çay içilebilecek bir ter de yok dedim ama var
mıydı acaba? Merak ettim.
Tabureyi içeriye götürdüm. Kapıyı kilitledim.
Sağa sola bakarak halk söylemi ile sallana sallana sağıma soluma baka baka yürümeye başladım. Y ürüyüşümün ilk dakikalarında dikkatlice çevreyi gözlemliyordum ama bir süre sonra bu durum ortadan kalktı.
Yürüyüşümüm bir yerinde bir çilingir gördüm. İçeriye girdim.
O anda da fevri davranışlarımdan birini daha yaptım. Birden bir karar verdim.
Ne mi yaptım?
Çilingiri alıp eve gittim. Kapıyı açtırdım. Sonra çok aceleymiş gibi, balkondaki masayı ve de mutfaktaki masayı salona götürdüm Onların yanına evdeki tüm sandalyeleri getirdim. Çaydanlığı aldım bardakları aldım, kaşıkları aldım onları da masa ve sandalyelerin üzerlerine koydum. Ve daha sonra dışarı çıkıp bir kamyonet buldum. Topladıklarımı, kamyon şoförünüm de yardımıyla Hatça için aldığım dükkâna götürdüm.
Yarım saat içerisinde bir çay ocağı oluşturdum. İlk çayımı demlemek için son hazırlıklarımı yaparken yanıma birinin gelmekte olduğunu ayak seslerinden anladım. Döndüm. Temiz giyimli zayıfça bir genç yanıma iyice yaklaştı. Belli bir adres soracaktı. Başımla “ sor bakalım “ dedim.
Sordu:
— Elemana ihtiyacınız var mı acaba?
Böyle bir şey hiç beklemiyordum. Şaşırdım.Gence bir
kez daha baktım. Tepeden tırnağa süzdüm.
Dışarıya koyduğum masayı işaret ederek:
—Şuraya otur dedim” Geliyorum”.
Gencin duruşu ses tonu çaresiz tavrı beni etkilemişti. Halkın
sallama çay diye tabir ettiği çayı zaman zaman içerdim. Evdeki mutfaktan bir kutu da ondan almıştım. Çarçabuk iki çay yaptım.
Genç kibar bir şekilde masada oturuyordu. Beni görünce toparlandı.
— Otur, otur, dedim.
Çayın birini ona verdin, birini kendim aldım.
Adını sordum. Ural’mış.
Açıklama gereği duydu.
—Yoldan geçiyordum, sizin öyle koşuşturup durduğunuzu
görünce. Şansımı denemek istedim. Özür dilerim.
Aşikârdı. Belli ki çoktan beri işsizdi. İş bulma ümidini yitirmişti. Zaman zaman ya tutarsa mealinde şansını deniyordu.
— Ne iş yaparsın? diye sordum.
— Ne iş olsa yapacağım ama, beş sendir iş bulamıyorum, dedi.
— Tahsilin ne?
İlkokul falan diyeceğini sandım. Üniversite mezunuymuş.
— Ne? dedim.
Hangi üniversiteden mezun olduğunu öğrenmekti gayem.
Mesleğini söyledi:
—Öğretmenim.
Ağlayacak halimize güleriz gibi bir şey oldu.
— Ben de avukatım, dedim.
İnanmadığımı düşündü. Bozuldu. Üzüldüm tabi bu duruma.
— Şaka yapmıyorum, dedim “Vallahi avukatım.”
Cevap vermedi. Kimlik kartımı çıkardım. Gösterdim.
Sanırım ne söyleyeceğini bilemedi.
—Az evvel buraya bir çay ocağı açmaya karar verdim, dedim.
“İki saat ya oldu ya olmadı.”
Bir şey söylemedi.
— İstersen boğaz tokluğuna on gün burada çalış. On gün sonra
sen benden ben senden memnun kalırsak asgari ücretle çalışırsın, dedim.
Her şeye rağmen beni deli sanıp:
“Yok teşekkür ederim kalsın” diyeceğini tahmin etmiştim. Belki
de başımdan savmak için öyle söylemiştim.
Beklemediğim bir soru sordu:
—Benden ne bekliyorsunuz?
Soru güzeldi ama beklemediğim yerden gelmişti.. Bir
şeyler söylemem gerekiyordu. Biraz düşündükten sonra belki de bende olmayan bir özelliği söyledim.
—Yaratıcı ve çalışkan insanları severim. Bu süre içerinse seni
gözlemleyeceğim. Kanunlara ve etiğe aykırı bir hareketini görmediğim sürece yaptığım hiçbir eyleme müspet ya da menfi müdahalede bulunmayacağım, seni hiçbir şekilde yönlendirmeyeceğim. On gün sonra nereden nereye geldiğimize bakacağım, dedim.
Konuşmamı beğendim. Teklifimi kabul etti. Dükkânın içini
parsel parsel fotoğrafladım. Benim için eğlenceli bir deneyim olacaktı.
Dükkânın anahtarından birini ona verdim. Başka nasıl ifade edeyim 200 lira da döner sermayeye kaynak yapması için para verdim. Ve akabinde de dükkândan ayrıldım.
Eresi gün saat altı sularında dükkâna gittim. Belki yakıştıramayacaksınız ama gayem, dükkânı açmak delikanlıyı beklemek o gelince de sözlerimle değil ama tavrımla, bu saatte burayı açacaksan vay halimize “ demekti.
Dükkân açıktı. Masaların birinde temiz giyimli bir adam hem çay içiyor hem de bir şeyler atıştırıyordu. Güler yüzlü basma bir fistan giymiş genç bir bayan duruşu ile “ gelip geçenleri içeriye davet ediyordu.
Yürüyüşe çıktıkları belli olan iki kişi dükkâna girdi. Masalardan birine oturdu. Genç hanım onlara yaklaştı. Aralarında kısa bir diyalog geçti. Sonra da o genç bayan içeri geçti. Birkaç dakika aradan geçmeden de çaylarla ve yiyecek bir şeylerle geri döndü.
Ben dükkânın birkaç metre önünde gördüklerimi anlamaya çalışıyordum. Genç bayan içeriye girip girmemekte tereddüt ettiğimi düşünmüş olmalı ki azıcık yanıma yaklaştı: Tatlı ve etkileyici bir sesle
“Çayımızı ve poğaçamızı beğeneceksiniz efendim,” dedi. “Buyurun.”
DEVAMI VAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder